Hazret-i Alîyi ve Fâtımayı ve Hasen, Hüseyni medh eden, çok öven hadîs-i şerîfler var. Hattâ âyet-i kerîme var. Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk ki, bütün ticâret mâlını, mülkünü, vatanını, evlâdını, Resûlullah için fedâ etmiş, bütün gazâlarda bulunup, ihtiyâr hâlinde Resûlullahın önünde harb etmiş iken, bu hadîs-i şerîfleri çiğneyecek kadar aşağı bir kimse mi idi? Hâlbuki yüzlerce hadîs-i şerîf, hattâ Kur’ân-ı kerîm, onu medh etmekde, fazîletini bildirmekdedir. Mîrâs hadîsini, hazret-i Fâtımaya önceden bildirmeğe lüzûm yokdu. Vakti gelince, Eshâb-ı kirâm ona bildirdi. Fâtıma-tüzzehrâ, hurmalığı, kendine halâl sanarak istemişdi. Harâm olduğunu anlayınca istemedi. İbâdetleri, bir kimseye, vakti gelmeden bildirmek farz değildir. Zâten vakf edilmiş mal, kimseden, hiçkimseye mîrâs kalmaz. Fâtıma “radıyallahü anhâ” halîfenin sözünü, derhâl ve seve seve kabûl etdi. Bu hadîs-i şerîfin, hadîsi şerîf olduğuna hiçbir sahâbî i’tirâz etmediğinden, inanmıyan kâfir olur. Fedek bağçesi için (Hak Sözün Vesîkaları) kitâbının beşinci kısmında uzun bilgi vardır. Lütfen oradan da okuyunuz!
(Menâkıb-ı çihâr yâr-ı güzîn) kitâbı, dörtyüz doksanıncı sahîfede diyor ki:
Birgün, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” evine geldi. İçeri gireceği sırada, Alî bin Ebî Tâlib “radıyallahü anh” da geldi. Ebû Bekr geri çekilip, yâ Alî, sen buyur gir dedi. O da cevâb verip, aralarında aşağıdaki uzun konuşma oldu:
Alî — Yâ Ebâ Bekr! Sen önce gir ki, her iyilikde önde olan, her hayrlı işde ileri olan, herkesi geçen sensin.
Ebû Bekr — Sen önce gir yâ Alî, Resûlullaha “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” dahâ yakın sensin.
Alî — Ben, senin önüne nasıl geçerim? Çünki, Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” işitdim, (Ümmetimden Ebû Bekrden dahâ üstün bir kimse üzerine güneş doğmadı) buyurdu.
Ebû Bekr — Ben, senin önüne nasıl geçebilirim ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, kızı Fâtıma-tüzzehrâyı “radıyallahü teâlâ anhâ” sana verdiği gün (Kadınların en iyisini, erkeklerin en iyisine verdim) buyurdu.
Alî — Ben senin önüne geçemem. Çünki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” (İbrâhîm aleyhisselâmı görmek istiyen, Ebû Bekrin yüzüne baksın) buyurdu.
Ebû Bekr — Senin önüne geçemem. Çünki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Âdem aleyhisselâmın hilm sıfâtını ve Yûsüf aleyhisselâmın güzel ahlâkını görmek istiyen, Alî Mürtezâya baksın!)
(Menâkıb-ı çihâr yâr-ı güzîn) kitâbı, dörtyüz doksanıncı sahîfede diyor ki:
Birgün, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” evine geldi. İçeri gireceği sırada, Alî bin Ebî Tâlib “radıyallahü anh” da geldi. Ebû Bekr geri çekilip, yâ Alî, sen buyur gir dedi. O da cevâb verip, aralarında aşağıdaki uzun konuşma oldu:
Alî — Yâ Ebâ Bekr! Sen önce gir ki, her iyilikde önde olan, her hayrlı işde ileri olan, herkesi geçen sensin.
Ebû Bekr — Sen önce gir yâ Alî, Resûlullaha “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” dahâ yakın sensin.
Alî — Ben, senin önüne nasıl geçerim? Çünki, Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” işitdim, (Ümmetimden Ebû Bekrden dahâ üstün bir kimse üzerine güneş doğmadı) buyurdu.
Ebû Bekr — Ben, senin önüne nasıl geçebilirim ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, kızı Fâtıma-tüzzehrâyı “radıyallahü teâlâ anhâ” sana verdiği gün (Kadınların en iyisini, erkeklerin en iyisine verdim) buyurdu.
Alî — Ben senin önüne geçemem. Çünki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” (İbrâhîm aleyhisselâmı görmek istiyen, Ebû Bekrin yüzüne baksın) buyurdu.
Ebû Bekr — Senin önüne geçemem. Çünki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Âdem aleyhisselâmın hilm sıfâtını ve Yûsüf aleyhisselâmın güzel ahlâkını görmek istiyen, Alî Mürtezâya baksın!)