bedirhan.
Aktif Üyemiz
KURAN'I KERİM TEFSİRİ
(ELMALILI MUHAMMED HAMDİ YAZIR)
Biz bir tek kişiye de nefer deriz. Arapça'da ise bu kelimenin şöhret bulan kullanılışı, üçten ona kadar kişiyi ifade etmek içindir. Alûsî'nin açıklamasına göre fasih Arapça'da ondan yukarısı için kullanılır. Erkeklere hatta insanlara da mahsus değildir. Çünkü burada cinler için de kullanılmıştır. "Mücmel"de şöyle yazılıdır: (Reht) ve "nefer" kelimeleri kırka kadar kullanılır. Aralarındaki fark; reht, bir ataya ait olur, neferde ise öyle değil, nefer, kavim mânâsına da kullanılır ki, "Nüfusça da daha kuvvetli." (Kehf, 18/34) âyetinde de bu mânâdadır. İmam Kirmanî de, "nefer'in lugat örfünde diğer bir mânâsı vardır, o da 'erkek'tir" demiş ve bir sahih hadisin bu mânâ ile tefsir olunduğunu söylemiştir. Demek ki bizim dilimizdeki nefer bu mânâdan gelmiştir.
"Gerçekten dinledi" Bu bütün kırâetlerde ittifakla üstün okunur. Çünkü cümle mechul (edilgen) fiilinin nâib-i faili yerindedir. Buna bağlananlar da böyle üstün okunmak gerekir. Terkibindeki zamir herhangi bir ismin yerini tutmamaktadır. Böyle zamirlere "şân" zamiri denir.
"Dediler ki: Biz" Bu ile başlayan cümle, "dediler" fiiliyle nakledilmek istenen sözün ne olduğunu gösterir. Onun için bu tür cümlelerdeki bütün kırâetlerde esre okunur. Buna bağlanan diğer cümlelerde de hemzenin esre okunması gerekir.
2. "Hidayete" Hak ve doğruya. Bu sûrede bu ve bundan sonra gelenlerin birbirlerine bağlanması önemli meseledir. Kırâetlerin bazısında üstün, bazısında esre okunmuştur. Bazılarında esre bazılarında üstün okuyanlar da vardır. Esre okunan kırâetlerde "Biz işittik" cümlesi üzerine bağlandığı açıktır. Yani, "biz işittik dediler", "beyinsizimiz Allah hakkında saçma sözler söylüyordu, dediler", şöyle söylediler, şöyle söylediler demektir. Üstün ile okunmasında ki, bizim Hafs kırâetinde ve mushaflarımızda böyledir, bunda incelikler vardır. Bazıları bunun, yani nun, "ona inandık" cümlesindeki 'nin mahalline veya yine bunun şeklinde takdir edilerek zamiri üzerine bağlanmış olup, "dinledik de ona ve şu, şu hakikatlere iman ettik" demek olur. Bu şekilde bunlar da cinlerin sözleri cümlesine dahil olur. Arada ve sonunda bunlardan bazıları da 'deki üzerine bağlanır ki, onlar cinlerin sözlerinden hikâye olmayıp doğrudan doğruya Allah tarafından vahyolunan kelâmlar olarak düşünülmelidir. Nitekim, "Onlar dosdoğru gitselerdi" ve "Mescitler Allah'ındır" âyetleri böyle doğrudan doğruya vahy oldukları için kırâetlerin hepsinde üstün okunmuştur. Bunlar cinlerin sözleri olarak hikâye edilmemiştir. Arada "Onlar zannettiler", "Biz zannettik", sonra "O kalkınca" âyetlerinde iki türlü okunma ihtimali vardır. Biz bunları meâlde, "doğrusu", "hakikat" ve "gerçekte" gibi tabirlerle göstermeye çalıştık.
3. Bütün bunlarda rüşd'ün akla uygun ve doğru olan yolun bir izahı vardır. "Rabbımızın şanı çok yücedir".
CEDD, Kâmus yazarının "Besâir"de açıklamasına göre bu maddenin aslı, düz araziyi baştan başa geçmek mânâsınadır. Çalışma ve gayret, elbiseyi kesip biçmenin neticesi olan yenilik, gece gündüz mesafe alma zımmında yardımcı olan ilâhî feyz, baht, zenginlik, nasip, şan ve ululuk mânâlarında kullanılır. Bu münasebetle "büyük baba" (dede) mânâsında kullanılması da bundan kaynaklanır.
Bu açıklamaya göre cedd; iyi baht, kıymet ve onur, nasip ve kısmet mânâlarına geldiğinden böyle bahtiyar ve mutlu kimseler "ashabu'l-cedd", "zevu'l-cedd" veya "mecdud" denildiği gibi ululuk ve yücelik mânâsıyla da, "Herkesin gözünde büyüdükçe büyüdü." denilir. Cimin ötresiyle ulu demek olur. "Baba olmadı, oğul da olmadı."(İhlas, 112/3) diye nitelenen yüce Allah'a nisbet edilince cedd, yüce Allah'ın bütün varlıkları kapsamış olan başlangıcı olmayan şanı ve ululuğu, kendine özgü zenginliği, bir de genel olarak bütün varlıklara özel olarak dilediklerine olan yüksek feyiz ve yardımı mânâlarıyla açıklanır ki, burada birincisinin kastedildiği açıktır.
4. "Bizim beyinsizimiz" İblis, veya cin mânâsıyle cinlerin azgınları diye mânâ verilmiştir. ŞETAT, sınırı aşmış, haktan ve doğruluktan uzak, saçma, ki o, beyinsiz kişinin Allah'ın eşi ve oğlu olduğunu söylemesidir.
5. "Biz zannettik ki" diye başlayan bu kısım, o beyinsizlerinin saçmalıklarına bu vakte kadar ne sebeple aldanmış olduklarını açıklamaktadır. Bunun, üzerine bağlanması düşünülebilr.
6. Burada cinlerin öyle yalan ve saçmalıklara cesaret edebilmelerinin nedeni ve insanlar üzerinde otorite kurabilmelerinin sebebi anlatılmış oluyor ki şudur: İnsanlardan bazı kişiler cinlerden bazı kişilere sığınıyorlardı. Böyle sığınma dualarına tılsım ve efsûn adı verilir.
Bazıları şöyle der: "Bir adam ıssız bir vadide yatmak veya konup geçmek istediği ve başına bir tehlike gelmesinden korktuğu zaman yüksek sesle, "Ey bu vadinin azizi! Ben senin itaatinde bulunan beyinsizlerden sana sığınıyorum." der ve böylece o vadideki cinninin kendisini koruyacağına inanırdı. Kuşkusuz bu inançtaki kişiler başı sıkıldıkça veya herhangi bir amaca ermek istedikçe, işi, önce cinne sığınmak olur. Ebu Hayyan'ın zikrettiği gibi Mukatil şöyle demiştir: Araplar'da cinne sığınmak Yemen'de bir kavimden başladı, sonra Beni Hanife'ye geçti, sonra Araplar'da yaygın hale geldi.
Burada cin hakkında "ricâl" yani erkekler, adamlar kelimesinin kullanılması çok dikkat çekicidir. Bazıları şöyle der: Cinler için erkekler, adamlar deyimi kullanılmaz. Bu âyette geçen "ricâl" kelimelerinin ikisinden de maksat, insanlardan olan erkeklerdir ki, buna göre mânânın şöyle olması gerekir: İnsanlardan bir takım kişiler, cinlerin şerrinden, yine bazı insanlara sığınıyorlardı. Mesela, "bu vadinin cinninden Huzeyfe'ye sığınıyorum." diyorlardı. Buna göre, "cinlerden" sözü, "insanlardan" sözündeki gibi açıklayıcı mahiyette "adamlar"ın sıfatı değil, bir başlangıç olarak "sığınıyorlar" fiiline bağlı bir mef'ul (dolaylı tümleç)dür. Bu sığınış ise, ölmüş veya diri bir adamın ismine ve ruhaniyetine veya kahinlere başvurmak gibi, fiilen o adamın kendisine başvurmak suretiyle de olabilir. Bu mânâ da güzel bir mânâdır. Bu yorumda, cinlerin erkekliğini ve dişiliğini gösteren bir yön yoktur. Fakat âlimlerin çoğunluğu, bu lerin ikisinin de "erkekler"i açıklayıcı mahiyette onun sıfatı olmasını daha açık görerek, "bu âyetin zahiri, cinlerin erkekleri ve dişileri bulunduğunu ve onların erkeklerine de "ricâl" denildiğini gösterir" demişlerdir. Şu halde, hiçbir hayvanın erkeğine "racül" denilmediği düşünülürse, burada insan karşılığı zikredilen cinlerin başka bir hayvan olmayıp insanların içinde gizli yaratıklar olmaları gerekeceğini düşünmek lazım gelir. Onun için biz, cinler hakkında kullanılan "ricâl" tabirini, hakikatleri itibarıyla değil, görünüşleri itibariyle olmasına yorumlamak istiyoruz. Özetle, insanlardan bir takım erkekler, cinlerden bir takım erkeklere her ne şekilde olursa olsun sığınıyorlardı, da o sığınan insanlar cinlerin kibir ve taşkınlıklarını artırıyorlardı.
REHAK, asıl mânâsında örtmek, sarıp bürümek demek olduğu gibi, bir adamın arkasından yaklaşıp çakmak mânâsına ve sefâhet yani, hafiflik ve ahmaklık mânâsına, kötülük ve kargaşa, zulüm ve haksızlık yapmak, haram ve yasak işleri yapmaya koyulup onlarla uğraşmak mânâlarına geldiğinden tefsirciler; günah, cüret ve taşkınlık, hafiflik, geçimsizlik, kibir ve büyüklenme mânâlarına yorumlamışlardır. Yani o adamlar cinlere sığınmakla cinleri şımartıyor, onların hafiflik ve taşkınlığa cesaretlerini artırıyor; bu şekilde azgın cinler de Allah hakkında bile yalanlar uydurarak cinlere ve insanlara zulüm ve sataşmalarını artırıyorlardı. İnsanlar onlara sığınarak kurtulmak isterlerken, böyle yapmakla onlara yüz verip daha çok tuzaklarına düşüyorlardı. Demek ki insanlara fenalığı cinlerden çok asıl kendileri yapmış oluyor. Cinler insanlara yine insanlar vasıtasıyla zarar veriyorlar. Onları alet ediniyorlar, onların sığınmasından kuvvet alarak sataşma ve otoritelerini artırıyorlar. Şu halde insanlar yalnız Allah'a sığınsalar da cinlere hiç önem vermeselerdi cinler onları saramazlardı.
(ELMALILI MUHAMMED HAMDİ YAZIR)
72-CİN:
Biz bir tek kişiye de nefer deriz. Arapça'da ise bu kelimenin şöhret bulan kullanılışı, üçten ona kadar kişiyi ifade etmek içindir. Alûsî'nin açıklamasına göre fasih Arapça'da ondan yukarısı için kullanılır. Erkeklere hatta insanlara da mahsus değildir. Çünkü burada cinler için de kullanılmıştır. "Mücmel"de şöyle yazılıdır: (Reht) ve "nefer" kelimeleri kırka kadar kullanılır. Aralarındaki fark; reht, bir ataya ait olur, neferde ise öyle değil, nefer, kavim mânâsına da kullanılır ki, "Nüfusça da daha kuvvetli." (Kehf, 18/34) âyetinde de bu mânâdadır. İmam Kirmanî de, "nefer'in lugat örfünde diğer bir mânâsı vardır, o da 'erkek'tir" demiş ve bir sahih hadisin bu mânâ ile tefsir olunduğunu söylemiştir. Demek ki bizim dilimizdeki nefer bu mânâdan gelmiştir.
"Gerçekten dinledi" Bu bütün kırâetlerde ittifakla üstün okunur. Çünkü cümle mechul (edilgen) fiilinin nâib-i faili yerindedir. Buna bağlananlar da böyle üstün okunmak gerekir. Terkibindeki zamir herhangi bir ismin yerini tutmamaktadır. Böyle zamirlere "şân" zamiri denir.
"Dediler ki: Biz" Bu ile başlayan cümle, "dediler" fiiliyle nakledilmek istenen sözün ne olduğunu gösterir. Onun için bu tür cümlelerdeki bütün kırâetlerde esre okunur. Buna bağlanan diğer cümlelerde de hemzenin esre okunması gerekir.
2. "Hidayete" Hak ve doğruya. Bu sûrede bu ve bundan sonra gelenlerin birbirlerine bağlanması önemli meseledir. Kırâetlerin bazısında üstün, bazısında esre okunmuştur. Bazılarında esre bazılarında üstün okuyanlar da vardır. Esre okunan kırâetlerde "Biz işittik" cümlesi üzerine bağlandığı açıktır. Yani, "biz işittik dediler", "beyinsizimiz Allah hakkında saçma sözler söylüyordu, dediler", şöyle söylediler, şöyle söylediler demektir. Üstün ile okunmasında ki, bizim Hafs kırâetinde ve mushaflarımızda böyledir, bunda incelikler vardır. Bazıları bunun, yani nun, "ona inandık" cümlesindeki 'nin mahalline veya yine bunun şeklinde takdir edilerek zamiri üzerine bağlanmış olup, "dinledik de ona ve şu, şu hakikatlere iman ettik" demek olur. Bu şekilde bunlar da cinlerin sözleri cümlesine dahil olur. Arada ve sonunda bunlardan bazıları da 'deki üzerine bağlanır ki, onlar cinlerin sözlerinden hikâye olmayıp doğrudan doğruya Allah tarafından vahyolunan kelâmlar olarak düşünülmelidir. Nitekim, "Onlar dosdoğru gitselerdi" ve "Mescitler Allah'ındır" âyetleri böyle doğrudan doğruya vahy oldukları için kırâetlerin hepsinde üstün okunmuştur. Bunlar cinlerin sözleri olarak hikâye edilmemiştir. Arada "Onlar zannettiler", "Biz zannettik", sonra "O kalkınca" âyetlerinde iki türlü okunma ihtimali vardır. Biz bunları meâlde, "doğrusu", "hakikat" ve "gerçekte" gibi tabirlerle göstermeye çalıştık.
3. Bütün bunlarda rüşd'ün akla uygun ve doğru olan yolun bir izahı vardır. "Rabbımızın şanı çok yücedir".
CEDD, Kâmus yazarının "Besâir"de açıklamasına göre bu maddenin aslı, düz araziyi baştan başa geçmek mânâsınadır. Çalışma ve gayret, elbiseyi kesip biçmenin neticesi olan yenilik, gece gündüz mesafe alma zımmında yardımcı olan ilâhî feyz, baht, zenginlik, nasip, şan ve ululuk mânâlarında kullanılır. Bu münasebetle "büyük baba" (dede) mânâsında kullanılması da bundan kaynaklanır.
Bu açıklamaya göre cedd; iyi baht, kıymet ve onur, nasip ve kısmet mânâlarına geldiğinden böyle bahtiyar ve mutlu kimseler "ashabu'l-cedd", "zevu'l-cedd" veya "mecdud" denildiği gibi ululuk ve yücelik mânâsıyla da, "Herkesin gözünde büyüdükçe büyüdü." denilir. Cimin ötresiyle ulu demek olur. "Baba olmadı, oğul da olmadı."(İhlas, 112/3) diye nitelenen yüce Allah'a nisbet edilince cedd, yüce Allah'ın bütün varlıkları kapsamış olan başlangıcı olmayan şanı ve ululuğu, kendine özgü zenginliği, bir de genel olarak bütün varlıklara özel olarak dilediklerine olan yüksek feyiz ve yardımı mânâlarıyla açıklanır ki, burada birincisinin kastedildiği açıktır.
4. "Bizim beyinsizimiz" İblis, veya cin mânâsıyle cinlerin azgınları diye mânâ verilmiştir. ŞETAT, sınırı aşmış, haktan ve doğruluktan uzak, saçma, ki o, beyinsiz kişinin Allah'ın eşi ve oğlu olduğunu söylemesidir.
5. "Biz zannettik ki" diye başlayan bu kısım, o beyinsizlerinin saçmalıklarına bu vakte kadar ne sebeple aldanmış olduklarını açıklamaktadır. Bunun, üzerine bağlanması düşünülebilr.
6. Burada cinlerin öyle yalan ve saçmalıklara cesaret edebilmelerinin nedeni ve insanlar üzerinde otorite kurabilmelerinin sebebi anlatılmış oluyor ki şudur: İnsanlardan bazı kişiler cinlerden bazı kişilere sığınıyorlardı. Böyle sığınma dualarına tılsım ve efsûn adı verilir.
Bazıları şöyle der: "Bir adam ıssız bir vadide yatmak veya konup geçmek istediği ve başına bir tehlike gelmesinden korktuğu zaman yüksek sesle, "Ey bu vadinin azizi! Ben senin itaatinde bulunan beyinsizlerden sana sığınıyorum." der ve böylece o vadideki cinninin kendisini koruyacağına inanırdı. Kuşkusuz bu inançtaki kişiler başı sıkıldıkça veya herhangi bir amaca ermek istedikçe, işi, önce cinne sığınmak olur. Ebu Hayyan'ın zikrettiği gibi Mukatil şöyle demiştir: Araplar'da cinne sığınmak Yemen'de bir kavimden başladı, sonra Beni Hanife'ye geçti, sonra Araplar'da yaygın hale geldi.
Burada cin hakkında "ricâl" yani erkekler, adamlar kelimesinin kullanılması çok dikkat çekicidir. Bazıları şöyle der: Cinler için erkekler, adamlar deyimi kullanılmaz. Bu âyette geçen "ricâl" kelimelerinin ikisinden de maksat, insanlardan olan erkeklerdir ki, buna göre mânânın şöyle olması gerekir: İnsanlardan bir takım kişiler, cinlerin şerrinden, yine bazı insanlara sığınıyorlardı. Mesela, "bu vadinin cinninden Huzeyfe'ye sığınıyorum." diyorlardı. Buna göre, "cinlerden" sözü, "insanlardan" sözündeki gibi açıklayıcı mahiyette "adamlar"ın sıfatı değil, bir başlangıç olarak "sığınıyorlar" fiiline bağlı bir mef'ul (dolaylı tümleç)dür. Bu sığınış ise, ölmüş veya diri bir adamın ismine ve ruhaniyetine veya kahinlere başvurmak gibi, fiilen o adamın kendisine başvurmak suretiyle de olabilir. Bu mânâ da güzel bir mânâdır. Bu yorumda, cinlerin erkekliğini ve dişiliğini gösteren bir yön yoktur. Fakat âlimlerin çoğunluğu, bu lerin ikisinin de "erkekler"i açıklayıcı mahiyette onun sıfatı olmasını daha açık görerek, "bu âyetin zahiri, cinlerin erkekleri ve dişileri bulunduğunu ve onların erkeklerine de "ricâl" denildiğini gösterir" demişlerdir. Şu halde, hiçbir hayvanın erkeğine "racül" denilmediği düşünülürse, burada insan karşılığı zikredilen cinlerin başka bir hayvan olmayıp insanların içinde gizli yaratıklar olmaları gerekeceğini düşünmek lazım gelir. Onun için biz, cinler hakkında kullanılan "ricâl" tabirini, hakikatleri itibarıyla değil, görünüşleri itibariyle olmasına yorumlamak istiyoruz. Özetle, insanlardan bir takım erkekler, cinlerden bir takım erkeklere her ne şekilde olursa olsun sığınıyorlardı, da o sığınan insanlar cinlerin kibir ve taşkınlıklarını artırıyorlardı.
REHAK, asıl mânâsında örtmek, sarıp bürümek demek olduğu gibi, bir adamın arkasından yaklaşıp çakmak mânâsına ve sefâhet yani, hafiflik ve ahmaklık mânâsına, kötülük ve kargaşa, zulüm ve haksızlık yapmak, haram ve yasak işleri yapmaya koyulup onlarla uğraşmak mânâlarına geldiğinden tefsirciler; günah, cüret ve taşkınlık, hafiflik, geçimsizlik, kibir ve büyüklenme mânâlarına yorumlamışlardır. Yani o adamlar cinlere sığınmakla cinleri şımartıyor, onların hafiflik ve taşkınlığa cesaretlerini artırıyor; bu şekilde azgın cinler de Allah hakkında bile yalanlar uydurarak cinlere ve insanlara zulüm ve sataşmalarını artırıyorlardı. İnsanlar onlara sığınarak kurtulmak isterlerken, böyle yapmakla onlara yüz verip daha çok tuzaklarına düşüyorlardı. Demek ki insanlara fenalığı cinlerden çok asıl kendileri yapmış oluyor. Cinler insanlara yine insanlar vasıtasıyla zarar veriyorlar. Onları alet ediniyorlar, onların sığınmasından kuvvet alarak sataşma ve otoritelerini artırıyorlar. Şu halde insanlar yalnız Allah'a sığınsalar da cinlere hiç önem vermeselerdi cinler onları saramazlardı.
Moderatör tarafında düzenlendi: