167- Kirâ, ücret, işçilik. Sigortacılık. Emânetciye verilen para

HASAN CAN

Active member
KİRÂ, ÜCRET:

İcâre, bir malın, kendini değil de, menfe’atini ya’nî kullanılmasını satmak olup, kirâya vermek demekdir. Îcâb ve kabûl ile yapılır. Bu satışın semenine (Kirâ, ücret) denir. Mal sâhibine (Âcir) veyâ (Mûcir), kirâcıya ve işverene, ya’nî ücreti ödeyene, (Müste’cir), kendi kuvvetini veyâ san’atini kirâya verene, ya’nî çalışan kimseye (Ecîr) denir. Müste’cir, mûcirin malından, ecîrin de kuvvetinden veyâ san’atinden fâidelenip, buna karşı ücret ödeyen kimsedir.
(Dürr-ül-muhtâr)da ve (Redd-ül-muhtâr)da diyor ki, bir mal, şer’an ve aklen nerede kullanılabilirse, o maksadla kullanmak için kirâya verilir. Kumaşı, ev ve mutbah eşyâsını, süs, gösteriş olarak bulundurmak için; evi, oturmayıp, köleyi, altını, gümüşü ve otomobili kullanmayıp, başkalarına gösteriş yapmak için kirâ ile almak fâsid olur. Ücret vermesi lâzım gelmez. Çünki, bu mallar, îcâb eden yerlerde kullanmak için kirâya verilmemişdir. Bunlar yersiz kullanılsa bile, kirâ vermek lâzım olmaz. Koklamak için çiçeği, kokan şeyi ve okumak için kitâbı kirâya vermek câiz değildir. Ücreti ve zemânı söylenerek âriyet vermekle de kirâya verilmiş olur. Fekat ücreti söylemeden kirâya vermek âriyet olmaz. Fâsid icâre olur.
İcârenin sahîh olması için, ücretin ve menfe’atin bildirilmesi şartdır. Mekânın ve tarlanın menfe’ati, zemân bildirmekle belli olur. San’at sâhiblerinin, menfe’ati, zemânı ve işi birlikde söylemekle, nakl vâsıtalarında ise, bu ikiden herhangi birini söylemekle belli olur. Vakfın, yetîmin, Beyt-ül-mâlın olan tarla, üç seneden, ev, dükkân ise, bir seneden fazla kirâya verilemez. Uzun zemân kirâya verilmeleri için, Hanbelî mezhebi taklîd edilmelidir. Fekat, kirâ şartlarının hepsinin Hanbelî mezhebine uygun olması lâzım olur. Kirâ süresi içinde bozulup telef olan veyâ kullanırken helâk olan şeyleri kirâya vermek câiz değildir. Meselâ para kirâya verilmez. Çünki, kullanırken elden gider. Sütü için hayvanı, meyvesi için ağacı veyâ asmayı, koyun otlatmak için tarlayı, yünü için hayvanı kirâya vermek câiz değildir, fâsiddir. Altından ve gümüşden zînet eşyâsı süs olarak kullanmak için ve elbise, kumaş, giymek için kirâya verilir. Kadınlar yalnız zevclerine karşı süslenebilirler.
(Fetâvâ-yı Feyziyye)de diyor ki, (Bey’de olduğu gibi, icâre de, lâzım olmıyan şart ile fâsid olur. Meselâ, değeri ma’lûm olan malını gemi ile belli iskeleye götürmesi için, belli ücret ile sözleşirken, gemicinin malın gümrüğünü kendi malından vermesini şart etmek fâsid olur. Fâsid icârelerde, sözleşilen ücret değil, ecr-i misl verilir. Bey’de olduğu gibi, icâreyi de ikâle ve fesh etmek câizdir).
Müslimânın [Dâr-ül-islâmda] kâfire ücret ile hizmet etmesi mekrûhdur. İbni Âbidîn beşinci cild, ikiyüzellibirinci sahîfede diyor ki, (Ücret ile kâfirin şerâbını taşımak, kilise ta’mîr etmek ve hıristiyana zünnâr gibi küfr alâmetlerini satmak İmâm-ı a’zama göre câizdir. Müslimân müşterîye mecûsî mesti yapmak veyâ fâsık elbisesi dikmek mekrûhdur. Çünki, mecûsîye ve fâsıklara benzemeğe sebeb olmakdır). Kâfir kadının müslimân çocuğa ve müslimân kadının kâfir çocuğa süt anne tutulması câizdir. [Buradan anlaşılıyor ki, ölümden kurtarabilmek için, müslimâna kâfir kanı da vermek câiz olur.] Bir menfe’ati, başka cins menfe’at karşılığı kirâya vermek câizdir. Meselâ evin kirâsı karşılığı olarak tarlayı kirâlamak câizdir. Fekat, elbiseyi kirâya verip, kirâ olarak başka elbise almak câiz olmaz. Bir yeri, nemâz kılmak için kirâya vermek câiz değildir. Bunun kirâsını almak harâm olur. Burasını bir iş yapmak için kirâlamalı ve nemâz da kılmalıdır.
Tahtâvî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Dürr-ül-muhtâr) hâşiyesi, son cildin sonunda diyor ki, (Zâlim sultânların uşr olarak milletden alıp kullandıkları malları, uşr denilse dahî, uşr olmaz. Divândan Câmekiyyelerini almış olurlar, ya’nî, millete hizmet edenlere, devletin vereceği ücretleri, milletden toplamış olurlar.
 

HASAN CAN

Active member
Bu aldıklarını, hizmet edenlere vermeleri lâzımdır. Tüccârdan aldıkları vergiler de
böyledir.)
Bir san’at sâhibine malzeme vererek birsey yapdırmak da, onu kirâ ile tutmak
demekdir. Kirâ, deyn de, ayn da olabilir. Bey’de oldugu gibi, icâre de sart ile fâsid
olur. (Mecmû’a-i Cedîde) sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (Vakf dükkânın
kirâcısı, mütevellînin izni ile dükkânı baskasına ferâg [devr] ederken, dükkândan
ölünceye kadar çıkarmamagı sart eylese, bu ferâg câiz olmaz. Dükkânı geri
alabilir). Burada da, üç dürlü muhayyerlik vardır. Icâre de ikâle olunabilir.
Söz kesilince, ücret vermek lâzım olmaz. Ya’nî, âcir ücrete mâlik olmaz. Fekat, kendiliginden
pesin verir ise veyâ sözlesirken pesin verilmesi sart edilmeyip de, ayrılmadan
önce, pesin olması sart edilirse, ücret mûcirin mülkü olur. Kirâyı vermezse,
malı teslîm etmez. Etmis ise, kirâcıyı habs etdirebilir. Mukâveleyi fesh edebilir.
Fekat, malını geri teslîm almadan satamaz. Söz kesilirken sart etmekle, kirâ pesin
olmaz. Pesin olan ücret verilmezse, âcir malı vermekden, ecîr de isi görmekden
vazgeçebilir. Ücretin, müddet bitince verilmesi de sart olunabilir. Mal sâhibi
veyâ baskası, malı kirâcıdan zorla alırsa, kirâcı kullanamadıgı zemânın kirâsını vermez.
Mal sâhibi, kirâyı pesin alıp, malı teslîm etmezse, geçen zemânın ücretleri mülkünden
çıkar. Kirâcıya geri vermesi lâzım olur. Pesin verilmis böyle paranın zekâtını
hangisinin verecegini, (Fetâvâ-i hindiyye) söyle anlatıyor: Kirâladıgı evin on
senelik kirâsı olarak bin lira pesin veriyor. Ev kendine teslîm edilmiyor. Âcir, bir
sene sonra, elindeki bin liradan dokuzyüz lirasının zekâtını verir. Iki sene sonra
sekizyüz liranın verir. Her sene yüz lira noksânının ve ödedigi zekât noksânının
zekâtını verir. Müste’cir, bir ve iki sene sonra zekât vermez. Çünki, kendine geri
verilecek para, nisâb mikdârını asmaz. Üç sene sonra, üçyüz liranın, her sene, yüz
lira fazladan, vermis oldugu zekâtları düserek kalanların zekâtlarını verir. Kirâ olarak,
bin lira kıymetinde bir câriye vermis olsaydı, âcir hiç zekât vermezdi. Çünki,
aldıgı câriye ticâret malı degildir. Müste’cir ise, eskisi gibi zekâtını verir. Ücret olarak
hacm ile veyâ vezn ile ölçülen mal vermis olsaydı, mal deyn ise, para gibidir.
Ayn ise, câriye gibi olurdu. Âcir evi teslîm etmis, parayı pesin almamıs ise, zekât
vermeleri aksine döner. Ya’nî âcir, müste’cir için yazdıgımız gibi, müste’cir de, âcir
gibi zekât verirler.
Mal sâhibi, günlük kirâyı, her aksam istiyebilir. San’at sâhibleri, isçilik ücretini
esyânın sâhibinden alıncıya kadar, esyâyı vermiyebilir. Esyâ helâk olup, teslîm
edemezse ücret alamaz. Kendisinin yapması sart edildi ise, baskasını çalısdıramaz.
Isçiligi olmıyan hizmetlerde, meselâ hammâl, kayıkcı, soför, ücret almadıgı için esyâyı
habs edemez. Esyâ helâk olursa ücretini alır.
Ev ve dükkân kirâya verilirken içinde ne yapılacagı söylenmez ise, binâya zarar
vermiyecek her is yapılabilir. Kirâcı evi ve dükkânı teslîm almadan önce, baskasına
da kirâya verebilir. Tasınabilen seyleri veremez. Kirâya verilmis malı, baska
bir kimse kullansa, gasb etmis olur. Kirâcı kirâ vermez.
Velîsinin izni olmadan, çocuga is yapdıran, ücret vermege mecbûrdur.
Kirâya verilen mal, kirâcıya teslîm edilince emânet olup, kirâcının elinde kasdsız
telef olunca ödemez. Âdet hâricinde kullanmak kasd sayılır. Tarla kirâya verilirken,
ne ekilecegi bildirilmeli veyâ hersey ekilebilir demelidir. Tarla, binâ
yapmak, agaç dikmek üzere de kirâlanabilir. Müddet bitince, bunları kaldırmak
veyâ tarla sâhibinin bunları satın alması lâzımdır. Yonca da agaç gibidir. Ekin yetismeden
kirâ müddeti biterse, oluncıya kadar müddet uzatılır. Hayvân, binmek
ve yük tasımak için, elbise, giymek için kirâlanır. Sarta uymayıp, hayvân, ev ve elbise
zarar görürse, kirâcı tazmîn eder. Zarar vermiyen seyleri sart ederse, yapmak
lâzım olmaz. Meselâ, evde iki kisi oturacak denirse, üç, bes de oturabilir. Hayvâna,
kamyona konacak esyânın cinsi degil, agırlık sart edilir. Fekat, zararlı sey
yüklenmez. Hayvânı çekerek veyâ dögerek sakat ederse öder. Hammâl, kamyon,
sart edilen yoldan gitmeyip, esyâ telef olsa, gitdigi yol islek degilse veyâ ârızalı
ise öder. Böyle degilse ödemez. Mektûblasma ile de kirâlamak câizdir. Kirâlamada
cevâb vermemek, kabûl demekdir. Kirâcı, tarlaya bugday ekecegim deyip
de yonca ekerse, sâhibi kirâyı artdırabilir. Terzi, caket yerine pantalon dikse,
kumas sâhibi, isterse pantalonu alır, isterse kuması ödetir. Mal sâhibi, dahâ fazla
kirâ veren bulunca, müddet bitmeden, mukâveleyi bozamaz. Kirâda bulunan malı
satın alan baska kimse, kontratı bitmeden kirâcıyı çıkaramaz. Müsterî, kontrat
bitinciye kadar bekler veyâ bey’i mahkeme ile fesh etdirir. Senelik kirâsı söylenip,
müddet söylenmez ise, müddet bir sene olur. Müddet, söz kesildigi gün baslar. Ücret
ise, malı teslîm aldıgı gün baslar.
Bir dükkânı kirâlayıp teslîm alan kimse, bir müddet is yapmayıp, dükkân kapalı
kalsa, kirâyı tam vermesi lâzımdır. Bir senelik olmak üzere, her aylıgı su kadar
liraya olarak câiz oldugu gibi, senelik toptan söylemek de câizdir. Kirâcı, san’atını
degisdirirse, iflâs ederse, baska sehre yerlesirse kirâ fesh olur.
Bir evin, bir odası yâhud bir dıvârı yıkılsa, kirâcı çıkabilir veyâ tam ücret ile baska
odasında oturur.
Kirâdaki binânın ve esyânın ta’mîri ve zemânla tıkanmıs boruların ta’mîri ev sâhibine
âiddir. Ta’mîr etmezse, kirâcı evden çıkabilir. Fekat, yapdırmaga ev sâhibini
cebr edemez. Ev sâhibinin izni ile kendi yaparsa, parasını kesebilir. Kendiliginden
yaparsa, kesemez. Kullanmaga lâzım seylerin [meselâ hamur ocagı] ta’mîr
parasını kirâdan kesemez.
Kirâcı, mala zarar verirse, mal sâhibi çıkaramaz. Fekat, mahkemeye verir.
Habshâne ve gardıyan ücretini (Beyt-ül-mâl) öder. Beyt-ül-mâl yoksa, alacaklı
öder. Mahkeme masraflarını, da’vâcı öder. Kirâ müddeti hitâmında, ev sâhibi gâib
ise, kirâ müddeti, kendiliginden bir misli uzar. Kirâcı gâib olunca da böyledir.
Ya’nî, mal sâhibi, kirâcının çoluk çocugunu evinden çıkaramaz. Fekat müddet bitmeden
önce, baskasına kirâya vermis ise, müddet sonunda, birinci akd biter.
Ikincisi baslar. Birinci kirâcının çoluk çocugunu evden çıkarabilir. Müddet hitâmında,
iki taraf da, icâreyi fesh edebilir. Fekat, akd yapılmıs olanın yanında fesh
edilmesi lâzımdır.
Kirâ müddeti bitince, mal sâhibi uzatmaz ise, kirâcı çıkar. Malı, oldugu gibi teslîm
etmesi lâzımdır. Teslîm etmezse, gasb etmis olur. Fekat, kullanma sebebi ile,
herkes için hâsıl olması âdet olan harâblık, kabâhat sayılmaz.
Bir mahalden, bir mahalle gitmek üzere mu’ayyen bir hayvân, araba, motor,
kamyon kirâlandıgı gibi, mu’ayyen insanın veyâ esyânın götürülmesi de sözlesilebilir.
Vâsıta, yolda kalırsa, birinci sekldeki kirâlamada, müsterî muhayyer olup, dilerse,
ta’mîr oluncıya kadar bekler, dilerse, vazgeçip oraya kadar olan parayı verir.
Ikinci sözlesme hâlinde ise, vâsıta sâhibi, baska vâsıta ile hemen götürmege mecbûrdur.
Vâsıtadan esyâyı indirmek de ona âid olur. Yol tehlükeli olup geri dönülürse,
hiç ücret verilmez.
Hamâm ve hacâmat parası almak câizdir. Erkek hayvânın disiye asması ücreti
alınmaz, harâmdır. [Disi, erkegin köyüne götürülürse, aygırın sâhibine gıdâ ve
hizmet masrafı ödenir.] Ustanın, yapdıgı seyi belli zemân için garanti etmesi, sahîh
degildir. Bu zemân içinde bozulursa, ta’mîr etmez.
(Hülâsa)da diyor ki, (Dinlemek için hâfızı ve okumak için kitâbı kirâlamak câiz
degildir). Kur’ân-ı kerîm ögreten hocaya hediyye vermek lâzımdır.
Ezân, imâmlık, Kur’ân-ı kerîm ve mevlid okumak, din bilgisi ögretmek için ücret
almak câiz degil ise de, imâmlık, müezzinlik ve ilm ögretmek için almaga izn
verilmisdir. Harâm isler için ücret almak câiz degildir.
Her dürlü kirâyı, ücreti vermiyen habs olunur. [Her çesid nakl vâsıtalarının üc
retini vermek, hiyle yapmamak lâzımdır. Umûmî hizmetlerde, emniyyet ve sıhhat
islerinde çalısan me’mûrların, isçilerin, idârecilerin ücretlerini hükûmetler, belediyeler
vermekde ve her dürlü masraflarını karsılamakdadırlar. Bu ödemeleri, milletin
vekîlleri olarak yapıyorlar. Bu paralara kaynak olmak için, milletden vergi
alıyorlar. Bu vergileri ödememek veyâ hiyle yapmak, günâh olur. Ibni Âbidîn “rahmetullahi
teâlâ aleyh” (Redd-ül-muhtâr)ın usr bahsi sonunda ve (Bahr-ür-râık) sâhibi
“rahmetullahi teâlâ aleyh” Surb fasllarında diyor ki, (Kimsenin mülkü olmıyan
umûmî nehrin temizlenmesi masrafı, Beyt-ül-mâlın cizye ve harâc kısmından
verilir. Zekât ve usr kısmından verilmez. Çünki zekât paraları, yalnız fakîr olan müslimânlara
verilir. Beyt-ül-mâlın bu kısmının geliri yoksa, oradaki insanlar temizler.
Temizlemezlerse, fakîrler zor ile çalısdırılır. Zenginlerden de, para alınıp,
masraflar karsılanır). (Mecelle)nin 1321. ci maddesinde de böyle yazılıdır. Usr bahsi
sonunda ve Beyt-ül-mâlı anlatırken bildirilen umûmî hizmetlerin masrafları da,
hep böyle karsılanır. Görülüyor ki, hükûmetin ve belediyelerin, yapdıkları hizmetlerin
masraflarını milletden istemege, hattâ zor ile almaga hakları vardır.]
 

HASAN CAN

Active member
(Dürr-ül-muhtâr) sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” besinci cildde, icâreyi anlatırken,
otuzdördüncü sahîfede diyor ki: Günâh isliyenleri, meselâ sarkı söyliyenleri,
ölü için medhiyye söyleyip aglıyanları ve çalgıcıları kirâ ile tutmak sahîh degildir.
Oyun için davul çalmak da böyledir. Askerler için, dügün için davul çalmak
câizdir. Sarkıcının, çalgıcının kazandıgı parayı, sâhiblerine geri vermesi lâzımdır.
Sâhibleri bilinmezse, fakîrlere sadaka vermelidir. Bunlar, kirâ ile tutulmayıp, önceden
sart etmeyip, hediyye olarak verilirse, alması halâl olur. Fekat, yine tayyib,
iyi para degildir. Çünki, âdet hâline gelen hediyyeler, sart edilen ücret gibidir.
Ibâdet yapmak için de adam kirâlamak ve nemâz kılmak için ev kirâlamak, Hanefî
ve Hanbelî mezheblerinde sahîh degildir. Meselâ, ücret ile ezân okutmak, hacca
göndermek, imâm tutmak, Kur’ân-ı kerîm ögretmek, din dersi ögretmek câiz
degildir. Sâfi’î ve Mâlikî mezheblerinde, kabr basında ve sâhibinin yanında ücret
ile Kur’ân-ı kerîm okutmak câizdir. Fekat, bu mezheblerde, beden ile yapılan ibâdetlerin
sevâbları, baskalarının rûhuna gönderilemez. Sonradan gelen din âlimleri
[din düsmanları degil], Kur’ân-ı kerîm ve din dersi ögretmek ve ezân, imâmlık
için para ile adam tutmak câiz olur dedi. Bunlara, sözlesilen ücretin verilmesi lâzım
olur. Vermiyen habs olunur. Ibni Âbidîn bu satırları açıklarken buyuruyor ki:
Aslında, ücret ile ibâdet yapdırmak câiz degildir. Çünki, hadîs-i serîfde, (Kur’ân-ı
kerîm okuyunuz. Fekat, bunu geçim vâsıtası yapmayınız!) buyuruldu. Bir hadîs-i serîfde,
(Ezân okuyun. Ezân için ücret almayın!) buyuruldu. Son zemânlarda, dinde
gevseklik oldugundan, Kur’ân-ı kerîmin ve din bilgilerinin unutulmaması ve
imâmlıgın, müezzinligin yapılabilmesi için ücret ile yapdırılması zarûret hâline gelmisdir.
Fekat bu fetvâ, bütün ibâdetlerin ücret ile yapılabilecegini göstermez.
Yalnız saydıklarımız zarûret olup, mezhebin aslından dısarıda bırakılmakdadır. Hâfızlara
ücret ile Kur’ân-ı kerîm okutmak zarûret olmadıgı için, muhakkak câiz degildir.
Tâc-üs-serî’a, (Hidâye) serhınde diyor ki, (Ücret ile okunan Kur’ân-ı kerîmden,
ne ölüye, ne de okuyana sevâb hâsıl olmaz.) Aynî, (Hidâye) serhınde diyor
ki, (Hâfızlar, para için, mal için okumamalıdır. Hâfız da, parayı veren de günâha
girer.) (Cevhere) kitâbında, (Ücret ile, belli bir zemân Kur’ân-ı kerîm okutmak câiz
degil diyenler oldugu gibi, câiz diyenler de oldu. Dogrusu da budur) diyor. Burada,
(Kur’ân-ı kerîm ögretmek) yerine, yanlıslıkla (Kur’ân-ı kerîm okutmak) yazıldıgı
hâtıra gelmekdedir. Nitekim (Cevhere)nin [1301] yılı Istanbul baskısında,
(Câiz degildir diyenler haklıdır) diyor. Kur’ân-ı kerîm ögretmek ile Kur’ân-ı kerîm
okumagı karısdırmamak lâzım oldugunu, seyh-ul-islâm Hayreddîn-i Remlî açıklamakda
ve (Kur’ân-ı kerîmi ücret ile okumak, bâtıldır, bid’atdir. Dört halîfe zemânında,
hiç kimse bunu islemedi. Kur’ân-ı kerîm ögretmege zarûret vardır. Mezâr
basında, ücret ile Kur’ân-ı kerîm okutmak için ise zarûret yokdur) buyurmak-
dadır. Câiz olup olmamak sübhesi, Kur’ân-ı kerîm ögretmek için alınan paradadır.
Kur’ân-ı kerîm ve mevlid okumak için ücret almaga câiz diyen olmamısdır. Din
kardesinin kabrini ziyâret edip, rûhuna Kur’ân-ı kerîm okumak iyidir. Fekat,
ölürken bunu vasıyyet etmek câiz degildir. Okuyana yardım niyyeti ile de câiz olmaz.
Para vererek Kur’ân-ı kerîmden Rukye [muska] yazdırmak câiz buyurmuslar
ise de, bu, tedâvî ücretidir [ve kâgıd, mürekkeb ücretidir]. Ibâdet ücreti degildir.
Ibni Âbidînden terceme temâm oldu.
Hamza efendi “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Bey’ ve Sirâ) risâlesinde diyor ki, (Para
ile Kur’ân-ı kerîm ve baska seyler [Mevlid] okutmak harâmdır. Bu parayı fakîrlere
sadaka verip, sevâbını ölüye bagıslamalıdır. Ücret ile yalnız Kur’ân-ı kerîm,
din dersi ögretmek, imâmlık, müezzinlik câiz görülmüsdür).
[(Hadîka) ve (Berîka) son sahîfelerinde diyor ki, (Hâfız pazarlık etmeden, Allah
rızâsı için hatm, cüz’ veyâ mevlid okursa, okutanın hediyye etdigini alması câiz
olur. I’tirâz ederse, aldıgı harâm olur). Okutanın da az vermesi câiz degildir.
Imâm-ı Zâhidî “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Hâvî) kitâbında, (Hatm okutmak için,
hâfıza, kırkbes dirhem [gümüs veyâ dörtbuçuk miskal, ya’nî bir liralık üç altın]
den az hediyye vermek câiz degildir) buyuruyor. Ne kadar çok verirse, sevâbı
o kadar çok olur. Ibni Âbidîn, besinci cild, ikiyüzkırkdokuzuncu sahîfede buyuruyor
ki: (Hâkimlik gibi ibâdetleri, ücret sart etmeden kabûl edip ise baslamalı,
sonra is veren ne verirse almalıdır. Bu kadar para verirsen yaparım, vermezsen
yapmam demek bâtıl olur, ücreti alması harâm olur). Hâfız, okumak için, çok veren
ile az vereni ayırd etmemelidir. Ayırd ederse, para kazanmak için hâfız olmus
demekdir. Bu ise, harâmdır. Hâfızlar, Kur’ân-ı kerîm ve mevlid okumakla geçinmemeli.
Bunları, para düsünmeden, Allah rızâsı için okumalıdır. Imâmlıkla,
san’atle veyâ ticâretle geçinmelidirler. Kur’ân-ı kerîmi basdırıp satanlar, bunu kitâbcılık
ticâretine âlet edenler, Kur’ân-ı kerîm ögretilmesine, okunmasına sebeb
olmak niyyeti ile olursa, câiz ve sevâb olur. Aldıgı satıs parası halâl olur. Fekat, böyle
niyyetin alâmeti vardır ki, mal olus fiyâtına yakın, az bir kârla satmalıdır. Geçimi
baska kitâblardan saglanıyorsa, Kur’ân-ı kerîmi kârsız satmalıdır. (Sir’a)da diyor
ki, (Mu’âz bin Cebel “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine, falanca, Kur’ân-ı kerîm
yazıp satıyor dediklerinde, bu, Kur’ân-ı kerîm satmak degildir. Kâgıd ve isçilik
ücreti istemekdir. Kur’ân-ı kerîmi satmak demek, onu para ile, ücret ile ögretmekdir
buyurdu). Kur’ân-ı kerîmi, okuyarak geçim vâsıtası yapmak için ezberliyen
hâfızlar ve tecvîd ile okumayıp, tegannî ile okuyan hâfızlar, gerçekden hamele-
i Kur’ân degildir. (Çok hâfızlar vardır ki, Kur’ân-ı kerîm, bunlara la’net eder)
hadîs-i serîfinde bildirilenlerden olurlar].
Kirâya verdigi malı teslîm etmezse, teslîm edinciye kadar habs olunur.
Müsterek olan mal, ancak ortaga kirâya verilir. Imâmeyn baskasına da verilebilir
buyurdu. Bir evi, birkaç kisiye kirâya vermek câizdir. Ma’lûm ücret ile süt ana
tutmak câizdir. Çocugu ve bezlerini yıkamak, yidirmek de ona âid olur. Erkek, âilesini
süt analıga göndermiyebilir.
Fâsid icâre: Ipligin bir kısmını, dokumacıya kirâ olarak bırakmak üzere dokutmak,
esyâdan bir kısmını, kirâ olarak vermek üzere tasıtmak için hayvân kirâlamak,
unun bir kısmını, kirâ vermek üzere, bugday ögütmek fâsiddir. Bir kimse, birinin
malını, iznsiz kullansa, ücret vermez.
Ecîr-i müsterek: Serbest isçi demekdir. Ya’nî herkese isler. Yâhud, yalnız bir kisiye,
zemân belli olmadan isler. Ancak isini bitirince, ücreti verilir. Esyâ, elinde,
emânet olup, helâk olursa ödemez. Fekat, helâk olmasına kendi sebeb olursa, kasd
bulunmasa dahî öder. Doktor, disci, eczâcı, fen hâricinde, yanlıs is yapıp, hasta zarar
görürse öderler.
Ecîr-i hâs: Belli zemânda, belli isi yapmak için husûsî tutulan isçidir. Elindeki
mal, kasdsız helâk olursa, ödemez. Isçiye farklı ücret ile iki veyâ üç is gösterilip,
hangisini yaparsa onun ücretini vermek câizdir. Dört is göstermek olmaz. Sözlesilen
zemân iyi bilinmezse de, ücreti verilir. Ücret söylenmedi ise, tutulan kimse,
isçi veyâ san’at sâhibi olarak çalısan biri ise, o memleketdeki ücret üzerinden hakkı
verilir. Eger böyle biri degilse, yardıma gelmis olacagından birsey verilmez. Çagırmadan
gelene de ücret verilmez.
Bir isçi, kendi çalısması sart ise, yerine baskasını çalısdıramaz.
Hammâl, yükü eve sokar. Fekat, yerine koyması lâzım degildir.
Dellâl ve simsâr, isçi gibidir. Fekat, bunlar is karsılıgı degil, elindeki malı satarsa
ücret alır. Ücreti alacagına karsı tutmak üzere, borclusunu ücret ile çalısdırmak
câiz degildir. [(Dürr-ül-muhtâr)da vakf kısmı sonu.]
Terziye kumas verip, bir haftada dikersen yüz lira, iki haftada dikersen elli lira
veririm demek, Imâmeyne göre câizdir. Dükkânda terzilik yaparsan, kirâsı
yüz lira, demircilik yaparsan ikiyüz lira demek câizdir.
Boyacıya kumas veren kimse, kırmızı istemisdim, sen mavi boyamıssın dese, boyacı
da, mâvi istemisdin dese, kumas sâhibinin sözü kabûl olunur. Terzinin caket
yerine pantalon dikmesi de böyledir. Bunların ücreti verilmez. Kuması da öderler
veyâ sâhibi isterse yapılan seyi alıp piyasaya göre isçilikden keser.
Malın kullanılacak hâli kalmazsa, icâre fesh olur. Kirâcının özrü ile de fesh olur.
Meselâ dis tabîbi ile pazarlık etdikden sonra, agrının kesilmesi veyâ ticâret için dükkân
kirâladıkdan sonra, sermâyesinin helâk olması veyâ borcu çıkıp ödeyecek baska
malı bulunmaması gibi veyâ sefere gitmek için kamyon tutmus iken, bir sebeble
seferden vazgeçmesi gibi. Fekat, soför seferden vazgeçerse, mukâveleyi bozamaz
ise de, soförün hastalanması özr olur. Bir tüccâr, san’atkâr iflâs ederse, çıragı
ile mukavelesi bozulur. Baskasına çalısan san’atkâr böyle degildir. Kirâya verilen
seyin satılması da özr degildir. Ya’nî mukâvele bozulmaz. Kirâladıgı dükkânda
yapdıgı san’atı bırakıp, baska san’ata baslamak özr olur. Bir ev kirâladıkdan sonra,
sefere çıkmak da özr olur. Iki tarafdan birinin ölmesi de özrdür. Bir kirâcı, kirâladıgı
seyi, dahâ yüksek ücret ile kirâya vermesi câiz ise de, kirâ farkını sadaka
vermesi lâzımdır. Müsterek bir malı, ortaklar, müsterek kirâya verebilir. Ayrı
ayrı verirlerse fâsid, biri hissesini kirâya verirse, bâtıl olur.
SIGORTA: Ibni Âbidîn “rahmetullahi aleyh”, (Redd-ül-muhtâr) kitâbında, kâfirin
emân ile, ya’nî izn verilerek islâm memleketine gelmesini anlatırken diyor ki,
baska bir memlekete, onların izni ile giren kâfire (Müste’min kâfir) denir. Dâr-ülislâma
müste’min olarak gelen bir kâfir, burada yasamakda olan bir zimmî gibi,
ya’nî bir gayr-i müslim vatandas gibi korkusuz yasar. Onun haklarına mâlik olur.
Bunun malını da, fâsid sözlesme ile almamız câiz olmaz. Bu müste’mine veyâ
zimmîye olan borcunu ödemiyen müslimân habs olunur. Su kadar var ki, müste’mini
öldürene kısâs yapılmaz. Yalnız, (Diyet) denilen para cezâsı alınır. Ibni Âbidîn,
(Istîlâd)ı anlatırken buyuruyor ki, (Kıyâmetde, zimmînin ve hayvânların hakları
altından kurtulmak, müslimânın hakkından kurtulmakdan dahâ gücdür. Zimmînin
malını gasb eden veyâ çalan bir müslimân, kıyâmetde bunun azâbını çekecekdir).
Dâr-ül-harbde bulunan bir (Müste’min müslimân), meselâ, Türkiyeden Fransaya,
ticâret için gitmis olan bir müslimân, kâfirlerin malını, fâsid akd ile alabilir.
Çünki, Dâr-ül-harbde bulunan müste’minin, kâfirlerin mallarını, onların rızâsı ile
alması câizdir. Meselâ, onlara para verip fâiz alması, kumar oynayıp alması câiz olur.
Çünki, onların malı, bizlere halâldir. Fekat, gadr, ya’nî sözümüzde durmamak, hıyânet
etmek, her yerde harâmdır. Gönül rızâsı ile malını almak, gadr degildir. Malına,
cânına, kadınına, kızına saldırmak gadr olur. Harâm olur. Fekat, müslimân
memleketinde bulunan müste’min kâfirin malını, gönül rızâsı ile olsa bile, câiz olmıyacak
yol ile almak, gadr olur. Çünki, islâm memleketinde, islâmiyyetin emrle-
rine uygun hareket edilir. Islâm memleketinde, müste’min ile de, müslimânlar ile
yapılması câiz olan sözlesmeler yapılır.
 

HASAN CAN

Active member
Alması islâmiyyetde lâzım olmıyan malları
alınamaz. Âdet olsa da, alması yine câiz olmaz. Meselâ Meryem anayı ziyâret
için Kudüse gelenlerden ve turistlerden ayakbasdı parası veyâ baska ismlerle birsey
almak câiz olmaz. Müslimân hâcıdan ayakbasdı parası almak da harâmdır.
Dâr-ül-harbde bulunan müslimân esîrin, onların malına, cânına saldırması câizdir.
Esîri serbest bıraksalar, râhat dolassa, çalısıp kazansa da, saldırması câiz olur.
Çünki, onlara söz vermis, müste’min olmus degildir. Fekat, esîrin de, onların kadınlarına,
kızlarına tecâvüz etmesi câiz degildir. Çünki, nikâhlı âileden ve satın alınan
câriyeden baska bir kadını vaty etmek, hiçbir yerde câiz degildir. Bu ikisinden
baska kadını vaty ederse, zinâ olur. Mükâteb ve iki kisi arasında müsterek olan ve
baskasına nikâhlı olan câriyesini ve baskasının câriyesini vaty etmek câiz degildir.
(Câriye), harbde düsmandan esîr alınıp, Dâr-ül-islâma getirilmis olan kâfir kadını
demekdir. Ganîmet malları gibi, gâzîlere taksîm olunurlar. Harbde esîr alınmıyan
bir insanı satmak ve satın almak câiz degildir.
Dâr-ül-harbde, meselâ bir hıristiyan ülkesinde bulunan müslimân müste’mine,
onların hükûmeti gadr ederse, meselâ, kanûnsuz olarak, malını alırsa veyâ habs
ederse, bu da, esîr gibi olur. Bu müslimânın da onlara gadr etmesi câiz olur.
Sigorta parası almak da böyledir. Meselâ, müslimân tüccâr, malını bir harbînin,
ya’nî Dâr-ül-harbde bulunan ecnebî, yabancı kâfirin gemisi ile gönderiyor. Gemi
sâhibi olan kâfire, navlun, ya’nî yol kirâsı veriyor. Ayrıca, Dâr-ül-harbde meselâ
Londrada bulunan bir harbîye, (Sikürte) ya’nî sigorta parası denilen, belli bir
ücret de veriyor. Gemi yanar veyâ batar veyâ soyulursa veyâ baska seklde, gemideki
mal elden giderse, o harbî, bu malın bütün degerini, sigorta parası karsılıgı
olarak, müslimân tüccâra ödüyor. Bu câizdir. Fekat, harbînin, sultânın izni ile islâm
memleketinde oturan müste’min bir vekîli de vardır. Tüccâr sigorta sözlesmesini
bu vekîli ile yapıyor. Sigorta parasını, tüccârdan, bu vekîl olan kâfir alıyor. Denizde,
tüccârın malından bir parça yok olursa, bu parçanın degerini temâmen, bu
vekîl ödüyor. Anladıgımıza göre, müslimân tüccârın, yok olan malının degerini bu
vekîlden alması halâl olmaz. Çünki, bu para, dâr-ül-islâmda yapılan sözlesme ile
islâmiyyetin izn vermedigi bir alacakdır. [Kumar parası gibidir.]
Süâl: Emânetci, mal sâhibinden emânet parası alınca, mal helâk olursa, malı ödemesi
lâzım geliyor. [Kumar olmıyor.] Sigorta da böyle degil midir?
Cevâb: Sigortacıdan alınan para, emânetcinin ödemesi gibi degildir. Çünki
mal, sigortacıya teslîm edilmis degildir. Gemiciye teslîm edilmisdir. Eger, sigortacı,
geminin sâhibi olursa, ecîr-i müsterek, ya’nî serbest, genel isçi olur. Mal
elinde emânet olur. Verilen sigorta parası, emânetciye verilen para gibi olur.
Bundan baska, emânetci ve ecîr-i müsterek, batma, ölüm ve benzerleri gibi, sakınılamıyacak
sebeblerle elden çıkan malı ödemezler.
Süâl: Kefâleti anlatmaga baslarken, deniliyor ki, bir kimse, birine, (Bu yoldan
git! Bu yol emîndir, korkusuzdur) diyor. O da bu yoldan gidiyor. Yolda soyuluyor.
Söyliyen kimse, bunun malını ödemez. (Bu yol emîndir. Eger korkulu ise, soyulur
isen öderim) derse, ödemesi lâzım olur. Sigorta da böyle degil midir?
Cevâb: Yol emîndir demek, emîn oldugunu biliyorum demekdir. Bir kimse, bilmis
oldugunu söylemekle kefîl olmaz. (Eger söyledigim gibi degilse, öderim) deyince
kefîl olur. Kefîl olarak aldatırsa, ödemesi lâzım olur. (Yolda soyulur isen öderim)
demedigi için kefîl olmaz. Ödemesi lâzım gelmez. Kefîl olacagını söylemesi,
aldatmadıgına alâmetdir. Meselâ, degirmene bugday getiren köylüye, degirmenci,
bu kovaya koy dese, köylü de koysa, kovanın deliginden, bugdaylar suya dökülüp
sürüklense, gitse, degirmenci, koy derken kovanın delik oldugunu biliyorsa,
bugdayları öder. Çünki, söylerken aldatmıs oldu. Demek ki, aldatmak demek
için, söyliyenin, tehlüke bulundugunu bilmesi ve karsısındakinin ise, bilmemesi lâ-
zımdır. Köylü, kovanın delik oldugunu görerek, bilerek bugdayını koyarsa, malını,
kendi istegi ile ziyân etmis olur.
Sigortacının, tüccârı aldatmak kasdı olmadıgı meydândadır. Geminin batıp, batmıyacagını
bilmez. Hırsızların, yol kesenlerin tehlükesi varsa, bunu, sigortacı gibi,
tüccâr da bilir. Tüccârın sigorta parası vermesi de, yolda tehlüke oldugunu bilip,
malı elden çıkınca, bedelini alabilmesi içiiçindir. Sigorta isi, yolcunun veyâ köylünün
aldatılmasına benzememekdedir.
Müslimân tüccârın, Dâr-ül-harbde, [ya’nî Ingiltere gibi putlara tapınılan bir memleketde]
bulunan bir harbî ortagı olup, bu ortagı, orada, sigortacı ile sözlesme (anlasma)
yapar ve helâk olan malın bedelini, orada sigortacıdan alıp, buradaki müslimân
ortagına gönderirse, müslimân tüccârın, gelen bu parayı alması halâl olur.
Çünki, fâsid olan sözlesme, Dâr-ül-harbde ve iki harbî arasında olmusdur. Onların
malı, kendi istekleri ile, müslimâna gönderilmisdir. Alması günâh olmaz.
Müslimân tâcirin, Dâr-ül-harbe gidip, sigortacı kâfir ile orada sözlesme yapması
ve helâk olan malın degerini, Dâr-ül-islâmda, sigortacının vekîlinden alması câiz
olur. Çünki, Dâr-ül-harbde bir harbî ile yapılan sözlesmenin kıymeti yokdur. Harbînin
malını, onun rızâsı ile almıs olur. Kâfir ile sözlesmegi Dâr-ül-islâmda yapıp,
malın bedelini kâfirden Dâr-ül-harbde alırsa, kâfirin istegi ile olsa bile, alması halâl
olmaz. Çünki, bu parayı Dâr-ül-islâmda yapılan fâsid akd, ya’nî sözlesme sonucu
olarak almakdadır. Dâr-ül-islâmda yapılan her akd mu’teberdir. Ser’î hükmleri
yapılır. Bu akd, fâsid oldugu için harâmdır. Ibni Âbidînden terceme, burada
temâm oldu.
Son asrın büyük âlimlerinden Muhammed Bahît-ül-Mutî-î “rahmetullahi teâlâ
aleyh” (Sükertah) risâlesinin 24. cü sahîfesinde, (Te’mîn, ya’nî sigorta sözlesmesi,
fâsid bir akddir. Çünki, muhtemel olan bir tehlükeye baglanan bir sözlesmedir.
Bu ise kumardır) diyor. Ahmed Ibrâhîm efendi de, (Mecellet-üs-sübbân-il müslimîn)
in 1941 senesinin 3. cü sayısında, (Hayât sigortası, bir tehlükeye baglanan bir
kumardır) demekdedir. Bu âlimlere karsılık, doktor Sıddîk Muhammed Emîn
Darîr, (Hedy-ül-islâmî)nin 1975 senesi altıncı sayısında, (Sigorta yardımlasmadır.
Bir kimseye gelen tehlükeyi, birçok kimsenin paylasmasını te’mîn etmekdedir. Sigortacı
bu yardımlasmaga kefîl olmakdadır. Sigortalı ve sigortacı, alacakları ve verecekleri
paradan emîndirler. Sigorta, tehlükenin zararından kurtulmak içindir. Kumar
ise kendini tehlükeye atmakdır. Sigorta ciddî bir sözlesmedir. Kumar ise
oyundur. Evet, sigorta, (Garer) bulunan, ya’nî sonu muhtemel ve sübheli olan bir
(Akd)dir, bir sözlesmedir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, garer bulunan
satısı yasak etmisdir. Yakalamadan önce balıgı satmak böyledir. Sigortadaki garer,
garer-i fâhisdir. Fekat umûmî ihtiyâc olunca ve baska çâre bulunmayınca, garer
bulunan akdler câiz olur. Imâm-ı Süyûtî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, ihtiyâcı söyle
ta’rîf etmekdedir: Memnû’ olanı kullanmazsa mesakkat hâsıl olacak hâldir.
Fekat, kullanmazsa ölüm hâsıl olmaz). Tehlükeye, zarara düsen insanın, yardıma
ihtiyâcı inkâr edilemez. Fekat, kâr, kazanc için kurulmus olmıyan teberru’ yardım
sirketleri bu isi görür. Kâr, kazanc için kurulmus olan sigorta sirketlerine lüzûm
yokdur. Yardım sirketlerini, teberru’ edenler arasından seçilenler veyâ hükûmetler
idâre eder.
Muhammed Emîn Darîr, kendi fikri ile, kendi mantıkı ile büyük fıkh âlimlerine
karsı geliyor. Hâlbuki, fikri de, mantıkı da fıkh ilmine uygun degildir. Evvelâ
kumara yardımlasma diyor. Düsünmiyor ki, islâmiyyet, kumar seklinde sübheli olan
yardımlasmayı harâm etmis, kazâ, felâket gelene, hayr sâhiblerinin teberru’ ederek,
yardım yapmalarını tesvîk etmisdir. Zarar görene, harâm yoldan degil, halâl
yoldan yardım etmek lâzımdır. Sigortalı için, alacagından emîn oldugunu söylemesi,
felâket gelecegini önceden bildigini söylemek olur ki, bu sözü fıkh bilgisine ters
düsdügü gibi, îmâna da dokunmakdadır. Çünki, gaybı bilmek sözü insanı küfre gö-
türür. Felâket gelirse alacagından emîndir demek istiyorsa, bu söz, sigortanın
kumar oldugunu, harâm oldugunu söylemekdir ki, sigortayı savunurken, red etmis
olmakdadır. Birçok tüccâr, tehlükeli kazanc yollarına atılmakdadır. Bu tehlükeler
ticâreti ve san’atı harâm etmemisdir. Hâlbuki, kumarda bu tehlükelerin hiçbiri
yokdur. Hattâ kumar, tehlükesiz, zahmetsiz bir kazanc oldugu için harâm olmusdur.
Harbe hâzırlık yarıslarındaki ve ilm ögrenmekdeki kumara oyun demek
ise, sasılacak bir haksızlıkdır. Evet, oyunlarda kumar olur. Fekat her kumara
oyun demek dogru degildir. Merhûm seyh Ebû Zühre “rahmetullahi teâlâ aleyh”
de, sigortanın kumar oldugunu, garer bulundugunu ve tehlüke olunca, sigortacının,
tehlüke olmayınca da sigortalının gaben-i fâhis ile zarar etdigini, her sözlesmede,
iki tarafın zarar ve kârlarında müsâvât, adâlet bulunmasının esâs oldugunu
bildiriyor. Hayât sigortasının ise, açık bir kumar ve fâiz oldugunu yazıyor.
Ayrıca 1972 yılında Libyada Beydâ sehrinde toplanan konferansda, zarar ve tehlüke
için olan sigortalar, dört mezhebin fıkh ilmlerine uymuyor ise de, âdet hâlini
aldıgından ve idhâlâtı artdırdıgından câiz olacagına, hayât sigortasının ise açıkca
kumar olup harâm olduguna karâr verildigini yazıyor. Bütün bunlardan anlasılıyor
ki, hiçbir sigorta halâl degildir. Tehlüke ve zarar sigortasına da câiz denilemez.
Yardım sandıkları bu isi yapmakdadır. Fekat, yardım sandıklarına, hayr sâhibleri
ve hükûmet para koyar. Buraya para koyan, bundan, istifâde edemez. Istifâdeye
kalkısırsa kumar olur, harâm olur. Harâmların âdet hâlini alması, halâl
olmalarına sebeb olamaz.
Görülüyor ki, müslimân olsun, kâfir olsun, herhangi bir sigortacı ile Dâr-ül-islâmda
yapılan sözlesme fâsiddir. Alınan ve verilen paralar harâmdır. Bir müslimânın,
kâfir olan sigortacılar ile Dâr-ül-harbde sözlesme yapması ve ondan para alması
halâl olur. Dâr-ül-islâmda semâvî, ya’nî kazâ ile âfet ile olan zararlar, sigorta
sirketleri tarafından degil, (Yardım cem’iyyetleri) tarafından ödenmelidir.
Böylece, hem millete hizmet olur. Hem, cem’iyyete teberru’ [bagıs] yapan hayr sâhibleri
sevâb kazanır. Hem de, millet büyük bir günâhdan kurtulur.
Sigortaya arabîde (Te’mîn) denilmekdedir. Sosyalist darbe olmadan evvelki Libya
kanûnlarının ve Mısr kanûnlarının 747. ci ve Sûdân kanûnunun 617. ci maddelerinde,
(Ukûd-ül-garer) baslıgı altında ve Libyâ evkâf bakanlıgının çıkardıgı
(Hedy-ül-islâmî) mecellesinin 1395 [m. 1975] mart nüshasında sigortalar hakkında
genis bilgi vardır. Bu bilgilerin çogunun islâmiyyete uygun olmadıgı (Hedy-ülislâmî)
nin 1975 ve 1976 nüshalarında yazılıdır. Islâmiyyetde sigortanın hiçbir
nev’i yokdur. Islâmiyyetde (Vakf) ve (Beyt-ül-mâl), (Yardım cem’ıyyetleri) vardır.
Isçi sigortalarının ve emekli sandıklarının islerini Beyt-ül-mâl yapar. Beyt-ülmâl,
isçiden, me’mûrdan hiçbirsey almaz. Aylıklarından ve ücretlerinden, hiçbirsey
kesmez. Çünki bunlar fakîrdirler. Isverenden, tüccârdan zekât alır. Bu isi hükûmet
yapar. Isverenlerin, tüccârların defterlerini, hesâblarını inceliyerek zekâtlarını
alır. Beyt-ül-mâla koyar. Isçilere, me’mûrlara, emeklilere buradan ev, ma’âs,
geçim te’mîn eder. Böylece her müslimân, râhat, mes’ûd olarak yasar. Isçi sigortalarında
ve emânetcide toplanan ve ma’âslardan kesilen malların, paraların (Lukata)
hükmünde olduklarını, büyük âlim Abdülhakîm efendi, va’zlarında bildirmisdir.
Lukata, yerde bulunan mal demekdir. Bunlar ve mâl-ı habîs, sâhiblerine
geri verilir. Sâhibleri bulunmazsa, fakîrlere verilir. Eline geçen fakîrin mülkü
olurlar. Hükûmet, ticâret, zirâ’at, hattâ fabrika, agır sanâyı’ yapmaz. Bunları husûsî
tesebbüs, ya’nî millet yapar. Her çesid sigortanın harâm oldugu, Yûsüf Kardâvînin
(El-halâl vel harâm) kitâbında vesîkaları ile yazılıdır.
Kızılay, Ihlâs vakfı gibi yardım teskilâtı, dînin (Hibe) ahkâmına tâbi’dirler.
Vakf degildirler. Çünki, altın ve kâgıd liralar vakf edilince, kimsenin mülkü olmazlar.
Yardım cem’ıyyetlerine teberru’ edilen malları, paraları ise, alâkalı me’mûr kabz
edince, cem’ıyyet reîsinin mülkü olur. Cem’ıyyetde çalısan me’mûrlar, cem’ıyyet
– 877 –
reîsinin vekîlleridir. (Hindiyye)de diyor ki, (Birisine para verip, bunu falanca fakîre
ver dese, o fakîre kendi parasından verirse, aldıgı parayı tazmîn etmesi [mislini
ödemesi] lâzım olur. O parayı baska fakîre verirse, tazmîn etmez. Verdigi hediyyeye
ivez [karsılık] olarak az birsey [meselâ makbûz denilen kâgıd] verilince,
hediyyesini geri istiyemez. Aldıgı sadakayı harâma sarf etdigi veyâ muhtâc olmadıgı
bilinmiyen sâili bos çevirmemelidir. Verdiklerini muhtâclara dagıtacagım
deyince, sadaka vermesi lâzım olur). Bunun için teberru’ alırken, (Bunları muhtâclara
ve hayr yapanlara verecegiz) demelidir. Hediyye veyâ sadaka vermege teberru’
etmek denir. Alacagını afv etmege ibrâ denir.
Yeni ilâc bulduk, diyor tabîbler,
Lokman gibi, devâ bilse, ne fayda.
Son nefesde söylemezse, bu diller,
bülbül gibi dilin olsa, ne fayda.
Milyonun olsa da, rızkını yersin,
ecel serbetini birgün içersin!
Yalın ayak, basın açık gidersin,
dünyâ dolu, malın olsa, ne fayda!
Ilmin, rütben çok olsa da kardesim,
îmânın yoksa, günâh ise isin,
Secdeye hiç, koymadın ise, basın,
dünyâya diktatör olsan, ne fayda.
Sûr çalınıp, yıldızlar dökülünce,
deniz kuruyup, sular çekilince,
Daglar da, pamuk gibi atılınca,
harâmdan mal toplamıssan, ne fayda.
Cehennem, uzakdan gösterilince,
atesin, mahser yerine sürünce,
Sırat köprüsüne, halk yürüyünce,
arslan gibi gücün olsa, ne fayda?
Halâl, harâm demez, toplarsın malı,
yüzbin olsa, dersin milyon olmalı.
Gözün aç, bu dünyâ fânîdir fânî!
gidecek, sende çok dursa, ne fayda?
Birgün olur, götürürler evinden,
kurtulus yok, Azrâilin elinden.
(Allah) adını bırakma dilinden,
bin yıl kadar ömrün olsa, ne fayda?
Zahmetli is yokdur, islâmiyyetde,
kalbi, rûhu besler, ibâdetler de.
Ne için müslimân olmazsın, sen de?
kâfir, çok iyilik etse, ne fayda?
 
Üst Alt