Hasret ruzgari
Aktif Üyemiz
Âl-i İmrân sûresinin 28. ci âyetinde meâlen, (Mü’minler mü’minlerden başka, kâfirleri sevmesinler. Onları seven, Allahü teâlâyı sevmiş olmaz. Dârülharbde, zarûret olunca, onlara dostluk göstermek câiz olur) buyuruldu.
Tefsîr-i kebîr sâhibi[1] bu âyet-i kerîmeyi güzel açıklamışdır. (Bu âyet, kâfirleri sevmeği harâm etdi) demişdir. Âl-i İmrân sûresinin 118. ci âyet-i kerîmesi meâlen, (Ey mü’minler! Mü’min olmıyan kâfirlerle dost, arkadaş olmayınız!) ve Mücâdele sûresinin 2. ci âyet-i kerîmesi meâlen, (Allahü teâlâya ve âhiret gününe inanan, Allahın ve Resûlünün düşmânlarını sevmez) ve Mâide sûresinin 54. cü âyet-i kerîmesi meâlen, (Ey îmân edenler! Yehûdîleri ve hıristiyanları sevmeyiniz!) ve Mümtehine sûresinin birinci âyeti meâlen, (Ey îmân edenler! Benim ve sizin düşmanlarımızı sevmeyiniz) ve Tevbe sûresinin 72. ci âyeti meâlen, (Mü’minlerin erkekleri ve kadınları birbirlerini severler)dir. Bu âyet-i kerîmeler de, kâfirleri sevmeği harâm etmekdedir.
Mü’minin kâfiri sevmesi üç dürlü olur. Birincisi, onun küfrünü beğenir. Bunun için sever. Bu muhabbet yasakdır. Çünki, onun dîninden râzı olmuşdur. Küfrü beğenen kâfir olur. Böyle muhabbet, îmânı giderir. İkincisi, herkesle iyi geçinmek için, kâfire dost görünmekdedir. Bu muhabbet memnû’ değildir. Üçüncüsü, ikisi ortasıdır. Onlara meyl eder, yardım eder. Dîninin bâtıl olduğunu bilerek, akrabâlık, iş arkadaşlığı sebebi ile dostluk yapar. Bu muhabbet küfre sebeb olmaz ise de, câiz değildir. Çünki bu muhabbet, zemânla dînini beğenmeğe sebeb olur. Yukarıdaki âyet-i kerîme, bu muhabbeti men’ etmekdedir. (Bu âyet-i kerîme, mü’minleri sevmeyip, kâfirleri sevmeği men’ etmiyor mu? Mü’minleri de severse câiz olmaz mı?) denirse, diğer âyet-i kerîmeler, bunu da men’ etmekdedir. Müseylemetül-kezzâbın adamları iki sahâbîyi yakaladı. Birisine, (Muhammedin peygamber olduğuna inanıyor musun?) dedi. Evet dedi. (Benim de peygamber olduğuma inanıyor musun?) dedi. Buna da evet dedi. Müseyleme, kendisinin Benî Hanîfe kabîlesine peygamber olduğuna, Muhammed aleyhisselâmın Kureyş kabîlesine peygamber olduğuna inanıyordu. Bunu serbest bırakdı. Diğerini getirdiler. Buna da sordu. Birinci süâle evet, ikincisine, ben sağırım dedi. Bunu öldürdü. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” haber alınca, (İkincisi, îmânı üzere şehîd oldu. Birincisi, Allahü teâlânın verdiği izne tâbi’ oldu) buyurdu. Nahl sûresinin 106. cı âyet-i kerîmesi meâlen, (İkrâh ile [korkutularak] kalbi îmân ile dolu iken küfr söyleyen afv olur) olup, ikrâh olunca, küfre izn vermekdedir.
[1] Tefsîr-i kebîrin ismi (Mefâtîhulgayb)dır. Yazarı Muhammed Fahruddîn Râzî, şâfi’î 606 [m. 1209] da Hirâtda vefât etdi.
(Takıyye), kalbinde olanın aksini söylemekdir. Buna (Müdârâ) da denir.
Tefsîr-i kebîr sâhibi[1] bu âyet-i kerîmeyi güzel açıklamışdır. (Bu âyet, kâfirleri sevmeği harâm etdi) demişdir. Âl-i İmrân sûresinin 118. ci âyet-i kerîmesi meâlen, (Ey mü’minler! Mü’min olmıyan kâfirlerle dost, arkadaş olmayınız!) ve Mücâdele sûresinin 2. ci âyet-i kerîmesi meâlen, (Allahü teâlâya ve âhiret gününe inanan, Allahın ve Resûlünün düşmânlarını sevmez) ve Mâide sûresinin 54. cü âyet-i kerîmesi meâlen, (Ey îmân edenler! Yehûdîleri ve hıristiyanları sevmeyiniz!) ve Mümtehine sûresinin birinci âyeti meâlen, (Ey îmân edenler! Benim ve sizin düşmanlarımızı sevmeyiniz) ve Tevbe sûresinin 72. ci âyeti meâlen, (Mü’minlerin erkekleri ve kadınları birbirlerini severler)dir. Bu âyet-i kerîmeler de, kâfirleri sevmeği harâm etmekdedir.
Mü’minin kâfiri sevmesi üç dürlü olur. Birincisi, onun küfrünü beğenir. Bunun için sever. Bu muhabbet yasakdır. Çünki, onun dîninden râzı olmuşdur. Küfrü beğenen kâfir olur. Böyle muhabbet, îmânı giderir. İkincisi, herkesle iyi geçinmek için, kâfire dost görünmekdedir. Bu muhabbet memnû’ değildir. Üçüncüsü, ikisi ortasıdır. Onlara meyl eder, yardım eder. Dîninin bâtıl olduğunu bilerek, akrabâlık, iş arkadaşlığı sebebi ile dostluk yapar. Bu muhabbet küfre sebeb olmaz ise de, câiz değildir. Çünki bu muhabbet, zemânla dînini beğenmeğe sebeb olur. Yukarıdaki âyet-i kerîme, bu muhabbeti men’ etmekdedir. (Bu âyet-i kerîme, mü’minleri sevmeyip, kâfirleri sevmeği men’ etmiyor mu? Mü’minleri de severse câiz olmaz mı?) denirse, diğer âyet-i kerîmeler, bunu da men’ etmekdedir. Müseylemetül-kezzâbın adamları iki sahâbîyi yakaladı. Birisine, (Muhammedin peygamber olduğuna inanıyor musun?) dedi. Evet dedi. (Benim de peygamber olduğuma inanıyor musun?) dedi. Buna da evet dedi. Müseyleme, kendisinin Benî Hanîfe kabîlesine peygamber olduğuna, Muhammed aleyhisselâmın Kureyş kabîlesine peygamber olduğuna inanıyordu. Bunu serbest bırakdı. Diğerini getirdiler. Buna da sordu. Birinci süâle evet, ikincisine, ben sağırım dedi. Bunu öldürdü. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” haber alınca, (İkincisi, îmânı üzere şehîd oldu. Birincisi, Allahü teâlânın verdiği izne tâbi’ oldu) buyurdu. Nahl sûresinin 106. cı âyet-i kerîmesi meâlen, (İkrâh ile [korkutularak] kalbi îmân ile dolu iken küfr söyleyen afv olur) olup, ikrâh olunca, küfre izn vermekdedir.
[1] Tefsîr-i kebîrin ismi (Mefâtîhulgayb)dır. Yazarı Muhammed Fahruddîn Râzî, şâfi’î 606 [m. 1209] da Hirâtda vefât etdi.
(Takıyye), kalbinde olanın aksini söylemekdir. Buna (Müdârâ) da denir.