Nur Hanım
Aktif Üyemiz
Affına sığındığım günahımsı yalnızlığım…
Her sabah
Senin kalbinde uyanır bu şehrin kuşları…
Anılardan kanatlarıyla
Dokunuşlarının parmak uçları konar saçlarımın pervazına
Tespih taneleri gibi dağılır karanlık
Gözlerinin beyazında arınır
Affına sığındığım günahımsı yalnızlığım…
Bakışlarının heykeli dikilir kirpik kıvrımlarıma
Işık küllenir
An vurulur
Şakağım düşer
İçimdeki sufi’nin kollarına…
Kağıttan düşler
Uçurum gözlerin
Yağmur gürültüsü akşamlar
Ve sokak ressamları
Sen diye İstanbul’u çizerler
O ilk aşk kaçağı
O ilk yenik düştüğüm savaşlarımdan kalma gözlerime…
Üşüyor musun yine
Güz camlarında menekşelere adımı öğretirken /sessizce…
Bak!
Zaman söğüt yaprağında
Ateşin ezoterik tonunda yanarken
Akrebim zehrini damıtıyor kendi sırtına
Seni sana biriktiriyor avuçlarım
Toplu iğne boşluklarında
Sabrın dağlarını delerek / Ferhat’ın aynasında
Mesafelerin yutaklarından
Yıldız ağaçlarım dilekler eser /
bozkırlarının terkisine
Rüzgârın kökleri kıskıvrak sancır dimağımda
Bu son sen düşümü
İnce gerdandan dökülen siyah saçlarıtoplar gibi
Yürek kemiklerimden asılarak küreklere
Açılırım mücerret ruhumun ummanlarına
Her sabah
Senin göğsünde, çocuklarını emzirir buşehrin kuşları…
Katık olur ney sesine iki dirhem sükût
Şems’e Mevlevi bir suret / gözleri aşk
Semazen kelebekler pervane
Köprülerin sırat
kalbimde üşürken adın
Girer uykuma gözlerin
Uçasım gelir
Aklımın kanatlarında…
Ey yar!
Gözlerim kaç arşın ummana göçer / bilmem
Kaç dirhem ölüm eder Zülfüne ahlar düşünce
Bir sarmaşık gölgesi olsaydın
Akan her yaşın beline dolansaydın…
Miş’li geçmiş aşk tanrıçalarıiçimdekiLeyla’yı doğururlar
Şelale düşümü gözlerinden…
Gittiğin gün
Kasabaya bir film geldi
İçinden İstanbul geçti
Yarım elma kaldım
Kendi kurdunu
Kendi içinde kemiren münzevi…
Senden kalan
Biraz karanlık
Biraz soğuk
Astral boşluklar
Ve çokça ölüm çoğaldı göğüs kafesimde…
Biliyor musun?
Ölümüme fon müziği, senin o elvedaya notalanan bakışların olacak…
Sunum-Öykü
Her sabah
Senin kalbinde uyanır bu şehrin kuşları…
Anılardan kanatlarıyla
Dokunuşlarının parmak uçları konar saçlarımın pervazına
Tespih taneleri gibi dağılır karanlık
Gözlerinin beyazında arınır
Affına sığındığım günahımsı yalnızlığım…
Bakışlarının heykeli dikilir kirpik kıvrımlarıma
Işık küllenir
An vurulur
Şakağım düşer
İçimdeki sufi’nin kollarına…
Kağıttan düşler
Uçurum gözlerin
Yağmur gürültüsü akşamlar
Ve sokak ressamları
Sen diye İstanbul’u çizerler
O ilk aşk kaçağı
O ilk yenik düştüğüm savaşlarımdan kalma gözlerime…
Üşüyor musun yine
Güz camlarında menekşelere adımı öğretirken /sessizce…
Bak!
Zaman söğüt yaprağında
Ateşin ezoterik tonunda yanarken
Akrebim zehrini damıtıyor kendi sırtına
Seni sana biriktiriyor avuçlarım
Toplu iğne boşluklarında
Sabrın dağlarını delerek / Ferhat’ın aynasında
Mesafelerin yutaklarından
Yıldız ağaçlarım dilekler eser /
bozkırlarının terkisine
Rüzgârın kökleri kıskıvrak sancır dimağımda
Bu son sen düşümü
İnce gerdandan dökülen siyah saçlarıtoplar gibi
Yürek kemiklerimden asılarak küreklere
Açılırım mücerret ruhumun ummanlarına
Her sabah
Senin göğsünde, çocuklarını emzirir buşehrin kuşları…
Katık olur ney sesine iki dirhem sükût
Şems’e Mevlevi bir suret / gözleri aşk
Semazen kelebekler pervane
Köprülerin sırat
kalbimde üşürken adın
Girer uykuma gözlerin
Uçasım gelir
Aklımın kanatlarında…
Ey yar!
Gözlerim kaç arşın ummana göçer / bilmem
Kaç dirhem ölüm eder Zülfüne ahlar düşünce
Bir sarmaşık gölgesi olsaydın
Akan her yaşın beline dolansaydın…
Miş’li geçmiş aşk tanrıçalarıiçimdekiLeyla’yı doğururlar
Şelale düşümü gözlerinden…
Gittiğin gün
Kasabaya bir film geldi
İçinden İstanbul geçti
Yarım elma kaldım
Kendi kurdunu
Kendi içinde kemiren münzevi…
Senden kalan
Biraz karanlık
Biraz soğuk
Astral boşluklar
Ve çokça ölüm çoğaldı göğüs kafesimde…
Biliyor musun?
Ölümüme fon müziği, senin o elvedaya notalanan bakışların olacak…
Sunum-Öykü