MURATS44
Özel Üye
Hz. Muhammed 35 yaşındadır ve peygamberliğine daha beş sene vardır. Kâbe’nin tamiri olayı O’nun sadece çok iyi ve merhametli biri olmakla kalmayıp, aynı zamanda üstün bir muhakeme yeteneği ve keskin bir zekâyla birlikte doğal bir liderlik yeteneğine de sahip bulunduğunu belgeler.
Çok uzun yıllardan, Hz. İbrahim’in Mekke’de yaşadığı dönemden kalan kutsal Kâbe, her ne kadar bölge insanının yaşadığı manevi dejenerasyonu kanıtlarcasına gerçek anlamından saptırılıp, bir panteon (put merkezi) haline dönüştürülmüş olsa da kökeni açısından kutsal bir yer olmaya devam etmektedir. Fakat son yıllarda arka arkaya yaşadığı yangın ve sel felaketleriyle tamamen yıkılacak hale gelir. Çatısı çökmüş, duvarları bir adam boyu kadar kalmış ve içindeki hazinelere de hırsızlar dadanmıştır. Bu durum Mekkeliler için hem kendi vicdanlarına ve hem de diğer Araplara karşı ciddi bir utanç vesilesi oluşturur. Ve şehir meclisi Kâbe’yi tamir etme kararı alır. Kader de bu karara yardım eder. O günlerde Mısır’dan Yemen’e bir kilise için inşaat malzemeleri taşımakta olan bir gemi Mekke’nin liman şehri Şu’ayba yakınlarında karaya oturarak, parçalanır. Mekkeliler kazazedelere yakınlık gösterir ve inşaat malzemelerini de satın alırlar. Hatta gemide bulunan bazı inşaat ustaları da ücretle tutulur. Kureyş’i oluşturan boylar aralarında görev paylaşımı yapar ve her biri Kâbe binasının bir tarafı için kolları sıvar.
Kâbe’nin yanında bulunan ve içinde değerli malların saklandığı kuyuya dev bir yılan musallat olmuştur ve onun korkusundan kimse işe başlayamamaktadır. Kureyş bu duruma bir çare bulmak için Makam-ı İbrahim’in yanında ALLAH’a dua eder. Dua kabul edilir. Gökte muazzam büyüklükte bir Afrika Doğanı belirir ve yılanı kaptığı gibi çöllere götürüp, bilinmeyen bir yere atar. Bu olay, Mekkelilere niyet ettikleri işin ALLAH’ın hoşnutluğuna neden olduğunu düşündürür. Moralleri kuvvetlenir, gayretleri artar. Fakat yine de yıkıma başlamak onlar için ciddi bir endişe nedenidir. Hiç kimse kutsal Kâbe binasından ilk taşı söken olmak istemez. Korkarlar. “Ya bir şey olursa, ya o ilk cesur insanın başına bir felaket gelirse” diye. Sonunda en yaşlılarından biri olan Mugire oğlu Velid, gözünü karartır:
“ALLAH’ım! Sen de biliyorsun ki bizim niyetimiz sadece iyilik ve Sen’in evini onarmak.” dedikten sonra elleri titreyerek ilk taşı söker ve sonra da diğerlerini. İnsanlar dehşet içinde onu seyreder. Gece olur. O gece Velid’in başına bir felaket geleceğinden endişe edilir. Fakat hiçbir şey olmaz. Ve ertesi gün bütün Kureyş büyük bir istek ve enerjiyle işe koyulur.
Bina Hz. İbrahim’in attığı temellere kadar yıkılır. O noktada karşılarına yeşil renkli dev temel taşları çıkar. Öyle ki birini kaldırmak için bile 30’dan fazla adam lazımdır. Ve bu taşlar da yerinden oynatılmaya teşebbüs edilince bütün Mekke sarsılmaya başlar. Bu arada binanın temelleri arasında yazılı, daha küçük, başka bir taş da bulunur. İlkin taşın üzerindeki yazıyı kimse okuyamaz fakat bir süre sonra okuyacak biri bulunur. Kâbe’nin ilk zamanlarına ve gerçek din dönemine ait ilginç bir yazıdır, bu:
“İyilik eken iyilik biçer. Kötülük eken pişmanlık biçer. Hem kötülük edeceksiniz, hem de güzellikle ödüllendirileceksiniz?! Tabii ki hayır! Tıpkı dikenden üzüm çıkmayacağı gibi... Kureyş, yıkımda daha ileri gitmemeleri gerektiğini düşünür. Artık duvarların yükseltilmesine başlanır.
Taş taşıyanlardan biri de Hz. Muhammed’dir. Ve o günlerde ilginç bir olay yaşar. Kendinden üç yaş büyük amcası Abbas ile sırtlarında taş taşıdıkları bir sırada, Abbas, kendisine elbisesinin eteğini omuzuna kaldırıp taşı da onun üzerine koymasını ve böylelikle derisinin zedelenmemesini tavsiye eder. Hz. Muhammed de tavsiyeye uyar. Ve eteğini kaldırıp bacaklarının biraz açılmasıyla beraber olduğu yere yıkılıp, bayılır. Telaşla yardıma koşan Abbas’a, az sonra kendine geldiğinde, gökten korkunç bir sesin:
“Ey Muhammed! Vücudunu ört!” dediğini söyler.
Sesin sahibi vahiy meleği Cebrail’dir.
Kâbe’nin onarımı bitmeye yaklaşır ve sıra kutsal binanın en kutsal parçası olan “Hacerü’l-Esved” taşının yerine konmasına gelir. Kureyş’i oluşturan boyların her biri bu onura ancak kendilerinin layık olduğunu düşünür. Gerilimle dolu 4–5 gün geçer, herkesi tatmin edecek bir çare bulunamaz. Kan dolu çanaklara eller batırılarak ölüm andları içilir. İç savaş Mekke’nin kapısına dayanmıştır. Ve her şeye rağmen kanlı gidişi engellemek için uğraşan Kureyş’in ihtiyarları en sonunda herkesin razı olduğu bir çözüm bulmayı başarır. Çare, Kâbe’nin avlusuna Ben-i Şeybe kapısından ilk girecek kişinin hakem olması ve o ne karar verirse versin buna bütün Kureyş boylarının tartışmasız uyması olur. Bu, o an için iç savaşı önlemenin tek yoludur. Ve gözler heyecanla Ben-i Şeybe kapısına çevrilir. Ve az sonra insanlar heyecanla, sevinçle ayağa fırlayıp, alkışlamaya başlarlar.
“İşte” derler, “el-Emin! Biz O’nun kararına razıyız!”
Üzerinde siyah-beyaz çizgili Arap işi ince bir elbise, belinde kaplan derisinden bir kemer olduğu halde, Hz. Muhammed Kâbe’nin avlusuna süzülür. Bulduğu çözüm, kendisine duyulan güveni haklı çıkartır. Kureyşlilere bir örtü getirmelerini söyler, sonra Hacerü’l-Esved’i o örtüye kendi eliyle yerleştirir. Örtünün uçlarını Kureyş boylarının her birinden bir temsilci tutar. Taşı konulacağı yere beraber taşırlar. Ve yine kendi elleriyle taşı tutup yerine yerleştirir. Sorun halledilmiştir. Bu sırada Necidli bir ihtiyar belirir. Çirkin bir yüzü, itici bir konuşması vardır. Hacerü’l-Esved’i yerine sıkıştırması için Hz. Muhammed’e bir taş uzatır. Fakat O, taşı geri çevirir ve:
“Bizden olmayan biri ALLAH’ın Evin’i bizimle beraber onaramaz.” der. İhtiyar, Kureyş ulularına döner ve acı acı bağırır:
“Şaşılır o topluluğun haline ki, kendileri onur, akıl ve servet sahibi olmalarına rağmen, yaşça en küçüklerini, servetçe en fakirlerini kendilerine baş yaptılar. O’nun emrine girdiler, sanki O’nun hizmetçileri gibi oldular. Fakat yemin olsun ki O, onlara, üstün gelecek, hâkim olacak, onların topluluklarını dağıtacaktır. Bundan sonra sadece O’nun şanı yücelecektir.”
Evet, ilerleyen yıllar o ihtiyarı haklı çıkartacaktır. Ve o zaman anlaşılacaktır ki bu olay Hz. Muhammed’in Kureyş ve bütün Araplar hatta giderek bütün insanlık üzerinde oynayacağı tarihsel rolün bir erken haber vericisi, o an için sadece o ihtiyarın anlayabildiği, gizli bir kader işaretidir.
O Necidli ihtiyar, şeytandır.
Çok uzun yıllardan, Hz. İbrahim’in Mekke’de yaşadığı dönemden kalan kutsal Kâbe, her ne kadar bölge insanının yaşadığı manevi dejenerasyonu kanıtlarcasına gerçek anlamından saptırılıp, bir panteon (put merkezi) haline dönüştürülmüş olsa da kökeni açısından kutsal bir yer olmaya devam etmektedir. Fakat son yıllarda arka arkaya yaşadığı yangın ve sel felaketleriyle tamamen yıkılacak hale gelir. Çatısı çökmüş, duvarları bir adam boyu kadar kalmış ve içindeki hazinelere de hırsızlar dadanmıştır. Bu durum Mekkeliler için hem kendi vicdanlarına ve hem de diğer Araplara karşı ciddi bir utanç vesilesi oluşturur. Ve şehir meclisi Kâbe’yi tamir etme kararı alır. Kader de bu karara yardım eder. O günlerde Mısır’dan Yemen’e bir kilise için inşaat malzemeleri taşımakta olan bir gemi Mekke’nin liman şehri Şu’ayba yakınlarında karaya oturarak, parçalanır. Mekkeliler kazazedelere yakınlık gösterir ve inşaat malzemelerini de satın alırlar. Hatta gemide bulunan bazı inşaat ustaları da ücretle tutulur. Kureyş’i oluşturan boylar aralarında görev paylaşımı yapar ve her biri Kâbe binasının bir tarafı için kolları sıvar.
Kâbe’nin yanında bulunan ve içinde değerli malların saklandığı kuyuya dev bir yılan musallat olmuştur ve onun korkusundan kimse işe başlayamamaktadır. Kureyş bu duruma bir çare bulmak için Makam-ı İbrahim’in yanında ALLAH’a dua eder. Dua kabul edilir. Gökte muazzam büyüklükte bir Afrika Doğanı belirir ve yılanı kaptığı gibi çöllere götürüp, bilinmeyen bir yere atar. Bu olay, Mekkelilere niyet ettikleri işin ALLAH’ın hoşnutluğuna neden olduğunu düşündürür. Moralleri kuvvetlenir, gayretleri artar. Fakat yine de yıkıma başlamak onlar için ciddi bir endişe nedenidir. Hiç kimse kutsal Kâbe binasından ilk taşı söken olmak istemez. Korkarlar. “Ya bir şey olursa, ya o ilk cesur insanın başına bir felaket gelirse” diye. Sonunda en yaşlılarından biri olan Mugire oğlu Velid, gözünü karartır:
“ALLAH’ım! Sen de biliyorsun ki bizim niyetimiz sadece iyilik ve Sen’in evini onarmak.” dedikten sonra elleri titreyerek ilk taşı söker ve sonra da diğerlerini. İnsanlar dehşet içinde onu seyreder. Gece olur. O gece Velid’in başına bir felaket geleceğinden endişe edilir. Fakat hiçbir şey olmaz. Ve ertesi gün bütün Kureyş büyük bir istek ve enerjiyle işe koyulur.
Bina Hz. İbrahim’in attığı temellere kadar yıkılır. O noktada karşılarına yeşil renkli dev temel taşları çıkar. Öyle ki birini kaldırmak için bile 30’dan fazla adam lazımdır. Ve bu taşlar da yerinden oynatılmaya teşebbüs edilince bütün Mekke sarsılmaya başlar. Bu arada binanın temelleri arasında yazılı, daha küçük, başka bir taş da bulunur. İlkin taşın üzerindeki yazıyı kimse okuyamaz fakat bir süre sonra okuyacak biri bulunur. Kâbe’nin ilk zamanlarına ve gerçek din dönemine ait ilginç bir yazıdır, bu:
“İyilik eken iyilik biçer. Kötülük eken pişmanlık biçer. Hem kötülük edeceksiniz, hem de güzellikle ödüllendirileceksiniz?! Tabii ki hayır! Tıpkı dikenden üzüm çıkmayacağı gibi... Kureyş, yıkımda daha ileri gitmemeleri gerektiğini düşünür. Artık duvarların yükseltilmesine başlanır.
Taş taşıyanlardan biri de Hz. Muhammed’dir. Ve o günlerde ilginç bir olay yaşar. Kendinden üç yaş büyük amcası Abbas ile sırtlarında taş taşıdıkları bir sırada, Abbas, kendisine elbisesinin eteğini omuzuna kaldırıp taşı da onun üzerine koymasını ve böylelikle derisinin zedelenmemesini tavsiye eder. Hz. Muhammed de tavsiyeye uyar. Ve eteğini kaldırıp bacaklarının biraz açılmasıyla beraber olduğu yere yıkılıp, bayılır. Telaşla yardıma koşan Abbas’a, az sonra kendine geldiğinde, gökten korkunç bir sesin:
“Ey Muhammed! Vücudunu ört!” dediğini söyler.
Sesin sahibi vahiy meleği Cebrail’dir.
Kâbe’nin onarımı bitmeye yaklaşır ve sıra kutsal binanın en kutsal parçası olan “Hacerü’l-Esved” taşının yerine konmasına gelir. Kureyş’i oluşturan boyların her biri bu onura ancak kendilerinin layık olduğunu düşünür. Gerilimle dolu 4–5 gün geçer, herkesi tatmin edecek bir çare bulunamaz. Kan dolu çanaklara eller batırılarak ölüm andları içilir. İç savaş Mekke’nin kapısına dayanmıştır. Ve her şeye rağmen kanlı gidişi engellemek için uğraşan Kureyş’in ihtiyarları en sonunda herkesin razı olduğu bir çözüm bulmayı başarır. Çare, Kâbe’nin avlusuna Ben-i Şeybe kapısından ilk girecek kişinin hakem olması ve o ne karar verirse versin buna bütün Kureyş boylarının tartışmasız uyması olur. Bu, o an için iç savaşı önlemenin tek yoludur. Ve gözler heyecanla Ben-i Şeybe kapısına çevrilir. Ve az sonra insanlar heyecanla, sevinçle ayağa fırlayıp, alkışlamaya başlarlar.
“İşte” derler, “el-Emin! Biz O’nun kararına razıyız!”
Üzerinde siyah-beyaz çizgili Arap işi ince bir elbise, belinde kaplan derisinden bir kemer olduğu halde, Hz. Muhammed Kâbe’nin avlusuna süzülür. Bulduğu çözüm, kendisine duyulan güveni haklı çıkartır. Kureyşlilere bir örtü getirmelerini söyler, sonra Hacerü’l-Esved’i o örtüye kendi eliyle yerleştirir. Örtünün uçlarını Kureyş boylarının her birinden bir temsilci tutar. Taşı konulacağı yere beraber taşırlar. Ve yine kendi elleriyle taşı tutup yerine yerleştirir. Sorun halledilmiştir. Bu sırada Necidli bir ihtiyar belirir. Çirkin bir yüzü, itici bir konuşması vardır. Hacerü’l-Esved’i yerine sıkıştırması için Hz. Muhammed’e bir taş uzatır. Fakat O, taşı geri çevirir ve:
“Bizden olmayan biri ALLAH’ın Evin’i bizimle beraber onaramaz.” der. İhtiyar, Kureyş ulularına döner ve acı acı bağırır:
“Şaşılır o topluluğun haline ki, kendileri onur, akıl ve servet sahibi olmalarına rağmen, yaşça en küçüklerini, servetçe en fakirlerini kendilerine baş yaptılar. O’nun emrine girdiler, sanki O’nun hizmetçileri gibi oldular. Fakat yemin olsun ki O, onlara, üstün gelecek, hâkim olacak, onların topluluklarını dağıtacaktır. Bundan sonra sadece O’nun şanı yücelecektir.”
Evet, ilerleyen yıllar o ihtiyarı haklı çıkartacaktır. Ve o zaman anlaşılacaktır ki bu olay Hz. Muhammed’in Kureyş ve bütün Araplar hatta giderek bütün insanlık üzerinde oynayacağı tarihsel rolün bir erken haber vericisi, o an için sadece o ihtiyarın anlayabildiği, gizli bir kader işaretidir.
O Necidli ihtiyar, şeytandır.