48- Adâletden doğan iyi huylar

MURATS44

Özel Üye
Adâletden on iki huy doğmakdadır:

1 -Sadâkatdir. Arkadaşını sevmekdir. Onun iyiliğini, râhatını istemekdir. Onu zarardan korumakdır. Onu sevindirmeğe çalışmakdır.
2- Ülfetdir. Bir topluluğun, din ve dünyâ düşüncelerinde, inançlarında birbirlerine uygun olmalarıdır.
3 -Vefâdır. İyi geçinmek, yardımlaşmakdır. Sözünde durmak, hakkını gözetmekdir de dediler.
4 -Şefkatdir. Başkalarına derd, felâket gelmesinden üzülmekdir. Herkesin sıkıntıdan kurtulmasına çalışmakdır.
5 -Sıla-i rahmdir. Akrabâyı, yakınlarını gözetmek, ziyâret etmek ve yardım etmekdir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bir hadîs-i şerîfde, (Putları, tapınılan heykelleri kırmak için ve akrabâya iyilik etmek için gönderildim) buyurdu.

6 -Mükâfâtdır. İyiliğe karşı iyilik etmekdir.
7 -Hüsn-i şirketdir. Hakkı gözetip adâlet eylemekdir.
8 -Hüsn-i kazâdır. Herkesin, herşeyde hakkını gözetip, başa kakmamak ve pişmân olacak iş yapmamakdır.
9 -Teveddüddür. Teveddüd, muhabbet demekdir. Arkadaşlarını sevip, hediyye vermek, kendini sevdirmekdir.
10 - Teslîmdir. İslâmiyyetin emrlerini ve yasaklarını ve islâm ahlâkını, tatlı gelmese dahî, kabûl edip râzı olmakdır.
11 - Tevekküldür. İnsan gücünün dışında olan ve değişdirilemiyecek olan üzücü hâdiseleri, olayları, ezelde takdîr edilmiş, yazılmış bilip, üzülmemek, Allahü teâlâdan geldiğini düşünerek, seve seve karşılamakdır.
12 -İbâdetdir. İbâdet, herşeyi yokdan var eden ve her canlıyı, her an görünür görünmez kazâlardan, belâlardan koruyan ve her an çeşidli ni’metler, iyilikler vererek yetişdiren Allahü teâlânın emr ve yasaklarını yerine getirmekdir.

Ona hizmetde kusûr etmemeğe çalışmakdır. Allahü teâlânın sevgisine kavuşmuş olan Resûllere, Nebîlere “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”, Velîlere, Âlimlere “rahime-hümullahü teâlâ”, benzemeğe özenmekdir.
[Müslimânlar iki kısmdır: Havâs [âlimler] ve avâm [câhiller]. Türkçe (Dürr-i yektâ)da diyor ki, (Avâm, sarf ve nahv ve edebiyyât ilmlerinin üsûllerini, kâ’idelerini bilmiyen kimselerdir. Bunlar fetvâ kitâblarını anlıyamaz. Bunların, (îmân) ve (ibâdet) bilgilerini arayıp, sorup, öğrenmeleri farzdır. Âlimlerin de, sözleri, va’zları ve yazıları ile, önce îmân, sonra dînin temeli olan beş ibâdeti öğretmeleri farzdır. (Zahîre) ve (Tâtârhâniyye) kitâblarında, îmânın şartlarını ve (Ehl-i sünnet i’tikâdı)nı öğretmenin herşeyden evvel lâzım olduğu bildirilmekdedir). Bunun içindir ki, büyük âlim, zâhir ve bâtın ilmlerinin mütehassısı seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî “rahmetullahi aleyh”, vefâtına yakın, (İstanbul câmi’lerinde, otuz sene, yalnız Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarında yazılı olan îmânı, ya’nî Ehl-i sünnet i’tikâdını ve islâmın güzel ahlâkını anlatmağa çalışdım. Ehl-i sünnet âlimleri, bu bilgileri, Eshâb-ı kirâmdan, Onlar da, Resûlullahdan öğrendiler.) demişdir. Îmân bilgilerine (Akâid) ve (İ’tikâd) denir. Bunun için biz de, bütün kitâblarımızda, Ehl-i sünnet i’tikâdını, islâmın güzel ahlâkını, herkese iyilik ve hükûmete yardım etmek lâzım olduğunu bildiriyoruz. Seyyid kutb ve Mevdûdî gibi din câhillerinin ve (Teblîg-ı cemâ’atcı) gibi bid’at sâhiblerinin, ya’nî mezhebsizlerin hükûmete karşı kışkırtıcı, kardeşi kardeşe düşman yapıcı, bölücü yazılarını tasvîb etmiyoruz. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Din, kılıncların gölgeleri altındadır) buyurarak, müslimânların hükûmet ve kanûn himâyesinde râhat yaşayabileceklerini bildirdi. Hükûmet, kuvvetli oldukça, râhat, huzûr artar. Avrupa, Amerika gibi kâfir memleketlerde râhat yaşayan, dînî vazîfelerini serbestçe yapan müslimânlar da, kendilerine hürriyyet veren hükûmete, kanûnlara karşı gelmemeli, fitneye, anarşiye âlet olmamalıdır. Ehl-i sünnet âlimleri “rahime-hümullahü teâlâ” böyle olmamızı emr etmekdedir. İbâdetin en üstünü, en kıymetlisi, fitne fesâd ateşi ile oynamamak ve isyân edenlere, fitne, anarşi çıkaranlara âlet olmamak, (Ehl-i sünnet i’tikâdı)nı öğrenip, îmânının buna uygun olmasına çalışmakdır. Îmânını böyle düzelterek, (Bid’at ehli) denilen yetmişiki çeşid bölücü, bozuk inanışdan kurtuldukdan sonra, ibâdetlerde de bid’at işlemekden sakınmalıdır. İslâmiyyetin emr etmediği şeyleri ibâdet zan ederek yapmağa (İbâdetde bid’at) denir. Allahü teâlânın emrlerine ve yasaklarına (Ahkâm-ı islâmiyye) denir.

Ahkâm-ı islâmiyyeye uymağa (İbâdet etmek) denir. İbâdetlerin doğru olarak yapılmasını bildiren (Dört mezheb) vardır. Bunların dördü de hakdır, doğrudur. Bu dört mezheb, Hanefî, Şâfi’î, Mâlikî, Hanbelî mezhebidir. Her müslimânın bu dört mezhebden birisinin (İlm-i hâl) kitâbını okuyup, ibâdetlerini bu kitâba uygun yapması lâzımdır. Böylece, bu mezhebe girmiş olur. Bu dört mezhebden birine girmiyen kimseye (Mezhebsiz) denir. Mezhebsiz olan, Ehl-i sünnet değildir. Ehl-i sünnet olmıyan da, ya (Bid’at ehli)dir, yâhud kâfirdir.
Hazret-i Alî “kerremallahü vecheh” buyuruyor ki, (Öldükden sonra tekrâr dirilmeğe inanmıyan birini görürsen, ona de ki: Ben inanıyorum. Senin dediğin doğru çıkarsa, benim hiç zararım olmaz. Benim dediğim doğru olunca, sen sonsuz olarak ateşde yanacaksın!). Avrupada, Amerikada bütün fen adamları, devlet adamları, profesörler, kumandanlar, âhıret hayâtına inanıyorlar. Hepsi, kiliselere gidip tapınıyorlar. Yehûdîler, Budistler, Berehmenler, ateşe tapanlar, putperestler, medenî, vahşî herkes inanıyor. Yalnız, birkaç komünist memleketini idâre eden, yalancı, zâlim, azgın diktatörler ve bunların etrâfındaki ve başka memleketlerdeki paralı uşakları inanmıyor. Geçinebilmeleri ve zevkleri için, din düşmanlığı yapan birkaç câhilin, ahmağın, dünyâ nüfûsunun yüzde doksanını teşkil eden, inananlar karşısında, haklı olacakları düşünülebilir mi? İnanmıyan bir kimse ölünce, kendi inancına göre, yok olacak. İnanana göre ise, Cehennemde sonsuz azâb görecekdir. İnanan bir kimse ölünce, inanmıyana göre, yine yok olacak. Kendi inancına göre, sonsuz zevkler, ni’metler içinde yaşayacakdır. Aklı, bilgisi olan bir insan, bu ikisinden hangisini seçer? Elbet, ikincisini değil mi? Dünyâ işlerindeki, madde âlemindeki intizâm, Allahü teâlânın varlığını akl sâhiblerine haber veriyor. Âhıretin var olduğunu da Allahü teâlâ haber veriyor. O hâlde, Aklı, ilmi olanın, Allahın varlığına ve birliğine inanması lâzımdır. İnanmamak, ahmaklık, câhillik olur. Allahü teâlâya îmân etmek, Onun (Ülûhiyyet sıfatları)na ya’nî Onun (Sıfât-ı zâtiyye)sine ve (Sıfât-ı sübûtiyye)sine ve verdiği haberlere inanmakdır ve Onun dînine uymakdır. İslâmiyyete uyan bir kimse, dünyâda da râhat ve mes’ûd yaşar. Herkese iyilik eder. Allahü teâlâ, kullarına çok acıdığı için, fâideli şeyleri yapmalarını emr etmişdir. Bu emrlere (Farz) denir. Zararlı şeyleri yasak etmişdir. Bunlara (Harâm) denir. Farzların ve harâmların hepsine (Ahkâm-ı islâmiyye) denir. Dinler, Allahü teâlânın kullarına rahmetidir, ihsânıdır. Dinlere inanan ve uyan, dünyâda ve âhıretde Allahü teâlânın ihsânına kavuşur, mes’ûd olur.

İnanmıyan, aklı ile fâideli olduğunu anlayarak, dünyâ işlerinde uyarsa, yalnız dünyâda mes’ûd, râhat yaşar. Şimdi Avrupalıların bir kısmı, bunun için, râhat ve mes’ûd yaşamakda, islâmiyyete uymıyan müslimânlar zelîl, hakîr yaşamakdadır.]



 
Üst Alt