Allah Rasulü'nün Ailesi ve Yaşanan Sorunların Çözümüne Dair

lübabe

Aktif Üyemiz
Allah Rasulü'nün Ailesi ve Yaşanan Sorunların Çözümüne Dair

İşten çıktıktan sonra markete uğrayıp alış veriş yapan bir kişinin, otomobiliyle eve giderken, çocuğunu henüz bakıcısından almadığını hatırladığında aniden bir u dönüşü yaparak şerit değiştirişi, az sonra sıkışan trafikte klakson seslerine karışan homurdanmalar, şehirlerde yaşayan insanların nefes nefese bir yerlere yetişmeye çalışmaları, otobüs kuyrukları ve diğerleri... Bunlar zamana boyun eğmeyen ve âdeta ona kafa tutan modern insanın asla bitmeyeceğini sandığı koşuşturmasından sadece bir kesittir. “Yayalara yeşil ışık yandığında yaya geçitlerinin her iki yanındakilerin, ilerleyişlerine bir engel olarak gördükleri karşıdan gelenlerin yanlarından geçip gitmeleri kadar, birbirlerine teğet geçen hayatları sembolize eden başka bir şey var mıdır?” bilmiyorum.
Günümüzdeki hayat bundan ibaret değil elbet... Sonra bu koşuşturmaya bir reddiye yazmak haddimize de değil... Bu, tarihsel dönüşümün getirdiği bir sonuç ve bu hareketliliğin içindeki hiç kimse bu tercihi kendisi yapmadı. Fakat şurası da bir gerçek ki geçmişe göre sorunlar çok hızlı yaşanıyor. En ufak bir hatanın bedeli kısa bir zaman sonra insanın karşısına çıkıveriyor. Her şey çarçabuk olup bitiyor. Devir hız devri... Sükûnetin ve dinginliğin kaybolması, insanların hiç kafa dinlemedikleri anlamına da gelmiyor tabi. Bu, eşleri, çocukları ve ebeveynleri, birbirlerini sadece sabahları ve akşamları görmeye zorlayan bir döngü de olsa, ailenin bir hafta sonu beraberce hayvanat bahçesine yaptıkları kaçamak, ayrı kalışları mutlu bir beraberliğe dönüştürmeye yetiyor. Ailenin küçük kızının sağa sola koşarken düşmesi ve dizlerini yaralaması bile bunun tadını bozmuyor. Sonunda bir yara bandının, şefkatli iki çift el tarafından hafifçe kanayan yere yapıştırılmasıyla sorun tatlıya bağlanıyor. Keşke bütün sorunlarımızı da böyle, üzerlerine kocaman bir plaster yapıştırıp çözebilseydik.
Aslında bu kısa yazı, Allah Rasulü’nün kendi ailesinde yaşadığı sorunları nasıl çözdüğüne ayrıldı. Rivayetler bunu tasvir etmemize fazlasıyla imkân tanısa da günümüzde yaşadığımız problemlerin çeşitlilik kazandığı ve her an bir yerlerden hayatın patlak vereceği hissine kapıldığımız bir zamanda bunu anlatmak biraz zor. Günümüzde ailelerin yaşadığı buhranlar dayanılmaz bir hâl alabiliyor, kimi zaman durum ekonomik baskılarla daha da derinleşebiliyor. Gün olmuyor ki, gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinde parçalanan bir ailenin dramını, annesini, babasını öldüren bir evladı veya çocuğuna kıyan bir ebeveyni okumayalım. Kısaca, farkında olmasak da prozak bağımlısı olmaya yetecek kadar diken üstünde hayatlar yaşıyoruz.
Bu noktada “Asrısaadette ya da bizzat Peygamber’in hayatında birtakım aile anlaşmazlıkları, huzursuzluklar, geçimsizlikler veya daha ötesinde depresyonlar ve hatta travmalar olmuş muydu acaba?” diye sormaktan kendimizi alamıyoruz. Olduysa nasıl çözümlemişlerdi? Ailesinin işlerini üstlenmesiyle tanınan Hz. Peygamber’in (Buhârî, Edeb, 40) elbisesinin söküğünü diktiği, ayakkabılarını tamir ettiği, koyun sağdığı ve ev işlerinde ailesine yardım ettiği biliniyor. (Buhârî, Ezân, 44) Allah Rasulü sevgi dolu ve merhamet sahibiydi. Onun bu engin hoşgörüsü ve merhametine rağmen peygamber ailesinde de gerilimler ve çeşitli sıkıntılar olmamış mıydı? Bizzat Hz. Aişe anlatıyor: “Allah Rasulü bir keresinde ona şöyle demişti: ‘Ben, senin benden memnun olduğunu ve bana kızdığını anlarım.’ Hz. Aişe şaşırmış, Peygambere bunu nasıl anladığını sormuştu. Allah Rasulü: ‘Benden memnun olduğunda, ‘Hayır, Muhammed’in Rabbi aşkına olmaz’ diyorsun, bana kızdığında ise ‘Hayır, İbrahim’in Rabbi aşkına olmaz' diyorsun.’ demiştir. Bu söz üzerine Hz. Aişe'nin ona verdiği cevap çok ince ve duyguludur: ‘Ey Allah Rasulü, fakat Allah biliyor, ben sadece senin isminden uzak kalabilirim.’" (Buhari, Nikâh, 109)
Allah Rasulü eşini üzmüyordu, üzmek istemiyordu. “Bir sabah vakti, Rasulullah ‘Yiyecek bir şey var mı?’ diye sormuş, Aişe validemiz ‘Hayır, hiçbir şeyimiz yok’ deyince bunun üzerine Efendimiz, ‘Öyleyse ben bugün oruç tutayım’ diyerek bunu sorun yapmamıştı. (Nesâî, Sıyâm, 67) Hz. Muhammed’in ailesi, Medine'ye geldikten onun vefatına kadar, üç gece arka arkaya buğday veya arpa ekmeğinden doya doya yememişti. (Buhari, Et'ıme, 23) Onların viza kartları, cheap puanları yoktu. Elde avuçta olmayınca yapacakları fazla bir şeyleri de... Şükrettiler, olanı paylaştılar, mutlu olmayı bildiler. Allah Rasulü’nün kızı Fatıma’nın durumu da Hz. Aişe’den farklı değildi. O evlendiği zaman çeyizinde sadece bir yaygı, içi hurma lifiyle doldurulmuş bir yastık, bir su kırbası, bir elek, bir havlu ve bir su bardağı vardı. (İbn Hanbel I,104) Fakat mutluluk ehlibeyte göre maddiyatın ötesinde bir şeydi.
Onların birbirlerine karşı davranışları son derece içten ve saygılıydı. Hz. Fatıma, Hz. Peygamber'in yanına girdiği zaman Efendimiz hemen ‘Fatıma geldi’ diye ayağa kalkar, onu elinden tutar, öper ve kendi yerine oturturdu. (Ebu Dâvud, Edeb, 143, 144) Sevgi dolu bir babanın evlada karşı ne güzel muamelesi! Böyle olmakla beraber Peygamberimiz Fatıma’nın her isteğini yerine getirmemiş, adaleti gözetmiştir. Mesela Hz. Fatıma diğer iki kişiyle Allah Rasulü’nün kapısına varıp, ev işlerinde kendilerine yardımcı olacak kişiler istediklerinde o ‘Bedir’in yetimleri sizden daha önceliklidir’ (Ebu Davud, Harac, Fey' ve 'İmare, 19, 20) diyerek bu isteği geri çevirmiştir. Hâlbuki Fatıma gerçekten ev işlerinde çok yoruluyordu. Fakat Allah Rasulü, ailesini kayırmıyor, adalete ve önceliğe göre hareket ediyordu. Bir ailede sevgi kadar adalet de önemliydi.
Allah Rasulü’nün ailesinin Allah’a olan tevekkülleri ve birbirlerine olan sevgileri yüksek seviyede olsa da manzara devamlı bir mutluluk tablosu değildir. Hatta bazen ailedeki sıkıntılar geçici ayrılıklara bile neden olmuştur. Allah Rasulü’nün aile birliği bakımından yaşadığı en sarsıntılı olaylar kuşkusuz Kur’an’da da bahsi geçen tahrim (Tahrîm, 1-4), tahyîr (i’lâ) (Ahzâb, 28-29) ve ifk (Nûr, 11-16) olaylarıdır. Bütün bu olaylar gerek Allah Rasulünü, gerekse de müminlerin annelerini ziyadesiyle üzmüştür. İfk olayı düpedüz bir iftiraydı. Hz. Aişe’ye atılan iftira onu hastalandırıp yataklara düşürecek kadar üzüntü vericiydi. (Buhari, Ehadisü'l-Enbiya, 19) Allah Rasulü bu dedikodu sırasında hiçbir şekilde fevri hareket etmemiştir. Nihayet ayetle de olayın iftiradan ibaret olduğu tescil edilmiştir.
Bir diğer sarsıcı olay tahrim olayıdır. İki değişik şekilde rivayet edilmekle beraber, özünde olayın, müminlerin annelerinin birbirlerini kıskanmış olmalarından kaynaklandığı anlaşılıyor. Aişe ve Hafsa validelerimizin Zeynep binti Cahş’a karşı kırıcı davrandıkları ve Allah Rasulü’nün kendilerine verdiği sırrı tutamadıkları görülüyor. Evin cumbasında bir köşeye çekilen Allah Rasulü bu olay karşısında yalnız kalmak istemişti. Fakat Allah Rasulü’nün kırgınlığı Medine’de sel gibi yayılarak, Hz. Ömer’e kadar ulaştı. Hafsa, Ömer’in kızıydı, sabah namazını kılar kılmaz, apar topar Allah Rasulü’ne gelen Hz. Ömer, Allah Rasulü’nü hasır üzerinde uzanmış bir halde bulmuştur. Hasır, Efendimizin yüzünde iz bırakmıştı. Mütevazı odada sadece duvarda asılı tabaklanmayı bekleyen birkaç deri göze çarpıyordu. Hz. Ömer “Ey Allah Rasulü! Dua et de Allah İran’ın, Bizans’ın zenginliğini bize de versin” deyince Allah Rasulü onlara verilen nimetin dünyalık olarak verildiğini söylemiştir. (İbn Kesîr, Tefsîr, IV, 389)
Tahyir olayına gelince; Ahzab savaşı sonrasında elde edilen ganimetler yoluyla zenginliğin Medine’ye aktığı bir zamanda Peygamber hanımlarının da bu zenginlikten istifade etme arzuları ortaya çıkmış, Allah Rasulü ümmetine örnek olmak düşüncesiyle mütevazı hayatına devam etmek isteyince ailede huzursuzluk baş göstermişti. Hatta bu yüzden Allah Rasulü’nün bir ay boyunca eşlerinden ayrı kaldığı rivayet edilmektedir. Bu olay neticesinde Ahzâb suresinin 28. ve 29. ayetleri nazil olmuştur. 28. ayette belirtildiği üzere Allah Rasulü “Eğer dünya hayatını ve onun süsünü istiyorsanız, gelin size mut’a vereyim ve sizi güzelce bırakayım” diyerek boşanma ve evli kalma konusunda onları serbest bırakmış, ilk defa bunu açtığı Hz. Aişe “Allah’ı, Rasulü’nü ve ahireti seçiyorum” diyerek duygularını dile getirmiştir. Her ne kadar bu olayda da ayet inmişse de, söz konusu ayet sorunun çözümünü yine seçenekler tanıyarak insanların kendi iradelerine bırakmıştır. Olayın aktörleri de sorunu aile birliğini koruma yönünde çözmüşlerdir.
Allah Rasulü’nün ailesinde bu büyük sarsıntıların yanı sıra nispeten daha küçük çaplı başka sıkıntılar da yaşanmıştır. Müminlerin annelerinden olan Hz. Safiye, kadınların kendisine “Yahudi kızı” diyerek takılmalarını Hz. Peygamber'e şikâyet etmiş, o ise “Sen Peygamber Musa’nın kızı durumundasın, Amcan konumundaki Harun (a.s.) da peygamberdi ve şu anda da bir peygamberin nikâhı altındasın. Hangi konuda sana karşı övünüyorlar?” diyerek ona moral vermiştir. (Tirmizi, Menâkıb, 63) Yine bir gün Aişe validemiz Hz. Safiye’yi kıskanmaktan kendini alamaz. Hz. Safiye’nin Peygamber Efendimize yapıp gönderdiği yemeğin dökülmesine sebep olur. Yere düşen kap kırılmıştır. Belli ki, kırılan sadece kap değildir. Safiye validemizin kalbi de kırılmıştır. Aişe validemizi bir pişmanlık kaplar. Ne yapmıştır? Allah Rasulü ona, kırık kabın yerine yeni bir kap, dökülen yemeğin yerine yemek getirmesini öğütler ve olay tatlıya bağlanır. (Nesâî, Işratü'n-Nisa', 4)
Kuşkusuz her ailede yaşanan kırgınlıklar Allah Rasulü’nün ailesindeki gibi tatlıya bağlanabilecek türden değildi. Sabit b. Kays karısını dövmüş ve kolunu kırmıştı. Karısı Cemile binti Abdullah’ın erkek kardeşi, Allah Rasulü’ne gelerek şikâyette bulundu. Allah Rasulü, Sabit’i çağırttı ve “ onu serbest bırak” buyurdu. (Nesâî, Talak, 53) Ailesine karşı kırıcı ve incitici olduğunu söyleyen Ebu Huzeyfe’ye ise Allah Rasulü, bunun için Allah'tan af dilemesini öğütlemiştir. (Dârimî, Rikak, 15)
Efendimiz, sorunlar ne derece ağır olursa olsun çözüm bulmakta gecikmezdi. Allah Rasulü, ardından derin bir hüzne boyanmış şehit Cafer’in evindeydi. “Bugünden sonra kardeşime ağlamak yok” diye söze başladı. Sonra “Getirin bana kardeşimin çocuklarını” dedi. Cafer’in oğlu Abdullah, kendisi anlatıyor “Bizi getirdiler, Allah Rasulü’nün karşısında diziliverdik. Sanki civcivler gibiydik” diye... (Nesai, Zînet, 57) Allah Rasulü, beklenmedik bir şey yaptı. Hayatın aktığına bir alamet olsun, üzüntü ve kahırdan saçları darmadağın olmuş bu yetimlerin yüzleri açılsın, ışıl ışıl parlasınlar diye berber çağırdı. O an bir berberin çocukların saçını kesmesi en son düşünülecek bir şeydi sanki... Allah Rasulü, çocukların saçlarını kestiriyordu, yarın bayrammış gibi... Ve tıpkı kefen misali ihramlara bürünmüş hacıların, dünyadaki ölüm provasının ardından saçlarını kestirip yeniden hayata dönmeleri gibi matem ihramından çekip alıyordu Ca’fer’in ailesini...
Gelin anlatımımızı Hz. Aişe’nin Allah Rasulü’ne anlattığı bir hikâyeyle bitirelim: “On bir kadın oturmuşlar kocalarını anlatmaya başlamışlar, kimisi saymadık pintiliğini, kimisi bahsetmedik tembelliğini bırakmamış kocasının... Sıra Ümmü Zer’e gelmiş... “Benim kocamın adı Ebû Zer'dir” demiş. Siz, Ebû Zer'in kim olduğunu bilir misiniz? O, kulağımı mücevherlerle donattı, kollarım onun ikramıyla dolgunlaştı ve gönlüm onunla huzur buldu; o neşem, sevincim oldu. Hâlbuki Ebû Zer' ile evlendiğimizde fakirdik... Ebû Zer'in yanında ne konuşursam konuşayım, beni asla azarlayıp kırmaz... İşte benim kocam, öyle iyidir...” Ve Ümmü Zer aile olmanın akraba ile bir değer ifade ettiğini biliyordu. Kocasını sevdiği için onun her şeyini seviyordu. O gün uzun uzun Ebû Zer’in annesinden, oğlundan, kızından, hizmetçisinden bahsetti. Gözleri parlıyordu Ümmü Zer’in...
Sonra sözüne “Günlerden bir gün...” diye devam etti. Çevrede yayıkların dövüldüğü zamandı. Kocam Ebû Zer' evden çıkmıştı. Yolda giderken, gözü bir kadına ilişmiş, gönlü kaymış... Beni boşayarak o kadınla evlendi. Ben de bir müddet sonra, hâli vakti yerinde başka biriyle evlendim işte... Kocamın bana karşı eli çok açık, fakat bana verdiklerinin hepsini bir araya toplasam, yine de Ebû Zer'in bana verdiği en küçük bir kap kadar gözümde değeri yoktur..." Hz. Aişe, bu hikâyeyle Allah Rasulü’ne olan sevgisini anlatıyordu aslında. Hikâyeyi dinleyen Allah Rasulü ise, Aişe’ye şöyle dedi: “Yâ Aişe! Ümmü Zer'e karşı kocası Ebû Zer' nasılsa, ben sana karşı hep öyle olacağım.” (Tirmizi, Şemail, 110) Bu sözler aşkı tanımlıyor, berrak ve billur gibi tınısıyla... Ve aileyi anlatıyor, naif ve duygu dolu...
 
Üst Alt