ceylannur
Yeni Üyemiz
ACI SEBEPLERİ
Acı, sebepleri çeşitlilik gösterse de hepimizin günlük hayatında sıkça deneyimlediği bir his. Güneşten cildimiz yandığında, elimizi kapıya sıkıştırdığımızda, midemiz ağrıdığında nasıl bir acı duyabileceğimizi biliyoruz. Ya da sevdiğimiz bir kişiyi kaybettiğimizde, ondan ayrıldığımızda. Söz konusu, sebepleri ve içerikleri bu denli farklı deneyimleri tek bir anlatı altında toplamak olunca da, acıyı belli bir terim çerçevesinde tanımlamak zor bir hal alıyor kuşkusuz. Uluslar arası bir örgütün (Uluslar arası Acı Çalışmaları Birliği) tanımı ise bu konuda bizlere ışık tutabilecek nitelikte:
"Gerçek ya da olası bir doku zedelenmesi ile bağdaştırılan, ya da davranışlara da yansıyabilen herhangi bir zararla tanımlı duyusal ve duygusal hoşnutsuzluk yaratan deneyimler. "
Yine de bu tanımın "acı"yı ifade etmekte yetersiz kaldığını düşünebilirsiniz. Çünkü acı, biyolojik, psikolojik, kültürel pek çok değişkenin kontrolü altında. Öyle ki, şiddeti aynı uyaranlar karşısında bile her birimizin algıladığı acı hissi çeşitlilik gösteriyor. Kimimiz acıya karşı daha dayanıklıyken, kimimiz daha kolay acı duyumsayabiliyoruz.
Her ne kadar sebepleri çeşitlilik de gösterse, acı günlük hayatımızda sürekli olarak deneyimlediğimiz bir his. Kaynağı ister güneş yanığı olsun, ister aşk acısı, ya da bir baş ağrısı.
Evrimsel açıdan oldukça işlevsel olan bu algı aslında hayatta kalabilmemiz için güçlü bir koruma mekanizması. Bedenimiz herhangi bir şekilde bir zarar gördüğünde, incinmiş olan bölgeye karşı daha hassas davranmamızı ve yaralanmaya sebep olan uyarıcıya karşı önlem almamızı tetikleyerek bizleri tehlikelere karşı haberdar ediyor. Aslına bakarsanız, zihnimizdeki acı algısı büyük ölçüde beynin kendi işlevselliği çerçevesinde şekilleniyor. Diğer bir deyişle, iç ve dış dünyamızdaki duyusal iletiler beyne ve bilince oldukları gibi, hiçbir değişimden geçmeden iletilmiyor. Beyne iletilen duyusal iletiler, burada bir filtreden geçirilerek, kimileri eleniyor, dikkatin odaklaştırıldığı ve hayatsal mücadele açısından daha önemli duyulara ise daha fazla odaklanılıyor. Bunu hepimizin günlük hayatında sıkça yaşadığı basit bir örnekle açıklayalım: Üzerimizi değiştiğimizde, giydiğimiz giysilerin cildimize uyguladıkları basınç ilk başta farkındalık eşiğimizin üstündeyken, bir süre sonra bu hissi duyumsamamaya başlıyoruz. Ya da taktığımız kol saatlerini de benzer şekilde örnek verebiliriz. Ancak ne zaman ki dikkatimizi bu uyaranlara tekrar yöneltiyoruz, onların cildimiz üzerlerinde yarattıkları hissi tekrar deneyimlemeye başlıyoruz. Beynin, gelen duyular üzerindeki bu seçici filtre görevini neye dayanarak yaptığı tam olarak bilinemese de, araştırmacılar acı algısının bu konuya dair ipuçları verebileceğini düşünüyor.
Acı, evrimsel açıdan hayatta kalma mücadelemizde büyük yere sahip. Bedenimiz herhangi bir şekilde bir zarar gördüğünde, incinmiş olan bölgeye karşı daha hassas davranmamızı ve yaralanmaya sebep olan uyarıcıya karşı önlem almamızı tetikleyerek bizleri tehlikelere karşı haberdar ediyor.
Duyusal tüm deneyimlerimizin arasında acı, belki de inançlarımızdan, beklentilerimizden ve duygusal durumumuzdan en çok etkileneni. Bunu kolaylıkla uygulayabileceğiniz küçük bir deneyle sınayabilirsiniz. Baş ağrısı yaşadığınız bir gün bilincinizi duyusal hislerinizin küçük detaylarına odaklayın. O an için ağrının kesildiğini göreceksiniz.
Acıyı Hafifletebilmek
Yapılan araştırmalar öyle gösteriyor ki, kaygı, hissettiğimiz acı seviyesini arttırıyorken korku, stres ya da farklı şeyler üzerine yoğunlaşmak bu hissimizi bastırıyor. Peki, bilim insanları kültürün, beklentilerin ve farklı duyu sinyallerinin acı algımız üzerindeki bu etkilerini nasıl açıklıyor? İşte kuram:
Kapı - Kontrol Kuramı
Bu kuram, acı mekanizmalarının kontrolünden sorumlu "Merkezi Sinir Sistemi"ne (beyin ve belkemiği) vurgu yapıyor. Duyu sinirleri belkemiğinin arka bölgesine bilgi taşıdıklarında beyinden ya da yakındaki diğer duyu sinirlerinden gelen mesajlar acı sinyallerini azaltıp arttırabiliyor. Kulağa biraz karmaşık gelmiş olabilir. Ancak detaylara ve örneklere göz atacak olursak aslında kuram basit.
Vücudumuzda duyu sinirlerimize dair iki çeşit sinir lifi bulunuyor. Adına A-lifleri denilen sinirler geniş çaplı. Nasıl ki kalın kablolar ince kablolara göre daha hızlı internet erişimi sağlıyorsa, bu sinirler de sinirsel bilgiyi hızlı bir şekilde iletiyorlar. A-lifleri çeşitli duyusal uyaran bilgisi taşıyorlar. Ani ve şiddeti yüksek acı da bunların içinde. Ne zaman ki acı bilgisini taşımaya başlıyorlar, A-lifleri sinaps yaptıkları sinirlerin aktive olmaları engelleyerek sonraki acı sinyallerine karşı iletimi zayıflatmış oluyorlar. Daha küçük çaplı sinirler ise ki bunlar C-lifleri ismini alıyor, daha sürekli ve monoton acı bilgilerini taşıyor. Kısa aksonları sinirsel bilgiyi yavaş aktardığından A-lifleri tarafından kapatılmış iletim bölgesine yaklaştıklarında taşıdıkları sinyallerin bir kısmı engelleniyor. Ve acı hafifliyor.
Son yıllarda adından oldukça söz ettiren akupunktur tedavileri de, kapı - kontrol kuramıyla açıklanıyor. İğnelerle A-lifleri uyarılarak C-liflerine acı geçiş kapıları kapatılıyor ve acı hafifletiliyor.
İşte tüm bu anlattıklarımız, bir yerimizi kestiğimizde ya da yaktığımızda bu bölgenin yan taraflarına iğne ya da sivri cisimler batırdığımızda acımızın niçin hafiflediğini açıklıyor. Bu basınçlar, bölgedeki A-liflerini uyararak C-liflerinden gelen sinyallerin geçişini engelliyor.
Tıpkı benzer şekilde, beyin ya da belkemiğimizden gelen iletiler de bu acı geçişlerini açıp kapatabiliyor. Bu nedenle de sakin ya da kaygılı olma durumumuza bağlı olarak, deneyimlediğimiz acının şiddeti de çeşitlilik gösteriyor.
Acı, sebepleri çeşitlilik gösterse de hepimizin günlük hayatında sıkça deneyimlediği bir his. Güneşten cildimiz yandığında, elimizi kapıya sıkıştırdığımızda, midemiz ağrıdığında nasıl bir acı duyabileceğimizi biliyoruz. Ya da sevdiğimiz bir kişiyi kaybettiğimizde, ondan ayrıldığımızda. Söz konusu, sebepleri ve içerikleri bu denli farklı deneyimleri tek bir anlatı altında toplamak olunca da, acıyı belli bir terim çerçevesinde tanımlamak zor bir hal alıyor kuşkusuz. Uluslar arası bir örgütün (Uluslar arası Acı Çalışmaları Birliği) tanımı ise bu konuda bizlere ışık tutabilecek nitelikte:
"Gerçek ya da olası bir doku zedelenmesi ile bağdaştırılan, ya da davranışlara da yansıyabilen herhangi bir zararla tanımlı duyusal ve duygusal hoşnutsuzluk yaratan deneyimler. "
Yine de bu tanımın "acı"yı ifade etmekte yetersiz kaldığını düşünebilirsiniz. Çünkü acı, biyolojik, psikolojik, kültürel pek çok değişkenin kontrolü altında. Öyle ki, şiddeti aynı uyaranlar karşısında bile her birimizin algıladığı acı hissi çeşitlilik gösteriyor. Kimimiz acıya karşı daha dayanıklıyken, kimimiz daha kolay acı duyumsayabiliyoruz.
Her ne kadar sebepleri çeşitlilik de gösterse, acı günlük hayatımızda sürekli olarak deneyimlediğimiz bir his. Kaynağı ister güneş yanığı olsun, ister aşk acısı, ya da bir baş ağrısı.
Evrimsel açıdan oldukça işlevsel olan bu algı aslında hayatta kalabilmemiz için güçlü bir koruma mekanizması. Bedenimiz herhangi bir şekilde bir zarar gördüğünde, incinmiş olan bölgeye karşı daha hassas davranmamızı ve yaralanmaya sebep olan uyarıcıya karşı önlem almamızı tetikleyerek bizleri tehlikelere karşı haberdar ediyor. Aslına bakarsanız, zihnimizdeki acı algısı büyük ölçüde beynin kendi işlevselliği çerçevesinde şekilleniyor. Diğer bir deyişle, iç ve dış dünyamızdaki duyusal iletiler beyne ve bilince oldukları gibi, hiçbir değişimden geçmeden iletilmiyor. Beyne iletilen duyusal iletiler, burada bir filtreden geçirilerek, kimileri eleniyor, dikkatin odaklaştırıldığı ve hayatsal mücadele açısından daha önemli duyulara ise daha fazla odaklanılıyor. Bunu hepimizin günlük hayatında sıkça yaşadığı basit bir örnekle açıklayalım: Üzerimizi değiştiğimizde, giydiğimiz giysilerin cildimize uyguladıkları basınç ilk başta farkındalık eşiğimizin üstündeyken, bir süre sonra bu hissi duyumsamamaya başlıyoruz. Ya da taktığımız kol saatlerini de benzer şekilde örnek verebiliriz. Ancak ne zaman ki dikkatimizi bu uyaranlara tekrar yöneltiyoruz, onların cildimiz üzerlerinde yarattıkları hissi tekrar deneyimlemeye başlıyoruz. Beynin, gelen duyular üzerindeki bu seçici filtre görevini neye dayanarak yaptığı tam olarak bilinemese de, araştırmacılar acı algısının bu konuya dair ipuçları verebileceğini düşünüyor.
Acı, evrimsel açıdan hayatta kalma mücadelemizde büyük yere sahip. Bedenimiz herhangi bir şekilde bir zarar gördüğünde, incinmiş olan bölgeye karşı daha hassas davranmamızı ve yaralanmaya sebep olan uyarıcıya karşı önlem almamızı tetikleyerek bizleri tehlikelere karşı haberdar ediyor.
Duyusal tüm deneyimlerimizin arasında acı, belki de inançlarımızdan, beklentilerimizden ve duygusal durumumuzdan en çok etkileneni. Bunu kolaylıkla uygulayabileceğiniz küçük bir deneyle sınayabilirsiniz. Baş ağrısı yaşadığınız bir gün bilincinizi duyusal hislerinizin küçük detaylarına odaklayın. O an için ağrının kesildiğini göreceksiniz.
Acıyı Hafifletebilmek
Yapılan araştırmalar öyle gösteriyor ki, kaygı, hissettiğimiz acı seviyesini arttırıyorken korku, stres ya da farklı şeyler üzerine yoğunlaşmak bu hissimizi bastırıyor. Peki, bilim insanları kültürün, beklentilerin ve farklı duyu sinyallerinin acı algımız üzerindeki bu etkilerini nasıl açıklıyor? İşte kuram:
Kapı - Kontrol Kuramı
Bu kuram, acı mekanizmalarının kontrolünden sorumlu "Merkezi Sinir Sistemi"ne (beyin ve belkemiği) vurgu yapıyor. Duyu sinirleri belkemiğinin arka bölgesine bilgi taşıdıklarında beyinden ya da yakındaki diğer duyu sinirlerinden gelen mesajlar acı sinyallerini azaltıp arttırabiliyor. Kulağa biraz karmaşık gelmiş olabilir. Ancak detaylara ve örneklere göz atacak olursak aslında kuram basit.
Vücudumuzda duyu sinirlerimize dair iki çeşit sinir lifi bulunuyor. Adına A-lifleri denilen sinirler geniş çaplı. Nasıl ki kalın kablolar ince kablolara göre daha hızlı internet erişimi sağlıyorsa, bu sinirler de sinirsel bilgiyi hızlı bir şekilde iletiyorlar. A-lifleri çeşitli duyusal uyaran bilgisi taşıyorlar. Ani ve şiddeti yüksek acı da bunların içinde. Ne zaman ki acı bilgisini taşımaya başlıyorlar, A-lifleri sinaps yaptıkları sinirlerin aktive olmaları engelleyerek sonraki acı sinyallerine karşı iletimi zayıflatmış oluyorlar. Daha küçük çaplı sinirler ise ki bunlar C-lifleri ismini alıyor, daha sürekli ve monoton acı bilgilerini taşıyor. Kısa aksonları sinirsel bilgiyi yavaş aktardığından A-lifleri tarafından kapatılmış iletim bölgesine yaklaştıklarında taşıdıkları sinyallerin bir kısmı engelleniyor. Ve acı hafifliyor.
Son yıllarda adından oldukça söz ettiren akupunktur tedavileri de, kapı - kontrol kuramıyla açıklanıyor. İğnelerle A-lifleri uyarılarak C-liflerine acı geçiş kapıları kapatılıyor ve acı hafifletiliyor.
İşte tüm bu anlattıklarımız, bir yerimizi kestiğimizde ya da yaktığımızda bu bölgenin yan taraflarına iğne ya da sivri cisimler batırdığımızda acımızın niçin hafiflediğini açıklıyor. Bu basınçlar, bölgedeki A-liflerini uyararak C-liflerinden gelen sinyallerin geçişini engelliyor.
Tıpkı benzer şekilde, beyin ya da belkemiğimizden gelen iletiler de bu acı geçişlerini açıp kapatabiliyor. Bu nedenle de sakin ya da kaygılı olma durumumuza bağlı olarak, deneyimlediğimiz acının şiddeti de çeşitlilik gösteriyor.