1915 Ermeni Tehcirine Giden Yolda Gözden Kaçan İki Nokta: Projeler ve Müfettişlikler

MURATS44

Özel Üye
1915 Ermeni Tehcirine Giden Yolda Gözden Kaçan İki Nokta: Projeler ve Müfettişlikler
*Ali KARACA
Giriş
Günümüzde Türk-Ermeni İlişkileri söz konusu edildiğinde sergilenen genel yaklaşım, 1915 zorunlu iskânını, tehciri sorgulamak şeklindedir. Günümüzde ileri sürülen tez ve antitezler, genellikle bu tehcir esnasında yaşanılanlara dayandırılmakta, bu ise tehcirin arka plânının gözden kaçmasına sebep olmaktadır. Bu tür yaklaşımların ana nedeni Ermeni -Türk ilişkilerinin tarihî süreçten kopuk olarak ele alınmasıdır. Hâlbuki söz konusu ilişkiler için, projektörleri tarihin derinliklerine yöneltmek, konuya yaklaşım metodu açısından oldukça önemlidir.
Osmanlı Devleti'nin, Ermeniler de dahil yönetimi altında bulunan gayrimüslimlerle olan ilişkilerinin hukukî zeminini Zımmî statüsü oluşturmaktaydı. 1821 Mora Rum isyanı, devletin Ermeniler için yeni bir yaklaşıma zemin hazırlarken, 1828 Osmanlı-Rus Savaşı sonrası yeni oluşumların tohumu atılmıştı. Esasında Hristiyan unsurlar için idarî-yapısal temel düzenlemeler Tanzimat (1839), Islahat (1856) ve Kanunıesâsi/Anayasa (1886) dönemlerinde yapılarak, Ermenileri de kapsayan kanun ve tüzükler yürürlüğe sokulmuştu. Bu arada devlet, Sırbistan ve Cebeli Lübnan olayları sonrası, yerel taleplere bir çözüm olarak yaptığı yeni bir temel düzenlemeyle yerel meclislerin oluşumuna izin vermişti. Bu yaklaşım çerçevesinde. Millet-i Ermeniyân Nizamnâmesi'ni de yürürlüğe koymuştu (1862). Daha sonra uygulama alanı bulmuş olan Anadolu Reform programı da (1895) bu kabildendir. Zira Hükümetin ilgililere verdiği direktiflerde, çalışmalar esnasında Tanzimat, Islahat ve Kanuniesasî hükümlerinin dikkate alınmasına özellikle vurgu yapması, bahsi geçen düzenlemelerin Ermeni unsurla ilgisini açıkça göstermektedir.
1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı Sonrası Gelişmeler ve Öne Çıkan İki Öğe

Kaynaklara bakıldığında, 1878 sonrası gelişen olaylar bütünü içerisinde Türk-Ermeni-Avrupalı devletler ilişkisinin farklı ve yeni bir safhaya girdiği görülmektedir. 1915 zorunlu iskânına kadar devam eden bu süreçte, ortaya çıkan bazı öğeler, tehcirin esas zeminini oluşturacaktır. Doğu Sorunu'na Ermeni Meselesi rengini veren 3 Mart 1878 Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması (16. madde) ile bu sorunu uluslar arası arenaya taşıyan 13 Temmuz 1878 tarihli Berlin Antlaşması (6l.madde) problemin çözüm şeklini de belirtmekteydi. İlgili maddede: " Hükümet halkı Ermeni bulunan eyaletlerde yerel ihtiyaçların gerektirdiği reformu ertelemeksizin yapma ve Ermenilerin Çerkez ve Kürtlere karşı huzur ve güvenliğini sağlamayı yükümlenir ve ara sıra bu konuda düşünülen düzenlemeleri devletlere (İngiltere, Fransa, Rusya, Almanya, Avusturya ve İtalya) bildireceğinden, adı geçen devletler konu edilen düzenlemelerin (reform.) yerine getirilmesini /yürütülmesini gözetleyeceklerdir" denilmekteydi. Bu antlaşmalar sonrası süreçte, Avrupalı devletlerce ilgili maddelerden kaynaklanan iki ana öğenin daima ön plâna çıkarıldığı görülecektir.

Avrupa Patentli Reform Projeleri

Bir tür reform programı olan Islahat Fermanı'na esas oluşturan hususların hazırlanmasında, Avrupalı devletlerin sergilediği metodik tavır, 1878 sonrası programları için de geçerliliğini koruyacaktı. Buna göre reform programları, taraftar devletlerce hazırlanmakta ancak, uygulayacak olan devletin de (Osmanlı) onayı ve yönetim esasları dikkate alındığı izlenimi verilmekteydi.
1878 sonrası projelerinin özelliği, tarif edilmiş belli bölge (Vilâyât-ı Sitte) ve belli unsur (Ermeni) için programlanmış oluşu, uygulama şeklinin ise doğrudan veya dolaylı müdahele esaslarına dayandırılmasıydı: Mesela Salisbury'nin direktifleri doğrultusunda Layard'ın açıkladığı reform programı ve üç maddelik nota (8 Ağustos 1878) ile dokuz maddelik diğer bir projesi (24 Kasım 1879 12 T. Sani 1295), yine İngiltere, Fransa ve Rusya'nın müşterek hazırladıkları kırk maddelik reform programı ve on dört maddelik muhtıra (11 Mayıs 1895), ayrıca 1909 tarihli yirmi dokuz maddelik reform projesi ile 23 Mayıs 1914 tarihli yirmi üç maddelik reform programı bu çerçevede değerlendirilebilir.
Avrupa kaynaklı bu reform projelerinin ana eksenini, uygulanması safhasında Avrupalı uzmanların istihdamı, denetimin başında ise yine bir Avrupalı Genel Müfettiş Komiser'in bulunması şartı oluşturmaktaydı. Bilhassa 1895 tarihli projenin hazırlanışı ile getirilen öneriler, uygulama için yapılan düzenleme, yine 1914 tarihli projenin hazırlanışındaki ön gelişmeler doğrultusunda yönelilen hedef, söz konusu uzmanlar ve müfettiş konusunun, Avrupalı devletlerce ne kadar önemsendiğinin göstergesiydi. Çünkü bir iyileştirmenin çok ötesine geçen amaçlarının gerçekleşmesi buna bağlı bulunmaktaydı.
Söz konusu projeler süreli incelendiğinde, reform konusunun Avrupalı devletlerin inisiyatifinde ve onların çıkarlarına göre şekillendirildiği görülmektedir. Bu meyanda, Ermeni Sorunu'na siyasî bir biçim verilirken de, zamanı gelip şartlar oluştuğunda, siyasî reformlar sayesinde, sınırları çizilmiş coğrafî bölgede güdümlü muhtar veya bağımsız bir oluşumun şartlarının hazırlandığı anlaşılıyor.
1912 yılına gelindiğinde ortaya çıkan siyasî gelişmeler, Rusya'nın yine bu maksatla, doğu vilâyetleri için yeni bir ıslahat/reform programı isteğiyle harekete geçeceğini gösteriyordu. İttihat ve Terakki Hükümeti bu durumu kavrayıp, daha önce davranarak bir reform projesi hazırlayıp, reform işini İngiltere'ye havale etmek üzere harekete geçti. Hükümetin teklifini önce olumlu karşılayan İngiliz Hükümeti, daha sonra bu yaklaşımından caydıktan başka, reform projesinin hazırlanması işini de Rusya'ya bıraktı (12 Kasım 1912). Bu. I. Dünya Savaşı'nın arefesinde İngiliz-Rus ittifakının da önemli bir göstergesi oluyordu.
Önceki projelerde olduğu gibi bu son projede de yine ön plâna çıkan diğer önemli bir unsursa, Reform Müfettişlerinin durumlarıdır.

Avrupalı Reform Müfettişi Dayatması

Müfettişlik konusu irdelendiğinde. Avrupalı devletlerin Türk Devleti'nin inisiyatifini elinden almak ve reformların kendi istekleri doğrultusunda yürütülmesi için, bu hususa büyük önem verdikleri görülür. Diğer taraftan ise kendi çıkarlarını koruduğunun ve reformu kontrol ettiğinin esaslı bir göstergesi olacağından, söz konusu müfettişlerin seçim ve tayin şekilleri Osmanlı Devleti için de hayatî bir konuydu.
Bu konuda Osmanlı Devleti'nin 1856 Paris Antlaşması'ndan sonra siyasî baskılara açık hâle geldiği anlaşılmaktadır. Zira daha o tarihte Rusya, Paris Antlaşması ve Islahat Fermanı gereği söz konusu olan reformun, yanlızca Türk Devleti'nin inisiyatifine bırakılamayacağı itirazında bulunmaktaydı. Yine Rusya'nın, antlaşma ve Islahat Fermanı'nın, Hristiyan halklar lehinde karara bağlanan şartlarının, Osmanlı Devleti'nce uygulanmadığı yönündeki şikâyeti üzerine, Avrupalı devletler nezdinde durumun kontrolü gündeme gelmiş ve bu hususu incelemek için Veziriazam Kıbrıslı Mehmet Paşa görevlendirilmişti. Paşanın, İmparatorluğun belli başlı vilâyetlerindeki teftişi üç ay sürmüş ve kendisi yapılan reformlar hakkında raporlar hazırlamıştı.
10 Mayıs 1878 senesine gelindiğinde Erzurum, Van, Diyarbekir vilayetleriyle Mamüretülaziz (Elâzığ) mutasarrıflığının teftişi göreviyle Şûrayı Devlet Üyesi Ali Şefik Beyin atanması ise Ayastefanos Antlaşması'nın on altıncı maddesine bağlı görünmektedir. Müfettiş'in başlıca görevi, Ermenilere tecavüz ettikleri iddia olunan Kürtlerin, varsa tespiti ve etkili bir biçimde cezalandırılmalarına yöneliktir. Berlin Antlaşması'ndan sonra ise İngiltere Hükümetinin, Anadolu'da uygulanması maksadıyla hazırladığı dokuz maddelik reform projesini (24 Kasım 1879) denetlemek için, bir Avrupalı müfettişin atanması talebi üzerine, İngiliz uyruklu General Baker Paşa bu göreve atanmıştı (1880).
1895'te bu defa ortak bir girişimle İngiltere, Fransa ve Rusya'nın, 1878 antlaşmasının altmış birinci maddesine atfen hazırladıkları, kırk maddelik reform projesinin uygulanması için, yine Avrupalı bir Genel Müfettişin atanmasını şiddetle istedikleri görülüyor. Fakat II. Abdülhamit'in diplomatik tavrı karşısında bilhassa, ısrarcı olan İngiliz Hükümeti, tutumunu değiştirerek Raif, Hasan Fehmi ya da Ahmet Muhtar Paşalardan birinin atanmasına olumlu bakacağını bildirmekteydi. II. Abdülhamit ise bu teklifi dikkate almayarak, Yaver-i Ekrem Mareşal Çapanoğlu Ahmet Şakir Paşayı müfettişlik görevine getirmiştir (27 Haziran 1895 ). Bu tayin özellikle İngiliz Hükümet Başkanı Salisbury'nin büyük tepkisine yol açarsa da sonradan durumu kabullenmek zorunda kalır. Oldukça geniş yetkilerle donatılmış olan Şakir Paşa ve başkanı olduğu heyet, aynı zamanda Ermenilerle ilgili reform programını yürütmede, beş yıl gibi uzun bir süre görev yapan müfettişlik heyeti olacaktı (24 Ağustos 1895-18 Nisan 1900).
Bu tarihten sonra 1909 yılına kadar Avrupa kaynaklı bir reform ve ona uygun Avrupalı müfettiş atanması yönünde herhangi bir teklife şimdilik rastlanamadı. Bununla birlikte Dahiliye Nazırı Memduh Paşanın başkanlığını yaptığı ve Anadolu Reformu esnasında ona bağlı olarak İstanbul'da görev yapan Tesrii Muamelât Komisyonu'nun, 2 Ağustos 1900 tarihine gelindiğinde hâlâ çalışmalarını yürütüyor olması ise genelleştirilmiş bir reform programıyla ilgisi bulunmasındandı (26 Ekim 1896-?).
II. Abdülhamit'in idareden uzaklaştırılmasından hemen sonra Avrupalı devletlerin Vilayât-ı Sitte için yeni bir reformu gündeme getirdikleri anlaşılıyor. Bu defa da hükümet, Trabzon, Erzurum, Van, Sivas, Diyarbekir, Mamuratülaziz ve Bitlis vilayetlerine bir reform heyeti gönderecekti. Bu Özel Reform Heyeti'ni (Heyet-i Mahsûs-ı islahiye) Galip, Mustafa Zihni Beylerle, Meclis-i Mebusan Üyesi Ermeni Babekyan Efendi ve Erkânıharp Cemâl ile Binbaşı Zeki Beyler oluşturmaktaydı. Bununla birlikte hükümetçe, Avrupalı müfettişlerin görevlendirilmesi fikrinin de benimsendiği anlaşılıyor.
1912 yılına girilirken yukarıda da değinildiği üzere yönetimdeki İttihat ve Terakki hükümeti, bazı gelişmeler dolayısıyla, bu defa yeni bir reform projesi hazırlama, ve uygulama işinin bir Avrupalı müfettişe havale olabileceği yönünde İngiliz hükümetine müracaat eder. Bu teklif üzerine İngiliz hükümeti, müfettişlik için Lord Milner'i seçmişse de sonradan bu kararından vazgeçecektir. Aslında 1909 sonrasında reform konusunun Avrupalı devletler, özelikle de İngiltere'nin inisiyatifine bırakılması eğiliminin ağırlık kazandığı gözlenmekteydi. Zaten 1913 yılına gelindiğinde yine bu çerçevede, Reform Genel Müfettişliğinden başka, birçok Avrupalı müfettiş bazı önemli bürokratik görevlere atanmıştı. Bunlardan bazıları: Mülkiye Müfettişi İngiliz Yüzbaşı Daves, Mülkiye Teftiş Müdürü Gravü, Adliye Bakanlığı Teftiş Heyeti Başkanı İngiliz Hukukçu Clarc ve Maliye Bakanlığı Genel Müdürü Henry Beylerdi.

Reform İşinin Avrupalı Müfettişlere Teslimi

Bu sıralarda Reformun yeniden gündeme gelmesiyle hareketlenen Rusya, İngiltere ve Fransa ile Almanya hükümetlerine başvurarak. Vilayât-ı Sitte'de Ermeniler için kararlaştırılan reform işine Avrupalı bir genel vali atanmasını teklif etti. Reform kararları şekillendiğinde ise tayinleri artık zorunlu hâle gelen iki Avrupalı Reform Genel Müfettişi bu memuriyete getirildi (2 Temmuz 1914). Bu müfettişler Norveçli Hoff ve Hollandalı Westenen'di. Adı geçen iki müfettiş Osmanlı Hükümeti memuru gibi addedilse de gerçekte reform işi ve Ermeni sorunu tamamen Avrupa'nın kontrolüne girmişti.

Bazı Ermenilerin Sadakattan Teröre Kayışı

İşleyen bu süreç zarfında Türk ve Ermenilerin tavrına bakıldığında bazı değişimler göze çarpar. 1829'den sonra, bir kırılma noktası oluşturan 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşına kadar devletin. Ermenilere yaklaşımı, resmî belgelere de yansıdığı gibi " sadık tebaa/gönülden bağlı uyruk " anlayışı üzerine temellendiriliyordu. Bu yaklaşım aynı zamanda devletin, Ermeni politikasının güven, takdir ve koruyup-kollama esasına dayandığının bir ifadesiydi. Türk Devleti'nin asırlarca süren politikalarının bir sonucu olarak dinî-ırkî, sosyal ve kültürel kimliklerini yaşatıp geliştirme imkânı bulan Ermeniler, devlet bürokrasisinde bakanlık dahil birçok önemli memuriyetlerde bulunurken, özellikle ticarî hayatın en aktif ve çok kazanan kesimi durumuna da yükseldiler.
Türk Devleti'nin bu yaklaşımı ve sahip oldukları statüye rağmen 1870'li yıllardan itibaren, sadık Ermenileri devlete karşı kışkırtan bazı Ermeni komite ve derneklerinin ortaya çıktığı gözlenmekteydi (İttihat-ı Halâs Cemiyeti/Kurtuluş Dernekleri Birliği gibi). Farklı isimler taşıyan bu güdümlü oluşumlar, 1890'da kuruluşlarını tamamlamış ve belirledikleri hedefe ulaşmak için silâhlı eylemler dahil harekete geçmişlerdi. Amaçları, her imkânı değerlendirerek sınırları tarif edilmiş bir bölgeyi birlikte yaşadıkları unsurlardan temizleyip, burayı devletten koparmaktı. Kullandıkları metot ise ihtilalci silâhlı terörizmdi (Kendilerine propogant ve terrör adı veren üyelere sahip, Marksist doktrini benimseyen Devrimci Hınçak Partisi ve Ermeni İhtilal Komiteleri Birliği gibi).
Bu terörist gruplar ve diğer Ermeni oluşumlarını yönlendirme ve destekleme işini ise başta Rusya olmak üzere İngiltere, Fransa ve Yunanistan gibi Avrupalı devletler üstlenmişti. Böylece Ermeni Komiteleri, Mayıs 1915 tarihindeki zorunlu iskân uygulamasına kadar 40 yıl sürecek olan plânlı, bilinçli ve Türklere karşı sürekli silâhlı terörizmle siyasallaşma yoluna girmişlerdi.

İçişleri Bakanı Talat Paşanın Değerlendirmesi ve Son Tahlilde Tehcirin Esas Gerekçesi

Bütün bu gelişmelerden sonra Ermeni Sorunu ve yaşanan tarihi süreci, Dahiliye Nazırı Talat Paşa, Meclis-i Vükela'ya sunduğu arz tezkeresinde şöyle tahlil ediyordu (30 Mayıs 1915):
a- "Ermeniler, bölücü ve işgalci emeller taşıyan Avrupalı devletlerin etkisiyle de silâhlı isyanla/terör bölücü davranışlar sergileyerek, devletin işleyişini engellemişlerdir.
b- Bu tavırları ile diğer sadık halkı (Türk.Kürt.Çerkez...) varlığını korumaya zorlamakta, böylece devletin arzu etmediği olaylara sebebiyet vermekteydiler.
c- Problemleri ortadan kaldırmak için devletin fedakarânece sürdürdüğü uygulama ve reform çalışmalarının olumlu sonuçları görülmekteydi. Buna rağmen Ermeniler uzlaşmaz tavırlarını devam ettirmekteydiler.
d- Bu tutumları, sırf bir iç mesele olan bölgenin reformu işinin, dış bir mesele şeklinde devletler arası genel görüşmeler alanına çekilmesine yol açtı.
e- Bu yolla, Osmanlı ülkesinin bir kısmında yabancı devletlerin nüfuz ve kontrolleri altında bir idari yapılanma ayrıcalığı kazanmaya yöneldiler.
f- Türk Devleti'nin bütün bu yeni yapılandırma ve reformlarının, Avrupalı devletlerin etki ve baskısıyla, Osmanlı ülkesini bölünme ve parçalanmaya doğru çektiği birçok deneme ve üzücü gelişmelerle ortaya çıkmıştı.
g- Devletin idarî bağımsızlığı ve bütünlüğü, Avrupalı devletlerin baskısıyla yapılacak benzeri reformlardan, devletin imkânlarının elverdiği ölçüde sakınma ve korunmayı zorunlu kılmaktadır.
h- Osmanlı Devleti'nin hayatî meseleleri arasında önemli bir yer işgal eden bu baş ağrıtan Ermeni probleminin, kesin bir biçimde ve tamamıyla çözüme kavuşturulması için, reform maksadıyla bir kere daha gerekli düzenlemeler plânlanarak yürürlüğe konulmuştur.
i- Bütün bunlara rağmen bazı Ermeniler, tehcirden hemen önce (Nisan 1915'te Rusların doğu sınırından saldırmaları üzerine) amaçları doğrultusunda, savaşa girmiş bulunan devletleri aleyhine düşmanlarla fikir ve iş birliği yaparak, silâhlı isyana kalkmış (15 Nisan 1915 Van ve Sivas isyanları gibi), askeri birliklerimize ve korumasız halka silâhla saldırarak, şehir ve kasabalarda katliam, hırsızlık ve yağmalama suçunu işlemişlerdir. "
Bu tahlilin ışığında altı dikkatle çizilmesi gereken bir husus da, Ermenilerin silâhlı isyan tarihi (15 Nisan 1915) ile soy kırım olarak dünyaya tescil ettirmek için ön plâna çıkarttıkları tarihin (24 Nisan 1915 ) çelişkisidir. Bu çelişkiye esas zorunlu göçürme tehcir kararının, 27 Mayıs 1915 tarihli olduğu gerçeğini de eklemek gerekir. Ermenilerin iddalarını ortaya koyuş biçimi tehcirin, Ermenilerin hiçbir eylem ve devlet aleyhinde hiçbir tavırlarının olmadığı hâlde ve zamanda tamamen keyfî, onları yok etmeye yönelik olarak uygulanmaya konulduğu tezini işlemektedir. Halbuki 30 yıldan fazla sürdürdükleri plânlı silâhlı terör dışında, 15 Nisan tarihindeki tavırları bile bu tezlerini çürütmektedir. Bu durumda: Ermenilerin silâhlı isyan ve düşmanla işbirlikleri olan 15 Nisan, sonraki gelişmeleri ateşleyen fitil olmalıdır.
 
Üst Alt