MURATS44
Özel Üye
Bâtınîyye – İsmâilîyye
Bâtın ilmi, gizli hakikatleri konu alan ve bu yolla insanı mânevî kurtuluşa ulaştırdığına inanılan ilimdir. İslâm'da zâhir ve bâtın olmak üzere iki bilgi türünün bulunduğu görüşü ilk defa Şiîler tarafın-dan ortaya atılmıştır. Aşırı Şiiler tenzilin Hz. Muhammed'e te'vilin ise kendilerine indiğini ileri sürmüşlerdir. Bu bağlamda Ca'fer es-Sâdık'ın bildiği iddia edilen cefr ilminin de bâtın ilmi olduğu kabul edilir. Nitekim Müslüman alimler yaklaşık H. IV./M.X yüzyıldan bu yana –Şiiler ve bazı sufiler dışında- ‘tefsir' terimini ‘te'vîl' terimine tercih edegelmişlerdir.
Bâtınîyye, “gizli olmak, bilmek, bir şeyin iç yüzüne vâkıf olmak” anlamlarına gelen batn veya butûn kökünden türeyen bâtın kelimesine nisbet ekinin ilavesiyle oluşmuş bir terimdir. Buna göre “Bâtınî” kelimesi, “eşyanın gizli yönlerini ve kendine has özelliklerini bilen” anlamına gelmekte; tabiatıyla kelimenin çoğul formundaki “Bâtınîyye” de anılan vasfı haiz zümreleri nitelemektedir. Bâtınîyye için İsmâilîyye fırkasına verilen bir isim olduğu ve bu isim mensuplarının kutsal metinlerin sözel kalıplarının ardındaki gizli mânâya tekabül eden ‘bâtın' kavramına yönelik aşırı vurgularına işaret etmekte; daha genel çerçevede ise bâtınî anlam uğruna nassların literal anlamlarını heder etmekle suçlanan herkes için kullanılan bir niteleme olduğu söylenmiştir. ‘Bâtınîyye' kelimesinin mevcut tespitlere göre en erken Makdisî'nin (ö. 387/997) el-Bed' ve ve't-târîh eserinde kullanıldığı söylenmektedir.
Bâtınîyye en yalın haliyle dahi nasslara tamamen dil dışı anlamlar yüklemek suretiyle istediği sonuçlara varmak için son derece zorlama; ilginç, hatta akla-hayale gelmeyecek tuhaf sonuçlara gitmiştir. Bâtınî yorum tarzını daha çok tasavvufî ve Şii tefsir ve metinlerde yaygın olarak görmek mümkündür.
Araştırmacılar tarafından Bâtınîyye hareketi ve kurucusu hakkında her ne kadar mezhebi kaygılarla tanımlamalarda bulunulduğu kanaâtine dikkat çekilmişse de haklarındaki genel kanaâtleri genel karakterinin olumsuzluk taşımakta olduğu yönündedir. Bunların peygamberlik iddiasında bulunma, bu yönde çeşitli düzenbazlık ve hilelere başvurma, insan fıtratının arzu ettiği her şeyi mübah sayma eğiliminde olan; ayrıca şer'î yükümlülükleri ve peygamberleri inkâr eden Dehrî (materyalist) zındıklardan müteşekkil olduğunu ileri sürülmüş, yine Bâtınîliği tesis eden kişinin Yahudi menşe'li olduğu, tesis edenlerin İslâm dışı dinlere ve felsefî ekollere mensup oldukları ve kuruluş tarihlerinin daha başka şaibelerle dolu olduğu görülmektedir. Ancak kesin olan şu ki, Bâtınîye hareketinin doğuşu İsmâilîyye'nin doğuşudur. Veriler, Bâtınîyye'nin İsmâilîyye fırkasıyla özdeş olduğunu, Bâtınî-İsmâilî hareketin temelde aşırılık (guluv) ikliminde vücut bulduğunu göstermektedir.
Bâtınîliğin İsmâilî versiyonunun tamamen bâtınî te'vil üzerine inşâ edilen bir düşünce sistemi olduğunu söyleyebiliriz. Bu irfânî düşünce sisteminde temel ayıraçlar, zâhir-bâtın, tenzil-te'vil ve mesel-memsul (sembol-sembolize edilen) gibi ikili ayrımlardan oluşmakta; bâtınî te'vilin genel karakterini de Kuran'ın zahiri anlamlarını inkar sonucuna götüren bir mantık üzerine oturan, gereksiz, içi boş, anlamsız yaklaşımı ile perdelenen bir tavır oluşturmaktadır.
İsmâilîlere göre te'vilde en yetkili merci masum Ehl-i Beyt imamlarıdır. İmamlar'ın te'vile esas teşkil eden bilgi kaynakları ise Tasavvuf ve Şii'likte asl olan Sünnilikte de kimilerince kullanılan cefr ve Nûr-ı Muhammedi ve ledünnî ve gaybî bir ilim olarak nitelenen ilhâmdır. Onlara göre nasların zâhirî ve bâtınî manaları vardır; ancak asıl geçerli olan bâtınî mânadır. “Sözkonusu fırkaların “Bâtınîyye” olarak anılma sebepleri temelde bâtın, te'vil, takıye ve avam-havâs ayrımından oluşan dört nosyon üzerine inşâ edilen bir düşünce sistemi içerisinde yer almalarıdır. Dolayısıyla dinî metinlerin yorum ve anlam düzeyleri hususunda zâhir-bâtın ayrımına giden, zâhiri anlamı geri planda tutarak, -hatta, gereksiz olduğunu ifade ederek- ısrarla ha-kikatin bilgisinin bâtında saklı olduğunu savunan, özellikle ayet ve hadisleri hakiki-mecazi delaletle-rinden uzak şekilde yorumlayan ve nihayet şer'î hüküm ve yükümlülüklerin yalnızca zâhiri kavra-yabilen sıradan insanları (avam) bağladığını iddia eden mutasavvıflar da Bâtınî olarak nitelenmiştir.” Bu bağlamda dinin zahiri hükümlerini inkar etmemekle birlikte sadece kendi anladığını cefr gibi tamamen sınırsız te'vile dayandıran fırkalar da kuşkusuz “Bâtınî” birer fırkadırlar. Bunlar tarihte bu isimle anılsın veya anılmasın fark etmez. Zira biz çalışmamızda, Bâtınîyyeyi, Mezhepler tarihi terminolojisindeki reel karşılığı olan İsmâilîyye fırkası tanımının dışında kudsî metinleri bâtınî te'vil yöntemini kullanmış olanlar için kullanmayı tercih ediyoruz. Kaldı ki te'vil, İsmâilîyye imamlarına mahsus ilimlerden biridir ve İsmâilîyye, bu te'vil nazariyesinden dolayı Bâtınîyye lakabıyla anılmışlar ve kendi kabulleri de bu yöndedir.
Bâtınî te'vil, sadece bir dine veya fırkaya özgü bir hususiyet değildir. Zira bâtınî te'vilin kökeninin antik uygarlıklara kadar uzandığı, muhtelif kültür havzalarında felsefî metinlerden şiir ve diğer edebiyat ürünlerine kadar çok geniş bir alanda kullanıldığı bilinmektedir. Bazı Yahudi âlimlerin Kutsal kitabın sarih lafızları üzerinde bâtınî yorumlar yaptıkları bilinse de Philo seleflerinden farklı olarak te'vil anlayışını bir sistem haline getirmeyi amaçlamıştır. Müslüman araştırmacılar da, bâtınıyye-İsmâilîyyeden Bâbîlik-Bahâiliğe, İhvân-ı Safâ'dan Muhyiddin İbn Arabî'ye kadar muhtelif fırkaların, felsefi ekollerin ve mutasavvıfların Kuran ve hadis nasslarına yönelik bâtınî yorumlarının köken itibariyle Philo'nun alegorizmine dayandığına ilişkin kesin yargılarda bulunmuşlardır. Philo, Tevrat nasslarını literal anlamlarına aykırı biçimde yorumlayan, bu yorumlama yöntemini de kurumsallaştıran bir yahudidir.
Araştırmacılar tarfından, bâtınî te'vilin İslam dünyasına Yahudilik, Hıristiyanlık ve Ortadoğu'daki Sâbiîlik, Maniheizm ve Mecûsîlik gibi çeşitli dinlerle, Hermetisizm ve Yeni-Eflâtunculuk gibi gnostik karakterli düşünce ekollerinden beslendikleri tespit edilmiştir. Bu konuda en ufak bir kuşku duyulmadan aşırı Şii fırkaların öncülerinin ve bunların takipçilerinin başrol oynadıkları ortaya konulmuştur.
Ayrıca batınîlik, Dinsel Çoğulculuk paradigması tarafından da merkeze alınan bir kavram hatta yaklaşım tarzıdır. René Guénon, dinlerden başka Yunan felsefesinde de batınî öğretinin olduğunu söyler ve sükût, yani semboller aracılığıyla insanı hakikate ulaştıran batınî yöntem, kelimelerle sınırlı zahiri yöntemin dışında bir öğretimden habersiz olan modern filozoflar tarafından anlaşılmamaktadır der. Keza S. Hüseyin Nasr'ın söylediği de budur: “Bâtınî anlayış, zâhirî ölçülere göre değerlendirilemez; onun hiçbir dış yaklaşımın üstesinden gelemeyeceği kendine özgü bir mantığı vardır. Kuran için de durum tamamen böyledir.” Keza gelenekçilerin üzerinde en fazla durduğu da Hint, Çin, Hıristiyan ve İslâm bâtınîlikleridir.
Bâtın ilmi, gizli hakikatleri konu alan ve bu yolla insanı mânevî kurtuluşa ulaştırdığına inanılan ilimdir. İslâm'da zâhir ve bâtın olmak üzere iki bilgi türünün bulunduğu görüşü ilk defa Şiîler tarafın-dan ortaya atılmıştır. Aşırı Şiiler tenzilin Hz. Muhammed'e te'vilin ise kendilerine indiğini ileri sürmüşlerdir. Bu bağlamda Ca'fer es-Sâdık'ın bildiği iddia edilen cefr ilminin de bâtın ilmi olduğu kabul edilir. Nitekim Müslüman alimler yaklaşık H. IV./M.X yüzyıldan bu yana –Şiiler ve bazı sufiler dışında- ‘tefsir' terimini ‘te'vîl' terimine tercih edegelmişlerdir.
Bâtınîyye, “gizli olmak, bilmek, bir şeyin iç yüzüne vâkıf olmak” anlamlarına gelen batn veya butûn kökünden türeyen bâtın kelimesine nisbet ekinin ilavesiyle oluşmuş bir terimdir. Buna göre “Bâtınî” kelimesi, “eşyanın gizli yönlerini ve kendine has özelliklerini bilen” anlamına gelmekte; tabiatıyla kelimenin çoğul formundaki “Bâtınîyye” de anılan vasfı haiz zümreleri nitelemektedir. Bâtınîyye için İsmâilîyye fırkasına verilen bir isim olduğu ve bu isim mensuplarının kutsal metinlerin sözel kalıplarının ardındaki gizli mânâya tekabül eden ‘bâtın' kavramına yönelik aşırı vurgularına işaret etmekte; daha genel çerçevede ise bâtınî anlam uğruna nassların literal anlamlarını heder etmekle suçlanan herkes için kullanılan bir niteleme olduğu söylenmiştir. ‘Bâtınîyye' kelimesinin mevcut tespitlere göre en erken Makdisî'nin (ö. 387/997) el-Bed' ve ve't-târîh eserinde kullanıldığı söylenmektedir.
Bâtınîyye en yalın haliyle dahi nasslara tamamen dil dışı anlamlar yüklemek suretiyle istediği sonuçlara varmak için son derece zorlama; ilginç, hatta akla-hayale gelmeyecek tuhaf sonuçlara gitmiştir. Bâtınî yorum tarzını daha çok tasavvufî ve Şii tefsir ve metinlerde yaygın olarak görmek mümkündür.
Araştırmacılar tarafından Bâtınîyye hareketi ve kurucusu hakkında her ne kadar mezhebi kaygılarla tanımlamalarda bulunulduğu kanaâtine dikkat çekilmişse de haklarındaki genel kanaâtleri genel karakterinin olumsuzluk taşımakta olduğu yönündedir. Bunların peygamberlik iddiasında bulunma, bu yönde çeşitli düzenbazlık ve hilelere başvurma, insan fıtratının arzu ettiği her şeyi mübah sayma eğiliminde olan; ayrıca şer'î yükümlülükleri ve peygamberleri inkâr eden Dehrî (materyalist) zındıklardan müteşekkil olduğunu ileri sürülmüş, yine Bâtınîliği tesis eden kişinin Yahudi menşe'li olduğu, tesis edenlerin İslâm dışı dinlere ve felsefî ekollere mensup oldukları ve kuruluş tarihlerinin daha başka şaibelerle dolu olduğu görülmektedir. Ancak kesin olan şu ki, Bâtınîye hareketinin doğuşu İsmâilîyye'nin doğuşudur. Veriler, Bâtınîyye'nin İsmâilîyye fırkasıyla özdeş olduğunu, Bâtınî-İsmâilî hareketin temelde aşırılık (guluv) ikliminde vücut bulduğunu göstermektedir.
Bâtınîliğin İsmâilî versiyonunun tamamen bâtınî te'vil üzerine inşâ edilen bir düşünce sistemi olduğunu söyleyebiliriz. Bu irfânî düşünce sisteminde temel ayıraçlar, zâhir-bâtın, tenzil-te'vil ve mesel-memsul (sembol-sembolize edilen) gibi ikili ayrımlardan oluşmakta; bâtınî te'vilin genel karakterini de Kuran'ın zahiri anlamlarını inkar sonucuna götüren bir mantık üzerine oturan, gereksiz, içi boş, anlamsız yaklaşımı ile perdelenen bir tavır oluşturmaktadır.
İsmâilîlere göre te'vilde en yetkili merci masum Ehl-i Beyt imamlarıdır. İmamlar'ın te'vile esas teşkil eden bilgi kaynakları ise Tasavvuf ve Şii'likte asl olan Sünnilikte de kimilerince kullanılan cefr ve Nûr-ı Muhammedi ve ledünnî ve gaybî bir ilim olarak nitelenen ilhâmdır. Onlara göre nasların zâhirî ve bâtınî manaları vardır; ancak asıl geçerli olan bâtınî mânadır. “Sözkonusu fırkaların “Bâtınîyye” olarak anılma sebepleri temelde bâtın, te'vil, takıye ve avam-havâs ayrımından oluşan dört nosyon üzerine inşâ edilen bir düşünce sistemi içerisinde yer almalarıdır. Dolayısıyla dinî metinlerin yorum ve anlam düzeyleri hususunda zâhir-bâtın ayrımına giden, zâhiri anlamı geri planda tutarak, -hatta, gereksiz olduğunu ifade ederek- ısrarla ha-kikatin bilgisinin bâtında saklı olduğunu savunan, özellikle ayet ve hadisleri hakiki-mecazi delaletle-rinden uzak şekilde yorumlayan ve nihayet şer'î hüküm ve yükümlülüklerin yalnızca zâhiri kavra-yabilen sıradan insanları (avam) bağladığını iddia eden mutasavvıflar da Bâtınî olarak nitelenmiştir.” Bu bağlamda dinin zahiri hükümlerini inkar etmemekle birlikte sadece kendi anladığını cefr gibi tamamen sınırsız te'vile dayandıran fırkalar da kuşkusuz “Bâtınî” birer fırkadırlar. Bunlar tarihte bu isimle anılsın veya anılmasın fark etmez. Zira biz çalışmamızda, Bâtınîyyeyi, Mezhepler tarihi terminolojisindeki reel karşılığı olan İsmâilîyye fırkası tanımının dışında kudsî metinleri bâtınî te'vil yöntemini kullanmış olanlar için kullanmayı tercih ediyoruz. Kaldı ki te'vil, İsmâilîyye imamlarına mahsus ilimlerden biridir ve İsmâilîyye, bu te'vil nazariyesinden dolayı Bâtınîyye lakabıyla anılmışlar ve kendi kabulleri de bu yöndedir.
Bâtınî te'vil, sadece bir dine veya fırkaya özgü bir hususiyet değildir. Zira bâtınî te'vilin kökeninin antik uygarlıklara kadar uzandığı, muhtelif kültür havzalarında felsefî metinlerden şiir ve diğer edebiyat ürünlerine kadar çok geniş bir alanda kullanıldığı bilinmektedir. Bazı Yahudi âlimlerin Kutsal kitabın sarih lafızları üzerinde bâtınî yorumlar yaptıkları bilinse de Philo seleflerinden farklı olarak te'vil anlayışını bir sistem haline getirmeyi amaçlamıştır. Müslüman araştırmacılar da, bâtınıyye-İsmâilîyyeden Bâbîlik-Bahâiliğe, İhvân-ı Safâ'dan Muhyiddin İbn Arabî'ye kadar muhtelif fırkaların, felsefi ekollerin ve mutasavvıfların Kuran ve hadis nasslarına yönelik bâtınî yorumlarının köken itibariyle Philo'nun alegorizmine dayandığına ilişkin kesin yargılarda bulunmuşlardır. Philo, Tevrat nasslarını literal anlamlarına aykırı biçimde yorumlayan, bu yorumlama yöntemini de kurumsallaştıran bir yahudidir.
Araştırmacılar tarfından, bâtınî te'vilin İslam dünyasına Yahudilik, Hıristiyanlık ve Ortadoğu'daki Sâbiîlik, Maniheizm ve Mecûsîlik gibi çeşitli dinlerle, Hermetisizm ve Yeni-Eflâtunculuk gibi gnostik karakterli düşünce ekollerinden beslendikleri tespit edilmiştir. Bu konuda en ufak bir kuşku duyulmadan aşırı Şii fırkaların öncülerinin ve bunların takipçilerinin başrol oynadıkları ortaya konulmuştur.
Ayrıca batınîlik, Dinsel Çoğulculuk paradigması tarafından da merkeze alınan bir kavram hatta yaklaşım tarzıdır. René Guénon, dinlerden başka Yunan felsefesinde de batınî öğretinin olduğunu söyler ve sükût, yani semboller aracılığıyla insanı hakikate ulaştıran batınî yöntem, kelimelerle sınırlı zahiri yöntemin dışında bir öğretimden habersiz olan modern filozoflar tarafından anlaşılmamaktadır der. Keza S. Hüseyin Nasr'ın söylediği de budur: “Bâtınî anlayış, zâhirî ölçülere göre değerlendirilemez; onun hiçbir dış yaklaşımın üstesinden gelemeyeceği kendine özgü bir mantığı vardır. Kuran için de durum tamamen böyledir.” Keza gelenekçilerin üzerinde en fazla durduğu da Hint, Çin, Hıristiyan ve İslâm bâtınîlikleridir.