ALLAH ‘ IN BİR ‘ LİĞİ
AYET-İ KERiME
Size Allah’ın âyetleri okunup dururken ve Allah’ın Resûlü de aranızda iken dönüp nasıl inkâr edersiniz? Kim Allah’a sımsıkı bağlanırsa, kesinlikle o, doğru yola iletilmiştir.(Al-i İmran 3/101)
Resulullah’a uymak, hıristiyanların Hz. İsa hakkında iddia ettikleri gibi, tanrılığa ortak olmak demek değildir. Allah sevgisini bölüp üç ayrı ortağa paylaştırmak değil, yalnız “Ben özümü Allah’a teslim ettim.” diye bütün sevgiyi sırf Allah’da toplayıp, O’na teslim olduğunu sunmakta ve itaatı yalnızca O’na yapmaktır. Hz. Muhammed’e de sırf Allah’ın resulü, görevlendirdiği peygamberi, dinin tebliğcisi, hidâyetinin ve emirlerinin bildiricisi ve habercisi olduğundan dolayı, yine sırf Allah için uymak ve izinden gitmektir.
Birine uyarken, onun karşısında veya yanında diğer birine veya ikisine daha uymak başka şey, tek başına ve yalnızca O’na uyarken, O’nun namına, O’nun bir adamını, bir görevlisini tanımak yine başka bir şeydir. Bir elçiyi tanımak, onun kendisini değil, onu görevlendirip gönderen makamı tanımaktır. Mesela bir devletin elçisini, memurunu reddetmek, o devleti ve onun kanunlarını reddetmek demek olduğu gibi, Allah’ın elçisi demek olan peygamberini kabul etmeyip reddetmek de Allah’a küfür ve saygısızlıktır.
Bundan dolayı Allah’ın elçisine itaat etmekten kaçınanlar, Allah’a ibadet ve taattan kaçınan kâfirlerdir. Allah da kâfirleri sevmez, küfrün hiçbir çeşidine razı olmaz.
Eğer hıristiyanlar Allah’ı sevselerdi, İsa’yı Allah’ın bir peygamberi olarak tanırlar ve ona bir tanrı olarak ibadet değil, bir peygamber olarak itaat ederlerdi. Eğer ancak Allah’ı seviyorlar ve İsa’ya Allah’ın bir peygamberi olarak itaat ediyorlarsa, peygamberlik sıfatında Hz. Muhammed’in zatı ve kişiliği değil, ancak onu gönderenin şan ve şerefinin dikkate alınması gerekeceğinden, peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muhammed’i de tanırlar ve itaat ederlerdi. Onlar Allah’ı sevseler, Allah’ın peygamberlerinden bir kısmını tanıyıp da yalnızca birini ayırmazlardı, tanımazlık etmezlerdi. “Biz Allah’ın resulleri arasında fark gözetmeyiz”, derler ve Hz. Muhammed’i de tanırlardı. Bunu ayrı tutup tanımamaları, İsa’yı Allah için değil, bizzat kendi zatî varlığı, kendi şahsiyyeti için sevdiklerinden, Allah’ı ve İsa’nın Allah tarafından yaptığı tebliğleri tanımadıklarından dolayıdır.
Bu noktadan bakıldığında aynı şey yahudiler için de söz konusudur. Hıristiyanlar bir peygamberi ayrı tuttukları için, yahudiler de hem Hz. İsa’yı, hem de Hz. Muhammed’i ayrı tuttukları için, yani iki peygamberi tanımadıkları için Hz. Musa’nın peygamberlik sıfatından ziyade kişiliğinde ısrar etmişlerdir. Bu bakımdan hıristiyanların küfrü bir ise Yahudilerin küfrü ikidir.
Diğer müşriklerin küfrü daha fazladır. Genel anlamda dinleri inkâr edip, hiç Allah tanımayanların küfrü de sonsuzdur.
Velhasıl Allah’a itaat ile Resulüne itaat arasında karşılıklı bir gereklilik vardır. Fakat bunda Allah gibi sevmekle, Allah için sevmek arasındaki büyük farkı görmemezlikten gelip gözardı etmemek gerekir.
Allah gibi sevmek, yani âyette geçtiği şekilde “Onlar, putları Allah gibi severler…” (Bakara, 2/165) ifadesinde Allah’a bir ortak, bir denk sevmektir. Bu Allah’a şirktir ve küfürdür. İşte hıristiyanların İsa’ya olan sevgi ve bağlılıkları böyledir. Oysa istenen “Allah gibi sevmek” değil “Allah için sevmek”tir.
Allah için sevmek ise, ancak bir tek Allah için sevmek ve hiç kuşkusuz tevhid üzere sevmektir. İnsanlar “Bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin.” diye Muhammed’e uymakla emrolunmuştur. Bu emri, o münafıkların yaygarası gibi, hıristiyanların İsa’ya bağlılıkları şeklinde bir şüphe ile ele almaktan katiyyen sakınmak gerekir. “De ki, ben özümü Allah’a teslim ettim, bana uyanlar da öyledir…” emri ile muhatap tutulan ve bu emirleri tebliğ eden Hz. Muhammed’in izinde olan ümmeti, bu uymadan dışarı çıkmamak ve Allah’dan başkasını Allah’ın sıfatlarında denk ve ortak tutmamak için bu bağlılık ile yükümlü tutulmuşlar ve bu uyma ile Allah’ın sevgisine nail olacaklarına inanmışlardır.
Hatta bu gelişigüzel bir uyma da değil, tamamen kendi istek ve rızası ile olan bir uyma olmalıdır. Bu itaat doğrudan doğruya Allah’a itaattır. Çünkü Hz. Muhammed’in şahsı ve bedeni varlığı bakımından değil, O’nun peygamberlik görevi bakımındandır ve Allah adına vekalet yoluyla olan bir itaattir. Yani, bana uyunuz, demek, “Allah’a ve Resule uyunuz!” demektir.
Burada hıristiyanların Hz. İsa’da sandıkları gibi, haşa Allah’ın birliği Hz. Muhammed’in şahsında yok olmuş değil, tam aksine Hz. Muhammed’in hakikatı ve şahsiyeti Allah’ın birliğinde yok olmuştur. Onun dilinden işitilen biz sözü, Hz. Muhammed’in öz benliğinin ve kişisel varlığının ifadesi değildir. Hz. Muhammed “Ben özümü Allah’a teslim ettim.” diye kendisini ve kendi benliğini tamamen Allah’a teslim etmiştir. Muhammed, kendi varlığının kendisine değil Allah’a ait olduğunu bilmiştir. O, yani, bana uyunuz, dediği zaman, Allah’ın karşısında yer almaya çalışan, tanrılığı beşeriyete indiren bir benlik değil; aksine zavallı insanlığı şirk ve bayağılık bataklığından kurtarıp Allah Teâlâ’nın yüce birliğine, en büyük rızasına eriştirmek için görevlendirilmiş bir peygamberin kulluğuna ve peygamberliğine yakışan bir vicdanla söylemiştir.
Bu nokta o kadar mühimdir ki, Allah’ın birliğine iman konusunda hiçbir şüpheye yer bırakmamak için bu vicdana açık bir şuurla şehadet de şarttır.
Yalnızca “Ben şahitlik ederim ki, Allah’dan başka ilâh yoktur.” şehadeti ile yetinildiği zaman, hıristiyanların şüphesine benzer bir şüpheye veya Allah’ın beşeri bir mahluk, bir bende yok olacağı tarzında bir vahdet-i vücud anlayışına ihtimal ve imkan kalabileceği için, buna bir de “Ben şahadet ederim ki, Muhammed Allah’ın kulu ve resulüdür.” şehadetinin eklenmesi lüzumlu görülmüş ve İslâm’ın temeli olmuştur.
Zira “tanrılık İsa’ya gelmiş ve Allah İsa’da yok olmuştur” batıl inancında olan bir kimse, gerçekte Allah’ı inkâr etmiş ve yok saymış olduğu halde yine de kendine göre diyebilir. Ve bunun altında, fakat Allah İsa’dır, veya İsa’dadır gibi bir inanç da gizleyebilir. Yine bunun gibi bir başkası da derken, fakat Muhammed Allah’dır veya Allah Muhammed’in şahsındadır gibi batıl bir vahdet-i vücud inancı gizleyebilir.
Hâlbuki katıksız şirk, katıksız inkâr, Allah’ı görevlerinden soyutlayıp tatile çıkarmak ve hulûl inancı, nasıl bir küfür ise; Allah’ı, kâinatta veya varlıklardan birinde yok olmuş saymak sûretindeki vahdet-i vücud iddiası da öylece batıl bir inançtır ve öylece küfürdür.
Gerçek tevhid inancında Allah’dan başka herşey Allah’da fena bulacaktır, her şey Allah’a irca olunur. Allah, kendisinden başka hiçbir şeye, hiçbir varlığa irca olunmaz. Allah her şeyi örter ve kaplar, hiçbir şey Allah’ı örtemez, kaplayamaz.
AYET-İ KERiME
De ki: “Ey kitab ehli! (Gerçeği) görüp bildiğiniz hâlde, niçin Allah’ın yolunu eğri ve çelişkili göstermeğe yeltenerek inananları Allah’ın yolundan çevirmeye kalkışıyorsunuz? Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.” (Al-i İmran 3/99)
Son düzenleme: