Ali Gibi Yiğit, Zülfikar Gibi Kılıç Olmaz!
Rasûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem’in, “O, Allah ve Rasûlü’nü sever, Allah ve Rasûlü de onu sever.” yüce iltifatına mahzar olan Hz. Ali kerramallahü vechehû… Rasûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem’in amcazâdesi ve dâmâdı, Hulefâ-i Râşidîn’in dördüncüsü, daha hayatta iken Cennetle müjdelenen, bileğinin kuvvetiyle hak ettiği şöhretiyle dillere destan olan ve “Ali gibi yiğit, Zülfikâr gibi kılıç olmaz.” iltifâtının mazharı bulunan bahtiyarlar bahtiyârı Hz. Ali kerramellahü vechehû...Yüce Allah’ın aslanı, veliler kâfilesinin şâhı, yiğitler kervanının reîsi, ilim ve hikmet şehrinin en feyizli kapısı, adâlet ve kemâl sarayının en seçkin sîmâsı, cesâret ve şecâat meydanının en kuvvetli kahramanı ve istikâmet ülkesinin en güvenilir rehberi olan Hz. Ali’nin, özellikle Rasûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem’e olan aşkı, sadâkati, tutkunluğu ve vurgunluğu dillere destandır.
Hz. Ali’ye yapılan bu iltifatlar elbetteki mübâlağalı bir tarzda söylenen sözler olmayıp, bunlar hak edilen ve gayet yerinde olan taltiflerdir. Şöyle ki: Hz. Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem’e peygamberlik verildiğinde, Hz. Ali on yaşlarında idi. Bir gün Hz. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem, Hz. Hatice validemizle birlikte saâdet hânelerinde namaz kılarken Hz. Ali ansızın gelip içeriye girdi. Onların namazda yaptıklarını hayranlıkla seyretti. Hayretini gidermek için namazı bitirmelerini bekledi ve namazdan sonra onlara,
- Bu yaptığınız nedir? diye sordu. Rasûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem ona şu cevabı verdi:
- Yâ Ali! Bu yaptığımız şey, Yüce Allah'ın beğenip seçtiği ve beni onu tebliğ ve temsil etmek üzere peygamber olarak gönderdiği Yüce İslâm Dîni’dir. Seni de bir olan Yüce Allah’ın varlığına ve birliğine iman etmeye davet ediyor ve insanlara hiçbir faydaları veya zararları olmayan putlara tapmaktan şiddetle sakındırıyorum.
Beklenmedik bir anda yapılan bu teklif karşısında ne diyeceğini kestiremeyen Hz. Ali,
- Ben daha küçüğüm. Bunun için tek başıma karar vermem doğru olmayabilir. Ancak ben bu konuyu bu akşam babam Ebû Tâlib’e bir danışayım. Yarın da gelip cevabımı ve düşüncemi bildireyim, ricasında bulundu.
- Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem, onun bu isteğini kabul etti ve “fakat bizim bu durumumuzu ve benim bu teklifimi babandan başkasına söyleme” diye onu tembihledi. Hz. Ali (k.v.), akşam olunca evine gitti; ancak konuşulan hususla ilgili babasına hiçbir şey sormadan geceledi. Sabah olunca da Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem’e gelerek İslâm Dînine gireceğini söyledi. Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem,
- Yâ Ali! Hani bu gece gidip babana soracaktın. Ne yaptın babana sordun mu? deyince; Hz. Ali şu cevabı verdi:
- Hayır; Yâ Rasûlallah! Babama sormadım ve sorma gereğini de duymadım. Ben bu gece kendi kendime şöyle düşündüm ve dedim ki:
- Yüce Allah beni yaratırken babama sormadı ki, şimdi ben Allah’ımı kabul etmek ve O’na ibadet etmek için babama sorayım ve bu hususta ondan izin alayım. İşte bunun için ben kimseye sormadan ve danışmadan, kendi gönlümle ve irâdemle Yüce Allah’ın Senin vasıtanla gönderdiği ve Senin de ona davet ettiğin Yüce İslâm Dînini kabul ediyor ve îmân edip Müslüman oluyorum.
Büyüklerimiz, “Uyanıklık, yani her türlü hidâyet ve kâbiliyet daha küçük yaşlardan belli olur” demişler. İşte Hz. Ali, yaşı çok küçük olmasına rağmen, daha o yaşlarda sergilediği bu yüce ruhla ve araştırıcı bir ruha sahip olduğunu göstermekle, geleceğinin ne derece parlak olacağı hususunda ve nasıl bir “Allah’ın Aslanı” olacağı hakkında anlayanlara epey fikirler vermiş oluyordu.Evet Hz. Ali (k.v.) bu sözleriyle ve bu davranışıyla bir taraftan temiz kimliğini, yüce şahsiyetini ve yüce bir ruh olgunluğuna sahip olduğunu gösterdiği gibi, diğer taraftan da gelecekte nasıl bir Hak dostu ve bir Peygamber âşığı, veliler kâfilesinin şâhı ve yiğitler kervanının reîsi, ilim ve hikmet şehrinin en feyizli kapısı, cesâret ve şecâat meydanlarının biricik kahramanı, İslâm’ın son derece bahadır bir evlâdı ve “Allah’ın Aslanı” olacağını ifade ediyordu. Hz. Ali Efendimiz, nasıl yüce bir kimliğe ve seçkin bir şahsiyete sahip bulunduğunu, ne derece bir Hak dostu ve bir Peygamber âşığı olduğunu ve gerçekten bir “Allah Aslanı” olduğunu hicret gecesinde çok kritik bir anda ve şartların çok ağır olduğu bir ortamda üstlendiği şu kudsî fedâkârlıkla da göstermiştir: Mekke’den Medine’ye tarihin en büyük ve en anlamlı hicretinin gerçekleşeceği günde, Rasûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem, Hz. Ali Efendimizi çağırmış ve ona şöyle demişti:
- Yâ Ali! Bu gece benim için büyük bir fedâkârlıkta bulunacak birisine ihtiyacım var. Hz. Ali, tereddütsüz bir şekilde cevap verdi:
- Ey Allah’ın Rasûlü! İşte ben varım ya…Rasûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurdular. - Aliciğim! Ancak bu fedâkârlık, öyle normal bir fedakarlık değildir. Bu fedâkârlığın ucunda ölmek de var. Hz. Ali Efendimiz, yine tereddütsüz bir şekilde,
- Ey Allah’ın Rasûlü! İşte ben varım ve ben bu fedâkârlığa hazırım. Çünkü bendeniz sonunda ölümün bulunduğu böyle bir fedâkarlığı sizin için yapmayı en büyük şeref sayanlardanım. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurdular:- Müşriklerin bu gece beni kendi evimde öldürmek için yüz kişilik bir grup hâlinde evimi saracaklarını ve bana hücum edeceklerini Yüce Allah bana haber verdi ve bana bu gece evimde kalmayıp Mekke’yi terk etmemi emir buyurdu. Fakat onların benim Mekke’yi terk ettiğimi ve hangi tarafa doğru gittiğimi anlamamaları ve bilmemeleri; ancak bunun için de birisinin gelip evimde benim yatağımda yatıyor görünmesi gerekiyor. Madem ki sen bu fedâkarlığa ve bu hizmete tâlipsin. Öyle ise gel;“Bu gece benim yatağımda yat, şu benim örtümle örtün ve onda uyumana bak. (Hem sakın korkayım deme. Çünkü Allah, seni koruyacak ve) Senin hoşlanmadığın her hangi bir şey senin başına gelmeyecektir.” (İbn-i Hişâm, 2/ 127). Tâ müşrikler beni evde yatıyor zannetsinler. Böylece onları oyalamış ve gideceğim yere bir an önce varma hususunda zaman kazanmış olurum. Hz.
Ali Efendimiz tereddüt etmeden, yüksek bir fedâkarlık ve ciddi bir yiğitlik isteyen bu şerefli hizmete “evet” demiş ve hicret gecesinde Rasûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem’in yatağına yatmıştı. Yani hiçbir endişe duymadan gidip yatağa yatmış ve göz göre göre kendini ölüme atmıştı. Evet Hz. Ali Efendimiz, Rasûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem’e olan aşkı ve vurgunluğu uğrunda bu kadar rahattı ve kendisini bu derece Ona adamıştı. Ama Yüce Allah da onu korumuş ve kılına bile dokundurtmamıştı. Hz. Ali’nin Rasûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem’e her hususta en ince noktasına kadar imtisal etmesi, onun Ona olan sevgi ve bağlılığının apayrı bir örneğidir. Şöyle ki: Hz. Ali Efendimiz, “Vedâ Haccı” esnasında Mekke’ye Yemen’den gelmişti. Rasûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem, kendisine hangi hacc’a niyet ettiğini sorduğunda, o şöyle cevap vermişti:
“Allah Rasûlü hangi hacc’a niyet etti ise, ben de o hacc’a niyet ederek geldim.” (Müslim, hac, 141)İşte Hz. Ali’nin bunlara benzer sayısız fazîletlerinin, samîmî bir Hak dostu ve sâdık bir Peygamber âşığı olmasının ve en kritik anlarda ve gayet zor şartlar altında, hattâ ölüm kokusunun burnun direklerini sızlattığı bir anda bile sadâkatinden bir şey kaybetmemesinin, bu dünyadaki en verimli şu neticesine ve en tatlı şu meyvesine bakın ki, Rasûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve selem, Medîne’ye teşriflerinden beş ay sonra îmân, hayâ, sadâkat ve şecâat âbidesi olan Hz. Ali’yi çağırmış; kalbinin en tatlı meyvesi ve gözünün en parlak nuru olan kızı Hz. Fâtıma vâlidemizi ona nikâhlamış ve Bedir savaşından sonra da onları evlendirmişti. Mübârek nesillerine kıyâmete kadar binlerce rahmet ve bereket insin. Âmîn.
Rasûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem’in, “O, Allah ve Rasûlü’nü sever, Allah ve Rasûlü de onu sever.” yüce iltifatına mahzar olan Hz. Ali kerramallahü vechehû… Rasûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem’in amcazâdesi ve dâmâdı, Hulefâ-i Râşidîn’in dördüncüsü, daha hayatta iken Cennetle müjdelenen, bileğinin kuvvetiyle hak ettiği şöhretiyle dillere destan olan ve “Ali gibi yiğit, Zülfikâr gibi kılıç olmaz.” iltifâtının mazharı bulunan bahtiyarlar bahtiyârı Hz. Ali kerramellahü vechehû...Yüce Allah’ın aslanı, veliler kâfilesinin şâhı, yiğitler kervanının reîsi, ilim ve hikmet şehrinin en feyizli kapısı, adâlet ve kemâl sarayının en seçkin sîmâsı, cesâret ve şecâat meydanının en kuvvetli kahramanı ve istikâmet ülkesinin en güvenilir rehberi olan Hz. Ali’nin, özellikle Rasûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem’e olan aşkı, sadâkati, tutkunluğu ve vurgunluğu dillere destandır.
Hz. Ali’ye yapılan bu iltifatlar elbetteki mübâlağalı bir tarzda söylenen sözler olmayıp, bunlar hak edilen ve gayet yerinde olan taltiflerdir. Şöyle ki: Hz. Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem’e peygamberlik verildiğinde, Hz. Ali on yaşlarında idi. Bir gün Hz. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem, Hz. Hatice validemizle birlikte saâdet hânelerinde namaz kılarken Hz. Ali ansızın gelip içeriye girdi. Onların namazda yaptıklarını hayranlıkla seyretti. Hayretini gidermek için namazı bitirmelerini bekledi ve namazdan sonra onlara,
- Bu yaptığınız nedir? diye sordu. Rasûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem ona şu cevabı verdi:
- Yâ Ali! Bu yaptığımız şey, Yüce Allah'ın beğenip seçtiği ve beni onu tebliğ ve temsil etmek üzere peygamber olarak gönderdiği Yüce İslâm Dîni’dir. Seni de bir olan Yüce Allah’ın varlığına ve birliğine iman etmeye davet ediyor ve insanlara hiçbir faydaları veya zararları olmayan putlara tapmaktan şiddetle sakındırıyorum.
Beklenmedik bir anda yapılan bu teklif karşısında ne diyeceğini kestiremeyen Hz. Ali,
- Ben daha küçüğüm. Bunun için tek başıma karar vermem doğru olmayabilir. Ancak ben bu konuyu bu akşam babam Ebû Tâlib’e bir danışayım. Yarın da gelip cevabımı ve düşüncemi bildireyim, ricasında bulundu.
- Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem, onun bu isteğini kabul etti ve “fakat bizim bu durumumuzu ve benim bu teklifimi babandan başkasına söyleme” diye onu tembihledi. Hz. Ali (k.v.), akşam olunca evine gitti; ancak konuşulan hususla ilgili babasına hiçbir şey sormadan geceledi. Sabah olunca da Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem’e gelerek İslâm Dînine gireceğini söyledi. Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem,
- Yâ Ali! Hani bu gece gidip babana soracaktın. Ne yaptın babana sordun mu? deyince; Hz. Ali şu cevabı verdi:
- Hayır; Yâ Rasûlallah! Babama sormadım ve sorma gereğini de duymadım. Ben bu gece kendi kendime şöyle düşündüm ve dedim ki:
- Yüce Allah beni yaratırken babama sormadı ki, şimdi ben Allah’ımı kabul etmek ve O’na ibadet etmek için babama sorayım ve bu hususta ondan izin alayım. İşte bunun için ben kimseye sormadan ve danışmadan, kendi gönlümle ve irâdemle Yüce Allah’ın Senin vasıtanla gönderdiği ve Senin de ona davet ettiğin Yüce İslâm Dînini kabul ediyor ve îmân edip Müslüman oluyorum.
Büyüklerimiz, “Uyanıklık, yani her türlü hidâyet ve kâbiliyet daha küçük yaşlardan belli olur” demişler. İşte Hz. Ali, yaşı çok küçük olmasına rağmen, daha o yaşlarda sergilediği bu yüce ruhla ve araştırıcı bir ruha sahip olduğunu göstermekle, geleceğinin ne derece parlak olacağı hususunda ve nasıl bir “Allah’ın Aslanı” olacağı hakkında anlayanlara epey fikirler vermiş oluyordu.Evet Hz. Ali (k.v.) bu sözleriyle ve bu davranışıyla bir taraftan temiz kimliğini, yüce şahsiyetini ve yüce bir ruh olgunluğuna sahip olduğunu gösterdiği gibi, diğer taraftan da gelecekte nasıl bir Hak dostu ve bir Peygamber âşığı, veliler kâfilesinin şâhı ve yiğitler kervanının reîsi, ilim ve hikmet şehrinin en feyizli kapısı, cesâret ve şecâat meydanlarının biricik kahramanı, İslâm’ın son derece bahadır bir evlâdı ve “Allah’ın Aslanı” olacağını ifade ediyordu. Hz. Ali Efendimiz, nasıl yüce bir kimliğe ve seçkin bir şahsiyete sahip bulunduğunu, ne derece bir Hak dostu ve bir Peygamber âşığı olduğunu ve gerçekten bir “Allah Aslanı” olduğunu hicret gecesinde çok kritik bir anda ve şartların çok ağır olduğu bir ortamda üstlendiği şu kudsî fedâkârlıkla da göstermiştir: Mekke’den Medine’ye tarihin en büyük ve en anlamlı hicretinin gerçekleşeceği günde, Rasûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem, Hz. Ali Efendimizi çağırmış ve ona şöyle demişti:
- Yâ Ali! Bu gece benim için büyük bir fedâkârlıkta bulunacak birisine ihtiyacım var. Hz. Ali, tereddütsüz bir şekilde cevap verdi:
- Ey Allah’ın Rasûlü! İşte ben varım ya…Rasûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurdular. - Aliciğim! Ancak bu fedâkârlık, öyle normal bir fedakarlık değildir. Bu fedâkârlığın ucunda ölmek de var. Hz. Ali Efendimiz, yine tereddütsüz bir şekilde,
- Ey Allah’ın Rasûlü! İşte ben varım ve ben bu fedâkârlığa hazırım. Çünkü bendeniz sonunda ölümün bulunduğu böyle bir fedâkarlığı sizin için yapmayı en büyük şeref sayanlardanım. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurdular:- Müşriklerin bu gece beni kendi evimde öldürmek için yüz kişilik bir grup hâlinde evimi saracaklarını ve bana hücum edeceklerini Yüce Allah bana haber verdi ve bana bu gece evimde kalmayıp Mekke’yi terk etmemi emir buyurdu. Fakat onların benim Mekke’yi terk ettiğimi ve hangi tarafa doğru gittiğimi anlamamaları ve bilmemeleri; ancak bunun için de birisinin gelip evimde benim yatağımda yatıyor görünmesi gerekiyor. Madem ki sen bu fedâkarlığa ve bu hizmete tâlipsin. Öyle ise gel;“Bu gece benim yatağımda yat, şu benim örtümle örtün ve onda uyumana bak. (Hem sakın korkayım deme. Çünkü Allah, seni koruyacak ve) Senin hoşlanmadığın her hangi bir şey senin başına gelmeyecektir.” (İbn-i Hişâm, 2/ 127). Tâ müşrikler beni evde yatıyor zannetsinler. Böylece onları oyalamış ve gideceğim yere bir an önce varma hususunda zaman kazanmış olurum. Hz.
Ali Efendimiz tereddüt etmeden, yüksek bir fedâkarlık ve ciddi bir yiğitlik isteyen bu şerefli hizmete “evet” demiş ve hicret gecesinde Rasûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem’in yatağına yatmıştı. Yani hiçbir endişe duymadan gidip yatağa yatmış ve göz göre göre kendini ölüme atmıştı. Evet Hz. Ali Efendimiz, Rasûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem’e olan aşkı ve vurgunluğu uğrunda bu kadar rahattı ve kendisini bu derece Ona adamıştı. Ama Yüce Allah da onu korumuş ve kılına bile dokundurtmamıştı. Hz. Ali’nin Rasûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem’e her hususta en ince noktasına kadar imtisal etmesi, onun Ona olan sevgi ve bağlılığının apayrı bir örneğidir. Şöyle ki: Hz. Ali Efendimiz, “Vedâ Haccı” esnasında Mekke’ye Yemen’den gelmişti. Rasûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem, kendisine hangi hacc’a niyet ettiğini sorduğunda, o şöyle cevap vermişti:
“Allah Rasûlü hangi hacc’a niyet etti ise, ben de o hacc’a niyet ederek geldim.” (Müslim, hac, 141)İşte Hz. Ali’nin bunlara benzer sayısız fazîletlerinin, samîmî bir Hak dostu ve sâdık bir Peygamber âşığı olmasının ve en kritik anlarda ve gayet zor şartlar altında, hattâ ölüm kokusunun burnun direklerini sızlattığı bir anda bile sadâkatinden bir şey kaybetmemesinin, bu dünyadaki en verimli şu neticesine ve en tatlı şu meyvesine bakın ki, Rasûl-i Ekrem sallallahü aleyhi ve selem, Medîne’ye teşriflerinden beş ay sonra îmân, hayâ, sadâkat ve şecâat âbidesi olan Hz. Ali’yi çağırmış; kalbinin en tatlı meyvesi ve gözünün en parlak nuru olan kızı Hz. Fâtıma vâlidemizi ona nikâhlamış ve Bedir savaşından sonra da onları evlendirmişti. Mübârek nesillerine kıyâmete kadar binlerce rahmet ve bereket insin. Âmîn.