13- Hakiki Bütün Elem Dalâlette Bütün Lezzet İmandadır

HASAN CAN

Active member
Hakiki Bütün Elem Dalalette, Bütün Lezzet İmandadır
Hayal libasını giymiş muazzam bir hakikat

Ey yoldaş-ı hüşdar! Sırat-ı müstakimin o meslek-i nurani, mağdub ve dallinin o tarik-ı zulmani, tam farklarını görmek eğer istersen ey aziz!
Gel, vehmini ele al, hayal üstüne de bin; şimdi seninle gideriz zulümat-ı ademe. O mezar-ı ekberi, o şehr-i püremvatı bir ziyaret ederiz.
Bir Kadir-i Ezeli, kendi dest-i kudretle bu zulümat-ı kıtadan bizi tuttu çıkardı, bu vücuda bindirdi şu dünyaya, şu şehr-i bilezaiz.
İşte şimdi biz geldik şu alem-i vücuda, o sahra-i haile. Gözümüz de açıldı, şeş cihette biz baktık. Evvel istitafkarane önümüze bakarız.
Lakin beliyyeler, elemler önümüzde düşmanlar gibi tehacüm eder. Ondan korktuk, çekindik. Sağa sola, anasır-ı tabayie bakarız, ondan medet bekleriz.
Lakin biz görüyoruz ki, onların kalbleri kasiyye, merhametsiz. Dişlerini bilerler, hiddetli de bakarlar; ne naz dinler, ne niyaz!
Muztar adamlar gibi meyusane, nazan yukanya kaldırdık. Hem istimdatkarane ecram-ı ulviyeye bakarız; pek dehşetli tehditkar da görürüz.
Güya birer gülle bomba olmuşlar; yuvalardan çıkmışlar, hem etraf-ı fezada pek süratli geçerler, her nasılsa ki onlar birbirine dokunmaz.
Gel birisi yolunu kazara bir şaşırtsa, el-iyazübillah, şu alem-i şehadet ödü de patlayacak. Tesadüfe bağlıdır; bundan dahi hayır gelmez.
Meyusane nazarı o cihetten çevirdik, elim hayrete düştük. Başımız da eğildi, sinemizde saklandık, nefsimize bakarız; mütalaa ederiz.
İşte işitiyoruz; zavallı nefsimizden binlerle hacetlerin sayhalan geliyor, binlerle fakatlerin eninleri çıkıyor. Teselliyi beklerken tevahhuş ediyoruz.
Ondan da hayır gelmedi. Pek ilticakarane vicdanımıza girdik; içine bakıyoruz, bir çareyi bekleriz. Eyvah! Yine bulmayız; biz medet vermeliyiz.
Zira onda görünür binlerle emelleri, galeyanlı arzular, heyecanlı hissiyat, kainata uzanmış. Herbirinden titreriz, hiç yardım edemeyiz.
O amal, sıkışmışlar vücud-u adem içinde; bir tarafı ezele, bir tarafı ebede uzanıp gidiyorlar. Öyle vüsatleri var; ger dünyayı yutarsa o vicdan da tok olmaz.
İşte, bu elim yolda nereye bir baş vurduk, onda bir bela bulduk. Zira mağdub ve dallin yolları böyle olur. Tesadüf ve dalalet, o yolda nazarendaz.
 

HASAN CAN

Active member
O nazarı biz taktık, bu hale böyle düştük. Şimdi dahi halimiz ki, mebde ve meadı, hem Sani ve hem haşri muvakkat unutmuşuz.
Cehennemden beterdir, ondan daha muhriktir; ruhumuzu eziyor. Zira o şeş cihetten ki onlara baş vurduk; öyle halet almışız.
Ki, yapılmış o halet hem havf ile dehşetten, hem acz ile raşetten, hem kalak ve vahşetten, hem yütm ve hem yeisten mürekkeb vicdansuz.
Şimdi her cihete mukabil bir cepheyi alırız, define çalışırız. Evvel kudretimize müracaat ederiz; vaesefa görürüz ki, acize zaife. Saniyen, nefiste olan hacatın susmasına teveccüh ediyoruz; vaesefa, durmayıp bağırırlar görürüz.
Salisen, istimdatkarane, bir halaskarı için bağırır, çağırırız; ne kimse işitiyor, ne cevabı veriyor. Biz de zannediyoruz,
Herbir şey bize düşman, herbir şey bizden garip. Hiçbir şey kalbimize bir teselli vermiyor; hiç emniyet bahşetmez, hakiki zevki vermez.
Rabian, biz ecram-ı ulviyeye baktıkça, onlar nazara verir bir havf ile dehşeti. Hem vicdanın müzici bir tevahhuş geliyor: Akılsız, evhamsız!
İşte ey birader! Bu dalaletin yolu, mahiyeti şöyledir. Küfürdeki zulmeti, bu yolda tamam gördük. Şimdi de gel kardeşim, o ademe döneriz.
Tekrar yine geliriz. Bu kere tarikımız sırat-ı müstakimdir, hem imanın yoludur. Delil ve imamımız, inayet ve Kurandır: Şehbaz-ı edvarpervaz.
İşte Sultan-ı Ezelin rahmet ve inayeti, vakta bizi istedi, kudret bizi çıkardı, lütfen bizi bindirdi kanun-u meşiete: Etvar üstünde perdaz.
Şimdi bizi getirdi, şefkat ile giydirdi şu hilat-ı vücudu; emanet rütbesini bize tevcih eyledi. Nişanı, niyaz ve namaz.
Şu edvar ve etvarın, bu uzun yolumuzda birer menzil-i nazdır. Yolumuzda teshilat içindir ki, kaderden bir emirname vermiş, sahifede cephemiz.
Her nereye geliriz, herhangi taifeye misafir oluyoruz; pek uhuvvetkarane istikbal görüyoruz. Malımızdan veririz, mallarından alınz.
Ticaret muhabbeti, onlar bizi beslerler, hediyelerle süslerler, hem de teşyi ederler. Gele gele, işte geldik dünya kapısındayız; işitiyoruz avaz.
Bak girdik şu zemine; ayağımızı bastık şehadet alemine: Şehrayin-i Rahman, gürültühane-i insan. Hiçbir şey bilmeyiz. Delil ve imamımız,
Meşiet-i Rahmandır vekil-i delilimiz, nazenin gözlerimiz. Gözlerimizi açtık, dünya içine saldık. Hatırına gelir mi evvelki gelişimiz?
Garip, yetim olmuştuk; düşmanlanmız çoktu; bilmezdik hamimizi. Şimdi nur-u imanla o düşmanlara karşı bir rükn-ü metinimiz.​
 

HASAN CAN

Active member
İstinadi noktamız, hem himayetkanmız, def eder düşmanları. O iman-ı billahtır ki, ziya-i ruhumuz, hem nur-u hayatımız, hem de ruh-u ruhumuz.
İşte kalbimiz rahat, düşmanlara aldırmaz, belki düşman tanımaz. Evvelki yolumuzda, vakta vicdana girdik, işittik ondan binlerle feryad ü fizar ve avaz.
Ondan belaya düştük. Zira amal, arzular, istidat ve hissiyat daim ebedi ister. Onun yolunu bilmezdik. Bizden yol bilmemezlik, onda fızar ve niyaz.
Fakat, elhamdülillah, şimdi gelişimizde bulduk nokta-i istimdat. Ki, daim hayat verir o istidat amale; ta ebedül-abada onları eder pervaz.
Onlara yol gösterir, o noktadan istidat. Hem istimdat ediyor, hem ab-ı hayatı içer, hem kemaline koşuyor o nokta-i istimdat, o şevkengiz remz ü naz.
İkinci kutb-u İmân ki, tasdik-ı haşirdir; saadet-i ebedi, o sadefin cevheri. İmân bürhanı, Kur'ân; vicdan, insani bir raz.
Şimdi başını kaldır, şu kainata bir bak, onun ile bir konuş. Evvelki yolumuzda pek müthiş görünürdü, şimdi de mütebessim. Her tarafa gülüyor, nazeninane niyaz ve avaz.
Görmez misin, gözümüz an-misal olmuştur; her tarafa uçuyor. Kainat bostanıdır, her tarafta çiçekler; her çiçek de veriyor ona bir ab-ı leziz.
Hem ünsiyet, teselli, tahabbübü veriyor. O da alır getirir, şehd-i şehadet yapar. Balda bir bal akıtır, o esrarengiz şehbaz.
Harekat-ı ecrama, ya nücum, ya şümusa nazarımız kondukça, ellerine verirler Halıkın hikmetini. Hem maye-i ibreti, hem cilve-i rahmeti alır; ediyor pervaz.
Güya şu güneş bizlerle konuşuyor. Der: "Ey kardeşlerimiz! Tevahhuşla sıkılmayınız, ehlen sehlen, merhaba; hoş teşrif ettiniz. Menzil sizin; ben bir mumdar-ı şehnaz.
"Ben de sizin gibiyim; fakat safi, isyansız, muti bir hizmetkanm. O Zât-ı Ehad-i Samed ki, mahz-ı rahmetiyle hizmetinize beni musahhar-ı pürnur etmiş. Benden hararet, ziya; sizden namaz ve niyaz."
Yahu, bakın kamere; yıldızlarla denizler, herbiri de kendine mahsus birer lisanla,
"Ehlen sehlen, merhaba," derler, "hoş geldiniz, bizi tanımaz mısınız?" Sırr-ı teavünle bak, remz-i nizamla dinle; herbirisi söylüyor, "Biz de birer hizmetkar, rahmet-i Zülcelalin birer ayinedanyız. Hiç de üzülmeyiniz, bizden sıkılmayınız.
"Zelzele naralan, hadisat sayhalan sizi hiç korkutmasın, vesvese de vennesin. Zira onlar içinde bir zemzeme-i ezkar, bir demdeme-i tesbih, velvele-i naz ü niyaz.​
 

HASAN CAN

Active member
"Sizi bize gönderen o Zât-ı Zülcelâl, ellerinde tutmuştur bunların dizginlerini; İmân gözü okuyor yüzlerinde ayet-i rahmet, herbiri birer avaz." Ey mümin-i kalb-i hüşyar! Şimdi gözlerimiz bir parça dinlensinler. Onların bedeline, hassas kulağımızı imanın mübarek eline teslim ederiz, dünyaya göndeririz. Dinlesin leziz bir saz.
Evvelki yolumuzda bir matem-i umami, hem vaveyla-i mevti zannolunan o sesler, şimdi yolumuzda birer nevaz ü namaz, birer avaz ü niyaz, birer tesbihe ağaz.
Dinle! Havadaki demdeme, kuşlardaki civcive, yağmurdaki zemzeme, denizdeki gamgama, radlardaki rakraka, taşlardaki tıktıka birer manidar nevaz;
Terennümat-ı hava, naarat-ı radıye, nağamat-ı emvac, birer zikr-i azamet; yağmurun hezecatı, kuşların seceatı, birer tesbih-i rahmet, hakikate bir mecaz.
Eşyada olan asvat, birer savt-ı vücuddur; "Ben de varım" derler. O kainat-ı sakit, birden söze başlıyor: "Bizi camid zannetme, ey insan-ı boşboğaz!"
Tuyûrları söylettirir, ya bir lezzet-i nimet, ya bir nüzul-ü rahmet. Ayn ayn seslerle, küçük ağazlarıyla rahmeti alkışlarlar; nimet üstünde iner, şükür ile eder pervaz.
Remzen onlar derler: "Ey kainat, kardeşler! Ne güzeldir halimiz, şetlcatle perverdeyiz. Halimizden memnunuz." Sivri dimdikleriyle fezaya saçıyorlar birer avaz-ı pürnaz.
Güya bütün kainat ulvi bir musıkidir, İmân nunı işitir ezkar ve tesbihleri. Zira hikmet reddeder tesadüf vücudunu, nizam ise tard eder ittifak-ı evhamsaz.
Ey yoldaş! Şimdi şu alem-i misaliden çıkarız, hayali vehimden ineriz, akıl meydanında dururuz, mizana çekeriz, ederiz yolları berendaz.
Evvelki elim yolumuz, mağdub ve dallin yolu. O yol verir vicdana, ta en derin yerine, hem bir hiss-i elimi, hem bir şedid elemi. Şuur onu gösterir; şuura zıt olmuşuz.
Hem kurtulmak için de muztar ve hem muhtacız. Ya o teskin edilsin, ya ihsas da olmasın; yoksa dayanamayız, feryad ü fizar dinlenmez.
Hüda ise şifadır; heva, iptal-i histir. Bu da teselli ister; bu da tegafül ister; bu da meşgale ister; bu da eğlence ister. Hevesat-ı sihirbaz,
Ta vicdanı aldatsın, ruhu tenvim edilsin, ta elem hissolmasın. Yoksa o elem-i elim, vicdanı ihrak eder; fizara dayanılmaz, elem-i yeis çekilmez.
Demek sırat-ı müstakimden ne kadar uzak düşse, o derece nisbeten şu halet tesir eder; vicdanı bağırttırır. Her lezzetin içinde elemi var, birer iz.​
 

HASAN CAN

Active member
Demek heves, heva, eğlence, sefahetten memzuc olan şaşaa-i medeni, bu dalaletten gelen şu müthiş sıkıntıya bir yalancı merhem, uyutucu zehirbaz.
Ey aziz arkadaşım! llcinci yolumuzda, o nurani tarikte bir haleti hissettik. O haletle oluyor hayat, maden-i lezzet; alam, olur lezaiz.
Onunla bunu bildik ki, mütefavit derecede, kuvvet-i İmân nisbetinde ruha bir halet verir. Cesed ruhla mütelezzizdir; ruh vicdanla mütelezziz.
Bir saadet-i acile vicdanda mündericdir, bir firdevs-i manevi kalbinde mündemiçtir; düşünmekse deşmektir, şuur ise şiar-ı raz.
Şimdi ne kadar kalb ikaz edilirse, vicdan tahrik edilse, ruha ihsas verilse, lezzet ziyade olur, hem de döner ateşi nur, şitası yaz.
Vicdanda firdevslerin kapıları açılır, dünya olur bir cennet. İçinde ruhlanmız, eder pervaz ü perdaz, olur Şehbaz ü Şehnaz, yelpez namaz ü niyaz.
Ey aziz yoldaşım! Şimdi Allaha ısmarladık. Gel, beraber bir dua ederiz, sonra da buluşmak üzere ayrılırız.
b596.gif
Allah'ım, "Bizi doğru yola ilet." (Fatiha Sûresi: 6)​
 
Üst Alt