162- Ticâretde ihsân etmek. Borc ödemek. Din kitâbları

HASAN CAN

Active member
TİCÂRETDE İHSÂN

(Kimyâ-i se’âdet) kitâbı, üçüncü asl, dördüncü bâbda buyuruyor ki: Allahü teâlâ, adâlet yapmak emr etdiği gibi, ihsân etmeği de emr ediyor. Bundan evvelki bâbda, adâlet yapmağı bildirdik. Bunları öğrenen, zulm yapmakdan kurtulur. Şimdi ihsân nasıl yapılacağını anlatacağız: A’râf sûresi, ellibeşinci âyetinde meâlen, (İhsân edenlere, elbette rahmetim çok yakındır) buyuruldu. Yalnız adâlet yapanlar, dinde sermâyelerini kurtarmış olur. Amma kâr, ihsân edenleredir. Aklı olan, âhıret kârını hiç kaçırır mı? İhsân, emr edilmiyen iyiliği yapmakdır.
[(Eşbâh) sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, üçüncü kâ’ide (Îsâr)dır. Îsâr, muhtâc olduğu birşeyi almayıp, muhtâc olan din kardeşine bırakmakdır. İnsana lâzım olan şeylerde îsâr yapılır. Kurbet ve ibâdetlerde îsâr yapılmaz. Meselâ, tahâretlenecek kadar suyu, setr-i avret edecek kadar örtüsü olan, bunları kendi kullanır. Bunları muhtâc olana vermez. Birinci safdaki yerini başkasına vermez. Nemâz vakti gelince abdestsiz kimsenin abdest suyunu başkasına îsâr etmesi câiz değildir].
Ticâretde ihsân, altı dürlü elde edilir:
1 — Müşterî, fazla ihtiyâcı olduğu için, çok para vermeğe râzı olsa bile, çok kâr istememelidir. Sırrî Sekâtînin “kuddise sirruh” dükkânı vardı. Yüzde beşden ziyâde kâr istemezdi. Bir kerre, altmış altınlık bâdem içi almışdı. Bâdem fiyâtı ânsızın yükseldi. Dellâl, bâdem satmak için geldi. Altmışüç altına sat dedi. Dellâl, bugün, bu kadar bâdemi, doksan altına alıyorlar deyince, ben yüzde beşden fazla kâr almamağa karâr verdim. Karârımı değişdirmem buyurdu. Dellâl da, ben de senin malını aşağı fiyâtla satamam dedi ve satmadı. O da, yüksek fiyâtla satmağa râzı olmadı. Bâdemler satılamadı. İşte ihsân böyle olur. Muhammed bin Münkedir, din büyüklerindendi. Mağazası vardı. Çeşidli kumaş satıyordu. Kimisinin zrâ’ı [bir zrâ’ 0,48 metredir] beş altın, kimisinin, on altın idi. Birgün, kendisi yok iken, çırağı, bir köylüye, beş altınlık kumaşı, on altına satdı. Kendi gelip, haber alınca, akşama kadar köylüyü aratdı. Köylüyü görünce, bu kumaş beş altından ziyâde etmez dedi. Köylü, ben bunu, seve seve aldım deyince, ben kendime uygun görmediğimi din kardeşime de uygun görmem. Yâ satışdan vaz geç, beş altını geri al, yâhud da gel, on altınlık kumaşdan vereyim buyurdu. Köylü beş altını geri aldı. Sonra, birisine, bu merd kimdir diye sordu. Muhammed bin Münkedir dediler. Bu ismi duyunca (Sübhânallah! Bu, öyle kimsedir ki, çölde susuz kalınca yağmur düâsına çıkıp, onun adını söylediğimiz zemân rahmet yağıyor) dedi. Büyüklerimiz az kârla, çok iş yapar, bunu dahâ bereketli bulurlardı. Halîfe Alî “radıyallahü anh”, Kûfe şehri çarşısında dolaşarak, (Az kârı red etmeyiniz! Çok kârdan mahrûm kalırsınız!) buyururdu. Eshâb-ı kirâmın “aleyhimürrıdvân” büyüklerinden Abdürrahmân bin Avf’a, o büyük serveti nasıl kazandın? dediler. Çok az kâra da râzı oldum. Hiçbir müşterîyi boş çevirmedim. Hattâ bir gün, bin deveyi sermâyesine satmışdım. Yalnız dizlerindeki ipleri kâr kalmışdı. Her ip, bir dirhem gümüş değerinde idi. O gün develerin yem parasını ben vermişdim. Kazancım ise, bin dirhem olmuşdu, buyurdu.
[Hamza efendinin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Bey’ ve şirâ risâlesi şerhı), yirmibeşinci sahîfesinde diyor ki: (Yedincisi: Yüksek fiyâtla satıp, bir kimseyi aldatmakdan sakınmalıdır. Zîrâ piyasada on liraya satılmakda olan bir malı, onbir liradan yukarıya satın almak gaben-i fâhiş ile aldanmakdır. Ya’nî çok aldanmakdır. Yalan söylemekle çok aldatılan bir müşterî, satışdan vaz geçebilir)].
2 — Fakîrlerin malını fazla para ile almalı, onları sevindirmelidir. Meselâ, dul kadınların iğirdiği ipliğine, çocukların satdığı meyvelere çok para vermelidir. Bu sûretle çalışanlara yardım etmek, sadaka vermekden dahâ sevâbdır. Böyle yapanlar, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” düâsına kavuşur.
 

HASAN CAN

Active member
Çünki, (Alısveris-
de kolaylık gösterenlere, Allahü teâlâ merhamet eylesin!) diye düâ buyurmusdur.
Fekat, zenginden mal alırken aldanmak sevâb degildir ve iyi degildir. Malı zâyı’
etmekdir. Belki pazarlık edip, ucuz almak lâzımdır. Imâm-ı Hasen ve Hüseyn “radıyallahü
anhümâ”, her aldıklarında pazarlık eder, ucuz almaga ugrasırlardı.
Kendilerine: Bir günde binlerle dirhem sadaka veriyorsunuz da, birsey satın alırken
niçin uzun pazarlık ederek yoruluyorsunuz? dediklerinde, (Verdiklerimizi Allah
rızâsı için veriyoruz. Ne kadar çok versek yine azdır. Fekat, alısverisde aldanmak,
aklın ve malın noksân olmasıdır) buyururlardı.
3 — Müsterîden para almakda üç dürlü ihsân olur: Fiyâtda ikrâm etmelidir. Eski,
kirli paraları kabûl etmelidir. Pesin verdigi fiyâtla, veresiye vermelidir. [Veresiye
vermek için, fiyâtı artdırmak sart edilirse, bey’ fâsid olur. Harâm olur.] Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Alısverisde kolaylık gösterenlere,
Allahü teâlâ, her isinde kolaylık gösterir). Ihsânın en büyügü, en kıymetlisi,
fakîrlere veresiye vermekdir. Parası, malı olmıyanın borcunu uzatmak, zâten vâcibdir.
Ihsân degil, adl ve vazîfedir. Fekat, malı olup da, ziyân ile satmadıkca veyâ
muhtâc oldugu birseyi satmadıkca, ödiyemiyecek bir hâlde olanların ödemesine
zemân vermek ihsândır ve büyük sadakadır. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”
buyurdu ki, (Kıyâmetde bir kimseyi hesâba çekerler ki, çok günâh islemis,
hiç iyilik yapmamıs. Sen dünyâda hiç iyilik yapmadın mı? derler. Hayır, yalnız çıragıma
derdim ki, (Fakîr olan borcluları sıkısdırma! Ne zemân ellerine geçerse, o
zemân vermelerini söyle. Istediklerini yine ver. Bos çevirme!) Allahü teâlâ buyuracak
ki, (Ey kulum! Bugün sen fakîr, muhtâcsın! Sen dünyâda benim kullarıma
acıdıgın gibi, bugün biz de sana acırız). Onu afv eder.) Hadîs-i serîfde buyuruldu
ki: (Bir müslimâna, Allah rızâsı için ödünc veren kimseye, hergün için sadaka sevâbı
verilir. Fakîrden, alacagını çabuk istemiyene, hergün için malın hepsini sadaka
vermis gibi sevâb verilir). Büyüklerimizden öyle kimseler vardı ki, borcun getirilmesini
arzû etmezdi. Hergün, o malı sadaka vermis gibi sevâb kazanmagı tercîh
ederlerdi. Bir hadîs-i serîfde buyuruldu ki, (Sadaka verilen her dirhem için on
sevâb, ödünc verilen her dirhem için ise, onsekiz sevâb vardır. Çünki, borc, ihtiyâcı
olana verilir. Sadaka belki, ihtiyâcı olmayanın eline düsebilir). [Üçüncü
kısmda, onikinci maddenin sonunu okuyunuz!].
4 — Borc ödemekde ihsân, istemege vakt bırakmadan önce vermekdir ve paranın
en iyisini vermek ve kendi eli ile ve ayagına gidip vermekdir. Onu, birisini
göndermege mecbûr bırakmamakdır. Hadîs-i serîfde buyuruldu ki, (En iyiniz,
borcunu iyi ödiyeninizdir). Bir hadîs-i serîfde buyuruldu ki, (Ödünc alan bir kimse,
iyice ödemegi niyyet ederse, borcunu ödemesi için, melekler ona düâ eder). Bir
kimse, malı oldugu hâlde, borcunu ödemegi bir sâat gecikdirirse, zâlim ve âsî
olur. Nemâz kılarken de, oruc tutarken de, uykuda da, ya’nî her ân, la’net altında
bulunur. Borc ödememek öyle bir günâhdır ki, uykuda bile durmadan yazılır.
Malı olmak, parası çok olmak demek degildir. Belki satılık birseyi olup da, satmazsa,
günâh islemis olur. Degeri düsük olan para veyâ ise yaramıyan mal vererek öder
ve bunu hak sâhibi begenmiyerek alırsa, yine günâh olur. Onu râzı etmedikce, ya’nî
gönlünü almadıkca, günâhdan kurtulamaz. Çok kimseler bunu düsünmez, ammâ
büyük günâhlardandır.
5 — Alısveris etdigi kimse pismân olursa (Ikâle etmek), ya’nî yapılan satısı geri
çevirmekdir. [Birinin (vazgeçdim) demesi, ötekinin de (kabûl etdim) veyâ (ben
de vazgeçdim) demesi ile ikâle yapılır. Ikâlede, semenin artdırılması veyâ azaltılması
sart edilirse, bu sart bâtıl olur. Ya’nî bu sart yerine getirilmez. Semenin helâk
olması, ikâleye mâni’ olmaz. Mebî’in helâk olması mâni’ olur. Fâsid ve mekrûh
olan satıslarda ve (Gaben-i fâhis) ile aldatılan müsterînin istedigi zemânda ikâle
yapmak vâcib olur. Sahîh satısda, biri istedigi zemân, ötekinin de yapması müstehabdır.]
Çünki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Bir kim-
se [karsısındaki pismân olunca] bey’i fesh eder, geri alırsa, Allahü teâlâ, onun günâhlarını
afv eder). Yapılan satısı geri çevirmek vâcib degildir. Fekat, çok sevâbdır
ve ihsân etmekdir.
6 — Fakîrlere veresiye verip, parası olmıyandan, istememegi niyyet etmekdir.
Borclusu ölünce halâl etmekdir. Büyüklerimizden ba’zısının dükkânında iki defter
vardı. Birisine bilinmiyen ismler yazardı ki, hepsi fakîr idi. Ba’zı borclar karsısında
ism de yazılı degildi. Böylece kendisi ölürse, kimse fakîrlerden birsey istiyemezdi.
Fekat böyle tüccârlar da, en iyi sayılmazdı. En iyi olanlar, fakîrler
için, hiç defter tutmıyanlardı. Bunlar, fakîr birsey getirirse alır, getirmiyenlerden
birsey istemezlerdi. Iste, din büyükleri, böyle ticâret yapardı. Sübheli bir kurusu
kabûl eden, dinde merdlerden sayılmazdı.
 
Üst Alt