MURATS44
Özel Üye
İddiaları bitmediği gibi, çelişkileri de bir türlü bitmek bilmiyor. Alın size bir mantıksızlık örneği daha: Bir taraftan uzayın on binlerce, milyonlarca, milyarlarca ışık yılı uzaklığından gelip dünyada herhangi bir Kaosa, düzensizliğe neden olmamak,normal gidisi bozmamak için müdahalelerden kaçınmaktalar, ama diğer taraftan da insanlığın, her alanda iyiliğini düşünen bu varlıklar, yutturabildiklerine tanrısal güçleriyle tüm dünya ve insanları ve hatta biraz daha uçarak galaksileri, evrenleri perde arkasından yönettiğini söylemekte, buna karsın onlar için hiç de zor olmayan güçlerle, geçmişte ve su anda devam etmekte olan savaşlara, katliamlara, haksızlıklara, adaletsizliklere, açlık ve sefalete hiç müdahale edip önlememektedirler. Böylece de insanları, hiçbir zaman gerçekleşmeyecek hayallerle aldatmaktadırlar.
Mesela, basta bulunan yetkili birkaç kişinin beynini İfrit'e etmek suretiyle tüm bunları önleyebilirler. Diyelim ki, elli milyondan fazla insanın ölümüne, yüz milyonlarca insanın da yaralanıp bu savaştan birinci dereceden kötü etkilenmesine neden olan Hitler'i durdurabilirlerdi. Ama olmadı.
Yıllardır, üstün tanrısal güçleriyle yeryüzünde sevgiyi, barısı tesis etmeye çalışıyorlar, ama gezegenimizde hâlâ sevginin kırıntısı bile yok. Üstelik, top yekun büyük bir savaşa doğru giden bir dünyada. Bu yüzden, devamlı geleceğe dönük çeşitli olaylar veya Mehdilerin, Mesihlerin (bazen onlara aracı olan insanların, bazen de kendilerinin bu önderler oldukları zannını uyandırarak, vehmederek) gökten geleceklerini, kendilerinin bir gün uzay gemileriyle herkesin gözleri önünde araçlarıyla inip, kendilerini bizlere tanıtıp insanların üç günlük egolarını tatmin edecek Altın Çağı kuracakları vaadinde, kehanetlerinde bulunmakta, bazen de tarih bile vermekte ama zamanı gelip de bunlar oluşmayınca da bu sefer çamura yatarak, “yapmanız gerekenleri yapmadınız, ortam ve şartlar oluşmadı, biz sizleri inançlarınız konusunda deniyoruz...” gibilerinden cümlelerle insanları kandırıp bu olayın başka bir zamana alındığını söylemekte ve o zaman da bir türlü gelmemektedir.
Bu kehanetlerde deprem, yanardağ patlamaları, sel ya da dünya dengelerini sarsacak büyük afetler gibi olaylar da yer almakta olup söyledikleri yer ve tarihlerde böyle bir şey olmamakta nadiren olsa bile, oluş sekli ve zamanı hiçbir şekilde tutmamakta bunu da göksel güçlere sahip kendilerince engellendiği yalanıyla geçiştirmeye, olayın üstünü örtmeye çalışmaktadırlar. Bazı söylemlerinde, sahip oldukları güçlerle bizleri felaketlerden koruduklarını açıkça dile getirseler de sadece yüzyılımızdaki deprem ve felaketlerde ölen milyonlarca insanı, canlıyı bir kenara bıraksak dahi, Endonezya depreminde resmi olarak üç yüz bin, kayıplarla birlikte beş yüz bin insanın her halükarda yasamaya hakları vardı sanırım, akıl sağlığını yitirmeyen sıradan bir insana göre.
Zaten, mantıksal bütünlüğe sahip olamadıklarından, karsılaşma ve kaçırılma olaylarında da hep bu durum görülmekte olup bir sonra yaptıkları, bir öncekileriyle ters düşmekte bunu fark edince de başka vizyonlarla kamufle etmeye çalışmaktadırlar.
Sadece uzaylı kimliği ile değil, çeşitli melekler suretinde, Aziz, Azize, Kutsal kişilikler ya da Hz. Isa (a.s), Hz. Meryem suretlerine bürünerek de zaman zaman insanlara gelecek birtakım olaylar hakkında kehanetlerde bulunmuşlardır.
Bunlardan en çok bilineni ise, 13 Ekim 1917 yılında Portekiz'in Fatıma yöresinde üç kardeşin bir ağaç kenarında beliren ısın topunun içindeki Meryem Ana suretini görmeleri ve bu kişinin, Vatikan'a verilmek üzere onlara söylediği üç sırrı içeren kehanetidir. Bunun öncesinde de yine aynı yerde, vınlama sesiyle birlikte beliren ısın topu içinde ısınsal yapılı çok yakışıklı bir erkek melek görünmüş ve bu melek onlara, bir duayı öğretip bunu çokça okumalarını tembih etmiştir. Bu görüşmeler, çeşitli zamanlarda aylarca sürer (hatta daha da küçükken bu türden varlıkları sık sık görmekteymişler).
Daha sonra ise, aynı yerde Meryem Ana görünür ve onlara korkmamalarını, cennetten geldiğini ve her ayın 13' ünde onları beklediğini söyler. Ancak en son görüşmelerinde ise, eğer altı ay içinde gelecek olurlarsa onlara büyük bir mucize göstereceğini belirtir. Çocuklar bunu saklayamaz ve yetmiş bin kişiyle oraya gelirler. Ancak, her defasında onu gördükçe transa giren çocuklar dışında hiç kimse, o varlığı görüp konuşamasa da çeşitli duygular içinde olan kalabalık, yine de normal üstü bir olaya tanıklık ederler. Önce, bulutlar içerisinden yine vınlama esliğinde dönerek çok parlak renkli ışıklar saçan gümüşi bir cisim ortaya çıkar ve buluttan adeta dans ederek aşağıya doğru iner ve insanların üzerinden hızlıca geçim gider. Öyle ki, yaymış olduğu güçlü ısı yağmurdan ıslanan insanları ve elbiselerini kurutur.
Sırlar, Vatikan'a ulaşır, fakat iki sır açıklanıp üçüncüsü saklanır. Sırdan haberdar olan bazı kişiler ise, bunu politik amaçları doğrultusunda kullanır ve bu da olayı daha önemli hale getirir.
Kehanetlere baktığımızda ise, olağanüstü bir yanının olmayıp çok genel ve sıradan şeyler içerdiği görülmektedir. Ancak, bizler için gelecek nasıl bilinmezliğini koruyorsa, yapıları dolayısıyla bizi şaşırtacak düzeyde geleceğe ait birtakım vukufa sahip olsalar dahi, büyük bir oranla onlar için de gelecek, her zaman bilinmezliğini korumaktadır. Allah'a ayna olabilecek kabiliyetten yoksun oldukları için de Kader sırrı onlara, dolayısıyla onlarla rezonansta olanlara tamamen kapalıdır. Oysa ne geçmişte ne de günümüzde, uzaylıların ve taraftarlarının iddia ettikleri böylesine somut şeyler olmaktadır. Yani oluşmamaktadır. Üstüne üstlük, kendilerinin belirttiği o muazzam bilgeliklerine rağmen bugüne kadar da insanlığı aydınlatacak, insanlığa ışık tutacak, yol gösterecek hiçbir bilgi, buluş, teknik araç da vermiş değillerdir ve aslında veremeyeceklerdir de.
Yine cinler, tarihte dönüm noktalarını oluşturan olaylara, toplumlara büyük etkileri olan, onlara yön veren tüm önderlerin, sanatçıların, bilim adamların... aslında maddeleşmiş birer uzaylı, dolayısıyla Cin olduklarını lanse ederek insanların aslında hiçbir şey yapamayan ilkel, aciz daima kendileri tarafından güdülen kapasitesiz varlıklar olduğu görüntüsünü, imajını zihinlerde oluşturarak biz insanları bu şekilde de aşağılamaktadırlar.
Bununla birlikte sistemin gerçekte, yukarıdan aşağıya (özden-dışa) doğru Nur (meleki), Nar (ateş), madde ve katmanları olan boyutlar seklinde sıralanırken yanı sıra da insanın, Nurani boyutlara bilinçsel sıçrama yapıp melekleşme potansiyeline sahipken buna karşılık cinler ise, bunu başaramayacak özelliklerle yaratılmışlardır.
Cinlerin, Nur boyutunun yoğunlaşmasıyla oluşan Nari (ateş) boyuttan meydana gelmesi ve melekleri de yaradılış amaçlarının dışında bir şey yapmayan varlıklar, kendilerini ise, çok zeki görmeleri nedeniyle, kendilerini meleklerin daha tekamül etmişi daha gelişmişi olarak algılamakta, bizden daha üst boyutta olup bazı üstün özelliklere sahip oluşlarından dolayı da insanlardan üstün tür olduklarını görmekte, bu yüzden de verdikleri mesajlarda bu boyutsal sıralamayı çarpıtarak insanın kaderinin tabandan tavana, önce sudan, Nura doğru oradan da, ateşe (Nar'a) yükselerek çizildiğini dile getirmektedirler. Bu sebeple kendilerini bize, bu teknoloji çağında üstün bilgeliğin ve teknolojinin bulunduğu (insanlar için üst değer olarak bilinen) meleki boyutların ferdi ve sahibi olarak lanse etmektedirler.
Oysa teknoloji ve ona dayalı bilim, biz insanlar için geçerli olan şeylerdir. Melekler ve cinler için değil. Çünkü bu kavramlar Meleki boyutlarda anlamını yitirmektedir. Ve bu bulundukları Nari ısınsal boyutu da “Ran” veya “Omega” olarak isimlendirmektedirler.
Bu kelimeler de tesadüfi değil. “Ran” kelimesi, her şeyi ters olarak göstermeye çalışan ve daima, olumsuz yönde fiilleri ortaya koymaya programlanan seytaniyet vasıflı cinlerin bulunduğu Nar boyutun tersten okunuşudur. İkincisine gelince, İncil'in Vahiy bölümünde Isa (as), “Alfa ve Omega Benim” demektedir yani, “Baslangıç ve Son Benim”, anlamında. Çünkü Yunancada alfa ilk harf, Omega da son harftir. Yani yükselisin, zirvenin en son noktasının Omega dolayısıyla Cin boyutu olduğunu belirtmektedirler. Ayrıca Omega harfi, (Ù) sembolüyle gösterilmektedir ki, dikkât edilirse bu da tipik bir UFO'nun yandan görünüşünü ifade etmektedir.
Kendilerini Cebrail (as), Mikail (as), ... v.b. melek ya da Ulu Ruh gibi tanıtan Cinler, bazen kontrol mekanizmalarını kaybedince kendilerinin aslında birer Rab olduklarını Rablerin Rabbinin ise, bedenlenerek yeryüzünde kulları arasında açığa çıkacağını belirtmektedirler. Yani bizlerin yaratıcısı meğer Cinlermiş. Simdi onlar, insanlara yardım eden ve tanrıyla iletişimimizi sağlayan tanrının has kulları olan melekler mi? Ya da tanrıyla bütünleşmemizi sağlayan tanrısal ruhlar mı? Yoksa Tanrıdan, Rablerin Rabbinden üstün konumda olup Rablerini paketleyip bizim aramıza gönderenler mi?... görüldüğü üzere çelişkilerin ardı arkası kesilmiyor.
Uzaylı varlıkların, uzayın mekansallık kısmına değil de, boyutsal ikizine ait varlıklar olduğuna (ki, o zamanda uzaylı kavramı düşmektedir) ilişkin en önemli bir kanıt da, Wodoo'dan tutun da kabile dinlerine kadar hepsinde farklı isimlendirme ve suretler esliğinde hep aynı benzer tanrı ve bu tanrının eli, kolu, ayağı olan tanrısal ruhların
varlığının söz konusu olmasıdır. İnsanlar, bu tanrısal ruhlar aracılığıyla tanrısal katla ilişki kurmakta, bazen de onunla birleşmektedirler. Yani, bu tanrısal ruhlar tarafından yönlendirilmektedirler.
Geçmişte insanlara çeşitli ruhlar seklinde görünen cinler, bugün sadece isim ve sekil değiştirip günün popüler konuları ve anlayışları istikametinde görünseler de ortaya koydukları özellikler hep aynıdır, değişmemektedir. İnsanları, gerçeği yansıtmayan ve tamamıyla akıllarını allak bullak etmek için de, önce hayali sistem üstü sistemler, konseyler, tanrı kere tanrılar, rabler yaratmakta sonra da, bunların gönderdikleri medyumik peygamberler aracılığıyla kitaplar indirmektedirler. Böylece de Allah kavramını, Resullük, Nebilik işlevlerini ve dahi sistemi ve insanın hakikatini anlatan Kitapları basite indirgeyerek bunların aslında alelade şeyler olduğu imajını oluşturup insanları hakikatten soğutarak dinden imandan uzaklaştırmayı, dinin hükümlerinin, ibadetleri geçersiz kılmayı yani, hem enerji hem de şuursal yönlü gelişmeleri engellemeyi amaçlamaktadırlar.
Cinlerin, uzaylı olduklarını pekiştirmek için gösterdikleri bir hayal karsılaşmalarda ya da kaçırılma vakalarında görülen bir diğer şey de uzay gemilerin üzerinde dikkati çeken ilginç amblem, sembol, resim ve yazıların bulunmasıdır. Bu şekillerle Cinler, güya bir taraftan geçmiş toplumlara ait sembol ve dilleri (hiyeroglifleri) çağrıştırarak o uygarlıklarla da bağlantılı oldukları imajını verirken, diğer taraftan tamamen farklı, yabancı ve üstün uygarlıklara sahip oldukları düşüncesini insanda uyandırmaya çalışmaktadırlar.
Zaten uzaylılara inananların bir büyük iddiası da, uzaylı varlıkların geçmiş dönemde de insan ve topluluklarıyla irtibat ve hatta dinlerde bile yer aldıkları yönündeki görüşleridir. Gerçekten de günümüzdeki bazı ilkel kabilelerin tarihten gelen bilgilerine ya da eski Mısır, Yunan, Hint-Tibet, Amerika kıtasındaki Maya, Aztek, Irka, Kuzey Amerika yerlileri olan Kızılderililer... vs. yani, kısacası dünyanın çeşitli yörelerine ait eski uygarlıklara baktığımızda, isim ve bazı küçük sekil değişiklikleri dışında hep ortak söylemler, algılamalar, vizyonlar bulunmakta olup (bunlar nesilden nesle anlatımların dışında yazılı metin ya da resimler seklinde de mevcuttur); bu söylemlerde de din adamlarının, önderlerinin BDD (beden dışı deneyim) yoluyla yıldızlara yolculuk ettikleri, orada üstün varlıklar ve uygarlıklarıyla karsılaşıp onlardan uygarlıkları ve evrensel sırlara ait birtakım bilgiler aldıkları, hayatlarını ve yasam biçimlerini bu bilgiler istikametinde yönlendirdikleri, kiminde, direkt uzaydan gelerek dumanları arasında beliren uzay araçlarının içinden çıkıp yarı insan, yarı hayvan görünümlü ya da “nordik” tipindeki insanlar seklinde o toplumları ziyaret ettikleri, on emir gibi ahlaki kurallar içeren öğretiler ile dünya ve uzay hakkında o an için bilinmesi mümkün olamayan bilgiler verdikleri ve bu bilgilerin bazılarının içinde, insanların atalarının kendileri oldukları (bazen de bu atalar tamamıyla ruhsal varlıklardır) yıldızlardan dünyaya geldikleri, onları daima gözetledikleri, içlerinden seçtikleri kişilerle mesajlarını ilettikleri ve zamanı gelince de yetiştirdikleri ürünleri toplamak için, tekrar yeryüzüne topluca inecekleri, bunlardan bazılarında da, kendilerini tanrı olarak gösteren bu uzaylıların kadınları kaçırıp kendi uygarlıklarına götürdükleri ve onlardan çocuklar edindikleri veya uçkuruna hakim olamayan bu tanrıların yeryüzünde kadınlarla ilişkiye girdikleri ve hatta bunlardan bir kısmında ise, insanların gözleri önünde gökyüzünde savaştıkları... yer almaktadır.
Günümüzde ise bu aynı tanrısallıklarını, insanlarla çeşitli şekillerde görüntülü ya da görüntüsüz olarak bağlantıya geçim çağın getirdiği modern dille, evrenimizin öz yapısı olan holografik yapılı enerjiyi projekte edenlerin bile, aslında kendileri oldukları seklinde ifade etmektedirler. Yani, evrenimizi dolayısıyla sayısız evrenleri ve boyutları kendilerinin yarattıkları, var ettikleri yalanını dile getirmektedirler. Zaten Cinlerin insanları kandırma yöntemlerine baktığımızda bir, gerçekten o şey hakkında kendilerinin de bilgisi yok ama bilgisi varmış gibi davranmakta; iki, o şey hakkında birtakım doğru bilgilere sahip olmalarına karsın bunu bilinçli olarak yanlış sunmaktadırlar.
O dönemde bilinmesi mümkün olmayan birtakım bilgilerin o varlıklarca, (hatta bazısının ilkel bir durumdaki) o toplumlara, insanlara verilmesi olayı ise, cinlerin yapıları gereği bizim algılayamadığımız, hassas cihazlarımızla ölçümleyemediğimiz çeşitli boyut ve mekanlara vukuf sahibi olmaları dolayısıyla olmaktadır. Ayrıca sunu da hemen belirtmek gerekir ki, bilinen her doğru bilgi değil, sadece belli bilgiler onlar tarafından verilmiştir. Bunun dışında, o dönemde Hakikatini bilen Resuller ve Nebiler aracılığıyla da öğretilen birtakım bilgilerin olmasının yanında, o dönem insanların kendi yetenekleri dolayısıyla elde ettikleri bilgiler de bulunmaktadır. Mesela, kalemi ilk olarak bulan, kalemle yazı yazan ve ilk defa iğne ile elbise dikip giyen insanın, Hz. İdris (as) olması gibi.
Kitapların tahrifi de yine çeşitli oyunlarla Cinler aracılığıyla olmaktadır. Hatta UFO'cular, biraz daha ileri giderek Musevilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık içindeki dinsel metinlerde de uzaylılara ait ifadelerin yer aldığını iddia etmektedirler. Simdi de, tanrının uzay araçlarıyla varlığı yönettiği safsatasına dayanak aradıkları ve en çok bel bağladıkları (konunun anlaşılması açısından içlerinden seçtiğimiz) bazı ifadeleri görüp hemen ardından bunun açıklamasını yapalım:
“...İnsanoğlunun bulutlar üzerinde kudretle ... gelmesi...”, (1)
“ Isa (as)'ın İlâhi kimliğini seslendiren, nurlu bir bulutun olması”, (2)
“ Bulutun, Isa(as)'ı alıp götürmesi...”, (3)
“...Bulutla giyinmiş, yüzü güneş gibi parlayan bir meleğin ayaklarının da ateş direği gibi olması...”, (4)
“...Üzerinize bulutlarla gölge yaptık...”, (5)
“ O gün gök beyaz bulutlarla yarılır ve melekler bölük bölük indirilir”, (6)
“Eger gökten bir parça düşer görseler, bu derler, birbiri üstüne yığılmış bir buluttur”, (7)
“...Kasırgada, ateşten atların götürdüğü Ilya...”, (8)
“ Zekariya Peygamberin birbirinin aynısı dört göksel savaş arabasını görmesi ve arabaların tunçtan dağlar arasından inmesi, meleklerin arabacılara dünyayı devriye gezmesi için emir vermesi”, (9)
“...Mısırdan çıkan İsrail oğullarına, karanlıkta ateş direği gibi parlayan bir bulutun yol göstermesi”, (10)
“Rabbin izzetinin Sina dağı üzerinde durması... (ve Musa (as) ın konuştuğu varlığın güya uzaylılar olması)...”, (11)
“...Musa (as)' ın, on emri alması için çıktığı Sina Dağını örten bulutun, ateş gibi yanması...”, (12)
“Isaya Peygamberin, Rabbin, hızla giden bir buluta bindiğini görmesi...”, (13)
“ ...Gökteki bulutların İdris (as)' ı çağırması ve etrafı ateşlerle çevrili, içindeki her şeyin ise kristal yapılmış olan bir mekâna, gezegene götürülmesi, orayı gezmesi ve dahi başka başka şeyler görmesi...”, (14) ve en çok bahsettikleri Hezekiel Peygamberin; “iç içe geçmiş tekerleğin havada döne döne hareket ettiğini” görmesi ve aynı kişinin “ortasında ateş gibi parlayan buluttaki madeni ve gözlerinden ateşler çıkaran (çeşitli insan ve hayvan karışımı suretlere bürünmüş garip hareket ve davranışlarda bulunan acayip kafalı, vücutlu, bacaklı) melekleri, hatta tanrıyı bile gökyüzünde tahtına oturmuş olarak kendi suretindeki kullarını izlerken...” görmesi. (15)
Aslında bu iddiaların, birden fazla cevapları bulunmaktadır. Dikkât edilecek olursa, Kuran 'dan alınan ayetlerdeki bulutların, rüzgârların, tamamıyla ilgisi olmayan zorlamalı tevillerle çarpıtılarak gerçekte böyle bir şey olmamasına rağmen, UFO oldukları lanse edilmektedir.
Yine uzaylılarla ilgili olarak İncil'in, kanonik bölüm ve bilhassa dışında yer alan kısımlardaki ifadelere baktığımızda, birçoğunun sembolik anlatımlar, soyut açıklamalar olması dolayısıyla konuyla yakından uzaktan bir ilgisinin bulunmadığı görülmekte, zaten bu da İncil'in kendi içinde bile açıkça belirtilmektedir. Bunlardan bir kısmının da, ya Hz. Isa (as) tarafından oluşturulmuş mucizeler veya algıladığı vizyonlar olduklarıdır ki, biz buna ilgili yazımızda değinmiştik. Ayrıca bunlar, isin temel düşüncesinden, bütününden yoksunsanız her tarafa rahatlıkla çekebileceğiniz türden ifadeler olup bu kitapların geri kalan kısımlarında da bu türden şeyleri çağrıştıracak ya da çağrıştırmamasına karsın yine bu anlamlarda yorumlanabilecek benzer bir yığın cümle bulabilirsiniz.
Keza, aynı şekilde eski Ahit yani, Tevrat'a baktığımızda da UFO oldukları iddia edilen anlatımlardan bir kısmının, gerçekten mucize ya da Resul ve Nebilerin kendi gördükleri birtakım vizyonlar iken bunlardan bir kısmında da tamamen mecazi ifadeler olduğu görülmektedir.
Zaten dikkât edilecek olursa melekler, havada görünen her şey hemen, ifadelerin tümü göz ardı edilerek, hiçbir kanıt ve temeli olmayan uzaylılara monte edilmektedir. Mesela, onlara göre Hz. Adem ile Hz. Havva'yı cennetten (yani uzaydaki bir mekândan) dünyaya getirip bırakanlar ya da ışınlayanlar, Hz. Muhammed (s.a.v)'e altı yüz kanadıyla görünüp ufku kaplayan Cebrail (as), Hz. Lut (as)' ın yanına gelen ve şehri altına üstüne geçiren melekler, Hz. İsmail (as)' a dünyaya ait olmayan Haber ül Esvet tasını veren melek hep uzaylılar olup, yine Hz. Muhammed (s.a.v)' in çocukken, bası üzerinde gölgelik yapmak için dolasan ya da Hz. İbrahim (as)'ın Kabe'yi inşa ettiği müddetçe tepesinde bulunan bulut da tıpkı, Hz. İdris (as) ile Hz. Isa (as)' ın göğe çekildiği yeri bildiğimiz gök zannedip ötelere götürdükleri gibi, hep UFO'larmış. Ancak göz ardı edilmemesi gereken can alıcı çok önemli bir nokta da, gerek Hint-Tibet metinlerinde, gerekse dünyanın çeşitli kültürlerindeki mitlerde, gerekse de Tevrat'ın, İncil'in sadece birkaç yerinde geçen bir üstte de belirttiğimiz bu türden ifadelerden bazılarının ise, mucize ve sembolik anlatımların ötesinde, (bilhassa kutsal kitaplar için Peygamberlerden hemen ya da yıllar sonraki dönemlerde) cinlerin yine, çeşitli kimlik ve adlarla çeşitli algı ve vizyon oyunlarıyla insanları kandırıp bu türden ifadeleri çarpıtması ve hatta bunların bile zaman içinde saptırılması sonucu, her türlü görsel, yazılı metinlere, sanat eserlerine ve kutsal kitaplara geçmiş olmasıdır ki, bu da kutsal kitapların tahrif edilmesinden başka bir şey değildir.
Zaten, Kitapların tahrifi de yine çeşitli oyunlarla Cinler aracılığıyla olmaktadır. Keza İnci'lin de, Hz. Isa (as)' ın semaya yükselişinden 60 ile 110 yıl arasında havarilerin isimlerine atfen yazılması ve bu yazılanlarda onun birçok doğru olan rivayetlerinin yanında, bırakın Hz. Isa (as)' ı anlamalarını, bunu kaleme alan kişilerin (ki Kanonik bölüm dışındaki bölümleri bunlar oluşturur) kendi ruhsal deneyimlerinin, yorumlarının da bu kitaplarda ek olarak yer almaları ve hatta bunların birçoğunun da semboller biçiminde anlatılmaları UFO ve benzeri komplo teorilerini de beraberinde getirmektedir. Gökteki babanın ona inanmaları halinde; günahlarını yükleneceği oğluna iman eden yüz milyonlarca insanın, benzer söylemlerle ortaya çıkacak olan Mesih-i Deccal'e iman edecek olmalarına da hiç şaşmamak gerekir.
Bunu destekleyici güzel bir örnek verirsek, yine Tevrat'ın Genesis (Yaratılış) 6.bölümünde geçen “tanrı oğullarının, insan kızlarıyla evlenmesi ve çocuk doğurması...” denilen olay ile, daha önce bahsettiğimiz diğer kültürlerdeki olaylar (bir çoğu o dönemde birbirlerinden habersizdi, gerçi olmasa da fark etmezdi) hep benzer şeyler olup bunların da Cin kökenli oldukları kolaylıkla anlaşılmaktadır. Hatta bırakın eski dönemlerdeki olayların birbirleriyle benzerliğini, günümüzdeki (bastan beri değindiğimiz) karsılaşmalar, kaçırılmalar ve bunun sonucundaki uzay ya da yıldızlara yolculuklar, başka üstün varlıklarla tanışmalar, uygarlıklarda gezintiler, öğütler, ahlaki ve dinsel öğretiler, uzaylıların, uzaylı tanrıların tecavüzleri, Kuran ve Hadisleri çarpıtmalar... vs. de görüldüğü üzere tamamıyla aynıdır.
Cinler, çağlar öncesindeki ilkel diyebileceğimiz insan vehimleri üzerinde de oldukça büyük etkilerde bulunarak büründükleri çeşitli (bilhassa hayvan) suret ve kılıklarla onları istedikleri doğrultuda yönlendirebiliyor, onlar için büyük fitne haline geliyorlardı. Bugün modern bilim adamlarınca (ki bunların önde gelenlerinden ikisi Prof. Dr. Stanislav Groff ve Stanley Krippner'dir) belirtildiği üzere, bu insanların da algı ötesi boyutlara girdikleri, o boyutlardan etkilenip elde ettikleri bilgilerle hayatlarını yönlendirdikleri artık bilinmekte olup bunlar, mağara duvarlarına yaptıkları resimlerinden okunabilmektedir. Öyle ki, bu insanların rahatlıkla transa girebilmek için akustiği çok iyi olan mağaraları seçtikleri, algı değişikliği yaratan birtakım uyuşturucu otlar kullandıkları (ya da yönlendirildikleri, kullandırıldıkları) da bilinmektedir.
Kısacası, eski insanlara, toplumlara kendi anlayışlarına, şartlanmalarına, kültürlerine, bilgi düzeylerine göre çeşitli varlık suretleri, ateşten at arabaları, ejderha kafalı uçan gemiler, çeşitli taşıtlar, bazen de geleceğe yatırım için uçan daireler seklinde ve bunlarla gezen yine çeşitli tanrısal varlık suretleri biçiminde vizyonlar gösterirken, günümüz insanına da çağımızın bilgi ve anlayış seviyesinde, popüler konuları istikametinde modern astronotlar, üstün vasıflı uzaylılar, uzaylı tanrılar seklinde görünmektedirler. şekiller farklı, tarzlar hep aynı.
Kültürden kültüre değişimi en iyi belgeleyen olaya bir örnek verirsek, 1896 yılında Amerika'nın batısındaki insanların, o dönemde popüler olan Jules Verne' nin romanında anlatılanlara benzer dev zeplin ve balonlardan... oluşan hava taşıtlarını görmeleridir. Hatta, yine o dönemlerde yere inen zeplinden dışarı çıkarak onlarla çeşitli türden karsılaşmalarda da bulunup, insanları aynı şekillerde zeplinlerle kaçırmışlardır. Bunu daha iyi anlamak için, 20' li, 30' lu yılların filmlerine bakmak yeterli. Çünkü, bu filmlerde geleceğin dünyası, o döneme ait gökdelenler arasında havada uçan yarasa tipli pervaneli uçaklar, zeplin taksiler, çeşitli biçimlerdeki balonlar... seklinde hayal edilmekteydi.
Resul ve Nebiler tarafından anlatılan Mecazları, sembolik ifadeleri gerçekmiş gibi, insanlara algılatan, kişinin ve varlığın özünde olanı da hep ötelerde aratan, gösteren cinlerin ya da uzaylıların bu yalanlarını çürüten en büyük delillerden birkaçı ise sırasıyla;
Gerçekte tanrı ve tanrılık kavramının olmayışı, meleklerin gökten değil, kişinin özünden gelmesi (meleklerin kanatlarının olmasının, Cebrail (as)'ın ufku kaplamasının...vs. ne anlama geldiğine Enerji-Melek baslıklı yazıda oldukça değinmiştik), Hz. Adem ile Hz. Havva (as)' ın cennetten inişinin mekansal bir ortamdan olmayıp; yeryüzünde doğup yasarken cennet yaşantısı olarak tarif edilen, bilincin sınırsız yaşamından maddesel, beş duyu değerler dünyasına şuursal anlamda boyutsal inmesi, Hz. İdris (as) ile Hz. Isa (as)' ın bildiğimiz anlamda bedenen ve de mekansal bir uzaya değil, hem Ruh hem de Bilinç anlamında boyutsal olarak göğe (semaya) alınması, eğer bunlar Hz. Muhammed (s.a.v)' in miracı gibi görünüyorsa bu ifadelerden anlaşıldığı gibi, miracın yeryüzünde ya da efal (çokluk) boyutunda geçen bir şey olmadığı, kavimleri helak eden meleklerin, maddenin özü olması dolayısıyla bu kavimlerin doğal afetlerle yok olması ve insan beyinlerini etkilemeleriyle maddesel görünmeleri, Zebur, Tevrat ve İncil'in içinde birtakım doğruları barındırmış olsa da, belli bir kısmının bozunuma uğramaları ve hükümlerinin artık geçersiz olusu, “Kuran ve İnsan ikiz kardeştir” hükmünce, evrensel sistem ve düzeni okuyup Kuran'ı yasayan Kesif ve Fetih sahibi evliyanın bu ifadeleri hiç böyle yorumlamamaları ve böyle bir şeyi kabul etmemeleri,... vs. dir.
Bunların yanında, geçmişteki bazı söylemlerin de eski toplumların güç yetiremediği ve nedenlerini bilemedikleri tüm tabiat olaylarına, olgularına yaratıcı diye tapınmaları, atmosfere girerek ateş çıkaran meteorları, ısın topları... v.b. doğal fenomenlere de bu gözle bakarak onları tanrı olarak görmeleri sonucu oluştuğunu yine, eski medeniyetlerde (ki Tevrat'ta da vardır) gök gürültüsünü, şimşekleri, yıldırımları ateş saçan bulutlar seklinde nitelendirip bunlara tanrıların öfkesi, tanrıların kavga edişi seklinde inanmalarını da belirtmek gerekir.
Bugün maalesef bazı âlimler, hadis ve ayetlere rağmen, cinlerin etkilerini basit vesveseler düzeyinde gösterip, güçlerini hafife alarak bu varlıkları, neredeyse bize hiç dokunmayan, tamamen soyut canlılarmış gibi yok saymakta, buna neden olarak da İslam'da onlar hakkında yeterli ve detaylı bilgilerin bulunmadığını dile getirecek kadar da cahilliklerini sergilemektedirler.
Bazı ilim sahipleri de şaşılacak düzeyde (kendilerine yakışmayacak bir biçimde), açıklayacak ilim ve basirete sahip olamamanın hırçınlığı ile cinlerin yapılarının nelerden meydana geldiğinin aslında hiç de önemli olmadığını açıkça belirtmektedirler. Elbette hiç önem vermedikleri bu yapılar ve dolayısıyla onların yer aldığı olaylar içinde kendilerini bulduklarında imanlarının onları ne kadar koruyacağını yasayarak göreceklerdir, Kuran ve Resulullah açıklamalarına göre.
Kaldı ki, evrenin çeşitli katmanlarında yasayan birçok varlık türünde olduğu gibi, insan türünün imtihanı da cinler aracılığıyla gerçekleşmektedir. Yani, cinler insanlar için birer imtihan aracıdır. O halde, “cinlerin yapılarını ve haliyle insanları etkileme sistemini bilmenin ne yararı var?” diye bir soru soracak olursak, bunun cevabı onları tamamen inkar etmek ya da belli yönlerini bilip diğer yönlerini bilmemek veya kabul etmemek, bu varlıklara karsı belli tedbirlerin alınmaması, onlara karsı beyindeki belli devrelerin harekete geçmemesi, dolayısıyla bizdeki gerekli ilgili güçlerin, kuvvelerin, melekelerin ortaya çıkmaması demek olacaktır ki bu da, aynı zamanda o varlıkların etki alanlarının daha da genişleyeceği anlamına gelir.
Yani, onlara iman etmek kişiyi iman dairesi içinde tutmasına karsın, yeterince korunmamak, korunulmayan noktalarda insanı çeşitli azaplara, sonucunda da kendi hakikatini tanıyamama cezasını getirir. Çünkü cinlerin iki tür etkisine karsın iki tür korunma sistemi bulunmaktadır. Birincisi enerji yönlü ikincisi de, bilgi ve bilinç yönlüdür. Bunlardan sadece biri tam anlamıyla koruma oluşturmaz. Tıpkı şeytana karsı onca besmele çekip, korunma dualarını okuyup çeşitli ibadetler yapmamıza rağmen gerek ibadetler sırasında, gerekse de yaşamımızda onların her türlü vesvesesine, dünyaya dönük ilhamlarına karsı koyamadığımız ya da fark edelim veya etmeyelim yine de onların çeşitli oyunlarına gelmemiz gibi.
Üstelik bu durum, hac sırasında Kabe gibi bir yerde bile oluşabilmektedir. Enerji yönlü yani, dua, zikir...(ruh gücü) ile korunma, onların birçok yönlü fiziksel etkilerine karsı bir korunma sağlarken, onların en çok kullandıkları yöne karsı, bilgi ve bilinç yönlü korunma yani, çeşitli bilinç seviyesindeki insanlara, nasıl bir yapıyla, nasıl bir sistem ve düzenle ne tür ve ne şekillerde vehim, vesvese, kötü düşünceler, çeşitli türden yönlendirmeler, dünya değerlerine dönük fikirler ilkâ edip, blokajlar oluşturduğunu ve kişinin bunları nasıl fark edip o fikirlere, kayıtlanmalara karsı nasıl alternatif bir düşünce ve davranış sergilemesi gerektiğini öğrenmesi, bilmesidir. Bir şeye karsı tedbir almak için önce o şeyin ne olduğunu bilmek gerekmez mi?. Alınan tedbir, bilinmeyen ve görülmeyen (ki bu onların en büyük silahıdır) bir şeye değil de, bilinen ya da görünen bir şeye karsı değil midir?.
Yedi “Insanı Kamil”den biri ve bir başka İnsanı Kamil olan A. Kadir Geylani hazretlerinin de torunu A. K. B. İbrahim El Cili hazretleri de, İnsanı Kamil adlı eserinde, şeytanın beşeri vücudunda (bu bildiğimiz madde beden değil, beyindir, bilinçtir) Allah'ın esması kadar yani, 99 tane zuhur yerinin olduğunu belirterek, Allah'ın yedi sıfatına karşılık da yedi zuhur yerini açıkladığı 5. bölümdeki ilim zuhurunda ise İblis'in, “ vallahi bana göre bin alimi aldatmak, imanı çok güçlü bir cahili kandırmaktan çok daha kolaydır” dediğini yazar. İblis'in yedinci zuhur yeri olarak da, velayetten bir önceki Mülhime Nefes denilen ilham alan Ariflere oynadığı oyunları anlatır.
Tek dünya ve evren imparatorluğu için (ki sonsuz evrende ne ifade ediyorsa) tanrılarıyla birlikte yeryüzünde maddesel olarak açıkça görünecek uzaylılara yani, cinlere karsı da tek silah, enerji yönlü olanın ötesinde yine bilgi ve Bilinç yönlü olan korunma türüdür. Yani, her ikisi de olmalıdır.
Şimdilik, bu bu konuya bir nokta koysak da, elbette anlattıklarımız burada bitmedi. Belki de yeni başlıyor; yıldızlar ötesinden kendince ilahi mesajlar da çeşitli kanallar vasıtasıyla her an akmaya devam ediyor kah sıradan bir insana, kah mevki sahibi birtakım insanlara, hayallerin efendisinin, eski çağlarda olduğundan daha da görkemli göksel şölenle (ilk defa) yeryüzüne gelmekte olduğunu, haberdar etmek için...
Dipnotlar 1. Matta 24-30, Luka 24-4/5
2. Matta 17-5
3. Resullerin Isleri 1-9/10
70
4. Vahiy 10/1
5. Kur' an (2-57) Ayrıca bkz. (2-210), (7-160)
6. Kur' an (25-25)
7. Kur' an (26:52/44)
8. Krallar II, 2/11-12)
9. Zekarya 6/1-7)
10. Exodus (çıkıs) 13/21-22)
11. Exodus (çıkıs) 24/16)
12. Exodus (çıkıs) 24/ 15-17
13. saya 19/1
14. Idris' in Kitabı
15. Hezekiel 1/16-18)
Mesela, basta bulunan yetkili birkaç kişinin beynini İfrit'e etmek suretiyle tüm bunları önleyebilirler. Diyelim ki, elli milyondan fazla insanın ölümüne, yüz milyonlarca insanın da yaralanıp bu savaştan birinci dereceden kötü etkilenmesine neden olan Hitler'i durdurabilirlerdi. Ama olmadı.
Yıllardır, üstün tanrısal güçleriyle yeryüzünde sevgiyi, barısı tesis etmeye çalışıyorlar, ama gezegenimizde hâlâ sevginin kırıntısı bile yok. Üstelik, top yekun büyük bir savaşa doğru giden bir dünyada. Bu yüzden, devamlı geleceğe dönük çeşitli olaylar veya Mehdilerin, Mesihlerin (bazen onlara aracı olan insanların, bazen de kendilerinin bu önderler oldukları zannını uyandırarak, vehmederek) gökten geleceklerini, kendilerinin bir gün uzay gemileriyle herkesin gözleri önünde araçlarıyla inip, kendilerini bizlere tanıtıp insanların üç günlük egolarını tatmin edecek Altın Çağı kuracakları vaadinde, kehanetlerinde bulunmakta, bazen de tarih bile vermekte ama zamanı gelip de bunlar oluşmayınca da bu sefer çamura yatarak, “yapmanız gerekenleri yapmadınız, ortam ve şartlar oluşmadı, biz sizleri inançlarınız konusunda deniyoruz...” gibilerinden cümlelerle insanları kandırıp bu olayın başka bir zamana alındığını söylemekte ve o zaman da bir türlü gelmemektedir.
Bu kehanetlerde deprem, yanardağ patlamaları, sel ya da dünya dengelerini sarsacak büyük afetler gibi olaylar da yer almakta olup söyledikleri yer ve tarihlerde böyle bir şey olmamakta nadiren olsa bile, oluş sekli ve zamanı hiçbir şekilde tutmamakta bunu da göksel güçlere sahip kendilerince engellendiği yalanıyla geçiştirmeye, olayın üstünü örtmeye çalışmaktadırlar. Bazı söylemlerinde, sahip oldukları güçlerle bizleri felaketlerden koruduklarını açıkça dile getirseler de sadece yüzyılımızdaki deprem ve felaketlerde ölen milyonlarca insanı, canlıyı bir kenara bıraksak dahi, Endonezya depreminde resmi olarak üç yüz bin, kayıplarla birlikte beş yüz bin insanın her halükarda yasamaya hakları vardı sanırım, akıl sağlığını yitirmeyen sıradan bir insana göre.
Zaten, mantıksal bütünlüğe sahip olamadıklarından, karsılaşma ve kaçırılma olaylarında da hep bu durum görülmekte olup bir sonra yaptıkları, bir öncekileriyle ters düşmekte bunu fark edince de başka vizyonlarla kamufle etmeye çalışmaktadırlar.
Sadece uzaylı kimliği ile değil, çeşitli melekler suretinde, Aziz, Azize, Kutsal kişilikler ya da Hz. Isa (a.s), Hz. Meryem suretlerine bürünerek de zaman zaman insanlara gelecek birtakım olaylar hakkında kehanetlerde bulunmuşlardır.
Bunlardan en çok bilineni ise, 13 Ekim 1917 yılında Portekiz'in Fatıma yöresinde üç kardeşin bir ağaç kenarında beliren ısın topunun içindeki Meryem Ana suretini görmeleri ve bu kişinin, Vatikan'a verilmek üzere onlara söylediği üç sırrı içeren kehanetidir. Bunun öncesinde de yine aynı yerde, vınlama sesiyle birlikte beliren ısın topu içinde ısınsal yapılı çok yakışıklı bir erkek melek görünmüş ve bu melek onlara, bir duayı öğretip bunu çokça okumalarını tembih etmiştir. Bu görüşmeler, çeşitli zamanlarda aylarca sürer (hatta daha da küçükken bu türden varlıkları sık sık görmekteymişler).
Daha sonra ise, aynı yerde Meryem Ana görünür ve onlara korkmamalarını, cennetten geldiğini ve her ayın 13' ünde onları beklediğini söyler. Ancak en son görüşmelerinde ise, eğer altı ay içinde gelecek olurlarsa onlara büyük bir mucize göstereceğini belirtir. Çocuklar bunu saklayamaz ve yetmiş bin kişiyle oraya gelirler. Ancak, her defasında onu gördükçe transa giren çocuklar dışında hiç kimse, o varlığı görüp konuşamasa da çeşitli duygular içinde olan kalabalık, yine de normal üstü bir olaya tanıklık ederler. Önce, bulutlar içerisinden yine vınlama esliğinde dönerek çok parlak renkli ışıklar saçan gümüşi bir cisim ortaya çıkar ve buluttan adeta dans ederek aşağıya doğru iner ve insanların üzerinden hızlıca geçim gider. Öyle ki, yaymış olduğu güçlü ısı yağmurdan ıslanan insanları ve elbiselerini kurutur.
Sırlar, Vatikan'a ulaşır, fakat iki sır açıklanıp üçüncüsü saklanır. Sırdan haberdar olan bazı kişiler ise, bunu politik amaçları doğrultusunda kullanır ve bu da olayı daha önemli hale getirir.
Kehanetlere baktığımızda ise, olağanüstü bir yanının olmayıp çok genel ve sıradan şeyler içerdiği görülmektedir. Ancak, bizler için gelecek nasıl bilinmezliğini koruyorsa, yapıları dolayısıyla bizi şaşırtacak düzeyde geleceğe ait birtakım vukufa sahip olsalar dahi, büyük bir oranla onlar için de gelecek, her zaman bilinmezliğini korumaktadır. Allah'a ayna olabilecek kabiliyetten yoksun oldukları için de Kader sırrı onlara, dolayısıyla onlarla rezonansta olanlara tamamen kapalıdır. Oysa ne geçmişte ne de günümüzde, uzaylıların ve taraftarlarının iddia ettikleri böylesine somut şeyler olmaktadır. Yani oluşmamaktadır. Üstüne üstlük, kendilerinin belirttiği o muazzam bilgeliklerine rağmen bugüne kadar da insanlığı aydınlatacak, insanlığa ışık tutacak, yol gösterecek hiçbir bilgi, buluş, teknik araç da vermiş değillerdir ve aslında veremeyeceklerdir de.
Yine cinler, tarihte dönüm noktalarını oluşturan olaylara, toplumlara büyük etkileri olan, onlara yön veren tüm önderlerin, sanatçıların, bilim adamların... aslında maddeleşmiş birer uzaylı, dolayısıyla Cin olduklarını lanse ederek insanların aslında hiçbir şey yapamayan ilkel, aciz daima kendileri tarafından güdülen kapasitesiz varlıklar olduğu görüntüsünü, imajını zihinlerde oluşturarak biz insanları bu şekilde de aşağılamaktadırlar.
Bununla birlikte sistemin gerçekte, yukarıdan aşağıya (özden-dışa) doğru Nur (meleki), Nar (ateş), madde ve katmanları olan boyutlar seklinde sıralanırken yanı sıra da insanın, Nurani boyutlara bilinçsel sıçrama yapıp melekleşme potansiyeline sahipken buna karşılık cinler ise, bunu başaramayacak özelliklerle yaratılmışlardır.
Cinlerin, Nur boyutunun yoğunlaşmasıyla oluşan Nari (ateş) boyuttan meydana gelmesi ve melekleri de yaradılış amaçlarının dışında bir şey yapmayan varlıklar, kendilerini ise, çok zeki görmeleri nedeniyle, kendilerini meleklerin daha tekamül etmişi daha gelişmişi olarak algılamakta, bizden daha üst boyutta olup bazı üstün özelliklere sahip oluşlarından dolayı da insanlardan üstün tür olduklarını görmekte, bu yüzden de verdikleri mesajlarda bu boyutsal sıralamayı çarpıtarak insanın kaderinin tabandan tavana, önce sudan, Nura doğru oradan da, ateşe (Nar'a) yükselerek çizildiğini dile getirmektedirler. Bu sebeple kendilerini bize, bu teknoloji çağında üstün bilgeliğin ve teknolojinin bulunduğu (insanlar için üst değer olarak bilinen) meleki boyutların ferdi ve sahibi olarak lanse etmektedirler.
Oysa teknoloji ve ona dayalı bilim, biz insanlar için geçerli olan şeylerdir. Melekler ve cinler için değil. Çünkü bu kavramlar Meleki boyutlarda anlamını yitirmektedir. Ve bu bulundukları Nari ısınsal boyutu da “Ran” veya “Omega” olarak isimlendirmektedirler.
Bu kelimeler de tesadüfi değil. “Ran” kelimesi, her şeyi ters olarak göstermeye çalışan ve daima, olumsuz yönde fiilleri ortaya koymaya programlanan seytaniyet vasıflı cinlerin bulunduğu Nar boyutun tersten okunuşudur. İkincisine gelince, İncil'in Vahiy bölümünde Isa (as), “Alfa ve Omega Benim” demektedir yani, “Baslangıç ve Son Benim”, anlamında. Çünkü Yunancada alfa ilk harf, Omega da son harftir. Yani yükselisin, zirvenin en son noktasının Omega dolayısıyla Cin boyutu olduğunu belirtmektedirler. Ayrıca Omega harfi, (Ù) sembolüyle gösterilmektedir ki, dikkât edilirse bu da tipik bir UFO'nun yandan görünüşünü ifade etmektedir.
Kendilerini Cebrail (as), Mikail (as), ... v.b. melek ya da Ulu Ruh gibi tanıtan Cinler, bazen kontrol mekanizmalarını kaybedince kendilerinin aslında birer Rab olduklarını Rablerin Rabbinin ise, bedenlenerek yeryüzünde kulları arasında açığa çıkacağını belirtmektedirler. Yani bizlerin yaratıcısı meğer Cinlermiş. Simdi onlar, insanlara yardım eden ve tanrıyla iletişimimizi sağlayan tanrının has kulları olan melekler mi? Ya da tanrıyla bütünleşmemizi sağlayan tanrısal ruhlar mı? Yoksa Tanrıdan, Rablerin Rabbinden üstün konumda olup Rablerini paketleyip bizim aramıza gönderenler mi?... görüldüğü üzere çelişkilerin ardı arkası kesilmiyor.
Uzaylı varlıkların, uzayın mekansallık kısmına değil de, boyutsal ikizine ait varlıklar olduğuna (ki, o zamanda uzaylı kavramı düşmektedir) ilişkin en önemli bir kanıt da, Wodoo'dan tutun da kabile dinlerine kadar hepsinde farklı isimlendirme ve suretler esliğinde hep aynı benzer tanrı ve bu tanrının eli, kolu, ayağı olan tanrısal ruhların
varlığının söz konusu olmasıdır. İnsanlar, bu tanrısal ruhlar aracılığıyla tanrısal katla ilişki kurmakta, bazen de onunla birleşmektedirler. Yani, bu tanrısal ruhlar tarafından yönlendirilmektedirler.
Geçmişte insanlara çeşitli ruhlar seklinde görünen cinler, bugün sadece isim ve sekil değiştirip günün popüler konuları ve anlayışları istikametinde görünseler de ortaya koydukları özellikler hep aynıdır, değişmemektedir. İnsanları, gerçeği yansıtmayan ve tamamıyla akıllarını allak bullak etmek için de, önce hayali sistem üstü sistemler, konseyler, tanrı kere tanrılar, rabler yaratmakta sonra da, bunların gönderdikleri medyumik peygamberler aracılığıyla kitaplar indirmektedirler. Böylece de Allah kavramını, Resullük, Nebilik işlevlerini ve dahi sistemi ve insanın hakikatini anlatan Kitapları basite indirgeyerek bunların aslında alelade şeyler olduğu imajını oluşturup insanları hakikatten soğutarak dinden imandan uzaklaştırmayı, dinin hükümlerinin, ibadetleri geçersiz kılmayı yani, hem enerji hem de şuursal yönlü gelişmeleri engellemeyi amaçlamaktadırlar.
Cinlerin, uzaylı olduklarını pekiştirmek için gösterdikleri bir hayal karsılaşmalarda ya da kaçırılma vakalarında görülen bir diğer şey de uzay gemilerin üzerinde dikkati çeken ilginç amblem, sembol, resim ve yazıların bulunmasıdır. Bu şekillerle Cinler, güya bir taraftan geçmiş toplumlara ait sembol ve dilleri (hiyeroglifleri) çağrıştırarak o uygarlıklarla da bağlantılı oldukları imajını verirken, diğer taraftan tamamen farklı, yabancı ve üstün uygarlıklara sahip oldukları düşüncesini insanda uyandırmaya çalışmaktadırlar.
Zaten uzaylılara inananların bir büyük iddiası da, uzaylı varlıkların geçmiş dönemde de insan ve topluluklarıyla irtibat ve hatta dinlerde bile yer aldıkları yönündeki görüşleridir. Gerçekten de günümüzdeki bazı ilkel kabilelerin tarihten gelen bilgilerine ya da eski Mısır, Yunan, Hint-Tibet, Amerika kıtasındaki Maya, Aztek, Irka, Kuzey Amerika yerlileri olan Kızılderililer... vs. yani, kısacası dünyanın çeşitli yörelerine ait eski uygarlıklara baktığımızda, isim ve bazı küçük sekil değişiklikleri dışında hep ortak söylemler, algılamalar, vizyonlar bulunmakta olup (bunlar nesilden nesle anlatımların dışında yazılı metin ya da resimler seklinde de mevcuttur); bu söylemlerde de din adamlarının, önderlerinin BDD (beden dışı deneyim) yoluyla yıldızlara yolculuk ettikleri, orada üstün varlıklar ve uygarlıklarıyla karsılaşıp onlardan uygarlıkları ve evrensel sırlara ait birtakım bilgiler aldıkları, hayatlarını ve yasam biçimlerini bu bilgiler istikametinde yönlendirdikleri, kiminde, direkt uzaydan gelerek dumanları arasında beliren uzay araçlarının içinden çıkıp yarı insan, yarı hayvan görünümlü ya da “nordik” tipindeki insanlar seklinde o toplumları ziyaret ettikleri, on emir gibi ahlaki kurallar içeren öğretiler ile dünya ve uzay hakkında o an için bilinmesi mümkün olamayan bilgiler verdikleri ve bu bilgilerin bazılarının içinde, insanların atalarının kendileri oldukları (bazen de bu atalar tamamıyla ruhsal varlıklardır) yıldızlardan dünyaya geldikleri, onları daima gözetledikleri, içlerinden seçtikleri kişilerle mesajlarını ilettikleri ve zamanı gelince de yetiştirdikleri ürünleri toplamak için, tekrar yeryüzüne topluca inecekleri, bunlardan bazılarında da, kendilerini tanrı olarak gösteren bu uzaylıların kadınları kaçırıp kendi uygarlıklarına götürdükleri ve onlardan çocuklar edindikleri veya uçkuruna hakim olamayan bu tanrıların yeryüzünde kadınlarla ilişkiye girdikleri ve hatta bunlardan bir kısmında ise, insanların gözleri önünde gökyüzünde savaştıkları... yer almaktadır.
Günümüzde ise bu aynı tanrısallıklarını, insanlarla çeşitli şekillerde görüntülü ya da görüntüsüz olarak bağlantıya geçim çağın getirdiği modern dille, evrenimizin öz yapısı olan holografik yapılı enerjiyi projekte edenlerin bile, aslında kendileri oldukları seklinde ifade etmektedirler. Yani, evrenimizi dolayısıyla sayısız evrenleri ve boyutları kendilerinin yarattıkları, var ettikleri yalanını dile getirmektedirler. Zaten Cinlerin insanları kandırma yöntemlerine baktığımızda bir, gerçekten o şey hakkında kendilerinin de bilgisi yok ama bilgisi varmış gibi davranmakta; iki, o şey hakkında birtakım doğru bilgilere sahip olmalarına karsın bunu bilinçli olarak yanlış sunmaktadırlar.
O dönemde bilinmesi mümkün olmayan birtakım bilgilerin o varlıklarca, (hatta bazısının ilkel bir durumdaki) o toplumlara, insanlara verilmesi olayı ise, cinlerin yapıları gereği bizim algılayamadığımız, hassas cihazlarımızla ölçümleyemediğimiz çeşitli boyut ve mekanlara vukuf sahibi olmaları dolayısıyla olmaktadır. Ayrıca sunu da hemen belirtmek gerekir ki, bilinen her doğru bilgi değil, sadece belli bilgiler onlar tarafından verilmiştir. Bunun dışında, o dönemde Hakikatini bilen Resuller ve Nebiler aracılığıyla da öğretilen birtakım bilgilerin olmasının yanında, o dönem insanların kendi yetenekleri dolayısıyla elde ettikleri bilgiler de bulunmaktadır. Mesela, kalemi ilk olarak bulan, kalemle yazı yazan ve ilk defa iğne ile elbise dikip giyen insanın, Hz. İdris (as) olması gibi.
Kitapların tahrifi de yine çeşitli oyunlarla Cinler aracılığıyla olmaktadır. Hatta UFO'cular, biraz daha ileri giderek Musevilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık içindeki dinsel metinlerde de uzaylılara ait ifadelerin yer aldığını iddia etmektedirler. Simdi de, tanrının uzay araçlarıyla varlığı yönettiği safsatasına dayanak aradıkları ve en çok bel bağladıkları (konunun anlaşılması açısından içlerinden seçtiğimiz) bazı ifadeleri görüp hemen ardından bunun açıklamasını yapalım:
“...İnsanoğlunun bulutlar üzerinde kudretle ... gelmesi...”, (1)
“ Isa (as)'ın İlâhi kimliğini seslendiren, nurlu bir bulutun olması”, (2)
“ Bulutun, Isa(as)'ı alıp götürmesi...”, (3)
“...Bulutla giyinmiş, yüzü güneş gibi parlayan bir meleğin ayaklarının da ateş direği gibi olması...”, (4)
“...Üzerinize bulutlarla gölge yaptık...”, (5)
“ O gün gök beyaz bulutlarla yarılır ve melekler bölük bölük indirilir”, (6)
“Eger gökten bir parça düşer görseler, bu derler, birbiri üstüne yığılmış bir buluttur”, (7)
“...Kasırgada, ateşten atların götürdüğü Ilya...”, (8)
“ Zekariya Peygamberin birbirinin aynısı dört göksel savaş arabasını görmesi ve arabaların tunçtan dağlar arasından inmesi, meleklerin arabacılara dünyayı devriye gezmesi için emir vermesi”, (9)
“...Mısırdan çıkan İsrail oğullarına, karanlıkta ateş direği gibi parlayan bir bulutun yol göstermesi”, (10)
“Rabbin izzetinin Sina dağı üzerinde durması... (ve Musa (as) ın konuştuğu varlığın güya uzaylılar olması)...”, (11)
“...Musa (as)' ın, on emri alması için çıktığı Sina Dağını örten bulutun, ateş gibi yanması...”, (12)
“Isaya Peygamberin, Rabbin, hızla giden bir buluta bindiğini görmesi...”, (13)
“ ...Gökteki bulutların İdris (as)' ı çağırması ve etrafı ateşlerle çevrili, içindeki her şeyin ise kristal yapılmış olan bir mekâna, gezegene götürülmesi, orayı gezmesi ve dahi başka başka şeyler görmesi...”, (14) ve en çok bahsettikleri Hezekiel Peygamberin; “iç içe geçmiş tekerleğin havada döne döne hareket ettiğini” görmesi ve aynı kişinin “ortasında ateş gibi parlayan buluttaki madeni ve gözlerinden ateşler çıkaran (çeşitli insan ve hayvan karışımı suretlere bürünmüş garip hareket ve davranışlarda bulunan acayip kafalı, vücutlu, bacaklı) melekleri, hatta tanrıyı bile gökyüzünde tahtına oturmuş olarak kendi suretindeki kullarını izlerken...” görmesi. (15)
Aslında bu iddiaların, birden fazla cevapları bulunmaktadır. Dikkât edilecek olursa, Kuran 'dan alınan ayetlerdeki bulutların, rüzgârların, tamamıyla ilgisi olmayan zorlamalı tevillerle çarpıtılarak gerçekte böyle bir şey olmamasına rağmen, UFO oldukları lanse edilmektedir.
Yine uzaylılarla ilgili olarak İncil'in, kanonik bölüm ve bilhassa dışında yer alan kısımlardaki ifadelere baktığımızda, birçoğunun sembolik anlatımlar, soyut açıklamalar olması dolayısıyla konuyla yakından uzaktan bir ilgisinin bulunmadığı görülmekte, zaten bu da İncil'in kendi içinde bile açıkça belirtilmektedir. Bunlardan bir kısmının da, ya Hz. Isa (as) tarafından oluşturulmuş mucizeler veya algıladığı vizyonlar olduklarıdır ki, biz buna ilgili yazımızda değinmiştik. Ayrıca bunlar, isin temel düşüncesinden, bütününden yoksunsanız her tarafa rahatlıkla çekebileceğiniz türden ifadeler olup bu kitapların geri kalan kısımlarında da bu türden şeyleri çağrıştıracak ya da çağrıştırmamasına karsın yine bu anlamlarda yorumlanabilecek benzer bir yığın cümle bulabilirsiniz.
Keza, aynı şekilde eski Ahit yani, Tevrat'a baktığımızda da UFO oldukları iddia edilen anlatımlardan bir kısmının, gerçekten mucize ya da Resul ve Nebilerin kendi gördükleri birtakım vizyonlar iken bunlardan bir kısmında da tamamen mecazi ifadeler olduğu görülmektedir.
Zaten dikkât edilecek olursa melekler, havada görünen her şey hemen, ifadelerin tümü göz ardı edilerek, hiçbir kanıt ve temeli olmayan uzaylılara monte edilmektedir. Mesela, onlara göre Hz. Adem ile Hz. Havva'yı cennetten (yani uzaydaki bir mekândan) dünyaya getirip bırakanlar ya da ışınlayanlar, Hz. Muhammed (s.a.v)'e altı yüz kanadıyla görünüp ufku kaplayan Cebrail (as), Hz. Lut (as)' ın yanına gelen ve şehri altına üstüne geçiren melekler, Hz. İsmail (as)' a dünyaya ait olmayan Haber ül Esvet tasını veren melek hep uzaylılar olup, yine Hz. Muhammed (s.a.v)' in çocukken, bası üzerinde gölgelik yapmak için dolasan ya da Hz. İbrahim (as)'ın Kabe'yi inşa ettiği müddetçe tepesinde bulunan bulut da tıpkı, Hz. İdris (as) ile Hz. Isa (as)' ın göğe çekildiği yeri bildiğimiz gök zannedip ötelere götürdükleri gibi, hep UFO'larmış. Ancak göz ardı edilmemesi gereken can alıcı çok önemli bir nokta da, gerek Hint-Tibet metinlerinde, gerekse dünyanın çeşitli kültürlerindeki mitlerde, gerekse de Tevrat'ın, İncil'in sadece birkaç yerinde geçen bir üstte de belirttiğimiz bu türden ifadelerden bazılarının ise, mucize ve sembolik anlatımların ötesinde, (bilhassa kutsal kitaplar için Peygamberlerden hemen ya da yıllar sonraki dönemlerde) cinlerin yine, çeşitli kimlik ve adlarla çeşitli algı ve vizyon oyunlarıyla insanları kandırıp bu türden ifadeleri çarpıtması ve hatta bunların bile zaman içinde saptırılması sonucu, her türlü görsel, yazılı metinlere, sanat eserlerine ve kutsal kitaplara geçmiş olmasıdır ki, bu da kutsal kitapların tahrif edilmesinden başka bir şey değildir.
Zaten, Kitapların tahrifi de yine çeşitli oyunlarla Cinler aracılığıyla olmaktadır. Keza İnci'lin de, Hz. Isa (as)' ın semaya yükselişinden 60 ile 110 yıl arasında havarilerin isimlerine atfen yazılması ve bu yazılanlarda onun birçok doğru olan rivayetlerinin yanında, bırakın Hz. Isa (as)' ı anlamalarını, bunu kaleme alan kişilerin (ki Kanonik bölüm dışındaki bölümleri bunlar oluşturur) kendi ruhsal deneyimlerinin, yorumlarının da bu kitaplarda ek olarak yer almaları ve hatta bunların birçoğunun da semboller biçiminde anlatılmaları UFO ve benzeri komplo teorilerini de beraberinde getirmektedir. Gökteki babanın ona inanmaları halinde; günahlarını yükleneceği oğluna iman eden yüz milyonlarca insanın, benzer söylemlerle ortaya çıkacak olan Mesih-i Deccal'e iman edecek olmalarına da hiç şaşmamak gerekir.
Bunu destekleyici güzel bir örnek verirsek, yine Tevrat'ın Genesis (Yaratılış) 6.bölümünde geçen “tanrı oğullarının, insan kızlarıyla evlenmesi ve çocuk doğurması...” denilen olay ile, daha önce bahsettiğimiz diğer kültürlerdeki olaylar (bir çoğu o dönemde birbirlerinden habersizdi, gerçi olmasa da fark etmezdi) hep benzer şeyler olup bunların da Cin kökenli oldukları kolaylıkla anlaşılmaktadır. Hatta bırakın eski dönemlerdeki olayların birbirleriyle benzerliğini, günümüzdeki (bastan beri değindiğimiz) karsılaşmalar, kaçırılmalar ve bunun sonucundaki uzay ya da yıldızlara yolculuklar, başka üstün varlıklarla tanışmalar, uygarlıklarda gezintiler, öğütler, ahlaki ve dinsel öğretiler, uzaylıların, uzaylı tanrıların tecavüzleri, Kuran ve Hadisleri çarpıtmalar... vs. de görüldüğü üzere tamamıyla aynıdır.
Cinler, çağlar öncesindeki ilkel diyebileceğimiz insan vehimleri üzerinde de oldukça büyük etkilerde bulunarak büründükleri çeşitli (bilhassa hayvan) suret ve kılıklarla onları istedikleri doğrultuda yönlendirebiliyor, onlar için büyük fitne haline geliyorlardı. Bugün modern bilim adamlarınca (ki bunların önde gelenlerinden ikisi Prof. Dr. Stanislav Groff ve Stanley Krippner'dir) belirtildiği üzere, bu insanların da algı ötesi boyutlara girdikleri, o boyutlardan etkilenip elde ettikleri bilgilerle hayatlarını yönlendirdikleri artık bilinmekte olup bunlar, mağara duvarlarına yaptıkları resimlerinden okunabilmektedir. Öyle ki, bu insanların rahatlıkla transa girebilmek için akustiği çok iyi olan mağaraları seçtikleri, algı değişikliği yaratan birtakım uyuşturucu otlar kullandıkları (ya da yönlendirildikleri, kullandırıldıkları) da bilinmektedir.
Kısacası, eski insanlara, toplumlara kendi anlayışlarına, şartlanmalarına, kültürlerine, bilgi düzeylerine göre çeşitli varlık suretleri, ateşten at arabaları, ejderha kafalı uçan gemiler, çeşitli taşıtlar, bazen de geleceğe yatırım için uçan daireler seklinde ve bunlarla gezen yine çeşitli tanrısal varlık suretleri biçiminde vizyonlar gösterirken, günümüz insanına da çağımızın bilgi ve anlayış seviyesinde, popüler konuları istikametinde modern astronotlar, üstün vasıflı uzaylılar, uzaylı tanrılar seklinde görünmektedirler. şekiller farklı, tarzlar hep aynı.
Kültürden kültüre değişimi en iyi belgeleyen olaya bir örnek verirsek, 1896 yılında Amerika'nın batısındaki insanların, o dönemde popüler olan Jules Verne' nin romanında anlatılanlara benzer dev zeplin ve balonlardan... oluşan hava taşıtlarını görmeleridir. Hatta, yine o dönemlerde yere inen zeplinden dışarı çıkarak onlarla çeşitli türden karsılaşmalarda da bulunup, insanları aynı şekillerde zeplinlerle kaçırmışlardır. Bunu daha iyi anlamak için, 20' li, 30' lu yılların filmlerine bakmak yeterli. Çünkü, bu filmlerde geleceğin dünyası, o döneme ait gökdelenler arasında havada uçan yarasa tipli pervaneli uçaklar, zeplin taksiler, çeşitli biçimlerdeki balonlar... seklinde hayal edilmekteydi.
Resul ve Nebiler tarafından anlatılan Mecazları, sembolik ifadeleri gerçekmiş gibi, insanlara algılatan, kişinin ve varlığın özünde olanı da hep ötelerde aratan, gösteren cinlerin ya da uzaylıların bu yalanlarını çürüten en büyük delillerden birkaçı ise sırasıyla;
Gerçekte tanrı ve tanrılık kavramının olmayışı, meleklerin gökten değil, kişinin özünden gelmesi (meleklerin kanatlarının olmasının, Cebrail (as)'ın ufku kaplamasının...vs. ne anlama geldiğine Enerji-Melek baslıklı yazıda oldukça değinmiştik), Hz. Adem ile Hz. Havva (as)' ın cennetten inişinin mekansal bir ortamdan olmayıp; yeryüzünde doğup yasarken cennet yaşantısı olarak tarif edilen, bilincin sınırsız yaşamından maddesel, beş duyu değerler dünyasına şuursal anlamda boyutsal inmesi, Hz. İdris (as) ile Hz. Isa (as)' ın bildiğimiz anlamda bedenen ve de mekansal bir uzaya değil, hem Ruh hem de Bilinç anlamında boyutsal olarak göğe (semaya) alınması, eğer bunlar Hz. Muhammed (s.a.v)' in miracı gibi görünüyorsa bu ifadelerden anlaşıldığı gibi, miracın yeryüzünde ya da efal (çokluk) boyutunda geçen bir şey olmadığı, kavimleri helak eden meleklerin, maddenin özü olması dolayısıyla bu kavimlerin doğal afetlerle yok olması ve insan beyinlerini etkilemeleriyle maddesel görünmeleri, Zebur, Tevrat ve İncil'in içinde birtakım doğruları barındırmış olsa da, belli bir kısmının bozunuma uğramaları ve hükümlerinin artık geçersiz olusu, “Kuran ve İnsan ikiz kardeştir” hükmünce, evrensel sistem ve düzeni okuyup Kuran'ı yasayan Kesif ve Fetih sahibi evliyanın bu ifadeleri hiç böyle yorumlamamaları ve böyle bir şeyi kabul etmemeleri,... vs. dir.
Bunların yanında, geçmişteki bazı söylemlerin de eski toplumların güç yetiremediği ve nedenlerini bilemedikleri tüm tabiat olaylarına, olgularına yaratıcı diye tapınmaları, atmosfere girerek ateş çıkaran meteorları, ısın topları... v.b. doğal fenomenlere de bu gözle bakarak onları tanrı olarak görmeleri sonucu oluştuğunu yine, eski medeniyetlerde (ki Tevrat'ta da vardır) gök gürültüsünü, şimşekleri, yıldırımları ateş saçan bulutlar seklinde nitelendirip bunlara tanrıların öfkesi, tanrıların kavga edişi seklinde inanmalarını da belirtmek gerekir.
Bugün maalesef bazı âlimler, hadis ve ayetlere rağmen, cinlerin etkilerini basit vesveseler düzeyinde gösterip, güçlerini hafife alarak bu varlıkları, neredeyse bize hiç dokunmayan, tamamen soyut canlılarmış gibi yok saymakta, buna neden olarak da İslam'da onlar hakkında yeterli ve detaylı bilgilerin bulunmadığını dile getirecek kadar da cahilliklerini sergilemektedirler.
Bazı ilim sahipleri de şaşılacak düzeyde (kendilerine yakışmayacak bir biçimde), açıklayacak ilim ve basirete sahip olamamanın hırçınlığı ile cinlerin yapılarının nelerden meydana geldiğinin aslında hiç de önemli olmadığını açıkça belirtmektedirler. Elbette hiç önem vermedikleri bu yapılar ve dolayısıyla onların yer aldığı olaylar içinde kendilerini bulduklarında imanlarının onları ne kadar koruyacağını yasayarak göreceklerdir, Kuran ve Resulullah açıklamalarına göre.
Kaldı ki, evrenin çeşitli katmanlarında yasayan birçok varlık türünde olduğu gibi, insan türünün imtihanı da cinler aracılığıyla gerçekleşmektedir. Yani, cinler insanlar için birer imtihan aracıdır. O halde, “cinlerin yapılarını ve haliyle insanları etkileme sistemini bilmenin ne yararı var?” diye bir soru soracak olursak, bunun cevabı onları tamamen inkar etmek ya da belli yönlerini bilip diğer yönlerini bilmemek veya kabul etmemek, bu varlıklara karsı belli tedbirlerin alınmaması, onlara karsı beyindeki belli devrelerin harekete geçmemesi, dolayısıyla bizdeki gerekli ilgili güçlerin, kuvvelerin, melekelerin ortaya çıkmaması demek olacaktır ki bu da, aynı zamanda o varlıkların etki alanlarının daha da genişleyeceği anlamına gelir.
Yani, onlara iman etmek kişiyi iman dairesi içinde tutmasına karsın, yeterince korunmamak, korunulmayan noktalarda insanı çeşitli azaplara, sonucunda da kendi hakikatini tanıyamama cezasını getirir. Çünkü cinlerin iki tür etkisine karsın iki tür korunma sistemi bulunmaktadır. Birincisi enerji yönlü ikincisi de, bilgi ve bilinç yönlüdür. Bunlardan sadece biri tam anlamıyla koruma oluşturmaz. Tıpkı şeytana karsı onca besmele çekip, korunma dualarını okuyup çeşitli ibadetler yapmamıza rağmen gerek ibadetler sırasında, gerekse de yaşamımızda onların her türlü vesvesesine, dünyaya dönük ilhamlarına karsı koyamadığımız ya da fark edelim veya etmeyelim yine de onların çeşitli oyunlarına gelmemiz gibi.
Üstelik bu durum, hac sırasında Kabe gibi bir yerde bile oluşabilmektedir. Enerji yönlü yani, dua, zikir...(ruh gücü) ile korunma, onların birçok yönlü fiziksel etkilerine karsı bir korunma sağlarken, onların en çok kullandıkları yöne karsı, bilgi ve bilinç yönlü korunma yani, çeşitli bilinç seviyesindeki insanlara, nasıl bir yapıyla, nasıl bir sistem ve düzenle ne tür ve ne şekillerde vehim, vesvese, kötü düşünceler, çeşitli türden yönlendirmeler, dünya değerlerine dönük fikirler ilkâ edip, blokajlar oluşturduğunu ve kişinin bunları nasıl fark edip o fikirlere, kayıtlanmalara karsı nasıl alternatif bir düşünce ve davranış sergilemesi gerektiğini öğrenmesi, bilmesidir. Bir şeye karsı tedbir almak için önce o şeyin ne olduğunu bilmek gerekmez mi?. Alınan tedbir, bilinmeyen ve görülmeyen (ki bu onların en büyük silahıdır) bir şeye değil de, bilinen ya da görünen bir şeye karsı değil midir?.
Yedi “Insanı Kamil”den biri ve bir başka İnsanı Kamil olan A. Kadir Geylani hazretlerinin de torunu A. K. B. İbrahim El Cili hazretleri de, İnsanı Kamil adlı eserinde, şeytanın beşeri vücudunda (bu bildiğimiz madde beden değil, beyindir, bilinçtir) Allah'ın esması kadar yani, 99 tane zuhur yerinin olduğunu belirterek, Allah'ın yedi sıfatına karşılık da yedi zuhur yerini açıkladığı 5. bölümdeki ilim zuhurunda ise İblis'in, “ vallahi bana göre bin alimi aldatmak, imanı çok güçlü bir cahili kandırmaktan çok daha kolaydır” dediğini yazar. İblis'in yedinci zuhur yeri olarak da, velayetten bir önceki Mülhime Nefes denilen ilham alan Ariflere oynadığı oyunları anlatır.
Tek dünya ve evren imparatorluğu için (ki sonsuz evrende ne ifade ediyorsa) tanrılarıyla birlikte yeryüzünde maddesel olarak açıkça görünecek uzaylılara yani, cinlere karsı da tek silah, enerji yönlü olanın ötesinde yine bilgi ve Bilinç yönlü olan korunma türüdür. Yani, her ikisi de olmalıdır.
Şimdilik, bu bu konuya bir nokta koysak da, elbette anlattıklarımız burada bitmedi. Belki de yeni başlıyor; yıldızlar ötesinden kendince ilahi mesajlar da çeşitli kanallar vasıtasıyla her an akmaya devam ediyor kah sıradan bir insana, kah mevki sahibi birtakım insanlara, hayallerin efendisinin, eski çağlarda olduğundan daha da görkemli göksel şölenle (ilk defa) yeryüzüne gelmekte olduğunu, haberdar etmek için...
Dipnotlar 1. Matta 24-30, Luka 24-4/5
2. Matta 17-5
3. Resullerin Isleri 1-9/10
70
4. Vahiy 10/1
5. Kur' an (2-57) Ayrıca bkz. (2-210), (7-160)
6. Kur' an (25-25)
7. Kur' an (26:52/44)
8. Krallar II, 2/11-12)
9. Zekarya 6/1-7)
10. Exodus (çıkıs) 13/21-22)
11. Exodus (çıkıs) 24/16)
12. Exodus (çıkıs) 24/ 15-17
13. saya 19/1
14. Idris' in Kitabı
15. Hezekiel 1/16-18)