11- Birkaç Biçare Gençlere Verilen Bir Tenbih Bir Ders Bir İhtarnamedir

HASAN CAN

Active member
KONU BAŞLANGICI--> http://www.rasulehasret.com/kastamo...sakirtleri-tarafindan-edilen-suale-cevap.html


gönderiyoruz; ta ki Risale-i Nur'un genç şakirtlerinin gittikleri istikamet ve iffet ve ittiba-ı sünnet-i seniye, gençlik noktasında ne kadar kıymettar bulunduğunu ve hakikî ve zevkli gençlik ise o tarzdaki bahtiyarların gençlikleri olduğunu bir kat daha ispat edip, hakikî genç Türkler kimler olduğunu göstersin.
Umum kardeşlerimize ve hemşirelerimize selam ve dua ederiz. Ve mübarek dualarını bu mübarek Ramazan-ı Şerifte ve bire bin kazancı kazandıran eyyam ve leyâli-i mübarekede rica ediyoruz.
b126.gif

Kardeşiniz
Said Nursî
• • •
BİRKAÇ BIÇARE GENÇLERE VERİLEN BİR TENBİH, BİR DERS, BİR İHTARNAMEDİR.
[Bu defadan evvelce size gönderilen gençler ikaznamesinin bir tetimmesi]
Birgün yanıma parlak birkaç genç geldiler. Hayat ve gençlik ve hevesat cihetinden gelen tehlikelerden sakınmak için tesirli bir ihtar almak istediler. Ben de, eskiden Risale-i Nurdan medet isteyen gençlere dediğim gibi, onlara dedim ki:
Sizdeki gençlik katiyen gidecek. Eğer siz daire-i meşruada kalmazsanız, o gençlik zayi olup başınıza hem dünyada, hem kabirde, hem ahirette kendi leuetinden çok ziyade belalar ve elemler getirecek. Eğer terbiye-i İslamiye ile, o gençlik nimetine karşı birşükür olarak, iffet ve namusluluk ve taatte sarf etseniz, o gençlik manen baki kalacak ve ebedi bir gençlik kazanmasına sebep olacak.
Hayat ise, eğer İmân olmazsa veyahut isyan ile o İmân tesir etmezse, hayat zahiri ve kısacık bir zevk ve lezzetle beraber, binler derece o zevk ve leızetten ziyade elemler, hüzünler, kederler verir. Çünkü insanda akıl ve fikir olduğu için, hayvanın aksine olarak hazır zamanla beraber geçmiş ve gelecek zamanlarla da fıtraten alakadardır. O zamanlardan dahi hem elem, hem lezzet alabilir. Hayvan ise, fikri olmadığı için, hazır lezzetini, geçmişten gelen hüzünler ve gelecekten gelen korkular, endişeler bozmuyor.​
 

HASAN CAN

Active member
İnsan ise, eğer dalalet ve gaflete düşmüş ise, hazır lezzetine geçmişten gelen hüzünler ve gelecekten gelen endişeler o cüz'i lezzeti cidden acılaştırıyor, bozuyor; hususan gayr-i meşru ise bütün bütün zehirli bir bal hükmündedir. Demek hayvandan yüz derece, lezzet-i hayat noktasında, aşağı düşer. Belki ehl-i dalaletin ve gafletin hayatı, belki vücudu, belki kainatı, bulunduğu gündür. Bütün geçmiş zaman ve kainatlar, onun dalaleti noktasında madumdur, ölmüştür; akıl alakadarlığıyla ona zulmetler, karanlıklar veriyor. Gelecek zamanlar ise, itikadsızlığı cihetiyle yine madumdur ve ademle hasıl olan ebedi firaklar, mütemadiyen onun fikir yoluyla hayatına zulmetler veriyorlar.
Eğer İmân hayata hayat olsa, o vakit hem geçmiş, hem gelecek zamanlar, imanın nuruyla ışıklanır ve vücud bulur; zaman-ı hazır gibi, ruh ve kalbine, İmân noktasında ulvi ve manevi ezvakı ve envar-ı vücudiyeyi veriyor. Bu hakikatin, İhtiyar Risalesinde, Yedinci Ricada izahı var; ona bakmalısınız.
İşte hayat böyledir... Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı İmân ile hayatlandırınız ve feraizle zinetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz.
Hergün ve her yerde ve her vakit vefiyatların gösterdikleri dehşetli hakikat-i mevt ise; size, başka gençlere söylediğim gibi, bir temsil ile beyan ediyorum.
Mesela, burada gözünüz önünde bir darağacı dikilmiş. Onun yanında bir piyango-fakat pek büyük bir ikramiye biletleri veren-dairesi var. Biz buradaki on kişi alaküllihal, ister istemez, hiç başka çare yok, oraya davet edileceğiz; bizi çağıracaklar. Ve çağırma zamanı gizli olmasından, her dakika ya, "Gel, idam biletini al, darağacına çık," veyahut "Gel, milyonlar altın kazandıran bir ikramiye bileti sana çıkmış, gel, al" demelerini beklerken, birden kapıya iki adam geldi. Biri, yarı çıplak güzel ve aldatıcı bir kadın; elinde zahiren gayet tatlı, fakat zehirli bir helva getirip yedirmek istiyor. Diğer biri de, aldatmaz ve aldanmaz ciddi bir adam, o kadının arkasından girdi.
Dedi ki:
"Size bir tılsım, bir ders getirdim. Bunu okusanız, o helvayı yemezseniz, o darağacından kurtulursunuz. Bu tılsım ile, o emsalsiz ikramiye biletinizi alırsınız. İşte bakınız; bu darağacında zaten gözünüzle görüyorsunuz ki, bal yiyenler oraya giriyor ve oraya girinceye kadar da o helvanın zehirinden dehşetli kann sancısı çekiyorlar. Ve o büyük ikramiye biletini alanlar, çendan görünmüyorlar ve zahiren onlar da o darağacına çıkıyorlar; fakat, onlar asılmadıklarını, belki oradan kolayca ikramiye dairesine girmek için basamak yaptıklarını milyonlar, milyarlar şahitler var; haber veriyorlar. İşte pencerelerden bakınız; en büyük memurlar ve bu işle alakadar büyük zatlar, yüksek sesle ilan ediyorlar, haber veriyorlar ki, o darağacına gidenleri aynelyakin gözünüzle gördüğünüz gibi, bu ikramiye biletini tılsımcılar aldıklarını hiç şek ve şüphe getirmez; görür gibi, gündüz gibi kati biliniz" dedi.​
 

HASAN CAN

Active member
İşte bu temsil gibi, zehirli bir bal hükmünde olan gayr-i meşru dairedeki gençliğin sefahetkarane zevkleri, hazine-i ebediyenin ve saadet-i sermediyenin bileti ve vesikası olan imanı kaybettiği için, darağacı hükmünde olan ölüm ve ebedi zulümat kapısı olan kabrin musibetine aynen zahiren göründüğü gibi düşer. Ve ecel gizli olduğu için genç, ihtiyar fark etmeyerek, her vakit ecel celladı başını kesmek için gelebilir.
Eğer o zehirli bal hükmünde olan hevesat-ı gayr-i meşruayı terk edip, tılstm-ı Kurani olan İmân ve feraizi elde etmekle ve fevkalade mukadderat-ı beşer piyangosundan çıkan saadet-i ebediye hazinesi biletini alacağına, yüz yirmi dört bin enbiya aleyhimüsselam ile beraber had ve hesaba gelmeyen ehl-i velayet ve ehl-i hakikat müttefıkan haber veriyorlar ve asarını gösteriyorlar.
Elhasıl, gençlik gidecek... Sefahette gitmiş ise, hem dünyada, hem ahirette binler bela ve elemler netice verdiğini ve öyle gençler ekseriyetle su-i istimal ile, israfat ile gelen evhamlı hastalıkla hastahanelere ve taşkınlıklarıyla hapishanelere veya sefalethanelere ve manevi elemlerden gelen sıkıntılarla meyhanelere düşeceklerini anlamak isterseniz, hastahanelerden ve hapishanelerden ve kabristanlardan sorunuz. Elbette hastahanelerin ekseriyetle lisan-ı halinden, gençlik saikasıyla israfat ve su-i istimalden gelen hastalıktan eninler, eyvahlar cevabını işittiğiniz gibi; hapishanelerden, ekseriyetle gençlik saikasıyla gayr-i meşru dairedeki harekatın tokatlarını yiyen bedbaht gençlerin teessüfatını işiteceksiniz. Ve kabristanda mütemadiyen oraya girenler için kapılan açılıp kapanan o alem-i berzahta, ehl-i keşfel- kuburun müşahedesiyle ve bütün ehl-i hakikatin tasdikıyla ve şehadetiyle, ekser azapların, gençlik su-i istimalatının neticesi olduğunu bileceksiniz.
Hem, nev-i insanın ekseriyetini teşkil eden ihtiyarlardan ve hastalardan sorunuz; elbette, ekseriyet-i mutlaka ile esefler, hasretlerle, "Eyvah, gençliğimizi bad-i heva, belki zararlı zayi ettik; sakın bizim gibi yapmayınız!" diyecekler. Çünkü, beş on senelik gençliğin gayr-i meşru zevki için, dünyada çok seneler gam ve keder, berzahta azap ve zarar ve ahirette Cehennem ve sakar belasını çeken adam, en acınacak bir halde olduğu halde, hiç acınmaya müstehak olamaz. Çünkü, zarara rızasıyla girene merhamet edilmez ve layık değildir.
Cenab-ı Hak bizi ve sizi, bu zamanın cazibedar fitnesinden kurtarsın ve muhafaza eylesin, amin.
• • •
Aziz, sıddık Risale-i Nur şakirtleri kardeşlerim,
Risale-i Nur şakirtlerinin zayıf kısımlarına zarar veren, hatıra gelmeyen, ihtiyar bir zat tarafından bir itiraz münasebetiyle ve o gibi itirazların esasını kesecek bir hakikati beyan etmeye mecbur oldum. Evvelce birisine dediğim gibi bunu tekrar ediyorum.​
 

HASAN CAN

Active member
Hem mucib-i taaccüp, hem medar-ı teessüftür ki, ehl-i hakikat, ittifaktaki fevkalade kuvveti zayi ettikleri ve ziya' ile mağlûp oldukları halde, ehl-i nifak ve dalâlet, meşrebine zıt olduğu halde ittifaktaki ehemmiyetli kuvveti elde etmek için ittifak ediyorlar. Yüzde on iken, doksan ehl-i hakikati mağlûp ediyorlar. Ve en ziyade medar-ı taaccüp ve medâr-ı hayret şudur ki:
En ziyade muavenet ve teşvik beklediğimiz ve onlar da, o yardıma İslamiyetçe ve meslekçe ve vazife-i diniyece mükellef oldukları bize yardımı yapmayıp, bilâkis, yanlış anlamasına binaen, Risale-i Nur'un hizmetine fütur verecek bir tarzda, mevki-i içtimaiyelerinin ehemmiyetine istinaden itiraz etmişler. Bir hakikate dair beyanata itiraz etmişler.
Ben bilmiyorum, hangi meseledir, hangi ayete dairdir. Olsa olsa, gayet mahrem kısmından olan Birinci Şua namında, İşârât-ı Kur'aniyeden bir meseleye dair olacaktır. Bu aciz kardeşiniz, hem o eski dost zâta, hem ehl-i dikkate ve sizlere beyan ediyorum ki: Kur'an-ı Mucizü'l-Beyânın feyziyle, Yeni Said, hakaik-i imaniyeye dair o derece mantıkça ve hakikatçe bürhanlar zikrediyor ki, değil Müslüman uleması, belki en muannid Avrupa filozoflarını da teslime mecbur ediyor ve etmektedir.
Amma, Risale-i Nur'un kıymet ve ehemmiyetine işari ve remzî bir tarzda, Hazret-i Ali (r.a.) ve Gavs-ı Âzamın (k.s.) ihbârâtı nev'inden, Kur'an-ı Mucizü'l-Beyânın dahi bu zamanda bir mucize-i manevisi olan Risale-i Nur'a nazar-ı dikkati celb etmesine mana-yı işârî tabakasından rumuz ve imaları, i'câzının şe'nindendir ve o lisan-ı gaybın, belagat-ı mucizekârânesinin muktezasıdır.
Evet, Eskişehir Hapishanesinde, dehşetli bir zamanda ve kudsi bir teselliye pek çok muhtaç olduğumuz hengâmda, manevi bir ihtarla, "Risale-i Nur'un makbuliyetine dâir eski evliyalardan şahit getiriyorsun. Halbuki
b593.gif
62. sırrıyla en ziyade bu meselede söz sahibi Kur'andır. Acaba, Risale-i Nur'u, Kur'an kabul eder mi? Ona ne nazarla bakıyor?" denildi. O acip sual karşısında bulundum.
Ben de Kur'an'dan istimdat eyledim. Birden, otuz üç ayetin mana-yı sarîhinin teferruatı nev'indeki tabakattan, mana-yı işârî tabakasında ve o mana-yı işârî külliyetinde dahil bir ferdi Risale-i Nur olduğunu ve duhulüne, medâr-ı imtiyazına bir kuvvetli karine bulunmasını, bir saat zarfında hissettim ve bir kısmı, bir derece izah ve bir kısmı mücmelen gördüm. Kanaatimde hiçbir şek ve şüphe ve vehim ve vesvese kalmadı. Ben de, ehl-i imanın imanını, Risale-i Nur'la muhafaza niyetiyle o kat'î kanaatimi yazdım ve has kardeşlerime mahrem tutulmak şartıyla verdim.
"Yaş ve kuru ne varsa ap açık bir kitapta yazılmıştır." En'âm Sûresi: 6:5.​
 

HASAN CAN

Active member
Ve o risalede, biz demiyoruz ki, "ayetin mana-yı sarîhi budur;" ta hocalar "Fihi nazarun" desin.
Hem dememişiz ki, "Mânâ-yı işârînin külliyeti budur." Belki diyoruz ki, mana-yı sarîhinin tahtında müteaddit tabakalar var; bir tabakası da, mana-yı işârî ve remzîdir. Ve o mana-yı işârî de, bir küllîdir; her asırda cüz'iyatları var. Risale-i Nur dahi bu asırda o mana-yı işârî tabakasının külliyetinden bir ferttir. Ve o ferdin kasten bir medar-ı nazar olduğuna ve ehemmiyetli bir vazife göreceğine, eskiden beri ulema beyninde câri bir düstur-u cifrî ve riyaziyle karineler, belki hüccetler gösterilmişken, Kur'an'ın ayetine veya sarahatine değil incitmek, belki i'câz ve belağatine hizmet ediyor. Bu nevi işârât-ı gaybiyeye itiraz edilmez. Ehl-i hakikatın, nihayetsiz işârât-ı Kur'aniyeden had ve hesaba gelmeyen istihracatlarını inkâr edemeyen, bunu da inkâr etmemeli ve edemez.
Amma, benim gibi ehemmiyetsiz bir adamın elinde böyle ehemmiyetli bir eserin zuhur etmesini istiğrab ve istib'ad edip itiraz eden zat, eğer buğday tanesi kadar çam çekirdeğinden dağ gibi çam ağacını halk eylemek azamet ve kudret-i İlahiyeye delil olduğunu düşünse, elbette bizim gibi acz-i mutlak, fakr-ı mutlakta ve böyle ihtiyac-ı şedit zamanında böyle bir eserin zuhuru, "vüs'at-i rahmet-i İlahiyeye delildir" demeye mecbur olur.
Ben, sizi ve muterizleri Risale-i Nur'un şeref ve haysiyetiyle temin ediyorum ki, bu işaretler ve evliyanın imalı haberleri, remizleri beni daima şükre ve hamde ve kusurlarımdan istiğfara sevk etmiş. Hiçbir vakitte, hiçbir dakika, nefs-i emmareme medar-ı fahir ve gurur olacak bir enaniyet ve benlik vermediğini, size bu yirmi sene hayatımın göz önünde tereşşuhatıyla ispat ediyorum.
Evet, bu hakikatle berebar, insan kusurlardan, nisyandan, sehivden hâli değil. Benim bilmediğim çok kusurlarım var. Belki de fikrim karışmış, risalelerde hatalar da olmuş. Fakat, Kur'an'ın hurufât-ı kudsiyesinin yerine, beşerin tercümesini ikame perdesi altında, noksan huruflarla, yeni hat altında, tahrifkârâne, ehl-i dalâletin tevilât-ı fâsideleri âyâtın sarâhatini incitmelerine bakmıyor gibi; biçare, mazlum bir adamın, kardeşlerinin imanını kuvvetleştirmek için, bir nükte-i i'câziyeyi beyan ettiği için, hizmet-i imaniyesine fütur verecek derecede itiraz, elbette değil öyle zatlar, belki zerre miktarı insafı bulunan itiraz edemez.
Benim şahsım için mucib-i hayrettir ki, o itiraz eden zat, benim silsile-i ilimde en mühim üstadım olan Şeyh Fehim'in (k.s.) tilmizi ve en ziyade merbut olduğum İmam-ı Rabbânî (r.a.)'ın bir talebesi olduğu halde, herkesten ziyade kusurlarıma, eski karışık hayatlarıma, taşkınlıklarıma bakmayarak bütün kuvvetiyle imdadıma koşmak lazım iken, maatteessüf, ondan tereşşuh eden bir itiraz, bazı zayıf arkadaşlarımıza fütur ve ehl-i dalâlete bir senet hükmüne geçtiğini çok teessüfle işittik. O ihtiyar zattan, çabuk bu su-i tefehhümü izale etmek için tamire çalışmasını, hem duasıyla, hem tesirli nasihatiyle yardımını bekleriz.
Bunu da ilâveten beyan ediyorum:​
 

HASAN CAN

Active member
Bu zamanda, gayet kuvvetli ve hakikatli milyonlar fedakarları bulunan meşrepler, meslekler bu dehşetli dalâlet hücumuna karşı zahiren mağlubiyete düştükleri halde, benim gibi yarım ümmî ve kimsesiz, mütemadiyen tarassut altında, karakol karşısında ve müthiş, müteaddit cihetlerle aleyhimde propagandalar ve herkesi benden tenfir etmek vaziyetinde bulunan bir adam, elbette dalâlete karşı galibane mukavemet eden ve milyonlar efradı bulunan mesleklerden daha ileri, daha kuvvetli dayanan Risale-i Nur'a sahip değildir. O eser, onun hüneri olamaz ve onunla iftihar edemez. Belki, doğrudan doğruya Kur'an-ı Hakimin bu zamanda bir mucize-i maneviyesi, rahmet-i ilâhiye tarafından ihsan edilmiştir. O adam, binler arkadaşıyla beraber o hediye-i Kur'aniyeye el atmışlar. Her nasılsa birinci tercümanlık vazifesi ona düşmüş. Onun fikri ve ilmi ve zekâsının eseri olmadığına delil, Risale-i Nur'un öyle parçaları var ki, bazı altı saatte, bazı iki saatte, bazı bir saatte, bazı on dakikada yazılan risaleler var. Ben yeminle temin ediyorum ki, Eski Said'in kuvve-i hafızası beraber olmak şartıyla, o on dakikalık işi, on saatte fikrimle yapamıyorum. O bir saatlik risaleyi, iki gün istidadımla, zihnimle yapamıyorum. Ve o altı saatlik risale olan Otuzuncu Sözü, ne ben, ne de en müdakkik dindar filozoflar, altı günde o tahkikatı yapamaz. Ve hâkezâ...
Demek, biz müflis olduğumuz halde, gayet zengin bir mücevherat dükkânının dellalı ve birer hizmetçisi olmuşuz. Cenab-ı Hak, fazl ve keremiyle, bu hizmette halisane, muhlisâne bizi ve umum Risale-i Nur şakirtlerini daim muvaffak eylesin. Amin.
Said Nursî
• • •​
 
Üst Alt