MURATS44
Özel Üye
Kurân Yorumunun Cefr ve Ebced ile Yapılmasının İslâmîliği İmkanı
İslâm inancı açısından gayb itikada dair bir konudur. Bunda, sınırları ihlâl edenler tarafından dahi ihtilaf yoktur. Ancak en çok ihlal edilen ve üzerinde tartışılan da yine gayb meselesi olmuştur. Allah, Kurân'da gaybı ancak kendisinin bildiğini haber vermekte, başkasının da bilmediğini/bilemeyeceğini tekrarla vurgulamaktadır.
Kurân'da gaybe dair apaçık âyetler vardır.[SUP][1][/SUP] Gayb konusunda Allah (cc) şöyle buyurmaktadır:
“De ki: Ben size, Allah'ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Ben gaybı da bilmem... Gaybın anahtarları Allah'ın yanındadır; onları O'ndan başkası bilmez...” [SUP][2][/SUP]
“Ona (Muhammed'e) Rabbinden bir mucize indirilse ya! De ki: Gayp ancak Allah'ın dır.” [SUP][3][/SUP]
“De ki:“Ben, Allah'ın dilediğinden başka kendime herhangi bir fayda veya zarar verecek güce sahip değilim. Eğer ben gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapmak isterdim ve bana hiçbir fenalık dokunmazdı. Ben sadece inanan bir kavim için bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim.” [SUP][4][/SUP]
“De ki:Göklerde ve yerde, Allah'tan başka kimse gaybı bilmez. Ve onlar ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.” [SUP][5][/SUP]
“O bütün görülmeyenleri bilir. Sırlarına kimseyi muttali kılmaz; Ancak, (bildirmeyi) dilediği peygamber bunun dışındadır. Çünkü O, bunun önünden ve ardından gözcüler salar.” [SUP][6][/SUP]
Peygamber (s)'den gaybe ve istikbale âid şeyleri bilmenin yalnız Allah'a mahsus olduğuna dair bir çok hadis rivayet edilmiştir.[SUP][7][/SUP] Hz Aişe (r) rivayetinde şöyle demiştir; Kim onun (Hz.Peygamberin) yarın ne olacağını bildiğini sanıyorsa, şüphesiz Allah'a en büyük iftirayı atmış olur. Zira Allah Teâlâ: “De ki: Göklerde ve yerde gaybı Allah'tan başka kimse bilmez.” (Neml, 27/65) buyurmaktadır.[SUP][8][/SUP]
Kurân'ı Kerim de gayb bilgisinin ulûhiyyet vasıflarından olduğu ve insanların bilgi edinme vasıtalarının dışında kaldığı, ancak Allah'ın bazı peygamberlerini dilediği bilgilere muttali kıldığı açıkça belirtilmiştir. Kurân'a göre gaybe ait haberlerin yegâne kaynağı vahiydir. Şîa mensuplarının, Hz. Peygamber'in kendisine gelen vahiylerin bir kısmını yalnız Hz. Ali'ye bildirdiğini, bu sebeple Ali'nin bilgilerinin de vahye dayandığını iddia etmeleri, Rasûlullah'ın nâzil olan vahiylerin tamamını bütün ümmete tebliğ ettiğini ifade eden Kurân âyetleriyle çelişir.[SUP][9][/SUP] Ayrıca bu iddialar, Hz. Âişe, Hz. Ali, ve İbn Abbas gibi sahâbîlerden nakledilen rivayetlere de aykırıdır. Keza hadis uydurucuların gaybe dair sözleri mevzuat sahipleri tarafından da Kurân'a muhalif oldukları gerekçesiyle ifşa edilerek reddedilmişlerdir.[SUP][10][/SUP]
Aişe (r) dedi; “Her kim Rasûlullah Allah'ın kitabından bir şey ketmetti diye zulmederse, Allah'a karşı büyük iftira etmiş olur. İşitmedin mi? Allah: “Ey Rasül! Sana Rabbinden her indirileni tebliğ et, etmezsen onun risaletini eda etmiş olmazsın.” (Maide, 5/67) buyuruyor.” [SUP][11][/SUP]
Allah hiç kimseye gaybdan haber verme hususunda bir ilim ve yetenek vermemiştir. Yalnız, bazı peygamberlere âhiret, melekler ve cinlerle ilgili bilgiler bahşetmiştir ki bunlar vahiy ile sabittir, inanmak gerekir. Araştırmacı ve titiz alimler “Cümmel Hesabı” diye isimlendirilen cifr hesabına şiddetle karşı çıkmışlardır. İbn Hacer el-Askâlanî, buna itimat etmenin caiz olmadığını söylemektedir. İbn Abbâs'ın da bu hesabı sihir cümlesinden saydığı nakledilmektedir. [SUP][12][/SUP] Bu konuda İbn Kesir ise tefsirinde ebced hesabı ile Hurûf-u Mukattaâ'aya çeşitli manalar vermek isteyenler hakkında genişçe izahat verdikten sonra şunları söyler:
“Bu harflerle vakitlerin bilindiği, olayların, fitne ve savaşların zamanlarının çıkarılacağını öne sürenler Kurân'da olmayan şeyler iddiâ etmekte ve uçulması gerekmeyen yerde uçmaya çalışmaktadırlar.” [SUP][13][/SUP]
“Ebcedle ilgili bazı hadislere de rastlanmakta, ancak İbn Teymiyye bunların başlıcalarını verip ravilerini tenkit ederek güvenilir olmadıklarını açıkça ortaya koymuş bulunmaktadır.” [SUP][14][/SUP]
“Bazen halk ararsında dolaşan ve Kurân'ı Kerim'in şifa ile ilgili ayetlerinin ebced hesabına göre rakamların yazılıp bunlarla yapılan muskalar bulunmaktadır ki, bu rakamların şifa vereceğine inanmak küfürdür. Bu gibi hususlar Hz. Peygamber'in sünnetinde olmadığı gibi ashab, tâbiin ve büyük imamların böyle bir şeye başvurmadıkları ilmen ve tarihen bilinen bir husustur.
Ebced hesabına dayanarak ortaya çıkan Hurûfilik, bu işi Kurân ile fal bakmaya kadar götürmüştür. Bir devlet kuruluşu olarak Di-yanet İşleri Başkanlığı'nın, devletin dinî anlayışını yansıtmak üzere 1960'larda yayımlanan “Allah Bizimle” adlı bir kitapçıkta ebced hesabı ile Hz. Peygamber (s) ile ilgili olan bir âyetten hareketle 27 Mayıs 1960 askeri darbesine tarih düşürmeye çalışılmıştır. Oysa bu hesaplar, bir israiliyat uydurması olup İslâm ile hiç bir ilgisi bulunmamaktadır. Bunu İslâm tarihinde ilk kez Yahudiler yapmışlardır.” [SUP][15][/SUP]
“Şu son günlerde matematik oyunlarıyla akılları çelerek “gayb” üzerine ahkâm kesen ahir zaman kâhini kılıklı münâfıkları Müslümanların günde-mine taşımaktan utanmayanlar, acaba neden “gayb”ın belkide en önemli konusuna, yani Alemlerin Rabbi Yüce Allah'ın (c) kulları için öngördüğü hayat tarzına sıkı sıkıya bağlı kalınmadığı takdirde tecellî edecek “nihaî yargı”nın korkunç sonuçlarına dikkat çekmeye aynı önemi vermezler? Bu dünyada karşılaşacakları maddî/somut tehlikelerden yalnızca biri, belki de en hafifî olan, birileri tarafından “mürtecî” (!) olarak damgalanma korkusundan mı?” [SUP][16][/SUP]
Apaçık (beyan edilmiş/Kitab-ı Mübin) Kurân, Allah'ın, insan ile anlayacağı dilde konuşması iken; şifreli konuşma, sırlar avcılığına çıkma, mesajı birilerine kapalı kılma onu anlama ve yaşama mükellefiyetinden kaçma arzusundandır. Farklı bir ifadeyle “şifresiz konuşmak” mesajın herkes tarafından anlaşılması arzusuna dayanır. Zira vahiy, şifreli değildir ve dolayısıyla şifre çözücüye de ihtiyaç göstermez. Zaten açık sözün açık Resulü, kaş, göz işaretiyle dahi konuşmayı hoş görmezdi.
Bu yöntem ile varılan sonuçların mutlak doğruluğu kanaâti ise büsbütün hatadır. Keza gerçeklik tek değildir. Doğal ve kültürel olmak üzere farklı gerçekliklerin yanında inanç gerçekliği de dikkate alındığında; bunlar, matematiksel (cifrî çıkartımlar) olarak denetlenemezler. Kaldı ki bu anlamda yorumlama dahi mutlak değildir. Çünkü bilim insanın etkinliklerinden yalnızca biridir. Bu anlamda olmak üzere genel-geçer bilgi, doğruluğunda birleşilen bilgi değildir/olamaz. Bu kadar değişken ve kendi içeri-sinde tutarsızlıkları olan cefr ve ebcedin, bir söz sanatı ve harflerin rakamsal değerleriyle olmuş olaylara tarih düşürmede kullanılan bir yöntem olmasının öte-sinde ilâhî metinlerin yorumunda kullanılmaya kalkışılması bizatihi yorumlananın (Kurân) kendi kastına muhaliftir. Bu tavrın doğru okunuşu, Kurân'a uymayanların Kurân'ı kendilerine uydurmanın yolunu rakamlar ve harfler metafiziğinde aramalarıdır. Bu da esas itibariyle harf ve sayı gizemciliğidir. Cefr ve ebcedi, Kurân yorumunda bir yöntem olarak ele almak, apaçık, beyan edilmiş olan Kurân mesajının kapalı ve anlaşılmaz olarak kabulüdür aynı zamanda.
Kurân mesajını anlamaya yönelik olarak geliştirilen yorum yöntemleri neticede bir te'vildir ve esas itibariyle te'vil, istismara müsait bir karaktere sahiptir. Te'vil, ilâhî muradı anlama amacına yönelik olarak ortaya konulan bir çaba iken uçları açık bir yorumlama te'vil dahi değildir. Tarihte tenzil için savaşanların sonradan te'vil için savaştıkları da göz önüne alındığında durumun ehemmiyeti ortaya çıkar. Te'vilin en azından nerede, nasıl ve niçin olamayacağı; sınırlarının bilinmesi gerekir. Öncelikle bu kural, te'vil edilenin dil dışı müdahelelere maruz bırakılmamasıdır.
Kurân'ın açık ve anlaşılır bir Arapçayla vahyolunduğu kendisinin beyanı iken ve onun da korunulduğu dikkate alındığında, Kurân'ın zahirine rağmen bir te'vil kanaâtimizce ümmeti helake sürükleyen aşırı yorumdur dolayısıyla fâsiddir. Te'vil edilenin anlam bütünlüğüne muhalif yorumlara gitmemek önemli bir kuraldır. Kastı anlama çabası, kendi anladığını kelamın sahibine ve/veya muhatabına onaylatmaya dönüşmemeli; kısaca, te'vilin sağladığı imkanlar, te'vil edilenin söz ve anlam bütünlüğüne rağmen olmamalıdır. Hülâsa te'vil, dil, akıl ve nassların toplam anlam bütünlüğü ve zahiri yönü göz ardı edilmeden ictihadî bir etkinliktir. Bu özellikler dikkatten uzak tutulmamalı; Şii ve Tasavvuf geleneğinde olduğu gibi dil ve aklın çoğu kez devre dışı bırakılarak irfanî bir faaliyete dönüştürülmemelidir.[SUP][17][/SUP]
Kurân'daki hurûf-ı mukattaâ ile diğer bazı âyetlerin bâtınî manalarına ulaşma aracı olarak görülen cefr, özellikle İsmâilîyye ve İhvân-ı Safâ mensuplarınca bâtınî yorumların temel kaynağı haline getirilmiştir.[SUP][18][/SUP] Bâtınî yorumlar ilâhî metinlerin değerlendirmesinde ikilem meydana getirmiştir. Bâtınî yorum, esas itibariyle aşırı yorumun bir yansımasıdır. Bu, farklı aşırı yorumların meşruiyet gerekçesi ve sebebi de olmuştur. Kurân'da ebced ve cefre dair hiçbir bilgi; kelime olarak, yöntem olarak yoktur. Selefin Kurân tefsirini bu yöntemle yaptığına dair ebcedle uğraşanların dahi ittifakıyla bir bilgi yoktur. Farklı bir ifadeyle Kurân'da ne ebced vardır ne de bu yöntemin meşruiyetini mümkün kılacak bir tefsir yöntemi imkanı. Ancak süreç içerisinde Kurân'a ebced yöntemiyle bakanlar olmuştur. Kısaca İslâm'da cefrin meşruiyetine, ilâhî metinlerin yorumunda kullanılabileceğine dair hiçbir delil olmadığı halde, neredeyse cefrin özü olarak anılan gaybdan haber vermenin reddine dair birçok imanî prensipler vardır. Ancak gabya taş atma sapkınlığına İslâm kültür tarihinde malesef sıkça rastlamaktadır.Kaynaklar
[1] En'am, 6/50,59.
[2] Yunus, 10/20.
[3] A'raf, 7/188.
[4] Neml, 27/65.
[5] Cin, 72/26-27.
[6] Buhari, 2/990,8/3748,9/4352,4353,10/4657,16/7254,.. Metafiziği-yarın ne olacağını bildiğini sanıyorsa, şüphesiz Allah'a en büyük iftirayı atmış olur. Zira Allah Teâlâ: “De ki: Göklerde ve yerde gaybı Allah'tan başka kimse bilmez.” (Neml, 27/65) buyurmaktadır.87
[7] İbn Kesir, Tefsir, 11/6171; Buhari, 16/7254; Muslim, 2/ 646.
[8] “Ey Rasûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun.” (Maîde, 5/67); “Belki de sen (müşriklerin “Ona (gökten) bir hazine indirilseydi veya onunla beraber bir melek gelseydi!” demelerinden ötürü sana vahy olunan ayetlerin bir kısmını (duyurmayı) terk edeceksin ve bu yüzden ruhun daralacaktır. (iyi bil ki)sen ancak bir uyarıcısın. Allah ise her şeye vekildir (Hud, 11/12); “Rabbinin Kitab'ından sana vahyedileni oku. Onun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O'ndan başka bir sığınak da bulamazsın.” (Kehf, 18/27); Ayrıca bkz.: Çelebi, s. 188.
[9] Şemsüddin İbnî Kayyim el Cevziyye, Elmenâr'ül-Münif Fis-Sahih Ved-Daif, Terc.: Muzaffer Can, Cantaş, İstanbul 1992, s. 79-83.
[10] Muslim, iman, s. 646.
[11] M. Sait Şimşek, “Cifr Hesabı” mad., Şâmil İslâm Ansiklopedisi, Şâmil Yayınevi. İstanbul 1990, 307; el-Hüseyni, s. 51.
[12] İbn Kesir, Hadislerle Kur'ân'ı Kerim Tefsiri, Çev.: Dr. Bekir Karlığa, Dr. Bedrettin Çetiner, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1988, s. 2/146.
[13] Uzun, “Ebced” mad.; Kkz.: İbn Kesir, s. 2/146; el-Hüseyni, s. 39-80; Özellilke bu tür hadislere el-Kuleyni'nin Usul-u Kâfî'sinde rastlamak mümkündür.
[14] Şâmil İslâm Ansik., “Ebced” mad.
[15] Noyan Münib Engin, “Kur'ân Günlüğü”, Umran, İstanbul 2002, s:100, s. 77.
[16] Yurdagür, “Cefr” mad.
[17] İbrahim Sarmış, Tasavvuf ve İslâm, Ekin Yayınları, İstanbul 1997, s. 135.
İslâm inancı açısından gayb itikada dair bir konudur. Bunda, sınırları ihlâl edenler tarafından dahi ihtilaf yoktur. Ancak en çok ihlal edilen ve üzerinde tartışılan da yine gayb meselesi olmuştur. Allah, Kurân'da gaybı ancak kendisinin bildiğini haber vermekte, başkasının da bilmediğini/bilemeyeceğini tekrarla vurgulamaktadır.
Kurân'da gaybe dair apaçık âyetler vardır.[SUP][1][/SUP] Gayb konusunda Allah (cc) şöyle buyurmaktadır:
“De ki: Ben size, Allah'ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Ben gaybı da bilmem... Gaybın anahtarları Allah'ın yanındadır; onları O'ndan başkası bilmez...” [SUP][2][/SUP]
“Ona (Muhammed'e) Rabbinden bir mucize indirilse ya! De ki: Gayp ancak Allah'ın dır.” [SUP][3][/SUP]
“De ki:“Ben, Allah'ın dilediğinden başka kendime herhangi bir fayda veya zarar verecek güce sahip değilim. Eğer ben gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapmak isterdim ve bana hiçbir fenalık dokunmazdı. Ben sadece inanan bir kavim için bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim.” [SUP][4][/SUP]
“De ki:Göklerde ve yerde, Allah'tan başka kimse gaybı bilmez. Ve onlar ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.” [SUP][5][/SUP]
“O bütün görülmeyenleri bilir. Sırlarına kimseyi muttali kılmaz; Ancak, (bildirmeyi) dilediği peygamber bunun dışındadır. Çünkü O, bunun önünden ve ardından gözcüler salar.” [SUP][6][/SUP]
Peygamber (s)'den gaybe ve istikbale âid şeyleri bilmenin yalnız Allah'a mahsus olduğuna dair bir çok hadis rivayet edilmiştir.[SUP][7][/SUP] Hz Aişe (r) rivayetinde şöyle demiştir; Kim onun (Hz.Peygamberin) yarın ne olacağını bildiğini sanıyorsa, şüphesiz Allah'a en büyük iftirayı atmış olur. Zira Allah Teâlâ: “De ki: Göklerde ve yerde gaybı Allah'tan başka kimse bilmez.” (Neml, 27/65) buyurmaktadır.[SUP][8][/SUP]
Kurân'ı Kerim de gayb bilgisinin ulûhiyyet vasıflarından olduğu ve insanların bilgi edinme vasıtalarının dışında kaldığı, ancak Allah'ın bazı peygamberlerini dilediği bilgilere muttali kıldığı açıkça belirtilmiştir. Kurân'a göre gaybe ait haberlerin yegâne kaynağı vahiydir. Şîa mensuplarının, Hz. Peygamber'in kendisine gelen vahiylerin bir kısmını yalnız Hz. Ali'ye bildirdiğini, bu sebeple Ali'nin bilgilerinin de vahye dayandığını iddia etmeleri, Rasûlullah'ın nâzil olan vahiylerin tamamını bütün ümmete tebliğ ettiğini ifade eden Kurân âyetleriyle çelişir.[SUP][9][/SUP] Ayrıca bu iddialar, Hz. Âişe, Hz. Ali, ve İbn Abbas gibi sahâbîlerden nakledilen rivayetlere de aykırıdır. Keza hadis uydurucuların gaybe dair sözleri mevzuat sahipleri tarafından da Kurân'a muhalif oldukları gerekçesiyle ifşa edilerek reddedilmişlerdir.[SUP][10][/SUP]
Aişe (r) dedi; “Her kim Rasûlullah Allah'ın kitabından bir şey ketmetti diye zulmederse, Allah'a karşı büyük iftira etmiş olur. İşitmedin mi? Allah: “Ey Rasül! Sana Rabbinden her indirileni tebliğ et, etmezsen onun risaletini eda etmiş olmazsın.” (Maide, 5/67) buyuruyor.” [SUP][11][/SUP]
Allah hiç kimseye gaybdan haber verme hususunda bir ilim ve yetenek vermemiştir. Yalnız, bazı peygamberlere âhiret, melekler ve cinlerle ilgili bilgiler bahşetmiştir ki bunlar vahiy ile sabittir, inanmak gerekir. Araştırmacı ve titiz alimler “Cümmel Hesabı” diye isimlendirilen cifr hesabına şiddetle karşı çıkmışlardır. İbn Hacer el-Askâlanî, buna itimat etmenin caiz olmadığını söylemektedir. İbn Abbâs'ın da bu hesabı sihir cümlesinden saydığı nakledilmektedir. [SUP][12][/SUP] Bu konuda İbn Kesir ise tefsirinde ebced hesabı ile Hurûf-u Mukattaâ'aya çeşitli manalar vermek isteyenler hakkında genişçe izahat verdikten sonra şunları söyler:
“Bu harflerle vakitlerin bilindiği, olayların, fitne ve savaşların zamanlarının çıkarılacağını öne sürenler Kurân'da olmayan şeyler iddiâ etmekte ve uçulması gerekmeyen yerde uçmaya çalışmaktadırlar.” [SUP][13][/SUP]
“Ebcedle ilgili bazı hadislere de rastlanmakta, ancak İbn Teymiyye bunların başlıcalarını verip ravilerini tenkit ederek güvenilir olmadıklarını açıkça ortaya koymuş bulunmaktadır.” [SUP][14][/SUP]
“Bazen halk ararsında dolaşan ve Kurân'ı Kerim'in şifa ile ilgili ayetlerinin ebced hesabına göre rakamların yazılıp bunlarla yapılan muskalar bulunmaktadır ki, bu rakamların şifa vereceğine inanmak küfürdür. Bu gibi hususlar Hz. Peygamber'in sünnetinde olmadığı gibi ashab, tâbiin ve büyük imamların böyle bir şeye başvurmadıkları ilmen ve tarihen bilinen bir husustur.
Ebced hesabına dayanarak ortaya çıkan Hurûfilik, bu işi Kurân ile fal bakmaya kadar götürmüştür. Bir devlet kuruluşu olarak Di-yanet İşleri Başkanlığı'nın, devletin dinî anlayışını yansıtmak üzere 1960'larda yayımlanan “Allah Bizimle” adlı bir kitapçıkta ebced hesabı ile Hz. Peygamber (s) ile ilgili olan bir âyetten hareketle 27 Mayıs 1960 askeri darbesine tarih düşürmeye çalışılmıştır. Oysa bu hesaplar, bir israiliyat uydurması olup İslâm ile hiç bir ilgisi bulunmamaktadır. Bunu İslâm tarihinde ilk kez Yahudiler yapmışlardır.” [SUP][15][/SUP]
“Şu son günlerde matematik oyunlarıyla akılları çelerek “gayb” üzerine ahkâm kesen ahir zaman kâhini kılıklı münâfıkları Müslümanların günde-mine taşımaktan utanmayanlar, acaba neden “gayb”ın belkide en önemli konusuna, yani Alemlerin Rabbi Yüce Allah'ın (c) kulları için öngördüğü hayat tarzına sıkı sıkıya bağlı kalınmadığı takdirde tecellî edecek “nihaî yargı”nın korkunç sonuçlarına dikkat çekmeye aynı önemi vermezler? Bu dünyada karşılaşacakları maddî/somut tehlikelerden yalnızca biri, belki de en hafifî olan, birileri tarafından “mürtecî” (!) olarak damgalanma korkusundan mı?” [SUP][16][/SUP]
Apaçık (beyan edilmiş/Kitab-ı Mübin) Kurân, Allah'ın, insan ile anlayacağı dilde konuşması iken; şifreli konuşma, sırlar avcılığına çıkma, mesajı birilerine kapalı kılma onu anlama ve yaşama mükellefiyetinden kaçma arzusundandır. Farklı bir ifadeyle “şifresiz konuşmak” mesajın herkes tarafından anlaşılması arzusuna dayanır. Zira vahiy, şifreli değildir ve dolayısıyla şifre çözücüye de ihtiyaç göstermez. Zaten açık sözün açık Resulü, kaş, göz işaretiyle dahi konuşmayı hoş görmezdi.
Bu yöntem ile varılan sonuçların mutlak doğruluğu kanaâti ise büsbütün hatadır. Keza gerçeklik tek değildir. Doğal ve kültürel olmak üzere farklı gerçekliklerin yanında inanç gerçekliği de dikkate alındığında; bunlar, matematiksel (cifrî çıkartımlar) olarak denetlenemezler. Kaldı ki bu anlamda yorumlama dahi mutlak değildir. Çünkü bilim insanın etkinliklerinden yalnızca biridir. Bu anlamda olmak üzere genel-geçer bilgi, doğruluğunda birleşilen bilgi değildir/olamaz. Bu kadar değişken ve kendi içeri-sinde tutarsızlıkları olan cefr ve ebcedin, bir söz sanatı ve harflerin rakamsal değerleriyle olmuş olaylara tarih düşürmede kullanılan bir yöntem olmasının öte-sinde ilâhî metinlerin yorumunda kullanılmaya kalkışılması bizatihi yorumlananın (Kurân) kendi kastına muhaliftir. Bu tavrın doğru okunuşu, Kurân'a uymayanların Kurân'ı kendilerine uydurmanın yolunu rakamlar ve harfler metafiziğinde aramalarıdır. Bu da esas itibariyle harf ve sayı gizemciliğidir. Cefr ve ebcedi, Kurân yorumunda bir yöntem olarak ele almak, apaçık, beyan edilmiş olan Kurân mesajının kapalı ve anlaşılmaz olarak kabulüdür aynı zamanda.
Kurân mesajını anlamaya yönelik olarak geliştirilen yorum yöntemleri neticede bir te'vildir ve esas itibariyle te'vil, istismara müsait bir karaktere sahiptir. Te'vil, ilâhî muradı anlama amacına yönelik olarak ortaya konulan bir çaba iken uçları açık bir yorumlama te'vil dahi değildir. Tarihte tenzil için savaşanların sonradan te'vil için savaştıkları da göz önüne alındığında durumun ehemmiyeti ortaya çıkar. Te'vilin en azından nerede, nasıl ve niçin olamayacağı; sınırlarının bilinmesi gerekir. Öncelikle bu kural, te'vil edilenin dil dışı müdahelelere maruz bırakılmamasıdır.
Kurân'ın açık ve anlaşılır bir Arapçayla vahyolunduğu kendisinin beyanı iken ve onun da korunulduğu dikkate alındığında, Kurân'ın zahirine rağmen bir te'vil kanaâtimizce ümmeti helake sürükleyen aşırı yorumdur dolayısıyla fâsiddir. Te'vil edilenin anlam bütünlüğüne muhalif yorumlara gitmemek önemli bir kuraldır. Kastı anlama çabası, kendi anladığını kelamın sahibine ve/veya muhatabına onaylatmaya dönüşmemeli; kısaca, te'vilin sağladığı imkanlar, te'vil edilenin söz ve anlam bütünlüğüne rağmen olmamalıdır. Hülâsa te'vil, dil, akıl ve nassların toplam anlam bütünlüğü ve zahiri yönü göz ardı edilmeden ictihadî bir etkinliktir. Bu özellikler dikkatten uzak tutulmamalı; Şii ve Tasavvuf geleneğinde olduğu gibi dil ve aklın çoğu kez devre dışı bırakılarak irfanî bir faaliyete dönüştürülmemelidir.[SUP][17][/SUP]
Kurân'daki hurûf-ı mukattaâ ile diğer bazı âyetlerin bâtınî manalarına ulaşma aracı olarak görülen cefr, özellikle İsmâilîyye ve İhvân-ı Safâ mensuplarınca bâtınî yorumların temel kaynağı haline getirilmiştir.[SUP][18][/SUP] Bâtınî yorumlar ilâhî metinlerin değerlendirmesinde ikilem meydana getirmiştir. Bâtınî yorum, esas itibariyle aşırı yorumun bir yansımasıdır. Bu, farklı aşırı yorumların meşruiyet gerekçesi ve sebebi de olmuştur. Kurân'da ebced ve cefre dair hiçbir bilgi; kelime olarak, yöntem olarak yoktur. Selefin Kurân tefsirini bu yöntemle yaptığına dair ebcedle uğraşanların dahi ittifakıyla bir bilgi yoktur. Farklı bir ifadeyle Kurân'da ne ebced vardır ne de bu yöntemin meşruiyetini mümkün kılacak bir tefsir yöntemi imkanı. Ancak süreç içerisinde Kurân'a ebced yöntemiyle bakanlar olmuştur. Kısaca İslâm'da cefrin meşruiyetine, ilâhî metinlerin yorumunda kullanılabileceğine dair hiçbir delil olmadığı halde, neredeyse cefrin özü olarak anılan gaybdan haber vermenin reddine dair birçok imanî prensipler vardır. Ancak gabya taş atma sapkınlığına İslâm kültür tarihinde malesef sıkça rastlamaktadır.Kaynaklar
[1] En'am, 6/50,59.
[2] Yunus, 10/20.
[3] A'raf, 7/188.
[4] Neml, 27/65.
[5] Cin, 72/26-27.
[6] Buhari, 2/990,8/3748,9/4352,4353,10/4657,16/7254,.. Metafiziği-yarın ne olacağını bildiğini sanıyorsa, şüphesiz Allah'a en büyük iftirayı atmış olur. Zira Allah Teâlâ: “De ki: Göklerde ve yerde gaybı Allah'tan başka kimse bilmez.” (Neml, 27/65) buyurmaktadır.87
[7] İbn Kesir, Tefsir, 11/6171; Buhari, 16/7254; Muslim, 2/ 646.
[8] “Ey Rasûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun.” (Maîde, 5/67); “Belki de sen (müşriklerin “Ona (gökten) bir hazine indirilseydi veya onunla beraber bir melek gelseydi!” demelerinden ötürü sana vahy olunan ayetlerin bir kısmını (duyurmayı) terk edeceksin ve bu yüzden ruhun daralacaktır. (iyi bil ki)sen ancak bir uyarıcısın. Allah ise her şeye vekildir (Hud, 11/12); “Rabbinin Kitab'ından sana vahyedileni oku. Onun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O'ndan başka bir sığınak da bulamazsın.” (Kehf, 18/27); Ayrıca bkz.: Çelebi, s. 188.
[9] Şemsüddin İbnî Kayyim el Cevziyye, Elmenâr'ül-Münif Fis-Sahih Ved-Daif, Terc.: Muzaffer Can, Cantaş, İstanbul 1992, s. 79-83.
[10] Muslim, iman, s. 646.
[11] M. Sait Şimşek, “Cifr Hesabı” mad., Şâmil İslâm Ansiklopedisi, Şâmil Yayınevi. İstanbul 1990, 307; el-Hüseyni, s. 51.
[12] İbn Kesir, Hadislerle Kur'ân'ı Kerim Tefsiri, Çev.: Dr. Bekir Karlığa, Dr. Bedrettin Çetiner, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1988, s. 2/146.
[13] Uzun, “Ebced” mad.; Kkz.: İbn Kesir, s. 2/146; el-Hüseyni, s. 39-80; Özellilke bu tür hadislere el-Kuleyni'nin Usul-u Kâfî'sinde rastlamak mümkündür.
[14] Şâmil İslâm Ansik., “Ebced” mad.
[15] Noyan Münib Engin, “Kur'ân Günlüğü”, Umran, İstanbul 2002, s:100, s. 77.
[16] Yurdagür, “Cefr” mad.
[17] İbrahim Sarmış, Tasavvuf ve İslâm, Ekin Yayınları, İstanbul 1997, s. 135.