Kur'an'da Arz, Sema ve OL Emri'nin tahlili
Kur’an’da “ard” kelimesi birçok ayette geçmektedir. Bu kelime meallerde tekil olarak “arz”, “yeryüzü” ve “yer” şeklinde çevrilmektedir. Halbuki bu kelimenin çoğulu da gene “ard”dır. Kelimenin “semavat” kelimesiyle birlikte es-semavati ve’l ard şeklinde geçtiği ayetlerde çoğul halinde cins isim şeklinde geçtiğini düşünmek gerekir. Endülüs’te yaşamış ünlü müfessir Kurtubi (ö. 1272) de, Kur’an’da “ard” kelimesinin toprak olarak tek bir cinse işaret ettiği hükmünü çıkarmıştır.[1] Bizim tesbitlerimize göre “ard” kelimesi Kur’an’da şu dört farklı çerçevede geçmektedir: Birincisi, üzerinde yaşadığımız yer küresi dahil bütün maddi varlıkları işaret eden ayetlerde geçtiği çerçeve, ki buna biz genel bir cins isimle “madde” diyebiliriz.[2] Kelimenin ikinci kullanımı “yer küresi” manasındadır. Üçüncüsü, “ülke” manasında geçtiği ayetler (mesela, 12/21’de “Mısır ülkesi” manasında), Dördüncüsü, “arzı ekip biçmek” ile ilgili ayetlerde “arazi” manasında geçtiği ayetler.
Maddenin bir “şey” olarak var olabilmesi için bir mekana ihtiyacı vardır. Bu durumda “uzay”ı, şeylerin içinde olduğu mekanın uzantısı diye tarif edebiliriz. Arapçada mekan kelimesi, “ol” manasına gelen kün fiil kökünden gelmektedir. Allah’ın (c.c.) “ol” emri ile bir şeyin varlık haline gelmesi, o şeyin özelliklerini belirleyen emrin mekan kazanması demektir diye düşünebiliriz.[3] Başka bir ifadeyle, kün emri, “mekan kazan” demektir diye düşünebiliriz. Bu konuyla ilgili olarak şu ayetlerdeki (2/117, 3/47, 19/35, 40/68) ortak ifadeyi hatırlayabiliriz:
“… O, bir emri kaza ettiği zaman ona ol, der o da olur (= iza kada emren yekulü lehu kün fe yekun) …”
Ayrıca şu iki ayetteki (16/40, 36/82) ifadeleri de hatırlamamız yerinde olacaktır:
“Bir şey için, onu murad ettiğimizde sözümüz ‘ol’, demektir; o da olur (= innema kavluna li şey’in iza eradnahu en nekule lehu kün fe yekun).” (Nahl 16/40)
“Bir şeyi murad ettiği zaman O’nun emri ‘ol’, demesidir; o da olur (= innema emruhu iza erade şey’en en yekule lehu kün fe yekun).” (Ya-Sin 36/82)
----
[1] Bakınız: Kurtubi, II, 192. Aynı kaynak için bakınız: Yeniçeri, C. (1995). Uzay Ayetleri Tefsiri. Istanbul: Erkam Yayınları, s. 99.
[2] Ayetlerde “semavat ve arz” ifadesi içinde geçen “semavat”ı “uzaylar”, “arz”ı da “kütlesi olan cisimler” diye düşünebiliriz. Bu durumda varlık alemindeki bütün kütleler “arz”dır. Teorik olarak kütleyi “bir mekana hapsedilmiş enerji” olarak tarif edebiliriz. Kütle mekanıyla birlikte hareket eder, ışıma halindeki enerji ise mekan değiştirebilir. Bu yüzden enerji ışık hızıyla nakledilebilir, fakat kütle mekanıyla birlikte yer değiştirdiğinden enerji vererek hızlandırma yoluyla bir kütle ışık hızıyla nakledilemez. Enerjiyle kütle arasındaki en önemli fark budur.
[3] Kur’an’da emr kelimesinin hangi ayetlerde nasıl geçtiği konusunda tafsilatlı bilgi için bakınız: Kocabaş, Ş. (1997). İslam’da Bilginin Temelleri: Kur’an’da emr kelimesi. İstanbul: İz Yayıncılık.
Kur’an’da “semavat” kelimesi ve bunun tekili “sema” da birçok ayette geçmektedir. Meal ve tefsirlerde “semavat” kelimesi “gökler” diye çevrilmektedir. Bu kelimenin, özellikle “semavat ve arz” şeklinde geçtiği ayetlerde bunu “gökler ve madde” veya “uzaylar ve madde” şeklinde anlayabiliriz. Kelimenin tekil olarak “sema” şeklinde geçtiği ayetlerde ise daha çok “yakın sema” veya “dünya seması” manasında geçtiğini görüyoruz ki buna belki “yakın uzay” da diyebiliriz. Zaten, “dünya seması” (= semae’d dünya) ifadesi iki ayette de aynen geçmektedir (37/6 ve 41/12):
… andolsun Biz, dünya semasını gezegenler süsüyle süsledik (= inna zeyyennes semae’d dünya bi zinetinil kevakib). (Saffat 37.6)
… ve dünya semasını lambalarla ve bir korumayla donattık (= ve zeyyenne’s semae’d dünya bi mesabiha ve hıfzan) … (Fussilet 41/12)
Bu ayetlerde geçen semae’d dünya ifadesinin, gezgenlerle birlikte sınırları güneş sistemi olan bir uzaya işaret ettiğini söyleyebiliriz. “Sema” kelimesini “uzay” diye çevirdiğimizde dikkat etmemiz gereken husus, “uzay” kelimesinin günümüz fizik ve kozmolojisinde tekil olarak kullanıldığıdır. Bunun sebebi uzayın, kainatın her yerinde aynı özelliğe sahip olduğunun kabul edilmesidir. Bu kabulün ne dereceye kadar geçerli olduğunu aşağıda tartışacağız (Bakınız 4.4).
Kainatın nasıl yaratıldığı konusuna geçmeden önce, meallerde dilimize “yaratma” diye çevrilen, Kur’an’daki haleka kelimesinin hangi çerçevelerde geçtiğine bakmamız gerekiyor. Bu kelimenin Kur’an’da üç ayrı çerçeve içinde geçtiğini görüyoruz: Birincisi, “bir şeyin tasarımının yapılması ve hazırlanması” (veya “emrinin hazırlanması”) şeklinde geçtiği çerçeve, ki buna “Yaratma-1” diyoruz. İkincisi, “var olan bir şeyden tamamen farklı özelliklere sahip bir şey ortaya çıkarmak”, ki buna Yaratma-2 diyoruz. Üçüncüsü ise, insanlar için söz konusu olan “bir maddeye yeni bir şekil verme” manasındaki yaratmadır ki buna da Yaratma-3 diyebiliriz. Bu sonuncusuna Kur’an’dan bir örnek olarak 5/110 ayetinde geçen şu ifadeyi gösterebiliriz:
“… Ey Meryem oğlu İsa …, Benim iznimle çamurdan kuş şeklinde birşey yaratıyor (= tahluku), içine üflüyordun, Benim iznimle kuş oluyordu…” (Maide 5/110)
Yaratma-1 ve Yaratma-2 manasındaki yaratma, Kur’an’da sadece Allah (c.c.) için kullanılmaktadır. Kur’an’da haleka kelimesinin bu üç faklı kullanımıyla ilgili hatırlatmamızdan sonra kainatın Allah (c.c.) tarafından nasıl yaratıldığı ve ortaya çıkarıldığı konusuna geçebiliriz.
Allah Te’ala, Kur’an’da semavat ve arzı altı günde yarattığını altı ayette bildiriyor. Bu ayetler şunlardır: 7/54, 10/3, 25/59, 32/4, 50/38, 57/4. Bu ayetlerde, haleka (yaratma) kelimesini Yaratma-1 manasında kullanıldığını söyleyebiliriz. Örnek olarak Kaf suresindeki
“Andolsun Biz, semavat ve arzı ve ikisi arasındakileri altı günde yarattık (= ve lekad halakna’s semavati ve’l arda ve ma beynehüma fi sitteti eyyam); [bu yaratmadan] Bize hiçbir yorgunluk da dokunmadı.” (Kaf 50/38)
Bu ayette geçen haleka kelimesinin, semavat ve arzın (uzayların ve maddenin) bütün özelliklerinin altı günde tesbit edildiğine işaret ettiğini söyleyebiliriz. Burada ve öteki beş ayetteki “günler” (eyyam) kelimesinin ise Allah (c.c.) katında, mahiyetini bilmediğimiz süre veya safhalara işaret ettiğini düşünebiliriz.
Yukarıdaki ayetlerden beşinde de (7/54, 10/3, 25/59, 32/4, 57/4) Allah Te’ala, semavat ve arzı altı günde yarattığını ve sonra Arş üzerine istiva ettiğini bildirmektedir. Bunlardan ikisi:
“Rabbiniz Allah’tır ki, semavat ve arzı altı günde yarattı, sonra Arş üzerine istiva etti; geceyi, durmadan izleyen gündüzün üzerine örter; güneş, ay ve yıldızlar O’nun emrine boyun eğmiş durumdadırlar (= musahharatun bi emrihi); yaratma da emr de O’nundur (= ela lehül halku ve’l emr); alemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir!” (A’raf 7/54)
“Semavat ve arzı altı günde yarattı, sonra Arş üzerine istiva etti, emri yönlendirmektedir.” (Yunus 10/3)
Kur’an’da “Arş” kelimesinin, Allah (c.c.) için geçtiği ayetlerde bunun, semavat ve arzın yönetildiği bir makamı işaret ettiğini anlıyoruz. Dikkat edersek yukarıdaki A’raf 7/54 ayetindeki “yaratma da emr de O’nundur” ifadesinde belirtildiği gibi yaratma (= halk), bir şeyin varlık haline getirilmesini ifadede kullanılan emr kelimesinden önce geliyor. “Yaratma”nın “emr”den önce geldiğine işaret eden bu ayet bize, semavatın yaratılışıyla ilgili ayetlerde geçen haleka (= yaratma) kelimesinin Yaratma-1 anlamında kullanılmış olduğunu düşündürüyor, çünkü bir şeyin tasarlanması veya özelliklerinin hazırlanması, onun varlık haline getirilmesinden önce gelir.
“Semavat ve arzı hakk ile (gerçek olarak) yaratan O’dur; ‘ol’ dediği gün olur; sözü hakdır; Sur’a üfleneceği gün de mülk O’nundur; gaybı da görüneni de bilir; O, hakimdir, habirdir.” (En’am 6/73)
Bu ayetten de, semavat ve arzın bütün özelliklerinin belirlenmesi (veya emrinin hazırlanması) üzerine “ol!” (= kün) emri ile bunların varlık haline geçtiğini düşünebiliriz. Kur’an’da haleka kelimesinin Yaratma-1 anlamında kullanıldığı ayetler Bölüm 5’de tafsilatlı bir şekilde incelenmektedir. Burada özet halinde verdiğimiz açıklamalardan sonra, şimdi yaratılışın safhalarına geçebiliriz.
Kur’an’da semavat ve arzın yaratılışının safhalarıyla ilgili ayetleri dikkatle incelediğimizde şöyle bir durum ortaya çıkmaktadır: Semavat ve arz (veya uzaylar ve madde), daha önce yaratılmış bir çekirdek varlıktan ortaya çıkmıştır. Başlangıçta çok basit özelliğe sahip (veya belki hiçbir özelliğe sahip olmayan) bu varlık açılarak yedi semanın ve maddenin bütün özelliklerini meydana getirecek emrlerin buna açılışla birlikte yüklenmesiyle kainatta yedi tabakalı uzayın ve maddenin bildiğimiz (ve henüz bilmediğimiz) bütün özellikleri ortaya çıkarılmıştır. Bunları nasıl söyleyebildiğimizin anlaşılması için şu ayetleri dikkatle incelememiz gerekiyor:
“O [Allah] semavat ve arzı benzeri olmaksızın icad edendir (= bedi’us semavati vel ard).” (Bakara 2/117)
“O [Allah] semavat ve arzı benzeri olmaksızın icad edendir (= bedi’us semavati vel ard).” (En’am 6/101)
“O kafirler görmediler mi ki, gökler ve yer bitişik iken (= kaneta retkan) Biz onları ayırdık (= fetakna huma).” (Enbiya 21/30)
“Onlar göklerin ve yerin yönetimi üzerinde ve Allah’ın bir şeyden yarattıkları (= ve ma halak allahu min şey’in)üzerinde bakıp düşünmediler mi? …” (A’raf 7/185)
İlk iki ayette (2/117 ve 6/101) geçen bedi’ kelimesi bede’a fiil kökünden geliyor ve “bir şeyi benzeri olmaksızın ortaya çıkaran (veya icad eden)” manasına geliyor. Bu ayetler Allah Te’ala’nın içinde yaşadığımız varlık alemini (uzayları ve maddeyi) daha önceden veya başka bir alemde bir benzeri olmaksızın icad ettiğini bildiriyor.
Üçüncü ayette (21/30) ise, semavat ve arzın başlangıçta bitişik olduğu (= kaneta ratkan) ve Allah’ın (c.c.) onları ayırdığı (= fetakna huma) bildiriliyor. Demek ki, başlangıçta semavat ve arz bitişik bir haldeydi. Bu hal ne olabilir? Belki açılmaması için sıkı bir şekilde tutulan çok yoğun bir enerji plazması veya çekirdeği hali olabilir [1].
Dördüncü ayette (7/185) geçen “Allah’ın bir şeyden yarattıkları” (= ve ma halakallahu min şey) ifadesine de dikkat etmemiz gerekiyor. Bu ifade, iki manaya gelebilir: Birincisi, Allah’ın (c.c.) maddi varlık olarak yarattığı şeyler; ikincisi ise Allah’ın (c.c.) kainatı ve içindekileri bir basit varlıktan (bir “şey”den) yaratmış olduğu. Fakat, birinci yorumun zayıf tarafı, ifadenin neden “ve ma halak allah” şeklinde son bulmayıp “ve ma halak allahu min şey” diye devam ettiğini açıklama imkanı vermemesidir. Bu durumda ayetteki ifadeyi, “Allah’ın bir şeyden yarattıkları” diye anlamamız gerekiyor. Zaten ayeti bu şekilde anlayış, yukarıda gördüğümüz üç ayetle ve aşağıda göreceğimiz yedi ayetle de tam bir uyum içinde bulunuyor:
“… gökleri ve yeri çatlatıp ortaya çıkaran (= fatır’is semavati ve’l ard) … Allah …” (En’am 6.14)
“… gökleri ve yeri çatlatıp ortaya çıkaran (= fatır) …” (Yusuf 12/101)
“… ‘gökleri ve yeri çatlatıp ortaya çıkaran Allah hakkında mı şüphe? (= e fillahi şekkün)’ dediler …” (İbrahim 14/10)
“… Rabbiniz göklerin ve yerin Rabbidir, ki onları çatlatıp ortaya çıkarmıştır (= fetara hunne).” (Enbiya 21/56)
“Gökleri ve yeri çatlatıp ortaya çıkaran (= fatir-is semavati vel ard) …muhakkak ki Allah, her şeye gücü yetendir.” (Fatır 35/1)
“De ki: Allah’ım, ey gökleri ve yeri çatlatıp ortaya çıkaran (= fatıris semavati vel ard), gaybı ve müşahade edileni (= ‘aalimül gaybi veş şehadeti) bilen; ancak Sen, ihtilaf ettikleri şeylerde kullarının arasında hükmedersin.” (Zümer 39/46)
“[O] gökleri ve yeri çatlatıp ortaya çıkarandır (= fatır-is semavati vel ard); size kendinizden eşler var etmiştir (= ce’ale), hayvanlardan da çiftler [var etmiştir]; bu şekilde sizi çoğaltıyor. O’nun benzeri hiçbir şey yoktur (= leyse ke mislihi şey’ün); O işitendir, görendir.” (Şura 42/11)
Yukarıdaki yedi ayette (6/14, 12/101, 14/10, 21/56, 35/1, 39/46 ve 42/11) geçen faatır kelimesi meallerde “yaratan” veya “yoktan var eden” diye tercüme edilmektedir. Halbuki “yaratma”, haleka kelimesinin karşılığıdır, fatara kelimesinin değil. Kur’an’da halık kelimesine de meallerde “yaratan” manası verilmektedir. Kur’an’da iki ayrı isim ve fiile aynı manayı vermek doğru bir yaklaşım değildir, çünkü bu yaklaşım sonuçta Kur’an’daki ifade zenginliğini ortadan kaldırmaya götürür.
Yukarıdaki ayetlerde gördüğümüz fatır kelimesinin fiil kökü fatara şu ayette semavat ve arz için fiil olarak geçmektedir:
“Ben [İbrahim] yüzümü hanif olarak yüzümü O’na çevirdim ki O, gökleri ve yeri çatlatıp ortaya çıkarmıştır; ben artık O’na ortak koşanlardan da değilim (= inni veccehtü vechiyellezi fatara’s semavati vel ard).” (En’am 6/79)
Bazı meallerde bu ayette geçen fatara fiiline de “yaratmak” veya “yoktan var etmek” manaları verilmektedir. Halbuki meşhur müfessirlerden Kurtubi fatara kelimesine “yarıp bölerek yaratan” manasını vermiştir.[2] Kurtubi’den önce yaşamış olan Fahreddin Razi’nin Tefsir-i Kebir’inde de fatara benzer bir mana verilmektedir.[3] Bu kelimenin fiil kökünden gelen enfetara Kıyametle ilgili sureye ismini veren bir ayette (İnfitar 81/1) “gök çatlatıldığı zaman” (= ize’s semau enfatarat) ifadesi içinde “çatlatılmak” manası verilmektedir.
Kur’an’da fatara kelimesinin iki farklı manada kullanıldığını söyleyebiliriz: Birincisi “çatlatmak” veya “çatlatıp açmak”, ikincisi “bir şeye özelliklerini kazandırmak”. İkinci mana, bu kelimenin geçtiği şu ayetlerde (17/51, 20/72, 11/51, 36/22, 43/27, 21/56) ve daha çok fitrat (hususi özellikler) şeklindeki türevi halinde geçtiği ayet (30/30) için söz konusu olabilir.
Bu değerlendirmelerden hareketle, semavat ve arzın, başlangıçta bir çekirdek – belki bir enerji plazması – halindeyken, Allah’ın (c.c.) emri ile açıldığını ve açılmayla birlikte genişlediğini düşünmemiz gerekiyor. Semavat ve arzın yaratılışı üzerine buna benzer bir anlayışı ilk defa, Kur’an’da yaratılışla ilgili bazı ayetlere dayanarak bir teori şeklinde ortaya atan müslüman bilgin, Abbasilerin erken döneminde Basra ve Bağdat’ta yaşamış olan Nazzam’dır.[4]
Bu genişleme sırasında bir boyut genişlemesi olduğuna işaret eden ayetleri birazdan göreceğiz.
----
[1] Günümüzde bazı müslümanlar bu ayetten (21/30) Büyük Patlama (Big Bang) gibi bir olayın kastedilmiş olabileceğini ileri sürüyorlar, fakat biz burada farklı bir olaylar dizisini anlıyoruz. Çünkü Büyük Patlama senaryosunda bazı ciddi boşluklar bulunmaktadır. Bunlardan biri, başlangıç şartları hakkındaki bilgisizliktir. Bakınız:
- Özemre, A.Y. (1999). Kur’an’ı Kerim ve Tabiat İlimleri. İstanbul: Furkan Yayınları, s. 98.
- Hogan, C.I. (1998). The Little Book of Big Bang. Springer-Verlag, s. 53-55.
[2] Bakınız: Kurtubi (XIV 319). Celal Yeniçeri, Kurtubi’nin (ö. 1272), fatara kelimesine verdiği manadan hareketle, yaratılışla ilgili ayetlerde geçen fatır kelimesininin “yarıp bölerek yaratan Allah” şeklinde tercüme edilmesi gerektiğini söylemektedir. Bakınız: Yeniçeri, C. (1995). Uzay Ayetleri Tefsiri. Istanbul: Erkam Yayınları, s. 62-63.
[3] Bakınız: Fahreddin Razi. Tefsir-i Kebir. Ankara: Akçağ Yayınları. C 16., s. 128’deki “Beşinci Mesele” bahsi.
[4] Nazzam’ın (ö. 835 veya 845) yaratılışla ilgili teorisi için bakınız: Bayrakdar, M. (2001). İslam’da Evrimci Yaratılış Teorileri.(2. Baskı). Ankara: Kitabiyat, s. 35-45.
Kur’an’da “ard” kelimesi birçok ayette geçmektedir. Bu kelime meallerde tekil olarak “arz”, “yeryüzü” ve “yer” şeklinde çevrilmektedir. Halbuki bu kelimenin çoğulu da gene “ard”dır. Kelimenin “semavat” kelimesiyle birlikte es-semavati ve’l ard şeklinde geçtiği ayetlerde çoğul halinde cins isim şeklinde geçtiğini düşünmek gerekir. Endülüs’te yaşamış ünlü müfessir Kurtubi (ö. 1272) de, Kur’an’da “ard” kelimesinin toprak olarak tek bir cinse işaret ettiği hükmünü çıkarmıştır.[1] Bizim tesbitlerimize göre “ard” kelimesi Kur’an’da şu dört farklı çerçevede geçmektedir: Birincisi, üzerinde yaşadığımız yer küresi dahil bütün maddi varlıkları işaret eden ayetlerde geçtiği çerçeve, ki buna biz genel bir cins isimle “madde” diyebiliriz.[2] Kelimenin ikinci kullanımı “yer küresi” manasındadır. Üçüncüsü, “ülke” manasında geçtiği ayetler (mesela, 12/21’de “Mısır ülkesi” manasında), Dördüncüsü, “arzı ekip biçmek” ile ilgili ayetlerde “arazi” manasında geçtiği ayetler.
Maddenin bir “şey” olarak var olabilmesi için bir mekana ihtiyacı vardır. Bu durumda “uzay”ı, şeylerin içinde olduğu mekanın uzantısı diye tarif edebiliriz. Arapçada mekan kelimesi, “ol” manasına gelen kün fiil kökünden gelmektedir. Allah’ın (c.c.) “ol” emri ile bir şeyin varlık haline gelmesi, o şeyin özelliklerini belirleyen emrin mekan kazanması demektir diye düşünebiliriz.[3] Başka bir ifadeyle, kün emri, “mekan kazan” demektir diye düşünebiliriz. Bu konuyla ilgili olarak şu ayetlerdeki (2/117, 3/47, 19/35, 40/68) ortak ifadeyi hatırlayabiliriz:
“… O, bir emri kaza ettiği zaman ona ol, der o da olur (= iza kada emren yekulü lehu kün fe yekun) …”
Ayrıca şu iki ayetteki (16/40, 36/82) ifadeleri de hatırlamamız yerinde olacaktır:
“Bir şey için, onu murad ettiğimizde sözümüz ‘ol’, demektir; o da olur (= innema kavluna li şey’in iza eradnahu en nekule lehu kün fe yekun).” (Nahl 16/40)
“Bir şeyi murad ettiği zaman O’nun emri ‘ol’, demesidir; o da olur (= innema emruhu iza erade şey’en en yekule lehu kün fe yekun).” (Ya-Sin 36/82)
----
[1] Bakınız: Kurtubi, II, 192. Aynı kaynak için bakınız: Yeniçeri, C. (1995). Uzay Ayetleri Tefsiri. Istanbul: Erkam Yayınları, s. 99.
[2] Ayetlerde “semavat ve arz” ifadesi içinde geçen “semavat”ı “uzaylar”, “arz”ı da “kütlesi olan cisimler” diye düşünebiliriz. Bu durumda varlık alemindeki bütün kütleler “arz”dır. Teorik olarak kütleyi “bir mekana hapsedilmiş enerji” olarak tarif edebiliriz. Kütle mekanıyla birlikte hareket eder, ışıma halindeki enerji ise mekan değiştirebilir. Bu yüzden enerji ışık hızıyla nakledilebilir, fakat kütle mekanıyla birlikte yer değiştirdiğinden enerji vererek hızlandırma yoluyla bir kütle ışık hızıyla nakledilemez. Enerjiyle kütle arasındaki en önemli fark budur.
[3] Kur’an’da emr kelimesinin hangi ayetlerde nasıl geçtiği konusunda tafsilatlı bilgi için bakınız: Kocabaş, Ş. (1997). İslam’da Bilginin Temelleri: Kur’an’da emr kelimesi. İstanbul: İz Yayıncılık.
Kur’an’da “semavat” kelimesi ve bunun tekili “sema” da birçok ayette geçmektedir. Meal ve tefsirlerde “semavat” kelimesi “gökler” diye çevrilmektedir. Bu kelimenin, özellikle “semavat ve arz” şeklinde geçtiği ayetlerde bunu “gökler ve madde” veya “uzaylar ve madde” şeklinde anlayabiliriz. Kelimenin tekil olarak “sema” şeklinde geçtiği ayetlerde ise daha çok “yakın sema” veya “dünya seması” manasında geçtiğini görüyoruz ki buna belki “yakın uzay” da diyebiliriz. Zaten, “dünya seması” (= semae’d dünya) ifadesi iki ayette de aynen geçmektedir (37/6 ve 41/12):
… andolsun Biz, dünya semasını gezegenler süsüyle süsledik (= inna zeyyennes semae’d dünya bi zinetinil kevakib). (Saffat 37.6)
… ve dünya semasını lambalarla ve bir korumayla donattık (= ve zeyyenne’s semae’d dünya bi mesabiha ve hıfzan) … (Fussilet 41/12)
Bu ayetlerde geçen semae’d dünya ifadesinin, gezgenlerle birlikte sınırları güneş sistemi olan bir uzaya işaret ettiğini söyleyebiliriz. “Sema” kelimesini “uzay” diye çevirdiğimizde dikkat etmemiz gereken husus, “uzay” kelimesinin günümüz fizik ve kozmolojisinde tekil olarak kullanıldığıdır. Bunun sebebi uzayın, kainatın her yerinde aynı özelliğe sahip olduğunun kabul edilmesidir. Bu kabulün ne dereceye kadar geçerli olduğunu aşağıda tartışacağız (Bakınız 4.4).
Kainatın nasıl yaratıldığı konusuna geçmeden önce, meallerde dilimize “yaratma” diye çevrilen, Kur’an’daki haleka kelimesinin hangi çerçevelerde geçtiğine bakmamız gerekiyor. Bu kelimenin Kur’an’da üç ayrı çerçeve içinde geçtiğini görüyoruz: Birincisi, “bir şeyin tasarımının yapılması ve hazırlanması” (veya “emrinin hazırlanması”) şeklinde geçtiği çerçeve, ki buna “Yaratma-1” diyoruz. İkincisi, “var olan bir şeyden tamamen farklı özelliklere sahip bir şey ortaya çıkarmak”, ki buna Yaratma-2 diyoruz. Üçüncüsü ise, insanlar için söz konusu olan “bir maddeye yeni bir şekil verme” manasındaki yaratmadır ki buna da Yaratma-3 diyebiliriz. Bu sonuncusuna Kur’an’dan bir örnek olarak 5/110 ayetinde geçen şu ifadeyi gösterebiliriz:
“… Ey Meryem oğlu İsa …, Benim iznimle çamurdan kuş şeklinde birşey yaratıyor (= tahluku), içine üflüyordun, Benim iznimle kuş oluyordu…” (Maide 5/110)
Yaratma-1 ve Yaratma-2 manasındaki yaratma, Kur’an’da sadece Allah (c.c.) için kullanılmaktadır. Kur’an’da haleka kelimesinin bu üç faklı kullanımıyla ilgili hatırlatmamızdan sonra kainatın Allah (c.c.) tarafından nasıl yaratıldığı ve ortaya çıkarıldığı konusuna geçebiliriz.
Allah Te’ala, Kur’an’da semavat ve arzı altı günde yarattığını altı ayette bildiriyor. Bu ayetler şunlardır: 7/54, 10/3, 25/59, 32/4, 50/38, 57/4. Bu ayetlerde, haleka (yaratma) kelimesini Yaratma-1 manasında kullanıldığını söyleyebiliriz. Örnek olarak Kaf suresindeki
“Andolsun Biz, semavat ve arzı ve ikisi arasındakileri altı günde yarattık (= ve lekad halakna’s semavati ve’l arda ve ma beynehüma fi sitteti eyyam); [bu yaratmadan] Bize hiçbir yorgunluk da dokunmadı.” (Kaf 50/38)
Bu ayette geçen haleka kelimesinin, semavat ve arzın (uzayların ve maddenin) bütün özelliklerinin altı günde tesbit edildiğine işaret ettiğini söyleyebiliriz. Burada ve öteki beş ayetteki “günler” (eyyam) kelimesinin ise Allah (c.c.) katında, mahiyetini bilmediğimiz süre veya safhalara işaret ettiğini düşünebiliriz.
Yukarıdaki ayetlerden beşinde de (7/54, 10/3, 25/59, 32/4, 57/4) Allah Te’ala, semavat ve arzı altı günde yarattığını ve sonra Arş üzerine istiva ettiğini bildirmektedir. Bunlardan ikisi:
“Rabbiniz Allah’tır ki, semavat ve arzı altı günde yarattı, sonra Arş üzerine istiva etti; geceyi, durmadan izleyen gündüzün üzerine örter; güneş, ay ve yıldızlar O’nun emrine boyun eğmiş durumdadırlar (= musahharatun bi emrihi); yaratma da emr de O’nundur (= ela lehül halku ve’l emr); alemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir!” (A’raf 7/54)
“Semavat ve arzı altı günde yarattı, sonra Arş üzerine istiva etti, emri yönlendirmektedir.” (Yunus 10/3)
Kur’an’da “Arş” kelimesinin, Allah (c.c.) için geçtiği ayetlerde bunun, semavat ve arzın yönetildiği bir makamı işaret ettiğini anlıyoruz. Dikkat edersek yukarıdaki A’raf 7/54 ayetindeki “yaratma da emr de O’nundur” ifadesinde belirtildiği gibi yaratma (= halk), bir şeyin varlık haline getirilmesini ifadede kullanılan emr kelimesinden önce geliyor. “Yaratma”nın “emr”den önce geldiğine işaret eden bu ayet bize, semavatın yaratılışıyla ilgili ayetlerde geçen haleka (= yaratma) kelimesinin Yaratma-1 anlamında kullanılmış olduğunu düşündürüyor, çünkü bir şeyin tasarlanması veya özelliklerinin hazırlanması, onun varlık haline getirilmesinden önce gelir.
“Semavat ve arzı hakk ile (gerçek olarak) yaratan O’dur; ‘ol’ dediği gün olur; sözü hakdır; Sur’a üfleneceği gün de mülk O’nundur; gaybı da görüneni de bilir; O, hakimdir, habirdir.” (En’am 6/73)
Bu ayetten de, semavat ve arzın bütün özelliklerinin belirlenmesi (veya emrinin hazırlanması) üzerine “ol!” (= kün) emri ile bunların varlık haline geçtiğini düşünebiliriz. Kur’an’da haleka kelimesinin Yaratma-1 anlamında kullanıldığı ayetler Bölüm 5’de tafsilatlı bir şekilde incelenmektedir. Burada özet halinde verdiğimiz açıklamalardan sonra, şimdi yaratılışın safhalarına geçebiliriz.
Kur’an’da semavat ve arzın yaratılışının safhalarıyla ilgili ayetleri dikkatle incelediğimizde şöyle bir durum ortaya çıkmaktadır: Semavat ve arz (veya uzaylar ve madde), daha önce yaratılmış bir çekirdek varlıktan ortaya çıkmıştır. Başlangıçta çok basit özelliğe sahip (veya belki hiçbir özelliğe sahip olmayan) bu varlık açılarak yedi semanın ve maddenin bütün özelliklerini meydana getirecek emrlerin buna açılışla birlikte yüklenmesiyle kainatta yedi tabakalı uzayın ve maddenin bildiğimiz (ve henüz bilmediğimiz) bütün özellikleri ortaya çıkarılmıştır. Bunları nasıl söyleyebildiğimizin anlaşılması için şu ayetleri dikkatle incelememiz gerekiyor:
“O [Allah] semavat ve arzı benzeri olmaksızın icad edendir (= bedi’us semavati vel ard).” (Bakara 2/117)
“O [Allah] semavat ve arzı benzeri olmaksızın icad edendir (= bedi’us semavati vel ard).” (En’am 6/101)
“O kafirler görmediler mi ki, gökler ve yer bitişik iken (= kaneta retkan) Biz onları ayırdık (= fetakna huma).” (Enbiya 21/30)
“Onlar göklerin ve yerin yönetimi üzerinde ve Allah’ın bir şeyden yarattıkları (= ve ma halak allahu min şey’in)üzerinde bakıp düşünmediler mi? …” (A’raf 7/185)
İlk iki ayette (2/117 ve 6/101) geçen bedi’ kelimesi bede’a fiil kökünden geliyor ve “bir şeyi benzeri olmaksızın ortaya çıkaran (veya icad eden)” manasına geliyor. Bu ayetler Allah Te’ala’nın içinde yaşadığımız varlık alemini (uzayları ve maddeyi) daha önceden veya başka bir alemde bir benzeri olmaksızın icad ettiğini bildiriyor.
Üçüncü ayette (21/30) ise, semavat ve arzın başlangıçta bitişik olduğu (= kaneta ratkan) ve Allah’ın (c.c.) onları ayırdığı (= fetakna huma) bildiriliyor. Demek ki, başlangıçta semavat ve arz bitişik bir haldeydi. Bu hal ne olabilir? Belki açılmaması için sıkı bir şekilde tutulan çok yoğun bir enerji plazması veya çekirdeği hali olabilir [1].
Dördüncü ayette (7/185) geçen “Allah’ın bir şeyden yarattıkları” (= ve ma halakallahu min şey) ifadesine de dikkat etmemiz gerekiyor. Bu ifade, iki manaya gelebilir: Birincisi, Allah’ın (c.c.) maddi varlık olarak yarattığı şeyler; ikincisi ise Allah’ın (c.c.) kainatı ve içindekileri bir basit varlıktan (bir “şey”den) yaratmış olduğu. Fakat, birinci yorumun zayıf tarafı, ifadenin neden “ve ma halak allah” şeklinde son bulmayıp “ve ma halak allahu min şey” diye devam ettiğini açıklama imkanı vermemesidir. Bu durumda ayetteki ifadeyi, “Allah’ın bir şeyden yarattıkları” diye anlamamız gerekiyor. Zaten ayeti bu şekilde anlayış, yukarıda gördüğümüz üç ayetle ve aşağıda göreceğimiz yedi ayetle de tam bir uyum içinde bulunuyor:
“… gökleri ve yeri çatlatıp ortaya çıkaran (= fatır’is semavati ve’l ard) … Allah …” (En’am 6.14)
“… gökleri ve yeri çatlatıp ortaya çıkaran (= fatır) …” (Yusuf 12/101)
“… ‘gökleri ve yeri çatlatıp ortaya çıkaran Allah hakkında mı şüphe? (= e fillahi şekkün)’ dediler …” (İbrahim 14/10)
“… Rabbiniz göklerin ve yerin Rabbidir, ki onları çatlatıp ortaya çıkarmıştır (= fetara hunne).” (Enbiya 21/56)
“Gökleri ve yeri çatlatıp ortaya çıkaran (= fatir-is semavati vel ard) …muhakkak ki Allah, her şeye gücü yetendir.” (Fatır 35/1)
“De ki: Allah’ım, ey gökleri ve yeri çatlatıp ortaya çıkaran (= fatıris semavati vel ard), gaybı ve müşahade edileni (= ‘aalimül gaybi veş şehadeti) bilen; ancak Sen, ihtilaf ettikleri şeylerde kullarının arasında hükmedersin.” (Zümer 39/46)
“[O] gökleri ve yeri çatlatıp ortaya çıkarandır (= fatır-is semavati vel ard); size kendinizden eşler var etmiştir (= ce’ale), hayvanlardan da çiftler [var etmiştir]; bu şekilde sizi çoğaltıyor. O’nun benzeri hiçbir şey yoktur (= leyse ke mislihi şey’ün); O işitendir, görendir.” (Şura 42/11)
Yukarıdaki yedi ayette (6/14, 12/101, 14/10, 21/56, 35/1, 39/46 ve 42/11) geçen faatır kelimesi meallerde “yaratan” veya “yoktan var eden” diye tercüme edilmektedir. Halbuki “yaratma”, haleka kelimesinin karşılığıdır, fatara kelimesinin değil. Kur’an’da halık kelimesine de meallerde “yaratan” manası verilmektedir. Kur’an’da iki ayrı isim ve fiile aynı manayı vermek doğru bir yaklaşım değildir, çünkü bu yaklaşım sonuçta Kur’an’daki ifade zenginliğini ortadan kaldırmaya götürür.
Yukarıdaki ayetlerde gördüğümüz fatır kelimesinin fiil kökü fatara şu ayette semavat ve arz için fiil olarak geçmektedir:
“Ben [İbrahim] yüzümü hanif olarak yüzümü O’na çevirdim ki O, gökleri ve yeri çatlatıp ortaya çıkarmıştır; ben artık O’na ortak koşanlardan da değilim (= inni veccehtü vechiyellezi fatara’s semavati vel ard).” (En’am 6/79)
Bazı meallerde bu ayette geçen fatara fiiline de “yaratmak” veya “yoktan var etmek” manaları verilmektedir. Halbuki meşhur müfessirlerden Kurtubi fatara kelimesine “yarıp bölerek yaratan” manasını vermiştir.[2] Kurtubi’den önce yaşamış olan Fahreddin Razi’nin Tefsir-i Kebir’inde de fatara benzer bir mana verilmektedir.[3] Bu kelimenin fiil kökünden gelen enfetara Kıyametle ilgili sureye ismini veren bir ayette (İnfitar 81/1) “gök çatlatıldığı zaman” (= ize’s semau enfatarat) ifadesi içinde “çatlatılmak” manası verilmektedir.
Kur’an’da fatara kelimesinin iki farklı manada kullanıldığını söyleyebiliriz: Birincisi “çatlatmak” veya “çatlatıp açmak”, ikincisi “bir şeye özelliklerini kazandırmak”. İkinci mana, bu kelimenin geçtiği şu ayetlerde (17/51, 20/72, 11/51, 36/22, 43/27, 21/56) ve daha çok fitrat (hususi özellikler) şeklindeki türevi halinde geçtiği ayet (30/30) için söz konusu olabilir.
Bu değerlendirmelerden hareketle, semavat ve arzın, başlangıçta bir çekirdek – belki bir enerji plazması – halindeyken, Allah’ın (c.c.) emri ile açıldığını ve açılmayla birlikte genişlediğini düşünmemiz gerekiyor. Semavat ve arzın yaratılışı üzerine buna benzer bir anlayışı ilk defa, Kur’an’da yaratılışla ilgili bazı ayetlere dayanarak bir teori şeklinde ortaya atan müslüman bilgin, Abbasilerin erken döneminde Basra ve Bağdat’ta yaşamış olan Nazzam’dır.[4]
Bu genişleme sırasında bir boyut genişlemesi olduğuna işaret eden ayetleri birazdan göreceğiz.
----
[1] Günümüzde bazı müslümanlar bu ayetten (21/30) Büyük Patlama (Big Bang) gibi bir olayın kastedilmiş olabileceğini ileri sürüyorlar, fakat biz burada farklı bir olaylar dizisini anlıyoruz. Çünkü Büyük Patlama senaryosunda bazı ciddi boşluklar bulunmaktadır. Bunlardan biri, başlangıç şartları hakkındaki bilgisizliktir. Bakınız:
- Özemre, A.Y. (1999). Kur’an’ı Kerim ve Tabiat İlimleri. İstanbul: Furkan Yayınları, s. 98.
- Hogan, C.I. (1998). The Little Book of Big Bang. Springer-Verlag, s. 53-55.
[2] Bakınız: Kurtubi (XIV 319). Celal Yeniçeri, Kurtubi’nin (ö. 1272), fatara kelimesine verdiği manadan hareketle, yaratılışla ilgili ayetlerde geçen fatır kelimesininin “yarıp bölerek yaratan Allah” şeklinde tercüme edilmesi gerektiğini söylemektedir. Bakınız: Yeniçeri, C. (1995). Uzay Ayetleri Tefsiri. Istanbul: Erkam Yayınları, s. 62-63.
[3] Bakınız: Fahreddin Razi. Tefsir-i Kebir. Ankara: Akçağ Yayınları. C 16., s. 128’deki “Beşinci Mesele” bahsi.
[4] Nazzam’ın (ö. 835 veya 845) yaratılışla ilgili teorisi için bakınız: Bayrakdar, M. (2001). İslam’da Evrimci Yaratılış Teorileri.(2. Baskı). Ankara: Kitabiyat, s. 35-45.