ÜÇÜNCÜ CİLD, 123. cü MEKTÛB
Bu mektûb, Nûr Muhammed Tehârî için yazılmışdır. Allahü teâlâya kavuşduran yolların iki olduğunu bildirmekdedir:
Bismillâhirrahmânirrahîm. Allahü teâlâya hamd olsun ve Onun seçdiği, sevdiği kullarına selâm olsun! İnsanı Allahü teâlâya kavuşduran yollar ikidir: Birincisi peygamberlerin yakınlığı gibi olan (Nübüvvet yolu) olup, insanı aslın aslına ulaşdırır. Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” ve bunların sahâbîleri bu yoldan kavuşmuşlardır. Ümmetlerinden sahâbî olmıyanlar arasından dilediklerini de bu yoldan kavuşmakla şereflendirirler. Fekat bunlar pek azdır. Bu yolda vâsıta, aracı yokdur. Ya’nî vâsıl oldukdan sonra, doğrudan doğruya asldan feyz alırlar. Hiçbiri, ötekine vâsıta olmaz, perde olmaz. İkinci yol, (Vilâyet yolu)dur. Kutblar, evtâd, büdelâ ve nücebâ ve bütün Evliyâ hep bu yoldan kavuşmuşlardır. Bu yol, (Sülûk) yoludur. Evliyânın cezbeleri de, bu yolun cezbeleridir. Bu yoldan kavuşanlar, birbirlerine vâsıta ve perde olurlar. Bu yoldan vâsıl olanların önderi ve en üstünleri ve ötekilere vâsıta olanı, hazret-i Alî Mürtedâ “kerremallahü teâlâ vechehül-kerîm”dir. Bu yolda gelen feyzlerin kaynağı odur. Resûlullahdan “aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm” gelen feyzler, ma’rifetler hep onun vâsıtası ile gelir. Fâtımatüz-Zehrâ ve hazret-i Hasen ve hazret-i Hüseyn “radıyallahü teâlâ anhüm”, bu makâmda, hazret-i Alî ile ortakdırlar. Öyle sanıyorum ki, hazret-i Alî, dünyâya gelmeden önce de, bu makâmda idi. Vefât etdikden sonra da, bu yolda her Velîye gelen feyzler, hidâyetler, yine onun vâsıtası ile gelmekdedir. Çünki kendisi, bu yolun en yüksek noktasında bulunuyor. Bu makâmın sâhibi Odur. Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” vefât edince, ondan yayılan feyzler, hazret-i Hasen ve sonra hazret-i Hüseyn vâsıtası ile geldi. Dahâ sonra oniki imâmdan, sağ olanları da vâsıta oldular. Bunlardan sonra gelen Evliyâya feyzler, bu oniki imâm vâsıtası ile geldi. Kutblara, nücebâya da, hep bunlardan geldi. Abdülkâdir-i Geylânî “kuddise sirruh”, Velî oluncaya kadar hep böyle idi. Sonra, bu da bu vazîfeye kavuşdu. Ondan sonraki kutblara ve nücebâya ve bütün Evliyâya oniki imâmdan “kaddesallahü teâlâ esrârehümül’azîz” gelen feyzler, bunun vâsıtası ile geldi. Başka hiçbir Velî bu makâma kavuşamadı. Bunun içindir ki, (Önceki Velîlerin güneşleri batdı. Bizim güneşimiz üfk üzerinde sonsuz kalacakdır) buyurmuşdur. Hidâyet, irşâd feyzinin akmasını güneş ışıklarının yayılmasına benzetmişdir. Feyzin kesilmesine, güneşin batması demişdir. Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerine oniki imâmın vazîfeleri verilmişdir. Rüşd ve hidâyete vâsıta olmuşdur. Kıyâmete kadar, her Velîye feyzler onun vâsıtası ile gelecekdir.
Süâl: Müceddid-i elf-i sânî denilen, hicretin bin senesindeki büyük Velînin gelmesi ile, Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin bu vazîfesi bitmez mi? Çünki, Mektûbâtın ikinci cildinin dördüncü mektûbunda, Müceddid-i elf-i sânî anlatılırken, ikinci bin senelerinde ümmetlere gelen her feyz, kutblara ve evtâda ve büdelâya ve nücebâya da olsa, hep müceddid vâsıtası ile gelir deniliyor?
Cevâb: Müceddid-i elf-i sânî bu vazîfeyi Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin vekîli olarak yapmakdadır. Kamer, güneşden aldığı ışıkları saçdığı gibi olmakdadır.
Süâl: Müceddid için böyle nasıl söylenebilir? Çünki, hazret-i Îsâ “alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm” gökden inecek ve müceddid olacakdır. Hazret-i Mehdî de “aleyhirrıdvân”, çıkacak ve müceddid olacakdır. Bunların, verecekleri feyzleri başkasından almaları düşünülebilir mi?
Cevâb: Feyz için vâsıta olmak, yukarıda bildirdiğimiz iki yoldan yalnız ikincisindedir. Birinci yolda, ya’nî (Kurb-i nübüvvet) denilen yolda, feyz ve hidâyet, vâsıta ile gelmez. Bu yolda yükselen, arada vâsıta ve perde olmadan vâsıl olur. Kendisine hiçbir kimse vâsıta ve perde olmaksızın feyzlere ve bereketlere kavuşur. Vâsıta olmak ve perde olmak, (Kurb-i vilâyet) denilen yoldadır. Bu iki yolu birbirine karışdırmamalıdır.
Bu mektûb, Nûr Muhammed Tehârî için yazılmışdır. Allahü teâlâya kavuşduran yolların iki olduğunu bildirmekdedir:
Bismillâhirrahmânirrahîm. Allahü teâlâya hamd olsun ve Onun seçdiği, sevdiği kullarına selâm olsun! İnsanı Allahü teâlâya kavuşduran yollar ikidir: Birincisi peygamberlerin yakınlığı gibi olan (Nübüvvet yolu) olup, insanı aslın aslına ulaşdırır. Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” ve bunların sahâbîleri bu yoldan kavuşmuşlardır. Ümmetlerinden sahâbî olmıyanlar arasından dilediklerini de bu yoldan kavuşmakla şereflendirirler. Fekat bunlar pek azdır. Bu yolda vâsıta, aracı yokdur. Ya’nî vâsıl oldukdan sonra, doğrudan doğruya asldan feyz alırlar. Hiçbiri, ötekine vâsıta olmaz, perde olmaz. İkinci yol, (Vilâyet yolu)dur. Kutblar, evtâd, büdelâ ve nücebâ ve bütün Evliyâ hep bu yoldan kavuşmuşlardır. Bu yol, (Sülûk) yoludur. Evliyânın cezbeleri de, bu yolun cezbeleridir. Bu yoldan kavuşanlar, birbirlerine vâsıta ve perde olurlar. Bu yoldan vâsıl olanların önderi ve en üstünleri ve ötekilere vâsıta olanı, hazret-i Alî Mürtedâ “kerremallahü teâlâ vechehül-kerîm”dir. Bu yolda gelen feyzlerin kaynağı odur. Resûlullahdan “aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm” gelen feyzler, ma’rifetler hep onun vâsıtası ile gelir. Fâtımatüz-Zehrâ ve hazret-i Hasen ve hazret-i Hüseyn “radıyallahü teâlâ anhüm”, bu makâmda, hazret-i Alî ile ortakdırlar. Öyle sanıyorum ki, hazret-i Alî, dünyâya gelmeden önce de, bu makâmda idi. Vefât etdikden sonra da, bu yolda her Velîye gelen feyzler, hidâyetler, yine onun vâsıtası ile gelmekdedir. Çünki kendisi, bu yolun en yüksek noktasında bulunuyor. Bu makâmın sâhibi Odur. Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” vefât edince, ondan yayılan feyzler, hazret-i Hasen ve sonra hazret-i Hüseyn vâsıtası ile geldi. Dahâ sonra oniki imâmdan, sağ olanları da vâsıta oldular. Bunlardan sonra gelen Evliyâya feyzler, bu oniki imâm vâsıtası ile geldi. Kutblara, nücebâya da, hep bunlardan geldi. Abdülkâdir-i Geylânî “kuddise sirruh”, Velî oluncaya kadar hep böyle idi. Sonra, bu da bu vazîfeye kavuşdu. Ondan sonraki kutblara ve nücebâya ve bütün Evliyâya oniki imâmdan “kaddesallahü teâlâ esrârehümül’azîz” gelen feyzler, bunun vâsıtası ile geldi. Başka hiçbir Velî bu makâma kavuşamadı. Bunun içindir ki, (Önceki Velîlerin güneşleri batdı. Bizim güneşimiz üfk üzerinde sonsuz kalacakdır) buyurmuşdur. Hidâyet, irşâd feyzinin akmasını güneş ışıklarının yayılmasına benzetmişdir. Feyzin kesilmesine, güneşin batması demişdir. Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerine oniki imâmın vazîfeleri verilmişdir. Rüşd ve hidâyete vâsıta olmuşdur. Kıyâmete kadar, her Velîye feyzler onun vâsıtası ile gelecekdir.
Süâl: Müceddid-i elf-i sânî denilen, hicretin bin senesindeki büyük Velînin gelmesi ile, Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin bu vazîfesi bitmez mi? Çünki, Mektûbâtın ikinci cildinin dördüncü mektûbunda, Müceddid-i elf-i sânî anlatılırken, ikinci bin senelerinde ümmetlere gelen her feyz, kutblara ve evtâda ve büdelâya ve nücebâya da olsa, hep müceddid vâsıtası ile gelir deniliyor?
Cevâb: Müceddid-i elf-i sânî bu vazîfeyi Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin vekîli olarak yapmakdadır. Kamer, güneşden aldığı ışıkları saçdığı gibi olmakdadır.
Süâl: Müceddid için böyle nasıl söylenebilir? Çünki, hazret-i Îsâ “alâ nebiyyinâ ve aleyhissalâtü vesselâm” gökden inecek ve müceddid olacakdır. Hazret-i Mehdî de “aleyhirrıdvân”, çıkacak ve müceddid olacakdır. Bunların, verecekleri feyzleri başkasından almaları düşünülebilir mi?
Cevâb: Feyz için vâsıta olmak, yukarıda bildirdiğimiz iki yoldan yalnız ikincisindedir. Birinci yolda, ya’nî (Kurb-i nübüvvet) denilen yolda, feyz ve hidâyet, vâsıta ile gelmez. Bu yolda yükselen, arada vâsıta ve perde olmadan vâsıl olur. Kendisine hiçbir kimse vâsıta ve perde olmaksızın feyzlere ve bereketlere kavuşur. Vâsıta olmak ve perde olmak, (Kurb-i vilâyet) denilen yoldadır. Bu iki yolu birbirine karışdırmamalıdır.