161- Ticâretde adâlet. İhtikâr nedir?

HASAN CAN

Active member
TİCÂRETDE ADÂLET VE İHTİKÂR

Aşağıdaki yazı, (Kimyâ-i se’âdet)den terceme edildi:
Bu kitâbımıza her zemân karşılaşılan şeyleri seçip yazdık. Bu kadarını bilmiyen, harâma ve fâize düşer de haberi olmaz. Sormasını da bilemez. Ahkâm-ı islâmiyyeye uygun birçok alış-veriş yapanlar vardır ki, bunların müslimânlara zarar ve ziyânı da dokunuyor. Bunları yapanlar, la’net içinde kalıyor. Alış-verişde müslimânlara ziyân yapmak iki dürlü olur: Birisi, herkese zararı dokunmak olup, bu da iki kısmdır: Biri ihtikârdır, [diğeri ise piyasaya kalp para sürmekdir]. İhtikâr eden mel’ûndur.
(İhtikâr) demek, insan ve hayvan gıdâ maddelerini piyasadan toplayıp, yığıp, pahâlandığı zemân satmakdır. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Bir kimse gıdâ maddelerini alıp, pahâlı olup da satmak için kırk gün saklarsa, hepsini fakîrlere parasız dağıtsa, günâhını ödiyemez). Yine buyurdu ki, (Bir kimse gıdâ maddelerini kırk gün saklarsa, Allahü teâlâ ona darılır. O, Allahü teâlâyı saymamış olur). Bir hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Bir kimse, hâricden gıdâ maddesi satın alıp, şehre getirir ve piyasaya göre satarsa, sadaka vermiş gibi sevâb kazanır veyâ köle âzâd etmiş gibi sevâb kazanır). İmâm-ı Alî “radıyallahü anh” buyuruyor ki, (Gıdâ maddelerini kırk gün saklıyanın kalbi kararır). Ona, bir muhtekiri haber verdiklerinde, emr etdi, sakladığı şeyleri yakdırdı. Âlimlerden birisi, tüccâr idi. Vâsıt şehrinden, Basraya gıdâ gönderip satılmasını vekîline emr etdi. Basrada ucuz olduğu için, vekîli bir hafta bekleyip, pahâlı satdı ve âlime müjde yazdı. Cevâbında buyurdu ki, (Biz, az kâr ile çok sevâb kazanmağı dahâ çok severiz. Fazla kazanmak için, dînimizi fedâ etmemeli idin. Çok büyük cinâyet yapmışsın. Bunu afv etdirmek için sermâyeyi ve kârı hemen sadaka olarak dağıt!). İhtikârın harâm olması, müslimânlara zararlı olduğu içindir. Çünki, gıdâ maddeleri, insanların ve hayvanların yaşıyabilmesi için lâzımdır. Satılınca, herkesin alması mubâhdır. Bir kişi alıp saklayınca, başkaları alamaz. Sanki çeşme suyunu saklayıp, herkesi susuz bırakmağa benzer. Gıdâ maddelerini bu niyyet ile satın almak günâhdır. İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe “rahmetullahi aleyh” buyurdu ki, (Köylü, tarlasından aldığı gıdâ maddelerini istediği zemân satabilir. Acele satması vâcib değildir. Fekat, acele etmesi sevâbdır. Pahâlı olunca satmasını düşünmesi çirkindir. İlâclarda ve gıdâ maddesi olmıyan ve herkese lâzım olmıyan şeylerde ihtikâr harâm değildir. Ekmek ve benzerlerinde çok harâm olup, et, yağ gibilerde az harâmdır). İmâmeyne göre, bunların hepsi ihtikârdır. İnsanlara lâzım olan herşeyde ihtikâr harâmdır. Hükûmet, ihtikâr edeni, haber alınca, evine yetecek kadar bırakıp, fazlasını halka satmasını emr eder.
[İmâm-ı a’zam “rahmetullahi aleyh”, ilâcların saklanarak yüksek fiyâtla satılmasını beklemek ihtikâr olmaz, buyurdu. İlâcların çoğu böyle ise de, kininin sıtmaya, ensülinin diyabete ve aşı ile serumların, belli mikroplara karşı kullanılması, ekmeğin açlığa karşı kullanılması gibi, muhakkak şifâya sebeb olduğundan, bu gibi, te’sîri kuvvetli ilâcları saklıyarak, ihtikâr [kara borsacılık] yapmak harâm olur]. Gıdâ maddelerinde ihtikârın harâm olması, az bulundukları zemândadır. Çok olup, herkes kolay alabilirse, ihtikâr harâm olmaz. Fekat, böyle zemânlarda da, mekrûh olur. Çünki, insanların zararını beklemek, iyi değildir.
Herkese yapılan zararın ikinci kısmı, (Kalp para sürmek)dir. Alan, anlamazsa, zulm edilmiş olur. Anlarsa, o da başkasını, başkası da, bir diğerini, zincirleme aldatırlar. Elden ele dolaşdıkca, günâhı, hep birinci kimseye de yazılır. Bunun için, (Bir sahte lira vermek, yüz lira çalmakdan dahâ fenâdır) buyurmuşlardır. Çünki, hırsızlığın günâhı bir kerredir. Bunun günâhı ise, öldükden sonra bile devâm eder. En zavallı kimse, ölüp gitdiği hâlde, bırakdığı kötülük sebebi ile günâhı tükenmiyen kimsedir. Öldükden senelerce sonra günâhı yazılır ve azâbını çeker. Eline sahte para geçen, onu yok etmeli, kimseye vermemelidir. İnsan paraları iyi tanımalı ve aldanmamakdan ziyâde, kimseyi aldatmamağa dikkat etmelidir.
 

HASAN CAN

Active member
Bilmiyerek
alıp vermek de günâhdır. Çünki, (Insanın, basına gelen her isin, dindeki ilmini
ögrenmesi vâcibdir). Yok etmek niyyeti ile, kalp para almak sevâbdır. Ayârı
bozuk ma’den paraları yok etmemeli, söyliyerek emîn kimselere, hükûmete vermelidir.
Hîle edecek kimselere vermesi, silâhı yol kesene satmaga benzer ki, harâmdır.
Ziyânın ikinci dürlüsü, alısveris edilen kimseye yapılan zarardır. Zarar veren her
is, zulm olur. Zulm ise harâmdır. Her müslimân, kendisine yapılmasını istemedigi
birseyi, kâfirlere dahî yapmamalıdır.
Baslıca dört sey yapmamak lâzımdır:
1 — Satılan malı, oldugundan asırı medh etmemelidir. Çünki, hem yalan söylemis,
hem aldatmıs, hem de zulm etmis olur. Hattâ, dogru olarak da, müsterînin
bildigi seyi söylememelidir. Çünki, bu da fâidesiz söz olur. Kıyâmet günü her
sözden süâl olunacakdır. Beyhûde söyliyenler, hiç özr bulamıyacakdır. Yemîn ile
satmaga gelince, yalan yere yemîn etmek harâmdır. Ya’nî büyük günâhdır. Dogru
yemîn ederse, az birsey için Allahü teâlânın ismini söylemek saygısızlık olur. Hadîs-
i serîfde buyuruldu ki, (Alısverisde vallahi böyledir, vallahi öyle degildir diye
yemîn edenlere ve san’at sâhiblerinden, yarın gel, öbür gün gel diye sözünde durmıyanlara
yazıklar olsun!). Bir hadîs-i serîfde buyuruldu ki, (Malını yemîn ederek
begendiren kimseye kıyâmet günü merhamet edilmiyecek, acınmıyacakdır). Yûnüs
bin Abîd “rahmetullahi teâlâ aleyh” ipekli kumas tüccârı idi. Malını satarken
hiç medh etmezdi. Çıragı, birgün, kuması gösterirken, müsterînin yanında, (Yâ Rabbî!
Bu Cennet kumasından bana da nasîb et!) deyince, Yûnüs, bu sözün kuması
medh etmek olacagını düsünerek, kuması kaldırıp satdırmadı.
2 — Malın aybını, müsterîden gizlememeli, hepsini, oldugu gibi göstermelidir.
Kusûru gizlemek, hıyânetdir. Mü’mine, nasîhat etmemekdir. Zâlim, âsî olmakdır.
Malın iyi tarafını göstermek, karanlıkda göstermek zulm, hîle olur. Resûlullah “sallallahü
aleyhi ve sellem” bugday satan birisinin bugdayına, mubârek parmaklarını
sokup, içinin yas oldugunu görünce, (Bu nedir?) buyurdu. Yagmur ıslatmısdır
deyince, (Niçin saklayıp göstermiyorsun? Hîle eden, bizden degildir) buyurdu. Birisi,
üçyüz dirhem gümüse bir deve satdı. Devenin ayagında ârıza vardı. Eshâb-ı
kirâmdan “aleyhimürrıdvân” Vâsile bin Eska’ orada idi. O ânda dalgın idi. Devenin
satıldıgını anlayınca, alanın arkasından kosup, devenin ayagı ârızalıdır dedi.
Müsterî deveyi geri getirip, parasını aldı. Bâyı’, satısımı niçin bozdun? deyince, Vâsile
dedi ki, Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” isitdim. Buyurdu ki, (Satılan
birseyin kusûrunu gizlemek halâl degildir. O kusûru bilip söylememek de, kimseye
halâl degildir.) Vâsile yine dedi ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”
bizden söz aldı ki, müslimânlara nasîhat edelim. Onlara merhamet edelim. Malın
kusûrunu saklamak, nasîhat etmemek olur. Satıcıların, kusûr saklamamaları çok
gücdür. Büyük cihâd demekdir. Bu cihâdı kazanmak için, mal alırken dikkat etmeli,
kusûrlu mal almamalıdır. Eger kusûrlu mal alırsa, müsterîye söylemegi niyyet
etmelidir. Eger aldanırsa, ziyân etmis olur. Baskasını da ziyâna sokmamalıdır. Kendisi,
baskasına incinince, baskalarını da kendinden sogutmamalıdır. Sunu iyi bilmelidir
ki, hîle ile rızk artmaz. Belki, malın bereketi gider. Hîle ile azar azar birikdirilen
seyler, ânsızın gelen bir felâketle, birden bire giderek geride yalnız günâhları
kalır. Nitekim bir sütcü, süte su katardı. Birgün, ânsızın sel gelip, inegi bogdu.
Adam saskın bir hâlde düsünürken, çocugu dedi ki, katdıgımız sular birikerek, gelip
inegi götürdü. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Ticârete
hıyânet karısınca, bereket gider). Bereket demek, az malın çok fâidesi olmak, çok
ise yaramak demekdir. Az bir mal, bereketli olunca, çok kimsenin râhat etmesine,
çok iyi islerin yapılmasına yarar. Bereketli olmıyan, çok mal vardır ki, sâhibinin
dünyâda ve âhıretde felâketine sebeb olur. O hâlde, malın çok olmasını de-
gil, bereketli olmasını istemelidir. Bereket, emîn olanlarda bulunur. Hattâ çokluk
dahî emîn tüccârlarda bulunur. Çünki, her müsterî, emîn tüccâra gider. Hıyânet
edenlere kimse gitmez. Bir tüccâr düsünmeli ki, ömrü yüz seneden çok degildir.
Âhıretin ise, sonu yokdur. Birkaç günlük ömrünün altın ve gümüsünü artdırmak
için, ebedî ömrünü ziyâna sokmagı kim ister? Böyle düsünen bir satıcı hıyânet yapamaz.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Lâ ilâhe illallah diyenler,
dünyâyı dinden üstün tutmadıkca, Allahü teâlânın gadabından, azâbından
kurtulurlar. Dîni bırakıp, dünyâya sarılırlarsa, bu kelime-i tevhîdi söyleyince,
Allahü teâlâ, onlara, yalan söylüyorsun! buyurur).
Her san’atde de hîle yapmamak farzdır. Çürük is yapmak ve gizlemek harâmdır.
Imâm-ı Ahmed ibni Hanbelden “rahmetullahi teâlâ aleyh”, gizli yama yapmagı
sordular. Kendi giymesi ve müsterînin giymek istemesi ile câiz olup, hîle olarak
yapmak, ya’nî gizli yamayı, yeni diye satmak günâhdır. Aldıgı para harâmdır,
buyurdu.
[Insanlar fâsıkdır, kâfirdir diyerek, hiyle, hıyânet yapmanın câiz olacagını sanmak
dogru degildir. Hiyle, hıyânet ve baskalarının haklarına saldırmak harâmdır.
Harâmlar, zarûret olmadıkca, hiçbir yerde, hiçbir sebeble halâl olmaz. Islâmın güzel
ahlâkını her yerde tatbîk etmek lâzımdır. Güzel ahlâklı olmak sûreti ile müslimânlıgı
tanıtmak, Emr-i ma’rûf yapmak olur. Dâr-ül-harbde de, kâfirlerin haklarına
dokunmamak, hükûmetlerinin kanûnlarına uymak, kimseyi dolandırmamak,
müslimânlıgın îcâbıdır. Hasen el-Bennâ ve Seyyid Kutb ve Mevdûdî gibi mezhebsizler,
Hac sûresinin otuzdokuzuncu âyet-i kerîmesine yanlıs ma’nâ vererek, gençleri
hükûmete karsı ısyân etmege tesvîk etdiler. Kardesi kardese, düsman yapdılar.
Anarsiyi körüklediler. Hâlbuki, bu âyet-i kerîmenin meâli, (Mü’minlere saldıran
zâlimlerle cihâd yapmaga izn verildi)dir. Mekkede kâfirler, müslimânlara
zulm ediyorlar, yaralıyor, öldürüyorlardı. Bu zâlimlerle dögüsmek için, Resûlullahdan
“sallallahü aleyhi ve sellem” tekrâr tekrâr izn istediler. Izn verilmedi. Zâlimlerin
zulmünden kurtulamıyacak olanların, kâfir memleketi olan Habesistâna
hicret etmelerine izn verildi. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Medîneye hicret
edince, bu âyet-i kerîme gelerek, yeni kurulan islâm devletinin, Mekkedeki zâlimlerle
cihâd yapmasına izn verildi. Bu âyet, müslimânların zâlim hükûmete
karsı ısyân etmeleri için degil, islâm devletinin, insanların islâm dînini isitmelerine,
müslimân olmalarına mâni’ olan, zâlim diktatörlerin orduları ile cihâd yapmasına
izn vermekdedir. Görülüyor ki, müslimân olsun, kâfir olsun, âdil olsun, zâlim
olsun, hiçbir hükûmete karsı, isyân etmek, kanûnlara karsı gelmek, hiçbir zemân
câiz degildir. Fitne çıkarmamalı, fitne çıkaranların arasına karısmamalıdır. Komünist
memleketde bulunan bir müslimân, zulm ve iskenceden usanır, islâmiyyete uygun
yasaması, ibâdetlerini yapabilmesi imkânsız olur ise, zâlimlere yine karsı gelmemeli,
bir islâm memleketine, hicret etmelidir. Islâm memleketine hicret imkânı
bulamazsa, insan haklarına, dîne, ibâdete saldırmıyan herhangi bir memlekete
gitmelidir.]
 

HASAN CAN

Active member
3 — Ölçüde hîle etmemeli, dogru dartmalıdır. Kur’ân-ı kerîmde, Mutaffifîn sûresi,
birinci âyetinde meâlen, (Verirken noksân, alırken fazla ölçenlere acı azâblar
yapacagım) buyuruldu. Büyüklerimiz, her aldıklarını biraz noksân, verdiklerini
de, biraz fazla ölçerdi. Bu az fark, Cehennem ile aramızda perdedir derlerdi.
Bunu tam dogru ölçememek korkusundan yaparlardı. Yedi kat yer ve yedi kat gökler
genisliginde olan Cenneti, birkaç kurusa satanlar ne kadar ahmakdır ve birkaç
arpa dânesi için, Cehennem azâbı ile müjdelenenler ne kadar ahmakdır, buyururlardı.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” her ne satın alsaydı, parasını biraz
fazla verirdi. Fudayl bin Iyâd “rahmetullahi teâlâ aleyh”, oglunu, birsey satın
alıp, verecegi altının kirlerini temizlerken görünce, (Ey oglum! Bu yapdıgın is, sana
iki nâfile hacdan ve iki umreden dahâ fâidelidir) buyurdu. Büyüklerimiz buyu-
ruyor ki, fâsıkların en kötüsü, alırken çok, satarken az ölçenlerdir. Manifaturacılardan,
kuması alırken gevsek, satarken gergin tutup ölçenler de böyledir. Kemigini,
âdetden fazla koyan kasablar da böyledir. Hubûbât içine toz toprak karısdırıp
satan köylüler de böyledir. Malın iyisi ile kötüsünü karısdırıp, hepsini iyi diye
satan pazarcılar da böyledir. Bunların hepsini yapmak harâmdır. Vel-hâsıl, alısverisde
herkese karsı dogru hareket etmek vâcibdir. Hattâ, kendine söylenmesini
istemedigi sözü baskalarına söylememelidir. Böyle harâmlardan kurtulmak
için de, kendini, din kardesinden üstün görmemek lâzımdır. Bunu da, herkesin yapması
gücdür. Bunun için Allahü teâlâ, (Hepiniz Cehennemden geçeceksiniz!)
buyuruyor. Ammâ, herkes Allahü teâlâdan korkusuna göre, oradan çabuk veyâ geç
kurtulacakdır.
4 — Satıs fiyâtında hîle yapmamakdır. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”,
(Müslimânların, sehre mal getiren köylüleri karsılayıp piyasa fiyâtını gizliyerek,
ucuz satın almalarını) men’ buyurdu. Köylünün bu sûretle yapdıgı satısdan
vaz geçmesi câizdir. Köylü ucuz birsey getirince, bunu karsılıyarak, malı bana bırak,
ben sonra yüksek fiyâtla satarım demekden de men’ buyurdu. Bir malın pahâlı
satılması için, herkesin yanında, onu yüksek fiyâtla satın almakdan da men’
buyurdu. Müsterîler, böyle bir satıs oldugunu anlarsa, satısı bozabilir. Piyasayı bilmiyenlere
yüksek fiyâtla mal satmak da harâmdır. Hattâ, acemi olup, ucuz satan
veyâ pahâlı alanlar ile alısveris etmemelidir. Bunlarla alısveris sahîh ve câiz ise de,
piyasadaki fiyâtı bunlardan gizlemek günâhdır. Basrada büyük bir tüccâr vardı.
Îrânda, Süs sehrinde bulunan adamlarından biri, mektûb yazarak, bu sene seker
kamısı verimli olmadı. Baskaları duymadan, çok seker al dedi. Tüccâr da, çok seker
satın alıp, seker piyasadan çekilince, pahâlı satarak, otuzbin dirhem gümüs kâr
etdi. Sonra, düsünüp, seker kamıslarına âfet geldigini müslimânlardan saklıyarak,
onlara hıyânet etdim, bu nasıl müslimânlıkdır deyip, otuzbin dirhemi, sekerlerini
almıs oldugu kimselere götürdü. Her birine, bu para senindir dedi. Niçin, dediklerinde,
yapdıgı yanlıs isi anlatdı. Hiçbiri almayıp, sana halâl olsun dediler. Aksam
evinde düsündü ki, belki utanarak almamıslardır. Din kardeslerime hıyânet etdim,
diyerek, ertesi gün tekrâr götürdü. Her birine yalvararak otuzbin dirhem gümüsü
taksîm etdi. Müsterîye dogru söylemeli, hiç hîle etmemelidir. Malda bir ârıza
oldu ise, haber vermelidir. Malı, akrabâ veyâ ahbâbından, ona yardım olsun diye
yüksek fiyâtla aldı ise, müsterîsine bunu söyliyerek, dogru degerini bildirmelidir.
Meselâ, on lira etmiyen malı, on lira vererek aldı ise, o malı satarken, on liraya aldıgını
söylememelidir. Ucuz aldıgı bir malın fiyâtı yükselip pahâlı satıyor ise, aldıgı
fiyâtı söylemelidir. Böyle misâller pekçokdur. Böyle hıyânetleri bilmiyerek yapan
çokdur. Hıyânet yapmakdan kurtulmak için, herkes, kendine yapılmasını istemedigi
seyleri, baskalarına yapmamalıdır. Çünki, herkes, dikkat ile, pazarlıkla
ugrasarak, tam degerini verip aldıgını sanır. O hâlde, aldatarak satmak, hıyânet ve
dolandırıcılık olur.
[(Mecelle)nin yirmialtıncı [26] maddesinde, (Çok kimseyi zarardan kurtarmak
için, bir kimseye zarar yapılabilir) diyor. Gıdâ maddelerini satanlar, piyasadaki degerin
iki misline satarak halka zarar verirlerse, hâkim piyasadaki degerine satdırır.
Kıtlık zemânında, hükûmet, (Ihtikâr) yapanın, ya’nî karaborsacıların yıgdıgı
gıdâ maddelerini, uygun fiyât ile, aç kalanlara satdırabilir.
Abdülganî Nablüsî hazretleri “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Hadîka) kitâbının ikiyüzyedinci
[207] sahîfesinde buyuruyor ki, (Mezheblerin ruhsatlarını, ya’nî kolaylıklarını
arasdırarak, isini bunlara uygun olarak yapan kimseye (Müleffık) denir.
Böyle yapmak câiz degildir. Ahkâm-ı islâmiyyeye uymak istemiyenin yapacagı seydir.
Ihtiyâcdan dolayı veyâ zarûret ile, bir isini veyâ her isini baska mezhebe uyarak
yapmak câizdir. Kolaylık için baska mezhebe geçmek, nefse uymak olur. Câiz
olmaz.
Harâmı halâl ve halâli harâm yapmak için, yâhud birinin hakkına mâni’ olmak
veyâ haksız mal ele geçirmek için, (Hîle-i bâtıla) yapmak câiz degildir. Hanefî ve
Sâfi’î mezheblerinde, (Hîle-i ser’ıyye)nin câiz olması, harâm bir isi yapmaga izn
vermek degildir. Bir hâkime, bir da’vâ geldigi zemân, bunda hîle oldugunu bilmezse,
lâzım gelen hükmü vermesi câiz olur. Hîle oldugunu bilerek hükm verirse günâha
girer. Imâm-ı a’zam Ebû Hanîfe “radıyallahü anh”, müslimânlara böyle hîle
ögreten müftî hicr olunur dedi. Evet, Imâm-ı a’zam, hîle-i ser’ıyye yapılması câiz
olur buyurmusdur. Fekat bu söz, islâmiyyete uymıyan sebeblerin kullanılmasına
izn vermek degildir. Böyle sebeb kullanınca, bundan hâsıl olacak hükm mu’teber
olur demekdir. Meselâ fâsid bey’ yapmak câiz degildir, harâmdır. Fekat fâsid
bey’ yapılınca, bunun ahkâmına uymak lâzım olur. Cum’a ezânı okununca bey’ yapılması
da böyledir. Iyne satısının harâm kısmını yapmak da böyledir. Harâm sebeble
yapılan hîleden hâsıl olan hükme uymak, Sâfi’î mezhebinde de lâzımdır. Mâlikîde
ve Hanbelîde lâzım degildir. Nisâba mâlik kimsenin, bir sene temâm olmadan
önce, mâlını güvendigi birine temlîk etmesi, sene temâm oldukdan sonra geri
alması, böylece zekâtın farz olmasına mâni’ olmak için hîle yapması, Hanefîde
de câiz degildir. Bir kimse, kadını nikâh etmisdim diyerek, iki yalancı sâhid gösterse,
kadın inkâr etse de, onun zevcesi olur. Fekat, bu hükmün hâsıl olması için,
yalancı sâhid kullanmak harâm olur. Ödünç vermekde fâizi, mu’âmele satısı seklinde
câiz yapmak da böyledir. Bid’atdir. [Ödünç alırken fâiz vermesi îcâb edenin,
mu’âmele satısı yaparak fâiz cezâsından kurtulacagı, üçüncü kısmda, 12. ci maddenin
üçüncü sahîfesinde bildirilmisdi. Bu fetvâ, nafaka temîninden âciz olup, fâizsiz
karz-ı hasen vereni bulamıyan kimse içindir. Ya’nî, fâiz ile ödünç almak zarûreti
bulunan fakîri fâiz günâhından korumak içindir. Yoksa, herkes mu’amele
satısı yapmak sûreti ile, fâiz vererek ödünç alabilir demek degildir.] Böyle sözlesmelerde,
elfâz degil, ma’nâ mu’teberdir. Harâmı halâl yapmak için (Hîle-i bâtıla)
yapmak yehûdîlerin âdetidir.)
(Fetâvâ-yı Hindiyye)de altıncı cüz’de diyor ki, (Harâmdan kurtulmak için, halâla
kavusmak için hîle-i ser’ıyye yapmak câizdir ve iyidir. Böyle hîlenin câiz olmasına
sened, Sâd sûresinin kırkdördüncü âyetidir. Bu âyet-i kerîme, Eyyûb aleyhisselâm,
zevcesine yüz sopa vurmaga yemîn edince, bu yemîni yapmakdan kurtulması
için yapılacak hîle-i ser’iyyeyi bildirmekdedir.) (Esi’at-ül-leme’ât)da had
cezâlarında diyor ki: Sa’îd bin Sa’d dedi ki, babam Sa’d, Resûlullahın “sallallahü
aleyhi ve sellem” yanına, hasta, sarsak birini getirdi. Bunu zinâ yaparken yakaladık
dedi. (Buna, üzerinde yüz filiz bulunan bir dal ile bir kere vurunuz!) buyurdu.
Böylece, bir vurmakla, yüz sopa vurulmus, had cezâsı yapılmıs olur. Esi’a tercemesi,
hîle-i ser’ıyyenin câiz ve lâzım oldugunu göstermekdedir.]
Ey gönül, yakdı vücûdüm, o gizli nârın senin,
fıskırıp çıkdı semâya ah ile zârın senin!
Çok garîb bir divânesin, niçin hiç uslanmazsın?
Herkesin rüsvâsı oldun, yokmudur ârın senin?
Ebedî ask tuzâgına düsdügün günden beri,
meyvemi verecek aceb, soldu behârın senin?
Alamadı hiçbir kimse, sonsuz sırrından haber,
saçmadı bûy-i letâfet, misk-i tâtârın senin.
Haklısın sen! Kıssa-i cânânı izhâr eyleme!
Tatmadan anlamaz askı, yâr-u agyârın senin!
 
Üst Alt