HASAN CAN
Active member
TİCÂRETDE İHSÂN
(Kimyâ-i se’âdet) kitâbı, üçüncü asl, dördüncü bâbda buyuruyor ki: Allahü teâlâ, adâlet yapmak emr etdiği gibi, ihsân etmeği de emr ediyor. Bundan evvelki bâbda, adâlet yapmağı bildirdik. Bunları öğrenen, zulm yapmakdan kurtulur. Şimdi ihsân nasıl yapılacağını anlatacağız: A’râf sûresi, ellibeşinci âyetinde meâlen, (İhsân edenlere, elbette rahmetim çok yakındır) buyuruldu. Yalnız adâlet yapanlar, dinde sermâyelerini kurtarmış olur. Amma kâr, ihsân edenleredir. Aklı olan, âhıret kârını hiç kaçırır mı? İhsân, emr edilmiyen iyiliği yapmakdır.
[(Eşbâh) sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, üçüncü kâ’ide (Îsâr)dır. Îsâr, muhtâc olduğu birşeyi almayıp, muhtâc olan din kardeşine bırakmakdır. İnsana lâzım olan şeylerde îsâr yapılır. Kurbet ve ibâdetlerde îsâr yapılmaz. Meselâ, tahâretlenecek kadar suyu, setr-i avret edecek kadar örtüsü olan, bunları kendi kullanır. Bunları muhtâc olana vermez. Birinci safdaki yerini başkasına vermez. Nemâz vakti gelince abdestsiz kimsenin abdest suyunu başkasına îsâr etmesi câiz değildir].
Ticâretde ihsân, altı dürlü elde edilir:
1 — Müşterî, fazla ihtiyâcı olduğu için, çok para vermeğe râzı olsa bile, çok kâr istememelidir. Sırrî Sekâtînin “kuddise sirruh” dükkânı vardı. Yüzde beşden ziyâde kâr istemezdi. Bir kerre, altmış altınlık bâdem içi almışdı. Bâdem fiyâtı ânsızın yükseldi. Dellâl, bâdem satmak için geldi. Altmışüç altına sat dedi. Dellâl, bugün, bu kadar bâdemi, doksan altına alıyorlar deyince, ben yüzde beşden fazla kâr almamağa karâr verdim. Karârımı değişdirmem buyurdu. Dellâl da, ben de senin malını aşağı fiyâtla satamam dedi ve satmadı. O da, yüksek fiyâtla satmağa râzı olmadı. Bâdemler satılamadı. İşte ihsân böyle olur. Muhammed bin Münkedir, din büyüklerindendi. Mağazası vardı. Çeşidli kumaş satıyordu. Kimisinin zrâ’ı [bir zrâ’ 0,48 metredir] beş altın, kimisinin, on altın idi. Birgün, kendisi yok iken, çırağı, bir köylüye, beş altınlık kumaşı, on altına satdı. Kendi gelip, haber alınca, akşama kadar köylüyü aratdı. Köylüyü görünce, bu kumaş beş altından ziyâde etmez dedi. Köylü, ben bunu, seve seve aldım deyince, ben kendime uygun görmediğimi din kardeşime de uygun görmem. Yâ satışdan vaz geç, beş altını geri al, yâhud da gel, on altınlık kumaşdan vereyim buyurdu. Köylü beş altını geri aldı. Sonra, birisine, bu merd kimdir diye sordu. Muhammed bin Münkedir dediler. Bu ismi duyunca (Sübhânallah! Bu, öyle kimsedir ki, çölde susuz kalınca yağmur düâsına çıkıp, onun adını söylediğimiz zemân rahmet yağıyor) dedi. Büyüklerimiz az kârla, çok iş yapar, bunu dahâ bereketli bulurlardı. Halîfe Alî “radıyallahü anh”, Kûfe şehri çarşısında dolaşarak, (Az kârı red etmeyiniz! Çok kârdan mahrûm kalırsınız!) buyururdu. Eshâb-ı kirâmın “aleyhimürrıdvân” büyüklerinden Abdürrahmân bin Avf’a, o büyük serveti nasıl kazandın? dediler. Çok az kâra da râzı oldum. Hiçbir müşterîyi boş çevirmedim. Hattâ bir gün, bin deveyi sermâyesine satmışdım. Yalnız dizlerindeki ipleri kâr kalmışdı. Her ip, bir dirhem gümüş değerinde idi. O gün develerin yem parasını ben vermişdim. Kazancım ise, bin dirhem olmuşdu, buyurdu.
[Hamza efendinin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Bey’ ve şirâ risâlesi şerhı), yirmibeşinci sahîfesinde diyor ki: (Yedincisi: Yüksek fiyâtla satıp, bir kimseyi aldatmakdan sakınmalıdır. Zîrâ piyasada on liraya satılmakda olan bir malı, onbir liradan yukarıya satın almak gaben-i fâhiş ile aldanmakdır. Ya’nî çok aldanmakdır. Yalan söylemekle çok aldatılan bir müşterî, satışdan vaz geçebilir)].
2 — Fakîrlerin malını fazla para ile almalı, onları sevindirmelidir. Meselâ, dul kadınların iğirdiği ipliğine, çocukların satdığı meyvelere çok para vermelidir. Bu sûretle çalışanlara yardım etmek, sadaka vermekden dahâ sevâbdır. Böyle yapanlar, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” düâsına kavuşur.
(Kimyâ-i se’âdet) kitâbı, üçüncü asl, dördüncü bâbda buyuruyor ki: Allahü teâlâ, adâlet yapmak emr etdiği gibi, ihsân etmeği de emr ediyor. Bundan evvelki bâbda, adâlet yapmağı bildirdik. Bunları öğrenen, zulm yapmakdan kurtulur. Şimdi ihsân nasıl yapılacağını anlatacağız: A’râf sûresi, ellibeşinci âyetinde meâlen, (İhsân edenlere, elbette rahmetim çok yakındır) buyuruldu. Yalnız adâlet yapanlar, dinde sermâyelerini kurtarmış olur. Amma kâr, ihsân edenleredir. Aklı olan, âhıret kârını hiç kaçırır mı? İhsân, emr edilmiyen iyiliği yapmakdır.
[(Eşbâh) sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, üçüncü kâ’ide (Îsâr)dır. Îsâr, muhtâc olduğu birşeyi almayıp, muhtâc olan din kardeşine bırakmakdır. İnsana lâzım olan şeylerde îsâr yapılır. Kurbet ve ibâdetlerde îsâr yapılmaz. Meselâ, tahâretlenecek kadar suyu, setr-i avret edecek kadar örtüsü olan, bunları kendi kullanır. Bunları muhtâc olana vermez. Birinci safdaki yerini başkasına vermez. Nemâz vakti gelince abdestsiz kimsenin abdest suyunu başkasına îsâr etmesi câiz değildir].
Ticâretde ihsân, altı dürlü elde edilir:
1 — Müşterî, fazla ihtiyâcı olduğu için, çok para vermeğe râzı olsa bile, çok kâr istememelidir. Sırrî Sekâtînin “kuddise sirruh” dükkânı vardı. Yüzde beşden ziyâde kâr istemezdi. Bir kerre, altmış altınlık bâdem içi almışdı. Bâdem fiyâtı ânsızın yükseldi. Dellâl, bâdem satmak için geldi. Altmışüç altına sat dedi. Dellâl, bugün, bu kadar bâdemi, doksan altına alıyorlar deyince, ben yüzde beşden fazla kâr almamağa karâr verdim. Karârımı değişdirmem buyurdu. Dellâl da, ben de senin malını aşağı fiyâtla satamam dedi ve satmadı. O da, yüksek fiyâtla satmağa râzı olmadı. Bâdemler satılamadı. İşte ihsân böyle olur. Muhammed bin Münkedir, din büyüklerindendi. Mağazası vardı. Çeşidli kumaş satıyordu. Kimisinin zrâ’ı [bir zrâ’ 0,48 metredir] beş altın, kimisinin, on altın idi. Birgün, kendisi yok iken, çırağı, bir köylüye, beş altınlık kumaşı, on altına satdı. Kendi gelip, haber alınca, akşama kadar köylüyü aratdı. Köylüyü görünce, bu kumaş beş altından ziyâde etmez dedi. Köylü, ben bunu, seve seve aldım deyince, ben kendime uygun görmediğimi din kardeşime de uygun görmem. Yâ satışdan vaz geç, beş altını geri al, yâhud da gel, on altınlık kumaşdan vereyim buyurdu. Köylü beş altını geri aldı. Sonra, birisine, bu merd kimdir diye sordu. Muhammed bin Münkedir dediler. Bu ismi duyunca (Sübhânallah! Bu, öyle kimsedir ki, çölde susuz kalınca yağmur düâsına çıkıp, onun adını söylediğimiz zemân rahmet yağıyor) dedi. Büyüklerimiz az kârla, çok iş yapar, bunu dahâ bereketli bulurlardı. Halîfe Alî “radıyallahü anh”, Kûfe şehri çarşısında dolaşarak, (Az kârı red etmeyiniz! Çok kârdan mahrûm kalırsınız!) buyururdu. Eshâb-ı kirâmın “aleyhimürrıdvân” büyüklerinden Abdürrahmân bin Avf’a, o büyük serveti nasıl kazandın? dediler. Çok az kâra da râzı oldum. Hiçbir müşterîyi boş çevirmedim. Hattâ bir gün, bin deveyi sermâyesine satmışdım. Yalnız dizlerindeki ipleri kâr kalmışdı. Her ip, bir dirhem gümüş değerinde idi. O gün develerin yem parasını ben vermişdim. Kazancım ise, bin dirhem olmuşdu, buyurdu.
[Hamza efendinin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Bey’ ve şirâ risâlesi şerhı), yirmibeşinci sahîfesinde diyor ki: (Yedincisi: Yüksek fiyâtla satıp, bir kimseyi aldatmakdan sakınmalıdır. Zîrâ piyasada on liraya satılmakda olan bir malı, onbir liradan yukarıya satın almak gaben-i fâhiş ile aldanmakdır. Ya’nî çok aldanmakdır. Yalan söylemekle çok aldatılan bir müşterî, satışdan vaz geçebilir)].
2 — Fakîrlerin malını fazla para ile almalı, onları sevindirmelidir. Meselâ, dul kadınların iğirdiği ipliğine, çocukların satdığı meyvelere çok para vermelidir. Bu sûretle çalışanlara yardım etmek, sadaka vermekden dahâ sevâbdır. Böyle yapanlar, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” düâsına kavuşur.