Herseye vekîlimsin denilen (Umûmî vekîl), talâk, hediyye, sadaka ve vakfdan
baska herseyi, sâhibi adına yapabilir.
Birinden ödünc istemek için baskasını vekîl yapmak bâtıldır. Bunun için haberci
göndermek sahîhdir. Ödünc istenilen malı almak için vekîl yapmak câizdir.
(Fetâvâ-i Hayriyye)de diyor ki, (Zevcesini, sefer uzaklıgında bulunan babasının
[veyâ mahreminin] yanından alıp getirmek için, zevcin kendi kardesini veyâ yabancı
bir erkegi vekîl etmesi câizdir. Onlar, zevcenin bu vekîl ile gitmesine mâni’
olamaz. Mâni’ olmaları günâhdır). Kırküçüncü sahîfesinde diyor ki: (Kıtlık zemânında,
bir kadın, bir bileyzigini zevcine verip, bunu sat! Parası ile bize nafaka al!
Sonra, aynı degerde bir bileyzik bana verirsin diyor. Sonra bileyzigin degerinde uyusamıyorlar.
Zevcin yemîn ederek söyledigine inanılır. Çünki, satmak için, zevcesinin
vekîli olmusdur. Satıs vekîlinden bileyzigin benzerini geri istemesi sahîh
degildir. Sat demeseydi, ödünc olurdu. O zemân, kıymeti kadar istemesi fâsid olurdu).
(Fetâvâ-yı Hindiyye)de diyor ki, (Vekîlin, vekîl olmagı kabûl etmesi sart degildir.
Red etmezse, kabûl etdigi anlasılır. Dâr-ül-harbde bulunan mürted, Dâr-ülislâmda
bulunan malını satmak için birini vekîl etse, câiz olmaz. Çünki, mürted Dârül-
harbe [ya’nî, Italya, Fransa gibi hıristiyan memleketine] gidince, malları mülkünden
çıkar. Dâr-ül-islâmda bulunan müslimânın Dâr-ül-harbde bulunan kâfiri
vekîl etmesi bâtıldır. Dâr-ül-harbde bulunan kâfirin Dâr-ül-islâmdaki müslimânı
vekîl etmesi de bâtıldır. Dâr-ül-harbdeki kâfir, Dâr-ül-islâmdaki alacagını almak
için, Dâr-ül-harbde bulunan bir müslimânı veyâ zimmîyi veyâ harbîyi, iki müslimân
sâhid yanında vekîl etse, câiz olur. Bu isi alısveris için yapması da câiz olur.
Müslimân ve zimmî, Dâr-ül-islâmda bulunan harbîyi vekîl etseler câiz olur. Dârül-
harbe giderse, vekîl olması biter. Mürtedi de vekîl etmeleri böyledir. Alısverisde,
kirâya vermekde, nikâhda, talâkda, hul’da, uyusmak, anlasmakda, borc ödemekde
ve rehnde vekîl tutmak câizdir. Herkes için mubâh olan odun kesmekde,
ot toplamakda, yerden ma’den, petrol çıkarmakda câiz degildir. Ya’nî ele geçenler
vekîlin olur. Hediyye, vedî’a, âriyet, ödünc ve rehn vermege vekîl olanın bunları
geri almaga hakkı yokdur. Mutlak olan, ya’nî (Istedigini yap!) denilen vekîl baskasını
da vekîl yapabilir. Bu yenisi, vekâlet sâhibinin vekîli olur. Ikinci vekîl, bir
üçüncü vekîl yapamaz. [Ibni Âbidîn diyor ki, (Vekîl, sâhibinin izni ile, baskasını
vekîl yapabilir. Kurban satın almaga vekîl olan, baskasını, bu da baskasını vekîl
edip, sonuncu vekîl satın alsa, sâhibi izn verirse câiz olur. Zekât vermek vekîli, izne
baglı olmaksızın baskasını, bu da digerini vekîl yapabilir. Sonuncu vekîlin vermesi
câiz olur).] Vekîli zemân ve mekân ile sınırlamak câizdir. Müsterî, haberci oldugunu
söyler, bâyı’ ise vekîlsin diyerek semeni isterse, müsterîye inanılır. Bâyı’ın
sözünü isbât etmesi lâzım olur. Satmak için vekîl olan, kendisi için satın alamaz.
Çünki, bir kimse hem alıcı, hem satıcı olamaz. Selem satısında bâyı’ vekîl tutamaz.
Haberci ile sarf satısı yapılmaz, vekîl ile yapılır. Mu’ayyen bin lira ile birsey satın
almak için vekîl edip, vekîl bu bin lirayı almadan önce baska bin lirasını alıp, o seyi
satın alsa câiz olur. O bin lirayı teslîm aldıkdan sonra baska bin lirası ile satın
alsa câiz olmaz. Iki kimse birisine para verip birsey satın alması için vekîl etseler,
paraları birbiri ile karısdırırsa, vekîlligi kalmaz. [Aldıgı seyler kendinin olur. Paralarını
geri vermesi lâzım olur.] Hediyye ve sadaka veren ve alan, vekîl ta’yîn edebilirler.
Serâb veyâ hınzır hediyyelesen iki zimmîye müslimânların vekîl olması câizdir.
Sendeki alacagımdan on altını benim için sadaka ver yâhud yemîn keffâretimi
yap yâhud zekâtımı ver diyerek fakîri vekîl etmek sahîhdir. Bir zengin, bir fakîre,
filâncada alacagım olan elli dirhemi, zekâtım olarak ondan al dese, fakîr de,
o degerde altın alsa câiz olmaz. Falancadaki alacagımı sana hediyye etdim, ondan
al dese, gümüs yerine altın alsa, câiz olur. Borclunun vekîli, borcu ödeyince, borcludan
ister. Yemîn keffâreti veyâ zekât vermek için vekîl olan, verince, emr edenden
istiyebilmesi için, emr verilirken, sonra sana öderim denilmesi lâzımdır. Filâna
benim tarafımdan on altın ver dese, yâhud benim tarafımdan demeyip, ona olan
borcumu dese, sonra vekîle ödemesi lâzım olur. Mâlımın zekâtı olarak veyâ sadakam
olarak veyâ filâna hediyyem olarak ver dese, sonra öderim demezse, vekîl verdigini
âmirden istiyemez. Vekîl öderken Beyyine [ya’nî iki sâhid] bulunmazsa veyâ
makbûz almazsa, mes’ûl olmaz. Emr verilirken, bunlar istenildi ise, mes’ûl
olur. Falana olan borcumu ver diyerek vekîl etdikden sonra, alacaklı mürted olsa
ve ölse, vekîl borclunun parasını öder. Çünki mürtede vermesi câiz degildir. Borcumu
öde diyerek vekîline on altın verse, vekîl bunu vermeyip kendi parasından
verse veyâ alacaklıya on altınlık mal satsa, yâhud ondan alacagı on altın ile takas
etse [ödesse] câiz olur. Ya’nî borclunun borcu ödenmis olur. Dâr-ül-harbde harbînin
vekîli olsa, biri veyâ ikisi müslimân olunca, vekâlet bâtıl olur. Sadaka için verilen
parayı kendi ihtiyâcına sarf edip, sonra kendi parasından o kadar sadaka verse,
câiz olmaz. Sarf etdigini geri verir. Aldıgı para yanında iken, kendi malından
verirse câiz olur. Sendeki bugdayımı falana sadaka ver dese, falan da vekîle bugdayı
sat parasını bana ver dese, bugday sâhibinin izni olmadan satamaz. Çünki, sadaka
kabz edilmedikce mülk olmaz. Falandaki alacagımı alıp sadaka ver dese, vekîl
de önce kendi malından sadaka verip, sonra borcludan alması câiz olur). (Fetâvâ-
yı Kâdîhân)da diyor ki, (Birisine, herseyde vekîlimsin dese, yalnız malını korumak
için vekîl etmis olur. Her seyde vekîlimsin, emrin câizdir dese, bey’ ve sirâ
ve hibe, ya’nî hediyye etmek ve sadaka gibi bütün alıs verisde vekîl yapmıs olur).
Ibni Âbidîn (Hibe)yi anlatırken diyor ki, (Hibe, ya’nî teberru’ ve hediyye, karsılık
beklemeden, ayn olan malını, zengine vermekdir. Menfe’at hediyye edilmez.
I’âre edilir. Deyn, ya’nî alacak, ancak borcluya veyâ bundan almasını emr etmek
sartı ile, baskalarına hediyye edilebilir. Verdigi malın, kendi malı ile mesgûl
olmaması ve hisse-i sâyı’alı olmıyacak sûretde ayrı olarak kabz olunması lâzımdır.
Kurban maddesine bakınız! Verenin, hediyye etdim, hibe etdim gibi âdet olan sözü
söylemesi, alanın kabûl etdim demesi veyâ kabz etmesi ile temâm olur. Kabz
edince, mülkü olur. Tabagı, hayvanı, evi hediyye ve teslîm edip de, yemegini, semerini,
evdeki esyâyı hediyye etmez ise, câiz olmaz. Bunların aksi câiz olur. Çünki,
yemek, semer ve esyâ, verenin mülkü ile mesgûl degil, sâgildirler. Kısaca, sâgil
hediyye edilir. Mesgûl hediyye edilmez. Yalnız, tarladaki ekin, agaç sâgil oldukları
hâlde, hibe edilemezler. Sadakanın ve rehnin kabz edilmeleri de böyledir. Iki
kimse, ortak oldukları bir evi birine hediyye etseler, câiz olur. Bir kimse, evini iki
kisiye hediyye etse, câiz olmaz. Çünki, taksîmi mümkin olan seyi, hisse-i sâyı’alı
olarak vermek câiz degildir. On lirayı iki fakîre sadaka veyâ hediyye etmek câiz
olur. Çünki, fakîre hediyye olarak verilen sey sadaka olur. Ya’nî, sadaka ahkâmına
uymak lâzım olur. Sadakanın hisse-i sâyı’alı verilmesi câizdir ve sadakayı geri
almak câiz degildir. On lirayı iki zengine sadaka veyâ hediyye etmek câiz degildir.
Çünki zengine sadaka diyerek verilen sey hediyye olur ve hediyye ahkâmına uymak
lâzım olur. Süyû’ olmaması için, on lirayı ikiye ayırıp, herbirine beser lira vermek
lâzımdır. Hediyye verirken belli olmıyan birsey karsılık isterse, bu sart bâtıl
olur. Belli birsey isterse, ikisinin de birlikde kabz etmesi lâzım olur. Kabzdan evvel
hibe ahkâmı, kabzdan sonra bey’ ahkâmı cârî olur. Bunun için, kabzdan sonra,
yalnız birisi vazgeçemez. Birisi kabz etmezse, herbiri vazgeçebilir).
(Ihtiyâr)da diyor ki, (Ömrî) denilen hibe câizdir. Ya’nî, ömrün boyunca evim
senin olsun deyince, öldükden sonra ev, sâhibine, sâhibi ölmüs ise, vârislerine geri
verilir. (Rukbî) denilen hibe, tarafeyne göre bâtıldır. Ya’nî, sen ölürsen benim
olsun. Ben ölürsem senin olsun diyerek evini birisine vermek bâtıldır. Herbiri, ötekinin
ölümünü terakkub etdigi, bekledigi için, rukbî denilmisdir. Mülk edinmegi
hatara, zarara ta’lîk etmek sahîh degildir. Bir kimseye giyecek gönderilse, hediyye
olur. Kabz edince mülkü olur. Baskalarına verebilir. Bir kimseyi yemege çagırınca,
önüne konan sey, hediyye edilmis olmaz, (ibâha), yimesine izn vermek
olur. Ancak yidigi mülkü olur. Ondan izn almadan, baskalarına veremez.
(Fetâvâ-yı Bezzâziyye)de diyor ki, (Bunu sana hediyye etdim dese, o da kabûl
etdim demeyip onun yanında alsa, yâhud almayıp, kabûl etdim dese sahîh olur. Falancadaki
alacagımı sana hediyye etdim, ondan al derse câiz olur. Sana zekât
verdim. Ondan al dese, câiz olmaz. Çünki zekât ayn olan maldan verilir. [Bunun
için, zekât olarak kâgıd para vermek câiz olmaz. Çünki kâgıd paralar ayn olan mal
degildir. Degerleri kadar mal ile degisdirilecek senedlerdir. Kâgıd paraların zekâtları
altın verilir.] Sana borcum olan mehrini bana hediyye etmezsen, babanın evine
hiç gidemezsin dese, zevcesi de hediyye etse, sahîh olmaz. Çünki kerhen, zor
ile hediyye vermek sahîh olmaz. Mehri zevcine hediyye etmegi sarta baglamak, meselâ
su isi yaparsan mehrim sana halâl olsun demek sahîh degildir. (Fetâvâ-yı
Feyziyye)de diyor ki, (Eger diyerek sarta baglanan hibe, bâtıl olur. Üzere diyerek
sarta baglanan hibe sahîh olup, sartı mülâyım ise sahîh, muhâlif ise bâtıl olur. Bir
isi yapmasını sart ederse, hibe olmaz. Onu ecîr yapmıs olur). Küçük çocuga verilen
hediyyeyi babası kabz eder. Babası yok ise, babanın vasîsi, o da yoksa, dedesi
kabûl eder. Dedesi de yoksa, dedesinin vasıyyet etdigi kabûl eder. Bu dördünden
biri varken, çocuga bakan akrabâsı bile alamaz. Bu dördünden biri yoksa, çocuga
evinde bakan kabûl eder. Aklı basında çocugun kendisi kabûl edebilir. Sâlih
olan oglan ve kızlarına hediyyeyi, müsâvî mikdârda vermek efdaldir. Ölüm hastası
olmıyanın malının hepsini ogluna hediyye etmek câiz olur ise de günâhdır. Çocugun
mülkü olur ise de babaya günâh olur [Hindiyye]. Resîd ve sâlih veyâ ilm tahsîlinde
olan çocuklarına dahâ çok vermek câizdir. Salâhları müsâvî ise, müsâvî dagıtmalıdır.
Çocukları fâsık olanın mîrâs bırakmayıp, sâlihlere, hayrâta vermesi efdaldir.
Çünki, günâha yardım etmemis olur. [Üçüncü kısmda, yedinci maddeye bakınız!]
Fâsık çocuga nafakadan fazla yardım yapmamalıdır. Çocuga gelen hediyyeden
ananın babanın yimesi câizdir. Çocugun yapdıgı iyiliklerin sevâbı kendisinedir.
Anasına babasına, ögretmek ve yapdırmak sevâbı verilir. Satılan malı teslîm
etmek, hediyye olunanın ise kabz olunması da lâzımdır).
Ey nazlı yavrum, unutmam seni,
aylar, günler degil, geçse de yıllar!
Yakdı, mahv eyledi, ayrılık beni,
çıkar mı gönülden, o tatlı diller?
Kıyamaz iken hiç, öpmege tenin,
simdi ne hâldedir, nâzik bedenin?
Andıkca her zemân, gonca dihenin,
yansın âhım ile, kül olsun güller!
Tegayyürler gelip, güzel cismine,
döküldü mü, siyâh kaslar yüzüne?
Sırma saçlar, dagıldı mı üstüne,
sarardı mı, kokladıgım sünbüller?
Temiz rûhun, Cennetine uçdu mu?
gül yanagın, tatlı yüzün soldu mu?
Çürüyüp de, simdi toprak oldu mu,
öpüp kokladıgım, o pamuk eller.