MÜSLİMÂNLAR NİÇİN GERİ KALDI? Târîhin her devrinde, dürlü kanı taşıyan, dürlü dil konuşan, başka başka âdet ve an’anelere bağlı olan milyonlarca insanın, aralarındaki farkları bırakarak, bir inanç veyâ fikr etrâfında toplanıp, birer imperatorluk kurduklarını görüyoruz.
Böyle kurulan imperatorluk veyâ devletlerin en büyüğüne, en güzeline orta çağda rastlıyoruz. Hiç bozulmamış, değişdirilmemiş biricik din olan islâm dîninin güzel ahlâkı ile bezenmiş, birbirlerini seven, yardımlaşan, çeşidli ırklardan, büyük insan topluluklarının, birleşdiklerini biliyoruz. Bu topluluğu ayakda tutan temel, Hak teâlânın emr etdiği çalışkanlık, adâlet, iyilik, saygı gibi din esâsları idi. Osmânlı türklerini, Sakarya kenârından, kısa bir zemânda, Viyana kapılarına götüren kuvvet, Sultân Osmânın ve çocuklarının sımsıkı sarıldıkları islâm dîninin, rûhu ve bedeni tekâmül etdiren ışıklı yolu idi. Çünki, islâmiyyetde müslimânlar birbirinin kardeşidir.
Hıristiyan Avrupanın tek kal’ası Fransa kapılarını zorlamağa giden Attilâ [Hicretden (168) yıl önce öldü] idâresindeki Tûran Hunları, herhangi bir hak dîne mensub olsalardı ve oralara bu hak dînin ahlâkını, rûhunu götürmüş olsalardı, hazret-i Ömerin “radıyallahü anh” ordusundaki adâlete, şefkate hayrân olup, seve seve müslimân olan Şâm hıristiyanları gibi, papasların baskısından, kralların işkencesinden usanmış olan batı hıristiyanları da, onlara âğuşlarını açmaz mı idi ve bu günkü Avrupanın din çehresi ne olurdu?
Emevîler, islâm dînini, İspanyadan, Avrupaya sokdu. Fas, Kurtuba ve Gırnata üniversitelerini kurup, batıya ilm ve fen ışıklarını saldı. Hıristiyanlık âlemini uyandırıp, bugünkü müsbet ilerlemenin temelini koydu. Dünyâ yüzündeki ilk üniversitenin, Fasın Fez şehrinde bulunan Kureviyyin üniversitesi olduğu bütün ansiklopedilerde yazılıdır. Bu üniversite 244 [m. 859] yılında kurulmuşdur.
(Kâmûs-ül-a’lâm)da diyor ki, (Endülüs sultânı üçüncü Abdürrahmân “rahmetullahi teâlâ aleyh”, memleketini genişletdi. Kuvvetlendirdi. Fasda hükûmet süren İdrîsîleri, Fâtımîlere karşı destekledi. Bunları hükmü altına aldı. Mükemmel donanma da yapdı. Kendisi ve adamları ilm ve edeb sâhibi idiler. Âlimlere ve ilme çok kıymet verirdi. Bunun için, Endülüsde ilm ve fen çok ilerledi. Serâyı ve devlet dâireleri birer ilm kaynağı oldu. Her memleketden ilm öğrenmek için Kurtubaya akın akın toplandılar. Kurtubada büyük ve mükemmel bir tıb fakültesi kurdu. Avrupada ilk yapılan tıb fakültesi budur. Avrupa kralları ve devlet adamları, tedâvî için Kurtubaya gelir, gördükleri medeniyyete, güzel ahlâka, müsâfirperverliğe hayrân kalırlardı. Altıyüzbin kitâb bulunan bir kütübhâne de yapdırdı. Kurtubadan üç sâatlik mesâfedeki (Vâdi-yül-kebîr) kenârında, (Ezzehrâ) isminde pek büyük ve ince san’atlarla dolu bir serây ile mükemmel bağçeler ve büyük bir câmi’ yapdırdı. Kurtubada çok sayıda derin âlimler yetişdi. Endülüsdeki (Benî Ümeyye) halîfelerinin sekizincisi olan Abdürrahmân-ı sâlis, elli sene adâlet ile hükm sürüp, 350 [m. 961] senesinde yetmiş iki yaşında vefât etdi).
Fekat sonra, islâm ahlâkını, Allahü teâlânın emrlerini bırakdıklarından, hattâ Ehl-i sünnet i’tikâdını bozarak, islâmiyyeti içerden yıkmak alçaklığı başladığından, Pirene dağlarını aşamadılar. 423 [m. 1031] de Ümeyye devleti çökdü. Bunlardan sonra Endülüse, önce (Mülessimîn) veyâ (Murâbitîn) denilen devlet, bundan sonra da, (Muvahhidîn) devleti hâkim oldu. Fekat İspanyollar, 897 [m. 1492] de, Gırnata şehrini de alıp müslimânları öldürdüler. Sözde müslimân olup da, Allahü teâlânın emrlerine uymamanın cezâsını buldular. İspanya fâci’ası olmasaydı, felsefeci İbnürrüşdün ve İbni Hazmın bozuk fikrleri, belki din ve îmân hâlini alıp dünyâya yayılacak, bugünkü hazîn levha, yüzlerce sene önce meydâna çıkacakdı.
O hâlde, beşeriyyeti ızdırâbdan, felâketden kurtaran, Fâtımîler, Resûlîler gibi, islâm ismini taşıyan, îmânı ve ameli bozuk devletler değil, Emevîler, Tîmûr oğulları ve Osmânlılar gibi, Ehl-i sünnet olan ve dînine sarılan milletler olmuşdur.
Böyle kurulan imperatorluk veyâ devletlerin en büyüğüne, en güzeline orta çağda rastlıyoruz. Hiç bozulmamış, değişdirilmemiş biricik din olan islâm dîninin güzel ahlâkı ile bezenmiş, birbirlerini seven, yardımlaşan, çeşidli ırklardan, büyük insan topluluklarının, birleşdiklerini biliyoruz. Bu topluluğu ayakda tutan temel, Hak teâlânın emr etdiği çalışkanlık, adâlet, iyilik, saygı gibi din esâsları idi. Osmânlı türklerini, Sakarya kenârından, kısa bir zemânda, Viyana kapılarına götüren kuvvet, Sultân Osmânın ve çocuklarının sımsıkı sarıldıkları islâm dîninin, rûhu ve bedeni tekâmül etdiren ışıklı yolu idi. Çünki, islâmiyyetde müslimânlar birbirinin kardeşidir.
Hıristiyan Avrupanın tek kal’ası Fransa kapılarını zorlamağa giden Attilâ [Hicretden (168) yıl önce öldü] idâresindeki Tûran Hunları, herhangi bir hak dîne mensub olsalardı ve oralara bu hak dînin ahlâkını, rûhunu götürmüş olsalardı, hazret-i Ömerin “radıyallahü anh” ordusundaki adâlete, şefkate hayrân olup, seve seve müslimân olan Şâm hıristiyanları gibi, papasların baskısından, kralların işkencesinden usanmış olan batı hıristiyanları da, onlara âğuşlarını açmaz mı idi ve bu günkü Avrupanın din çehresi ne olurdu?
Emevîler, islâm dînini, İspanyadan, Avrupaya sokdu. Fas, Kurtuba ve Gırnata üniversitelerini kurup, batıya ilm ve fen ışıklarını saldı. Hıristiyanlık âlemini uyandırıp, bugünkü müsbet ilerlemenin temelini koydu. Dünyâ yüzündeki ilk üniversitenin, Fasın Fez şehrinde bulunan Kureviyyin üniversitesi olduğu bütün ansiklopedilerde yazılıdır. Bu üniversite 244 [m. 859] yılında kurulmuşdur.
(Kâmûs-ül-a’lâm)da diyor ki, (Endülüs sultânı üçüncü Abdürrahmân “rahmetullahi teâlâ aleyh”, memleketini genişletdi. Kuvvetlendirdi. Fasda hükûmet süren İdrîsîleri, Fâtımîlere karşı destekledi. Bunları hükmü altına aldı. Mükemmel donanma da yapdı. Kendisi ve adamları ilm ve edeb sâhibi idiler. Âlimlere ve ilme çok kıymet verirdi. Bunun için, Endülüsde ilm ve fen çok ilerledi. Serâyı ve devlet dâireleri birer ilm kaynağı oldu. Her memleketden ilm öğrenmek için Kurtubaya akın akın toplandılar. Kurtubada büyük ve mükemmel bir tıb fakültesi kurdu. Avrupada ilk yapılan tıb fakültesi budur. Avrupa kralları ve devlet adamları, tedâvî için Kurtubaya gelir, gördükleri medeniyyete, güzel ahlâka, müsâfirperverliğe hayrân kalırlardı. Altıyüzbin kitâb bulunan bir kütübhâne de yapdırdı. Kurtubadan üç sâatlik mesâfedeki (Vâdi-yül-kebîr) kenârında, (Ezzehrâ) isminde pek büyük ve ince san’atlarla dolu bir serây ile mükemmel bağçeler ve büyük bir câmi’ yapdırdı. Kurtubada çok sayıda derin âlimler yetişdi. Endülüsdeki (Benî Ümeyye) halîfelerinin sekizincisi olan Abdürrahmân-ı sâlis, elli sene adâlet ile hükm sürüp, 350 [m. 961] senesinde yetmiş iki yaşında vefât etdi).
Fekat sonra, islâm ahlâkını, Allahü teâlânın emrlerini bırakdıklarından, hattâ Ehl-i sünnet i’tikâdını bozarak, islâmiyyeti içerden yıkmak alçaklığı başladığından, Pirene dağlarını aşamadılar. 423 [m. 1031] de Ümeyye devleti çökdü. Bunlardan sonra Endülüse, önce (Mülessimîn) veyâ (Murâbitîn) denilen devlet, bundan sonra da, (Muvahhidîn) devleti hâkim oldu. Fekat İspanyollar, 897 [m. 1492] de, Gırnata şehrini de alıp müslimânları öldürdüler. Sözde müslimân olup da, Allahü teâlânın emrlerine uymamanın cezâsını buldular. İspanya fâci’ası olmasaydı, felsefeci İbnürrüşdün ve İbni Hazmın bozuk fikrleri, belki din ve îmân hâlini alıp dünyâya yayılacak, bugünkü hazîn levha, yüzlerce sene önce meydâna çıkacakdı.
O hâlde, beşeriyyeti ızdırâbdan, felâketden kurtaran, Fâtımîler, Resûlîler gibi, islâm ismini taşıyan, îmânı ve ameli bozuk devletler değil, Emevîler, Tîmûr oğulları ve Osmânlılar gibi, Ehl-i sünnet olan ve dînine sarılan milletler olmuşdur.