MURATS44
Özel Üye
Dinler Tarihi (Hakkında) "Allah, nebileri müjdeci ve korkutucu olarak gönderdi. İnsanların ihtilaf ede geldikleri konularda onunla hükmetmeleri için beraberlerinde hak olan Kitâb'ı indirdi." (Bakara Sûresi, âyet 213)
Burada ayette geçen "Hak" kelimesi üzerinde bir nebze durmamız gerekir. Bu açıkça gösteriyor ki, sadece kitapla gelen şeyler "hak"tır ve bu "hak", uygulanan adalet ve insanların düşünceleri, metotları, değerleri ve ölçüleri üzerinde hakem olması için indirilmiştir. Onun dışında bir "hak", onunla beraber bir hüküm ve ondan sonra bir söz olamaz. Kendisinden başka hak olmayan bu biricik hak, insanların çekiştikleri konularda hüküm mercii olmadığı sürece ve verdiği hükme kayıtsız şartsız itaat edilmeden...
Evet, bunların tümü olmaksızın bu hayat istikrar bulmaz, insanlar ihtilaf ve ayrılıktan kurtulmaz yeryüzünde barış sağlanmaz ve insanlar hiçbir surette top yekün barış içinde yaşayamazlar.
Bu hakikat, insanların arasında cereyan edenler türlü ihtilafları ortadan kaldıran yasalarını ve düşüncelerini alacakları yönü sınırlandırması bakımından son derece önemlidir. Hak üzere indirilen bu kitap, insanların yöneleceği tek cihettir. Bu kaynak kesinlikle birden fazla olamaz. O, Allah'ın insanların arasındaki ihtilaflarda hakem olması için, hak üzere indirdiği kitaptır. O gerçekte tek bir kitaptır.
Bütün peygamberler onunla gönderilmiştir. Aslı itibariyle tek bir kitap...
Toplum itibariyle tek bir millet...
Temel kaideleri açısından tek bir düşünce...
Bir Rab...
Bir Mâbûd...
İnsanlar için kanunlar koyan tek bir kanun koyucusu...
Bundan sonra, milletlerin ve kavimlerin durumuna ve hayatın gelişmesine ve ilişkilerine uygun düşecek şekilde tafsilatlarda farklılıklar olabilir. İslâm'ın getirdiği son merci' oluncaya kadar bu durum böylece devam eder. Artık hayat, hiçbir engelle karşılaşmadan evrensel ve büyük çerçevesi dahilinde Allah'ın, onun metodunu ve asliyetini bozmadan sürekli tazelenen dipdiri şeriatının önderliğinde gelişmesine devam eder.
İşte bu, Kurân'ın "el-Kitâb" için koyduğu ilkedir ve İslâm'ın dinler tarihi hakkındaki görüşü bundan ibarettir. Bütün peygamberler, aynı temel üzerine kurulu bir tek dine gönderilmişlerdir; mutlak tevhid...
Sonra peygamberlerin arkasından sapma baş göstermiş, ortalığı hurafe ve efsaneler kaplamış ve insanlar gitgide bu temel hakikatten uzaklaşmışlar. İşte bu noktada yeni bir peygamber gönderilerek tevhid akidesi, yeniden diriltilmiştir. Bundan sonra peygamber, tevhide bulaştırılmış sapıklıkları temizleyerek, ümmetin işlerinde ayrıntılı bir şekilde önderlik yapmıştır...
Bu düşünce, gayrimüslim araştırmacıların ve bir kısım kendini Müslüman zanneden araştırmacıların ortaya attığı "dinlerin gelişmesi" hakkındaki teorilerden daha doğrudur. Bunlar düşünmeden, bazı batılı cahil araştırmacıların yaptığı gibi, teorilerini "gelişme esası" üzerine kurarlar. İmânî düşüncenin temeldeki bu değişmezlik, insanların aralarındaki ihtilaflara hakim olması için resullerle beraber indirilen "kitap"ların işlevine uygun bir kuraldır.
Evet, insanların başvuracakları değişmez bir ölçütün olması ve en son karar mercii olması, insanın hevâsından, zaafından ve cehaletinden etkilenmeyen, adil ve dosdoğru olması da kaçınılmazdır. Ancak böyle bir ölçütün ikameti sınırsız bir bilgiyi gerektirir. Olmuşu, olanı ve olacağı bilmeyi zorunlu kılar...
Bu bilgi, özünde bir olan varlıklar alemini, geçmiş zaman, şimdiki zaman ve gelecek zaman diye ayrılan zaman bağından özgür olmalı; kesin bilgi, varsayım, bilinmez, gizli ve gayb gibi sınırlamalardan bağımsız; yakın - uzak, varsayılan gizli, duyumsanan - duyumsanmayan diye ayrılabilen varlıklar aleminden uzak olmalıdır. Bütün bunların olabilmesi için de neyi ve kimi yarattığını bilen bir ilahın varlığı gereklidir. Böyle bir ölçütü yerleştirecek ilahın, ihtiyaçtan, eksiklikten, yokluktan, eskimekten, tamah etmekten, şiddetli arzu ve ihtirastan...
Kısacası tüm evrenden ve içindekilerden müstağni olması gerekmektedir. Evet, böyle bir ölçüt için, hevâ ve hevesten, lezzet ve zaaflardan, eksiklikten ve acizlikten münezzeh bir ilahın varlığı kaçınılmazdır.
İnsan aklı ise, değişen durumlar ve yenilenen ihtiyaçlarla sürekli karşı karşıya olduğundan insan hayatıyla uyuşması geçici bir süre ve sınırlı bir ortamda mümkündür.
Dolayısıyla, insanın her konuda başvuracağı, onun aracılığıyla hatasını, sevabını, hamlığını, olgunluğunu hakkını ve haksızlığını öğreneceği değişmez bir ölçütün ikamesi için, hakem olamaz. İnsan hayatının istikamet bulması için, dediğimiz gibi bir tek ilahın varlığı gerekmektedir.
"Kitap", farklılıkları, yetenekleri, kabiliyetleri, yolları ve araçları ortadan kaldırmak için indirilmemiştir. Daha çok, insanların ihtilafa düştükleri konularda sadece ona başvursunlar diye indirilmiştir. İşte İslâm'ın tarih hakkındaki görüşü üzerinde kurulacak diğer hakikatler bu temel ilkeden doğar.
İslâm, Yüce Allah'ın insanların arasında meydana gelen uyuşmazlıklarda onunla hükmetmeleri için "hak" olarak indirdiği kitabı beşer hayatı için bir temel olarak görmektedir. Bundan sonra, hayat, ya bu esasa uygun olarak seyrine devam eder, ki bu da hakkın ta kendisidir. Ya da ondan başka esaslara dayanır ve bu da batılın ta kendisidir. Tarihin herhangi bir döneminde bütün insanlar tarafından kabul görse bile, batıl batıldır. İnsanlar, "hak" ve "bâtıl"ı tayin etmede hakem olamazlar. "Hak", insanların benimsediği değildir, "din" de insanların uygun gördüğü...
İslâm'ın görüşü, insanlar bir şey yaptıklarında, bir şey hakkında hüküm verdiklerinde veya hayatlarını herhangi bir şeye göre düzenlediklerinde, bunun "Kitâb"a uygun olup olmadığına bakmaktır, "Hak" veya "Batıl"lığını buna göre belirlemektir. Sırf insanların birçoğu onayladı diye bir şey "din"in bir kuralı saymak ya da "din"in doğal bir açıklaması saymak yanlış bir tutumdur. Sonraki nesiller de bu yanlışa uymada haklı olamazlar.
Bu temel kural, insanların "din"in esaslarına sokuşturdukları şeylerin ayıklanması açısından önem taşımaktadır, örneğin, İslâm tarihinde bir sapma meydana gelmişse, sonraki nesillerin bu sapmaları İslâm'ın gerekli bir açıklaması olarak kabul etmeleri doğru bir davranış olmayacaktır. Çünkü İslâm, Müslümanların tarihinde meydana gelen bu sapmalardan münezzehtir. Böyle bir sapma meydana geldi diye bu durum, benzerleri için delil ve ölçü olamaz. İslâm'a uygun bir yaşamı arzulayanların, bu tür sapmaları reddetmeleri ve Allah'ı insanların arasındaki ihtilaflarda hüküm mercii olması için, "hak" olarak indirdiği kitaba müracaat etmeleri gerekir.
Evet, Allah'tan bir "Kitâb" gelmiştir. Buna rağmen hevâ ve hevesler, insana egemen olmakta, tamahlar, ihtiraslar, korkular ve sapıklıklar insanı kitabın hükmünü kabul etmekten uzaklaştırmakta ve eninde sonunda dönecekleri "Hakk"ı görmelerine engel olmaktadırlar.