faruk islam
Özel Üye
Cüz:4 Sure: 3 - Al-i İmran Suresi
Ayet:109
Konu: Kainatın Tek Sahibi Allah (c.c)'dur
بســـم الله الرحمن الرحيم
وَلِلّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَإِلَى اللّهِ تُرْجَعُ الأُمُورُ
109 - Göklerde ve yerde olanlar(ın hepsi) Allah' ındır. Ve (bütün) işler Allah'a döndürülür.
Bütün mahlukatın; göklerin, yerlerin ve içlerindekilerin yegane sahibi ve mucidi Allah (c.c)'dur. Bu sebeple yaratıkları için menfaatlerine uygun olarak kanun koyma hakkı da yalnız O'na aittir. İnsanlar için de yegane kanun koyucu O'dur. Kim söz veya amelle bu hakka kendisinin de sahip olduğunu iddia ederse Allah'ın hakkını gasbetmiş, kendisinin de Allah gibi yetki sahibi olduğunu iddia etmiş ve kulluk sınırını aşarak tağutlardan olmuş olur. Böyle kimselere itaat edenler de onların bu iddiasını kabul etmiş ve onlarla birlikte aynı hükme tabi olmuş olurlar. Böyle kimseler için verilecek tek hüküm ise küfür hükmüdür.
Bu kainatın yegane sahibinin Allah (c.c) olduğuna inanan bir kimse, bu kainatı yönetme yetkisine sahip olduğunu iddia eden yaratılmışlara bu konuda hiçbir hak tanımaz.
“Ve (bütün) işler Allah'a döndürülür.”
Her şeyin son hükmü Allah'a aittir. Hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz. Allah (c.c) dünyada yapılan amellerin kendi emirlerine uygun olup olmadığını bilir ve kıyamet gününde bunların hesabını kullarından tek tek soracaktır.
Ey insanlar! yaptıklarınızın dünyada kalacağını zannetmeyin. Hiçbir zulüm, hiçbir haksızlık, hiçbir iyilik karşılıksız kalmaz. Bunlar Allah katında tekrar ele alınacak ve Allah (c.c) bunların hesabını tek tek soracaktır.
Cüz:4 Sure: 3 - Al-i İmran Suresi
Ayet:110
Konu: En Hayırlı Ümmet
بســـم الله الرحمن الرحيم
كُنتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَلَوْ آمَنَ أَهْلُ الْكِتَابِ لَكَانَ خَيْرًا لَّهُم مِّنْهُمُ الْمُؤْمِنُونَ وَأَكْثَرُهُمُ الْفَاسِقُونَ
110 - Siz, insanlar için çıkartılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten nehyeder, Allah'a iman edersiniz. Kitap ehli şayet iman etseydi onlar için daha hayırlı olurdu. Onlardan iman edenler vardır. (Oysa) onların çoğu fasıktır.
Allah (c.c) Kur'an'a bağlanmayı emrettikten, mü'minlerin kalplerini birleştirmenin ve İslam kardeşliğinin nimetini müslümanlara hatırlatarak din konusunda heva ve heveslere uymak suretiyle ayrılığa düşmeyi yasakladıktan sonra Allah'ın dinine sıkıca sarılan, aralarında İslam kardeşliği bağı olan ve birbirlerini Allah için seven topluluğun faziletini açıkladı.
Ayetteki "küntüm" kelimesinin kökü olan "kane" kelimesi tam veya nakıs olabilir.
Tam olduğunda ayetteki manası; "En hayırlı ümmet olarak icad edildiniz, ortaya çıkarıldınız, yaratıldınız" olur.
Nakıs olduğunda ayetteki manası; "Allah'ın ilminde en hayırlı ümmet idiniz" veya; "Sizden daha önceki ümmetlere verilen kitaplarda sizin en hayırlı ümmet olduğunuz zikredilmiştir" yani; "idiniz" manasında olur.
Bu ayet; İslam toplumunun Allah (c.c) tarafından bütün insanların hayrı için çıkartılmış bir toplum olduğunu bildiriyor. O halde İslam toplumu Allah (c.c)'nun kendilerine sunmuş olduğu bu nimeti çok iyi hatırlamalı ve kendilerine verilen bu görevi yerine getirmek için bütün güçlerini kullanmalıdır.
Allah (c.c) İslam toplumunu insanlara bir lider, bir örnek olması, onlara her konuda öncülük etmesi ve verici olması için ortaya çıkartmıştır. Öyleyse bu toplum başkalarına tabi olmamalı, başkalarını kendisine örnek almamalı, Allah'ın kendisine vermiş olduğu insanlara öncülük görevini yerine getirmeli, onların menfaatine olan her şeyi bünyesinde bulundurmalı ve bunları gerçek-leştirebilmek için bütün gücüyle çalışmalıdır. Üstelik İslam toplumu Allah (c.c)'nun kendisine verdiği şeriat ve sahip olduğu inançtan dolayı Allah (c.c)'dan başka hiçkimseye de muhtaç bir durumda değildir.
Müslümanlarda Olması Gereken Üç Özellik:
“İyiliği emreder, kötülükten nehyeder, Allah'a iman edersiniz. ”
Allah (c.c) bu ayette Rasulullah (s..a.s) ve ihlasla ona tabi olan mü'minlerin insanlar arasında en hayırlı toplum olduklarına şehadet etmektedir. Çünkü onlar Allah (c.c)' nun kendilerinden istediği üç özelliğe sahiptiler. Bu özellikleri ise; iyiliği emretmeleri, kötülükten nehyetmeleri ve Allah'a gerçek manada iman etmeleridir. Bu üç özelliğe sahip olan herkes Allah (c.c)'nun bu övgüsüne layık olur.
Bu üç özelliği yerine getiren İslam toplumunun diğer toplumlardan daha hayırlı olması en mükemmel şeriata ve en hayırlı rasule sahip olmalarındandır.
Rasulullah (s.a.s)'in hadislerinde de ayette zikredilen şartlara sahip olan müslüman toplumun en hayırlı toplum olduğu bildirilmiştir.
Rasulullah (s.a.s) bu ayet hakkında şöyle buyurdu:
"Siz ümmetlerin yetmişincisisiniz. Bu ümmetlerin en hayırlısı ve Allah katında en üstün olanı sizlersiniz." (Tirmizi, İbn-i Mace, Ahmed, İbn-i Cerir, İbn-i Münzir, İbn-i Ebi Hatim, Taberani) (Tirmizi bu hadis için hasen İbn-i Hacer, Hakim ve Zehebi ise sahih dediler.)
Ebu Hureyre (r.a) Rasulullah (s.a.s)'in: "Siz, insanlar için çıkartılmış en hayırlı ümmetsiniz." ayeti hakkında şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Siz, insanlar için en faydalı olansınız. Çünkü siz, onları İslama girmeleri için zincirleyerek getiriyorsunuz." (Buhari, Ahmet, İbn-i Hibban)
Ebu Leheb'in kızı Durre dedi ki:
"Rasulullah (s.a.s) minberde iken adamın biri ayağa kalkarak:
"Ey Allah'ın rasulü! İnsanlar arasında en hayırlı olan kimdir?" diye sordu. Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:
"İnsaların en hayırlısı Kur'an'ı en çok okuyan, Allah'tan en çok korkan, insanlara iyiliği en çok emreden, kötülükten en çok sakındıran ve sılai rahimi (akrabalık bağını) çokca gözetendir." (Ahmed sahih senedle rivayet etti.)
Katade (r.a)'den şöyle rivayet edilmiştir:
"Ömer (r.a) bu ayeti okuduktan sonra şöyle dedi:
"Kim bu ümmetten olmak istiyorsa ayette geçen şartları yerine getirsin." (İbn-i Cerir)
İlk oluşan İslam toplumu, sonraki İslam toplumlarından daha hayırlıdır. Rasulullah (s.a.s) de hadislerinde bunu haber vermiştir.
Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:
"En hayırlı çağ benim çağımdır. Sonra benden sonra, sonra ondan sonrakidir..." (Buhari, Müslim, Tirmizi, Ahmed)
Rasulullah (s.a.s) dönemindeki müslümanların sonraki müslümanlardan daha hayırlı olmaları; garib olmaları, sayıları az olmasına rağmen kafirlerin eziyetlerine karşı sabretmeleri ve dinlerinden hiçbir taviz vermemelerindendir. İslam ümmetinin sonuncusunun sahabe toplumunun seviyesine ulaşabilmesi için; küfür, fısk, günah ve fitneler çoğaldığında Allah'ın dinine sımsıkı sarılmaları, onun uğrunda her şeyi feda etmeleri ve ayetteki üç şartı en güzel şekilde yerine getirmeleri gerekir. Ancak zikredilen bu şartlar dahilinde bu ümmetin sonu Bedir ve Hudeybiye'de bulunanlar müstesna ilki gibi olurlar. Bedir savaşına ve Hudeybiye'ye (rıdvan beyatına) katılan sahabelerin amellerinin faziletine hiçbir zaman hiçkimse ulaşamaz. İslam ümmetinin sonuncusu sahip olmaları gereken özellikler sebebiyle sahabeler gibi garip olurlar. Çünkü sahabeler bulundukları yerde gariptiler.
Rasulullah (s.a.s) şöyle buyuruyor:
"İslam garip başladı, garipliğe dönecektir. Ne mutlu gariplere." (Müslim, İbn-i Mace)
Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:
"İleride öyle günler gelecek ki o gün dini için sabreden kimseler koru avuçlarında tutanlar gibidirler. İşte o zaman bu vasfa sahip kimselerin işledikleri amelin ecri aynı ameli işleyen elli kişinin ecrine denktir." Sahabeler:
"Onlardan elli kişi kadar mı?" diye sorunca Rasulullah (s.a.s):
"Hayır! Sizden (elli kişi kadar)." diye cevap verdi. (Tirmizi, Hakim, İbn-i Mace, Tirmizi ve Hakim sahih dediler.)
En hayırlı ümmetin teşekkül etmesi için Allah (c.c) ayette üç şart koşmuştur. Ancak bu üç şartı yerine getiren ümmet en hayırlı ümmet olma vasfını kazanır. İslam'a ve Rasulullah (s.a.s)'e bağlı olduklarını iddia etmekten başka hiçbir vasfı olmayan ümmet, ayette kastedilen hayırlı ümmet değildir. Hatta namaz kılan, zekat veren, ramazan orucunu tutan, Ka'be'yi hacceden ümmet güçleri nisbetinde iyiliği emredip kötülükten nehyetmedikçe ve Allah'ın istediği şekilde Allah'a iman etmedikçe sırf bu özellikleri sebebiyle bu hayırlı ümmetten olamazlar. Böyle toplumlarda toplum fertlerinin hüviyetlerinde yazılı olan "İslam" kelimesi ise o toplumun hayırlı bir toplum olduğunu göstermez. Sadece bu vasfın onlarda isim olarak varolduğunu gösterir.
Ayetteki sıfatları üzerinde bulundurmayan bir topluluk tıpkı yahudilere benzemiş olur. Çünkü Allah (c.c) yahudiler hakkında şöyle buyuruyor:
"İşledikleri kötülüklerden birbirlerini alıkoymazlardı. Yaptıkları şeyler ne kötü idi." (Maide: 79) Ayetteki sıfatları üzerinde bulunduran bir ümmet varolduğu müddetçe insanlara hayır verilmiş olur. Allah (c.c) bu sebeple böyle bir topluluğu kıyamete kadar varedecektir.
Hayrı emredip şerden sakındırmak bir güce sahip olmayı gerektirir. Bu sebeple bu görevi yapabilmek için müslümanların bir kuvvete yani ceza ve müeyyideleri uygulayabilen bir devlete sahip olması gerekir.
Kitap Ehlinin Gerçek Manada İman Etmediklerinin İspatı:
Allah (c.c)'nun bu ayette Allah'a imanı, iyiliği emir, kötülüğü nehiyden sonra zikretmesi; iman iddiasında bulundukları halde iyiliği emredip kötülükten sakındırmayan kitap ehlinin iman iddialarının batıllığını ispat etmek içindir. Kitap ehli Allah'a iman ettiklerini iddia edebilirler ama iyiliği emredip kötülükten nehyettiklerini iddia edemezler. Çünkü görünen şeylerin tersini idia etmenin kişinin yalancı olduğunun apaçık bir delili olduğunu onlar da çok iyi bilirler. Bu sebeple de iman ettiklerini söyledikleri gibi iyiliği emredip kötülükten nehyettiklerini söyleyemez ve: "Biz de böyleyiz" diyemezler. Allah (c.c) ayete bu nedenle önce onların iddia edemeyecekleri özelliklerle başlamış sonra da imanı zikretmiştir. Böylece bu durum onların Allah'ın istediği imana sahip olmadıklarını açıkca gösterir. Eğer Allah'ın kendilerinden istediği imana iddia ettikleri gibi sahip olsalardı iyiliği emredip kötülükten insanları sakındırırlardı. Zaten Allah (c.c) bu ayetin akabinde: "Kitap ehli şayet iman etseydi onlar için daha hayırlı olurdu" buyurmuştur.
“Kitap ehli şayet iman etseydi onlar için daha hayırlı olurdu.”
Bu ayet; ne kadar iman iddiasında bulunurlarsa bulunsunlar kitap ehlinin mü'min olmadıklarını gösterir. Çünkü Allah'ın istediği şekilde iman edilmedikçe ve bu iman pratik hayatta gösterilmedikçe iman edildiği ne kadar iddia edilirse edilsin böyle iman gerçek iman, böyle söyleyen gerçek mü'min değildir. Allah (c.c) bu sebeple iman iddiasında bulunan kitap ehli hakkında: "Eğer kitap ehli iman etseydi onlar için daha hayırlı olurdu" yani; "Bütün ins ve cinlere gönderilen, kıyamete kadar şeriati geçerli olan son rasul Muhammed (s.a.s)'e iman etseydiler ve kitaplarında zikri geçen bu nebiye tabi olup, ona iman edilmesi gerektiğini bildiren emirlere uysaydılar hem dünyada hem ahirette onlar için hayırlı ve iyi olurdu." buyuruyor.
“Onlardan iman edenler vardır. (Oysa) onların çoğu fasıktır.”
Allah (c.c) kitap ehlinin karakterlerini ve genel durumlarını bildirdikten sonra hepsinin aynı karaktere sahip olmadıklarını, içlerinde az olmakla beraber hakkı isteyen, heva ve heveslerine uymayan kimselerin de olduğunu haber veriyor. Rasulullah (s.a.s)'in risaletinin haberi bunlara ulaşınca kitaplarında kendisine iman edilip tabi olunması gereken rasul olduğunu bildiklerinden hemen ona iman edip tabi oldular. Buna rağmen kitap ehlinin çoğu hakkı istemeyen, heva ve heveslerine uyan, hakkı bildikleri halde hakka karşı gelen sapık ve fasık kimselerdir.
Müslümanlar kitap ehlinde bu iki taifenin bulunabileceğini bilsinler ve kitap ehline ona göre tavır alsınlar.
Ayet:109
Konu: Kainatın Tek Sahibi Allah (c.c)'dur
بســـم الله الرحمن الرحيم
وَلِلّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَإِلَى اللّهِ تُرْجَعُ الأُمُورُ
109 - Göklerde ve yerde olanlar(ın hepsi) Allah' ındır. Ve (bütün) işler Allah'a döndürülür.
Bütün mahlukatın; göklerin, yerlerin ve içlerindekilerin yegane sahibi ve mucidi Allah (c.c)'dur. Bu sebeple yaratıkları için menfaatlerine uygun olarak kanun koyma hakkı da yalnız O'na aittir. İnsanlar için de yegane kanun koyucu O'dur. Kim söz veya amelle bu hakka kendisinin de sahip olduğunu iddia ederse Allah'ın hakkını gasbetmiş, kendisinin de Allah gibi yetki sahibi olduğunu iddia etmiş ve kulluk sınırını aşarak tağutlardan olmuş olur. Böyle kimselere itaat edenler de onların bu iddiasını kabul etmiş ve onlarla birlikte aynı hükme tabi olmuş olurlar. Böyle kimseler için verilecek tek hüküm ise küfür hükmüdür.
Bu kainatın yegane sahibinin Allah (c.c) olduğuna inanan bir kimse, bu kainatı yönetme yetkisine sahip olduğunu iddia eden yaratılmışlara bu konuda hiçbir hak tanımaz.
“Ve (bütün) işler Allah'a döndürülür.”
Her şeyin son hükmü Allah'a aittir. Hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz. Allah (c.c) dünyada yapılan amellerin kendi emirlerine uygun olup olmadığını bilir ve kıyamet gününde bunların hesabını kullarından tek tek soracaktır.
Ey insanlar! yaptıklarınızın dünyada kalacağını zannetmeyin. Hiçbir zulüm, hiçbir haksızlık, hiçbir iyilik karşılıksız kalmaz. Bunlar Allah katında tekrar ele alınacak ve Allah (c.c) bunların hesabını tek tek soracaktır.
Cüz:4 Sure: 3 - Al-i İmran Suresi
Ayet:110
Konu: En Hayırlı Ümmet
بســـم الله الرحمن الرحيم
كُنتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَلَوْ آمَنَ أَهْلُ الْكِتَابِ لَكَانَ خَيْرًا لَّهُم مِّنْهُمُ الْمُؤْمِنُونَ وَأَكْثَرُهُمُ الْفَاسِقُونَ
110 - Siz, insanlar için çıkartılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten nehyeder, Allah'a iman edersiniz. Kitap ehli şayet iman etseydi onlar için daha hayırlı olurdu. Onlardan iman edenler vardır. (Oysa) onların çoğu fasıktır.
Allah (c.c) Kur'an'a bağlanmayı emrettikten, mü'minlerin kalplerini birleştirmenin ve İslam kardeşliğinin nimetini müslümanlara hatırlatarak din konusunda heva ve heveslere uymak suretiyle ayrılığa düşmeyi yasakladıktan sonra Allah'ın dinine sıkıca sarılan, aralarında İslam kardeşliği bağı olan ve birbirlerini Allah için seven topluluğun faziletini açıkladı.
Ayetteki "küntüm" kelimesinin kökü olan "kane" kelimesi tam veya nakıs olabilir.
Tam olduğunda ayetteki manası; "En hayırlı ümmet olarak icad edildiniz, ortaya çıkarıldınız, yaratıldınız" olur.
Nakıs olduğunda ayetteki manası; "Allah'ın ilminde en hayırlı ümmet idiniz" veya; "Sizden daha önceki ümmetlere verilen kitaplarda sizin en hayırlı ümmet olduğunuz zikredilmiştir" yani; "idiniz" manasında olur.
Bu ayet; İslam toplumunun Allah (c.c) tarafından bütün insanların hayrı için çıkartılmış bir toplum olduğunu bildiriyor. O halde İslam toplumu Allah (c.c)'nun kendilerine sunmuş olduğu bu nimeti çok iyi hatırlamalı ve kendilerine verilen bu görevi yerine getirmek için bütün güçlerini kullanmalıdır.
Allah (c.c) İslam toplumunu insanlara bir lider, bir örnek olması, onlara her konuda öncülük etmesi ve verici olması için ortaya çıkartmıştır. Öyleyse bu toplum başkalarına tabi olmamalı, başkalarını kendisine örnek almamalı, Allah'ın kendisine vermiş olduğu insanlara öncülük görevini yerine getirmeli, onların menfaatine olan her şeyi bünyesinde bulundurmalı ve bunları gerçek-leştirebilmek için bütün gücüyle çalışmalıdır. Üstelik İslam toplumu Allah (c.c)'nun kendisine verdiği şeriat ve sahip olduğu inançtan dolayı Allah (c.c)'dan başka hiçkimseye de muhtaç bir durumda değildir.
Müslümanlarda Olması Gereken Üç Özellik:
“İyiliği emreder, kötülükten nehyeder, Allah'a iman edersiniz. ”
Allah (c.c) bu ayette Rasulullah (s..a.s) ve ihlasla ona tabi olan mü'minlerin insanlar arasında en hayırlı toplum olduklarına şehadet etmektedir. Çünkü onlar Allah (c.c)' nun kendilerinden istediği üç özelliğe sahiptiler. Bu özellikleri ise; iyiliği emretmeleri, kötülükten nehyetmeleri ve Allah'a gerçek manada iman etmeleridir. Bu üç özelliğe sahip olan herkes Allah (c.c)'nun bu övgüsüne layık olur.
Bu üç özelliği yerine getiren İslam toplumunun diğer toplumlardan daha hayırlı olması en mükemmel şeriata ve en hayırlı rasule sahip olmalarındandır.
Rasulullah (s.a.s)'in hadislerinde de ayette zikredilen şartlara sahip olan müslüman toplumun en hayırlı toplum olduğu bildirilmiştir.
Rasulullah (s.a.s) bu ayet hakkında şöyle buyurdu:
"Siz ümmetlerin yetmişincisisiniz. Bu ümmetlerin en hayırlısı ve Allah katında en üstün olanı sizlersiniz." (Tirmizi, İbn-i Mace, Ahmed, İbn-i Cerir, İbn-i Münzir, İbn-i Ebi Hatim, Taberani) (Tirmizi bu hadis için hasen İbn-i Hacer, Hakim ve Zehebi ise sahih dediler.)
Ebu Hureyre (r.a) Rasulullah (s.a.s)'in: "Siz, insanlar için çıkartılmış en hayırlı ümmetsiniz." ayeti hakkında şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Siz, insanlar için en faydalı olansınız. Çünkü siz, onları İslama girmeleri için zincirleyerek getiriyorsunuz." (Buhari, Ahmet, İbn-i Hibban)
Ebu Leheb'in kızı Durre dedi ki:
"Rasulullah (s.a.s) minberde iken adamın biri ayağa kalkarak:
"Ey Allah'ın rasulü! İnsanlar arasında en hayırlı olan kimdir?" diye sordu. Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:
"İnsaların en hayırlısı Kur'an'ı en çok okuyan, Allah'tan en çok korkan, insanlara iyiliği en çok emreden, kötülükten en çok sakındıran ve sılai rahimi (akrabalık bağını) çokca gözetendir." (Ahmed sahih senedle rivayet etti.)
Katade (r.a)'den şöyle rivayet edilmiştir:
"Ömer (r.a) bu ayeti okuduktan sonra şöyle dedi:
"Kim bu ümmetten olmak istiyorsa ayette geçen şartları yerine getirsin." (İbn-i Cerir)
İlk oluşan İslam toplumu, sonraki İslam toplumlarından daha hayırlıdır. Rasulullah (s.a.s) de hadislerinde bunu haber vermiştir.
Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:
"En hayırlı çağ benim çağımdır. Sonra benden sonra, sonra ondan sonrakidir..." (Buhari, Müslim, Tirmizi, Ahmed)
Rasulullah (s.a.s) dönemindeki müslümanların sonraki müslümanlardan daha hayırlı olmaları; garib olmaları, sayıları az olmasına rağmen kafirlerin eziyetlerine karşı sabretmeleri ve dinlerinden hiçbir taviz vermemelerindendir. İslam ümmetinin sonuncusunun sahabe toplumunun seviyesine ulaşabilmesi için; küfür, fısk, günah ve fitneler çoğaldığında Allah'ın dinine sımsıkı sarılmaları, onun uğrunda her şeyi feda etmeleri ve ayetteki üç şartı en güzel şekilde yerine getirmeleri gerekir. Ancak zikredilen bu şartlar dahilinde bu ümmetin sonu Bedir ve Hudeybiye'de bulunanlar müstesna ilki gibi olurlar. Bedir savaşına ve Hudeybiye'ye (rıdvan beyatına) katılan sahabelerin amellerinin faziletine hiçbir zaman hiçkimse ulaşamaz. İslam ümmetinin sonuncusu sahip olmaları gereken özellikler sebebiyle sahabeler gibi garip olurlar. Çünkü sahabeler bulundukları yerde gariptiler.
Rasulullah (s.a.s) şöyle buyuruyor:
"İslam garip başladı, garipliğe dönecektir. Ne mutlu gariplere." (Müslim, İbn-i Mace)
Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:
"İleride öyle günler gelecek ki o gün dini için sabreden kimseler koru avuçlarında tutanlar gibidirler. İşte o zaman bu vasfa sahip kimselerin işledikleri amelin ecri aynı ameli işleyen elli kişinin ecrine denktir." Sahabeler:
"Onlardan elli kişi kadar mı?" diye sorunca Rasulullah (s.a.s):
"Hayır! Sizden (elli kişi kadar)." diye cevap verdi. (Tirmizi, Hakim, İbn-i Mace, Tirmizi ve Hakim sahih dediler.)
En hayırlı ümmetin teşekkül etmesi için Allah (c.c) ayette üç şart koşmuştur. Ancak bu üç şartı yerine getiren ümmet en hayırlı ümmet olma vasfını kazanır. İslam'a ve Rasulullah (s.a.s)'e bağlı olduklarını iddia etmekten başka hiçbir vasfı olmayan ümmet, ayette kastedilen hayırlı ümmet değildir. Hatta namaz kılan, zekat veren, ramazan orucunu tutan, Ka'be'yi hacceden ümmet güçleri nisbetinde iyiliği emredip kötülükten nehyetmedikçe ve Allah'ın istediği şekilde Allah'a iman etmedikçe sırf bu özellikleri sebebiyle bu hayırlı ümmetten olamazlar. Böyle toplumlarda toplum fertlerinin hüviyetlerinde yazılı olan "İslam" kelimesi ise o toplumun hayırlı bir toplum olduğunu göstermez. Sadece bu vasfın onlarda isim olarak varolduğunu gösterir.
Ayetteki sıfatları üzerinde bulundurmayan bir topluluk tıpkı yahudilere benzemiş olur. Çünkü Allah (c.c) yahudiler hakkında şöyle buyuruyor:
"İşledikleri kötülüklerden birbirlerini alıkoymazlardı. Yaptıkları şeyler ne kötü idi." (Maide: 79) Ayetteki sıfatları üzerinde bulunduran bir ümmet varolduğu müddetçe insanlara hayır verilmiş olur. Allah (c.c) bu sebeple böyle bir topluluğu kıyamete kadar varedecektir.
Hayrı emredip şerden sakındırmak bir güce sahip olmayı gerektirir. Bu sebeple bu görevi yapabilmek için müslümanların bir kuvvete yani ceza ve müeyyideleri uygulayabilen bir devlete sahip olması gerekir.
Kitap Ehlinin Gerçek Manada İman Etmediklerinin İspatı:
Allah (c.c)'nun bu ayette Allah'a imanı, iyiliği emir, kötülüğü nehiyden sonra zikretmesi; iman iddiasında bulundukları halde iyiliği emredip kötülükten sakındırmayan kitap ehlinin iman iddialarının batıllığını ispat etmek içindir. Kitap ehli Allah'a iman ettiklerini iddia edebilirler ama iyiliği emredip kötülükten nehyettiklerini iddia edemezler. Çünkü görünen şeylerin tersini idia etmenin kişinin yalancı olduğunun apaçık bir delili olduğunu onlar da çok iyi bilirler. Bu sebeple de iman ettiklerini söyledikleri gibi iyiliği emredip kötülükten nehyettiklerini söyleyemez ve: "Biz de böyleyiz" diyemezler. Allah (c.c) ayete bu nedenle önce onların iddia edemeyecekleri özelliklerle başlamış sonra da imanı zikretmiştir. Böylece bu durum onların Allah'ın istediği imana sahip olmadıklarını açıkca gösterir. Eğer Allah'ın kendilerinden istediği imana iddia ettikleri gibi sahip olsalardı iyiliği emredip kötülükten insanları sakındırırlardı. Zaten Allah (c.c) bu ayetin akabinde: "Kitap ehli şayet iman etseydi onlar için daha hayırlı olurdu" buyurmuştur.
“Kitap ehli şayet iman etseydi onlar için daha hayırlı olurdu.”
Bu ayet; ne kadar iman iddiasında bulunurlarsa bulunsunlar kitap ehlinin mü'min olmadıklarını gösterir. Çünkü Allah'ın istediği şekilde iman edilmedikçe ve bu iman pratik hayatta gösterilmedikçe iman edildiği ne kadar iddia edilirse edilsin böyle iman gerçek iman, böyle söyleyen gerçek mü'min değildir. Allah (c.c) bu sebeple iman iddiasında bulunan kitap ehli hakkında: "Eğer kitap ehli iman etseydi onlar için daha hayırlı olurdu" yani; "Bütün ins ve cinlere gönderilen, kıyamete kadar şeriati geçerli olan son rasul Muhammed (s.a.s)'e iman etseydiler ve kitaplarında zikri geçen bu nebiye tabi olup, ona iman edilmesi gerektiğini bildiren emirlere uysaydılar hem dünyada hem ahirette onlar için hayırlı ve iyi olurdu." buyuruyor.
“Onlardan iman edenler vardır. (Oysa) onların çoğu fasıktır.”
Allah (c.c) kitap ehlinin karakterlerini ve genel durumlarını bildirdikten sonra hepsinin aynı karaktere sahip olmadıklarını, içlerinde az olmakla beraber hakkı isteyen, heva ve heveslerine uymayan kimselerin de olduğunu haber veriyor. Rasulullah (s.a.s)'in risaletinin haberi bunlara ulaşınca kitaplarında kendisine iman edilip tabi olunması gereken rasul olduğunu bildiklerinden hemen ona iman edip tabi oldular. Buna rağmen kitap ehlinin çoğu hakkı istemeyen, heva ve heveslerine uyan, hakkı bildikleri halde hakka karşı gelen sapık ve fasık kimselerdir.
Müslümanlar kitap ehlinde bu iki taifenin bulunabileceğini bilsinler ve kitap ehline ona göre tavır alsınlar.