Allah'ın beşer rasulü

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Makaleler - www.RasuleHasret.com

ALLAH’IN BEŞER RESÛLÜ
“Fesubhânallâh! Ben Beşer Peygamberden Başka Bir Şey miyim?”(İsra, 17/93)
Tarih sürecinde peygamberlere karşı geliştirilen yanlış tutumlar, indirgemeci ve aşırı yüceltmeci olmak üzere ikiye ayrılır. Bunlardan birincisine örnek, Yahudilerdir. Onların birçoğu peygamberlerine gereken değeri vermemiş, onlara iftiralar atmış, sıradan bir insana gösterdikleri sevgiyi, saygıyı onlardan esirgemişlerdir. Ve nihayetinde peygamberlerini öldürecek gaddarlığı sergileyebilmişlerdir.
İkincisine örnek ise Hıristiyanlardır. Onlar Yahudilerin zıddına Peygamber (İsa aleyhisselâm) sevgisinde aşırıya kaçmışlar ve bir zaman sonra onu tanrı edinmişlerdir. Kur’an’da kendilerinden ehl-i kitap olarak bahsedilen Yahudi ve Hıristiyanlar, peygamberlere karşı gösterilen davranışların iki aşırı ucunu oluşturmuşlardır.[[1] ]
Bu iki grubun dışında kalan milletlere de peygamberler gönderilmiştir. İnanmayanlar veya müşrikler olarak adlandırdığımız bu gruplar, ehl-i kitabın aksine kendilerine elçi olarak gönderilen peygamberlerin beşer olma özelliğini dillerine dolamışlardır.
İslam dünyasında da zaman zaman iki aşırı ucu temsil eden indirgemeci ve aşırı yüceltmeci peygamber tasavvurlarına rastlanmaktadır. Bu makalede Hıristiyanların İsa aleyhisselâm konusunda sergiledikleri aşırı tutumları ile inanmayanların Peygamberlerin beşer oluşuna karşı geliştirdikleri söylem, İslam dünyasında karşılaşılan bazı yanlış durumlarla mukayese edilmek sureti ile incelemeye tabi tutulacaktır. Yahudilerin ve -az da olsa- bazı Müslümanların gösterdiği indirgemeci peygamber tasavvuruna bu makalede değinilmeyecektir.
1. BİR MÜŞRİK ARGÜMANI: MELEK PEYGAMBER

Dini tebliğ etmek için gönderilen peygamberlerin birer beşer / insan olmalarını, inanmayanlar bir türlü kabullenmek istememişlerdir. Ta Nuh aleyhisselâm zamanında başlayan bu kabullenemeyiş, son peygamber Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’e gelinceye kadar böyle devam etmiştir. Nuh aleyhisselâm, kavmine elçi olarak gönderildiğinde ona şöyle itiraz edilmişti:
(Nuh’un) Kavminden ileri gelen kâfirler dediler ki: Biz seni sadece bizim gibi bir beşer olarak görüyoruz…”(Hûd, 11/27)
Bu tür itirazlar sadece Nuh aleyhisselâmın kavmi ile sınırlı değildi. Hûd aleyhisselâmın kavmi olan Âd, Sâlih aleyhisselâmın kavmi Semûd ve onlardan sonra gelen peygamberlere de kendi kavimleri hep aynı itirazda bulundular: “Sizin bizden ne farkınız var ki? Siz de bizim gibi bir insansınız.” Bu durum ayetlerde şöyle anlatılmıştır:
“Sizden öncekilerin, Nuh, Âd ve Semûd kavimlerinin ve onlardan sonrakilerin haberleri size gelmedi mi? Onları Allah'tan başkası bilmez. Peygamberleri kendilerine mucizeler getirdi de onlar, ellerini peygamberlerinin ağızlarına bastılar ve dediler ki: Biz, size gönderileni tanımıyoruz/kabul etmiyoruz ve bizi kendisine çağırdığınız şeye karşı derin bir kuşku içindeyiz.
Peygamberleri dedi ki: Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi var? Hâlbuki O, sizin günahlarınızdan bir kısmını bağışlamak ve sizi muayyen bir vakte kadar yaşatmak için sizi (hak dine) çağırıyor. Onlar dediler ki: Siz de bizim gibi bir beşerden başka bir şey değilsiniz. Siz bizi atalarımızın tapmış olduğu şeylerden döndürmek istiyorsunuz. Öyleyse bize, apaçık bir delil getirin!” (İbrâhîm, 14/9–10)


Zaman geçmiş, kavimler ve peygamberler değişmiş, sıra Mekkelilere gelmişti. Onlar da tıpkı kendilerinden önce inanmayanların peygamberlerine karşı çıktıkları gibi peygamberimize karşı çıkmış ve aynı sözleri onun için söylemişlerdi:


“Bu elçinin özelliği ne ki? O da yemek yiyor, o da sokaklarda geziyor! Ona bir melek indirilse de birlikte uyarıcılık yapsa olmaz mı?” (Furkân, 25/7)


“Rablerinden kendilerine ne zaman yeni bir ihtar gelse, onlar bunu, hep alaya alarak, kalpleri oyuna - eğlenceye dalarak dinlemişlerdir. O zalimler şöyle fısıldaştılar: Bu (Muhammed), sizin gibi bir beşer olmaktan başka nedir ki! Siz şimdi gözünüz göre göre büyüye mi kapılıyorsunuz?”(Enbiyâ, 21/2–3)



Allah’ın peygamberleri için sarf edilen bu kabullenememe cümleleri, inanmayanların iman etmeleri yönündeki en büyük engeldi:


“İnsanlara doğru yolu gösteren bir elçi geldiği zaman inanmalarına tek engel, onların şu sözleri olmuştur: “Allah elçi olarak bir beşer mi gönderir? (İsrâ, 17–94)



Bir beşere vahiy inmesini kabul etmeyen bu aklın sadece peygamber tasavvuru değil, aynı zamanda Allah tasavvuru da bozuktur. Çünkü Allah Teala bu tür iddialarda bulunanların, kendisini gereği gibi tanı-ya-madıklarını bildirmiştir:


“Onlar «Allah hiçbir insana bir şey indirmemiştir» demekle, Allah'ı gereği gibi tanıyamamışlardır…”(En’âm, 6/91)


Bu itirazlar inanmayanlar açısından bir parça makul görülebilir. Zira inanmamaları için aradıkları bahanelerin en büyüğünü bu cümlelerde bulabiliyorlardı. Bu akla göre Allah, insanlar içerisinden bir peygamber göndermez fakat gönderse bile bunu mutlaka ileri gelenlerden (mele’) seçerdi![[2]] Bu da olmazsa, onlara göre geriye tek bir seçenek kalıyordu: Melek Peygamber! Şöyle demişti Nuh aleyhisselâmın kavminin inkârcı ileri gelenleri:



“Bu, sadece sizin gibi bir beşerdir. Size üstün ve hâkim olmak istiyor. Eğer Allah (peygamber göndermek) isteseydi, muhakkak ki melekler gönderirdi. Biz geçmişteki atalarımızdan böyle bir şey duymadık.” (Mu’minûn, 23/24)


Ayette görüldüğü gibi bu kavim biz atalarımızdan böyle bir şey duymadıkdiyerek bir beşerin peygamber olmasını kabullenemiyorlardı. Hâlbuki söyledikleri bu söz, bir yalandan ibaretti. Zira Allah onlardan önce hiçbir kavme melek peygamber göndermemişti.



Aslında peygamberlerin meleklerden olmasını isteyenlerin unuttukları bir başka gerçek vardı: Kendileri insandı!


“De ki: “Yeryüzünde dolaşanlar melek olsaydı ve oraya yerleşmiş bulunsalardı, biz de onlara elçi olarak gökten bir melek indirirdik.” (İsrâ, 17/95)


Bir beşerin değil de bir meleğin peygamber olmasını isteyen anlayış, hayat dışı, gündem dışı kalacak bir peygamber isteğini yansıtmaktadır. Çünkü peygamber bir melek olursa canım, o bir melek, biz nasıl onun yaptıklarını yaparız! O kim, biz kimiz denilerek örnek alınması mümkün olmayacaktı. Bu da örneksiz, modelsiz, pratiğe dökülememiş bir din ile metbûiyyeti sorgulanacak ve bunun neticesinde hayatın dışında kalacak bir peygamber ortaya çıkaracaktı. Hâlbuki yaptığı her şeyi güzel yapan Allah, böyle bir şeye imkan vermemiş, beşer cinsine yine kendi cinsinden beşer peygamberler göndermiştir.


2. HIRİSTİYANLARIN AŞIRI TUTUMLARI


Buraya kadar örnekleri sunulan itirazlar, peygamberlere inanmayanlar tarafından yapılıyordu. Peki,inananlar tarafından peygamberlerin beşer oldukları gerçeğine nasıl bakılmıştır? Bu sorunun cevabını araştırdığımızda ilk olarak Hıristiyanlarla karşılaşıyoruz:



Onlar, peygamberleri konusunda öylesine aşırı gitmişlerdir ki sonunda onu tanrı edinmişlerdir. Şu anki Papa 16. Benediktus (Joseph Ratzinger) başkanlığında kurulan bir heyet tarafından hazırlanan ve bir önceki Papa 2. Jean Paul’ün imzasıyla yayımlanan Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri adlı kitaba göre:


İsa olmasaydı kâinat yaratılmazdı. Göklerde ve yeryüzünde görünen ve görünmeyen şeyler, tahtlar, egemenlikler, yönetimler ve hükümranlıklar… Her şey onun aracılığıyla ve onun için yaratılmıştır.”[[3]]



Hıristiyanlar bu fikre şu an ellerinde bulunan İncil’den ulaşmışlardır. Çünkü İncil bütün her şeyin İsa için yaratıldığını belirtir. Pavlus’un Koloselilere Mektubu’nda bu, şöyle anlatılır:

“Görünmez Tanrı'nın görünümü, bütün yaratılışın ilk doğanı O'dur.
Nitekim yerde ve gökte, görünen ve görünmeyen her şey -tahtlar, egemenlikler, yönetimler, hükümranlıklar- O'nda yaratıldı. Her şey O'nun aracılığıyla ve O'nun için yaratıldı.

Her şeyden önce var olan O'dur ve her şey varlığını O'nda sürdürmektedir.” (Koloseliler, Bölüm 1: 15–17)


“Yerde ya da gökte ilah diye adlandırılanlar varsa da -nitekim pek çok «ilah», pek çok «rab» vardır- bizim için tek bir Tanrı Baba vardır. O her şeyin kaynağıdır, bizler O'nun için yaşıyoruz. Tek bir Rab var, O da İsa Mesih'tir. Her şey O'nun aracılığıyla yaratıldı, biz de O'nun aracılığıyla yaşıyoruz.” (1.Korintliler Bölüm 8: 5–6)


Görüldüğü gibi İncil, yaratılan her şeyin İsa’nın aracılığı ile ve onun için, onun yüzü suyu hürmetine(!) yaratıldığını belirtmektedir. Öyleyse bugün böyle bir anlayışa sahip olan Hıristiyanlar, kendilerince haklı sebeplere dayanmaktadırlar! Zira –her ne kadar biz Müslümanlara göre muharref de olsa- onların mukaddes bildikleri, Allah’ın kitabı olarak kabul ettikleri kitapları, İsa’yı onlara böyle tanıtmaktadır! Bugün sıradan bir Hıristiyan’a “siz neden İsa hakkında böyle düşünüyorsunuz?” diye sorulsa onun vereceği cevap “çünkü bizim kitabımızda İsa böyle tanıtılmaktadır” olacaktır. Doğrudur; -biz kabul etmesek bile- bugün ellerinde bulunan kitapları onlara İsa’yı böyle tanıtmaktadır.


3. İLGİNÇ BENZERLİK: HAKÎKAT-İ İSEVİYYE - HAKÎKAT-İ MUHAMMEDİYE


Müşriklerin ve Hıristiyanların yanlış Peygamber tasavvurunu gördükten sonra “peki, Müslümanlarda durum nasıldır ?” sorusuna cevap vermemiz gerekiyor. Ne yazık ki peygamber hakkındaki “bu yanlış inanç, (bazı) Müslümanların inancına da karışmıştır.”[[4]] Mesela halk arasında oldukça yaygın olan ve hadis-i kutsî olarak bilinen fakat hadis âlimleri tarafından açıkça “uydurma (mevdû’ = موضوع)”[5] olduğu belirtilen “sen olmasaydın… Sen olmasaydın… Ben kâinatı yaratmazdım(لولاك لولاك لما خلقت الأفلاك= levlâke levlâke lemâ halaktu’l-eflâk)” sözü bu iddiayı haklı çıkarmaktadır.



Çünkü bazı Müslümanlar tarafından aslı astarı olmayan bu rivayete dayanılarak ilk yaratılan şeyin hakikat-ı Muhammediye olduğu, her şeyin ondan ve onun adına yaratıldığı iddia edilmiştir. Tıpkı Hıristiyanların İsa için dedikleri gibi! Muhyiddin İbnü’l-Arabî başta olmak üzere birtakım sûfîler tarafından ortaya atılan ve geliştirilen hakikat-i Muhammediye inancı, kısaca şöyle özetlenebilir:



“Vücûd-ı mutlak’ın taayyün ettiği ilk mertebeye (taayyün-i evvel) hakîkat-i Muhammediyye adı verilir. Vücûd-ı mutlak açısından bakıldığında bu mertebe var oluşun başlangıcıdır. Mevcûdat açısından bakıldığında ise gerçek yaratma (halk = خلق) fiili, vücûd-ı mutlakın hakîkat-i Muhammediyye mertebesine tenezzülünden sonra olmuş ve her şey ondan yaratılmıştır.


Hz. Peygamberin altmış üç senelik zamanla sınırlı cismanî hayatından ayrı bir varlığı daha mevcuttur. Allah’tan başka hiçbir şey yokken ilk defa hakikat-i Muhammediyye var olmuş, bütün yaratıklar bu hakikatten ve onun için halk edilmiştir (yaratılmıştır) Âlemin var olma sebebi, maddesi ve gayesi bu hakikattir. (…) Resûl-i Ekrem’in ruhu ve nuru bütün insanlardan, peygamberlerden, hatta meleklerden önce var olduğundan Peygamber insanlığın manevi babasıdır. (…) (Muhyiddin) İbnü’l-Arabî’ye göre hakikat-i Muhammediye nur olması bakımından âlemi yaratma ilkesi ve onun aslıdır. Varlık şeklinde zâhir olan ilâhî tecellinin ilk mertebesidir.” [[6]]


Menşeinin Yeni Eflatunculuktaki “logos” veya İskenderiyeli Aziz Clemens’in peygamberlik konusundaki görüşlerine dayandığı ve bunun önce Şii muhitine oradan da tasavvufa geçtiği ileri sürülen [[7] ] bu anlayışın, Kur’an’ın şekillendirdiği peygamber tasavvuru ile ne kadar uyuştuğu sorgulanmalıdır. Nitekim başta hadis ulemâsı ve Hanbelîler olmak üzere birçok âlim, Hz. Peygamberin bu şekilde anlaşılmasının onu ilahlaştırmakanlamına geleceğini söyleyerek bu inancı küfür ve şirksaymışlar, daha önceki ümmetlerin de peygamberleri konusundaki aşırılıkları sebebiyle sapıklığa düştüklerini söylemişlerdir. [[8]]


*********

[1] Mustafa İslamoğlu, Üç Muhammed, Denge Yayınları, 13. Bs., İstanbul, 2004, s: 8-13.

[2] Bkz. Seyyid Kutub, Fî Zilâli’l-Kur’ân, 12. Bs., Dâru’ş-Şurûk, 1986, C: 4, s: 1872. (Hûd Suresi 28. ayetin tefsiri)

[3] Katolik Kilisesi Din Ve Ahlak İlkeleri, Çev. Dominik Pamir, İstanbul, 2000, s: 95, par. 331.

[4] Abdulaziz Bayındır, Kur’an Işığında Aracılık Ve Şirk, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, 2005, s. 82.

[5] Muhammed b. Ali b. Muhammed eş-Şevkâni, el-Fevâidu’l-Mecmûa fi’l-Ahâdîsi’l-Mevdûa, Thk. Abdurrahman el-Muallimî, el-Mektebetu’l-İslâmî, 2. Bs., Beyrut, 1392 h., s. 326; hadis no: 1013; Molla Aliyyü’l-Kârî, el-Esrâru’l-Merfûa fi’l-Ehâdîsi’l-Mevdûa (el-Mevdûatu’l-Kübrâ), Thk: Muhammed Lütfi es-Sabbâğ, el-Mektebetu’l-İslâmî, 2. Bs., Beyrut, 1986, s: 288; hadis no: 385; İsmail b. Muhammed el-Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ, 3. bs., Beyrut, 1988, c: 2, s: 335, hadis no: 2123. Aliyyü’l-Kârî ve Aclûnî, bu hadisin senet yönünden uydurma olduğunu kabul etmekle birlikte mana yönünden sahih olduğunu söylemektedirler. Bu konu hakkında İbn Teymiye şöyle demektedir: “Bazıları yerlerin, göklerin, ayın, güneşin… kısaca her şeyin Peygamberimiz sallallâhu aleyhi ve sellem için yaratılığını iddia etmektedir. Hâlbuki böyle bir şey ne sahih ne de zayıf, hiçbir şekilde Peygamberimizden rivayet edilmemiştir. Bütün ehl-i ilim bunu böyle kabul etmiştir. Sahabeden de böyle bir söz nakledilmemiştir. Bu, söyleyeni kesinlikle belli olmayan (anonim) bir sözdür.” İbn Teymiye, Mecmûu Fetâvâ, Cem’ ve Tertîb: Abdurrahmân Muhammed b. Kâsım, c: 11, s: 96. İbn Teymiye devamla, yerlerin, göklerin, ayın, güneşin vs. insanoğlu için yaratıldığını bildiren ayetleri sıralayarak bu anlayışın doğru olmadığını açıklamaktadır.

[6] Mehmet Demirci, “Hakîkat-i Muhammediyye”, Diyanet İslam Ansiklopedisi (DİA), İstanbul, 1997, C: 15, s: 179–180.

[7] Mehmet Demirci, “Hakîkat-i Muhammediyye”, DİA, C: 15, s: 180. Hakikat-i Muhammediyye veya Nûr-u Muhammedî adı verilen bu inancın İslam dünyasına Şiilerden onlara da Yeni Eflatunculuktan geçtiği, yahut bunda Hıristiyan etkisinin veya Yunan felsefesinin bulunduğuna dair açıklamalar için bkz: Hatice K. Arpaguş, Osmanlı Halkının Geleneksel İslam Anlayışı, Ensar Neşriyat, 2. Bs., İstanbul, 2006, s: 184-186.

[8] Mehmet Demirci, “Hakîkat-i Muhammediyye”, DİA, C: 15, s: 180.

 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Makaleler - www.RasuleHasret.com

4. AŞIRILIK KARŞISINDA PEYGAMBERİMİZİN TUTUMU


Peygamberimiz sallallâhu aleyhi ve sellem, kendisi hakkında aşırı gitmemeleri konusunda zaman zaman sahabe-i kirâmı uyarmış, kendisinin de tıpkı onlar gibi bir beşer olduğunu vurgulamıştır. Hadis kitaplarında bu konu hakkında birçok hadis bulunmaktadır. Bunlardan birkaç tanesi şöyledir:​


"Hıristiyanların Meryem oğlu İsa’yı aşırı surette methettikleri gibi, sakın sizler de beni methederken aşırı gitmeyiniz. Şüphesiz ki, ben sadece bir ku­lum. Onun için bana (sadece) Allah'ın kulu ve resûlü deyiniz."[ [1]]


Enes b. Malik radıyallâhu anh’ın rivayet ettiği bir hadise göre bir adam Peygamberimize “ya seyyidî / ey efendim, ey efendimin oğlu! Ey bizim en hayırlımız, ey en hayırlımızın oğlu! Diye seslenmişti. Buna cevaben Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:​


“Ey insanlar! Allah’tan korkun. Sakın şeytan sizi aldatmasın. Ben Abdullah’ın oğlu Muhammed’im. Allah’ın kulu ve resulüyüm. Allah’a yemin ederim ki beni, Allah’ın bana verdiği makamın üstüne çıkarmanızı sevmiyorum.” [[2]]​


Peygamberimizin zevcesi olan Ümmü Seleme radıyallâhu anhâ’dan gelen bir rivayet şöyledir: Resûlullah, Ümmü Seleme’nin odasının kapısı önünde şiddetli bir kavga işitti ve dışarı çıkıp kavga edenlere şöyle dedi:​


"Şüphesiz ben de sizin gibi bir insanım. Zaman olur ki bana sizden iki hasım gelir de, biriniz haksızken diğerinden daha düzgün konuşmuş olabilir; ben de o düz­gün sözleri doğru sanarak onun lehine hükmedebilirim. Binaenaleyh kimin lehine bir Müslümanın hakkı ile hükmettimse, bilsin ki bu hak ateşten bir parçadır; ister onu alsın, ister bıraksın." [[3]]

Ebû Hureyre radıyallâhu anh’ın rivayet ettiğine göre Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem, Allah’a şöyle niyazda bulunmuştu:
“Allahım! Ben senden ahid/söz alıyorum. Elbette sen bu ahdi bozmazsın. Ben ancak bir beşerim. Dolayısıyla hangi mü’mine eziyet eder, kötü söz söyler, lanet eder veya döversem bunu onun için bir keffâret ve kıyamet gününde onu kendisiyle sana yaklaştıracağın bir ibâ­det kıl!” [[4]]
Bir gün Resulullah sallallâhu aleyhi ve sellem 4 rekâtlık bir namazı 5 rekât kıldırınca ashab-ı kirâm: “Namaza ziyâde mi yapıldı?” Diye sormuştu. Resulullah da cevaben: “Hayır, şayet namaz hak­kında yeni bir şey gelmiş olsaydı, onu mutlaka size haber verirdim. Lâkin ben de sizin gibi beşerim. Siz unuttuğunuz gibi, ben de unuturum. (Bir şey) unuttuğum zaman bana hatırlatınız.” Buyurdu ve yanıldığı için sehiv secdesi yaptı. [[5]]

Hadislerden de gayet açık bir şekilde görüldüğü gibi Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem kendinin bir beşer olduğunu unutmamaları ve kendisi hakkında aşırıya kaçmamaları yönünde sahabeye uyarılarda bulunmuştur. Çünkü O, bazı konularda olduğu gibi Peygamberlik konusunda da müslümanların ehl-i kitab’ı taklit etmelerinden endişe ediyordu.​


Ebu Saîd el-Hudrî radıyallâhu anh’ın bildirdiğine göre Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:​


Sizden öncekilerin izlerini, kuşkusuz karış karış, arşın arşın takip edeceksiniz. Onlar bir kertenkele deliğine girseler, siz de arkalarından gideceksiniz.


Dedik ki; “Onlar Yahudiler ve Hıristiyanlar mı?”


Başka kim olabilir ki! Dedi.”[[6]]​


Yukarıda İncil’den yapılan alıntı ve bazı Müslümanların İslam adına, Peygamberimizi yüceltmek adına yaptıkları, maalesef Peygamberimizin bu konudaki endişelerinin haklı çıktığını göstermiştir.​


“Peygamberimizin her zaman ve her durumda insan olduğu, Allah’ın ancak bir kulu olup yalnız ona kulluk yaptığı açık ve kesin iken, İslam’a mensup kimi çevreler onun hakkında aşırı gitmekte, kulluğa yakışmayan kimi nitelemelerle nitelemektedir. Yüce Allah, onun için ve başkaları için​


“Şüphesiz sen de öleceksin, onlar da ölecekler” (Zümer, 39/30)​


dediği halde kimileri, başka insanlardan ayırarak bedeni ve ruhu ile yaşadığı, insanlar arasında dolaştığı, rüyalarına girdiği veya toplantılarına katılarak kendileriyle konuştuğu, kendisi ile görüşüp hadis rivayetlerinin sahih olup olmadığını kendisinden sorup öğrendikleri, kabrinde diri olup kendisine yapılan seslenmeleri ve duaları işittiği gibi şeylere inanmakta ve seslendirmektedir.” [[7]]​



Öyle ki yukarıda tanımı verilen hakikat-ı Muhammediye inancında sınır tanımayan bazı sûfîler:​


“Muhammed’dir cemâl-i Hakk’a mir’ât (ayna),



Muhammed’den göründü kendi bizzat” diyerek Allah Teala’nın Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellemin bedeninden bizlere göründüğünü söyleyebilmişlerdir.[[8]]



Bununla yetinmeyip işi daha da ileri götürenler olmuştur:​


Ahmed’de gizlenen, ‘’dur. Sufiler bunu ifade etmek için perde-i mîmdeyişine sıklıkla baş vurur ve “Ahmed’deki mim perdesini kaldır da bir bak, ardında kim duruyor!” derler. Arapça’daki “Ahmed” kelimesinin yazılışındaki mim harfi kaldırılırsa, geriye “Ahad” kalır.”[[9]]​


İlk bakışta peygamberimizin Allah’la bir tutulduğu izlenimini veren bu ifadelere daha dikkatli bakıldığında, durumun zannedilenden daha vahim olduğu görülmektedir. Zira Ahad (أحد) ile Ahmed (أحمد) kelimeleri arasında farklı olarak bir mîm (م) harfi vardır. Bu fark yazılıştadır ve Ahmed’in lehinedir. Çünkü onlara göre bütün âlem o mîm harfinin içindedir!..[[10]]​


Yani mahiyet itibariyle ‘Ahmed’ (Peygamberimiz) hâşâ ‘Ahad’ (Allah)’dan bir adım öndedir!!​

Bir başka sûfi ise şunları söylemiştir:
“Allah (…) Muhammed’deki her hakikati kendi isim ve sıfatlarının hakikatinden yaratmıştır. Muhammed’in nefsini de kendi nefsinden yaratmıştır. Bir şeyin nefsi, kendisidir.”[[11]]
Bu alıntıya kitabında yer veren M. İslamoğlu, haklı olarak bu cümleleri şöyle yorumlamaktadır:
“Bu kısa alıntıda Hıristiyanlığın İsa’nın ulûhiyeti inancına benzeyen bir inançla karşı karşıyayız. “Allah, Muhammed’in nefsini kendi nefsinden yaratmıştır” ile “bir şeyin nefsi kendisidir” cümlesi birleştirilirse ne anlam ifade eder? Gerçekten de, tipik bir Hıristiyanlaşma örneği oluşturmaktadır bu metin.”[[12]]
Bazı sûfilerden yukarıda alıntılanan bu tür ifadelerin Allah’ın kulu ve elçisi olan beşer peygamber tasavvuru ile uzaktan yakından ilgisi olmadığını anlamak için insanın bir parça olsun “akletmesi gerekir” dememiz gerekirken, bu inanç sahipleri tarafından karşımıza büyük bir engel çıkarılmaktadır. O da şudur:
“Bunun böyle olduğunu idrak etmek doğrusu pek güçtür, çünkü bu meydanda akıllar kesmez olur.”[[13]]
Hâlbuki diğer taraftan Allah Teala aklını kullanmayanlar hakkında şöyle buyurur:
“Allah aklını kullanmayanların üs­tüne pislik yığar.”(Yûnus, 10/100)
Bir tarafta aklı kullanmaya azami derecede teşvik eden ve akletmeyenleri pisliğe bulaşacakları yönünde tehdit eden Allah’ın ayetleri, diğer tarafta “bu meydanda akıllar kesmez” diyerek aklı devre dışı bırakan zihniyet…
Bir de İslam’ın öğretilerine aykırı bir iş yahut bir durum söz konusu olduğunda “Hz. Muhammed’in karşısına nasıl çıkarız, onun yüzüne nasıl bakarız, ona nasıl hesap veririz?” diyen Müslümanlara da rastlanmaktadır. Bunlara söylenecek sözler şunlardır:
“Hz. Muhammed peygamberlik görevini yapmış ve Hz. Ebu Bekir’in “Kim Muhammed’e tapmışsa, Muhammed ölmüştür.” Dediği gibi, ölmüştür. İnsanlar onun huzuruna değil, Allah’ın huzuruna çıkacaklar ve yaptıklarının hesabını ona değil, Allah’a vereceklerdir. Ceza veya mükafatlarını o değil, Allah verecektir. Mevcut Hıristiyanlık’ta hemen her şey Hz. İsa’dan istendiği ve onun her şeyi yapması beklendiği gibi, Hz. Muhammed insanları yargılamayacak, insanları iyi ve kötü diye tasnif etmeyecek (…) şu veya bu şeylerden veya yerlerden kurtarmayacaktır.”[[14]]


**********
[1] Buhârî, Enbiyâ, 48.

[2] Ahmed b. Hanbel, 3/153, 241, 4/25, 40. Benzer bir hadis için bkz.: Ebû Davud, Edeb, 9.

[3] Buhari, Hıyel, 10, Mezâlim, 16, Ahkâm, 20, 29, 31.

[4] Müslim, Birr ve’s-Sıla ve’l-Âdâb, 25 (88-97).

[5] Buhari, Salât, 31; Müslim, Mesâcid, 19 (93).

[6] Buhari, İ’tisâm bi’s-Sünne, 14.

[7] İbrahim Sarmış, Hz. Muhammed’i Doğru Anlamak, Ekin Yayınları, 3. Bs., İstanbul, 2007, cilt: 1 s: 95.

[8] Cihat Arınç, “Hakk’ın En Parlak Aynası: Ahmed-i Muhammed”, Anlayış Dergisi, Nisan 2006, sayı: 35, s. 77.

[9] Cihat Arınç, “Hakk’ın En Parlak Aynası: Ahmed-i Muhammed”, s. 77.

[10] Abdulaziz Bayındır, Kur’an Işığında Aracılık Ve Şirk, s. 83.

[11] Abdülkerim el-Cîlî’nin el-İnsânu’l-Kâmil adlı eserinden naklen: Mustafa İslamoğlu, Üç Muhammed, s: 204–205.

[12] Mustafa İslamoğlu, a.g.e., s: 205.

[13] Cihat Arınç, “Hakk’ın En Parlak Aynası: Ahmed-i Muhammed”, s. 77.

[14] İbrahim Sarmış, Hz. Muhammed’i Doğru Anlamak, cilt: 1 s: 96.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Makaleler - www.RasuleHasret.com

5. ALLAH’IN PEYGAMBERİ: BEŞER RESÛL

Allah’ın bizlere öğrettiği sağlam ve her türlü aşırılıktan uzak “beşer peygamber” tasavvurunu gözden geçirmek için yine O’nun sözlerine başvurmak gerekmektedir. Çünkü kendi yarattığı ve peygamber olarak gönderdiği kişileri O’ndan daha iyi tanıyan ve tanıtan hiç kimse olamaz. Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
] “Muhammed], sadece bir resûldür / elçidir. Ondan önce de nice elçiler gelip geçmiştir.” (Âl-i İmrân, 3/144)​
]“De ki: «Fesubhânallâh! Ben beşer peygamberden başka bir şey miyim?» (İsrâ, 17/93)​
]“De ki, ben de tıpkı sizin gibi bir beşerim. Bana, ilâhınızın bir tek ilâh olduğu bildiriliyor. Artık kim Rabbine kavuş­mayı umuyorsa hemen iyi bir iş yapsın ve Rabbine ibadette kimseyi ortak etmesin.” (Kehf, 18/110)​
] “Biz seni şahit, müjdeci, uyarıcı; Allah'ın izniyle O'na çağıran, etrafını aydınlatan bir kandil olarak gönderdik.” (Ahzâb, 33/45–46)​
]“De ki: «Ben peygamberlerin ilki değilim; benim ve sizin başınıza gelecekleri bilmem; ben ancak bana vahyolunana uyarım; ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.» (Ahkâf, 46/9)​
]“De ki: Doğrusu ben (kendi başıma) size ne zarar verme ne de fayda sağlama gücüne sahibim.De ki: Gerçekten (bana bir kötülük dilerse) Allah'a karşı beni kimse himaye edemez, O'ndan başka sığınacak kimse de bulamam. Benimkisi yalnız Allah’tan olanı, onun gön­derdiklerini tebliğdir o kadar.” (Cinn, 72/21–23)​
]
]“De ki: Ben size, Allah'ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben, sadece bana vahyolunana uyarım. De ki: Kör ile gören hiç bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz?” (En’âm, 6/50)
]“De ki: Ben kendim için bile Allah dilemedikçe hiçbir şeye kadir değilim: Ne fayda sağlayabilirim, ne de gelecek bir zararı uzaklaştırabilirim. Şayet gaybı bilseydim elbette çok mal mülk elde ederdim, bana hiç fenalık da dokunmazdı. Ama ben iman edecek kimseler için sadece bir uyarıcı ve bir müjdeleyiciyim.” (A’râf, 7/188)
]“Ve seni başka değil, âlemlere bir rahmet olmak için elçi gönderdik.” (Enbiyâ, 21/107)​
Bu son ayete özellikle dikkat çekmek gerekmektedir. Bu ayette Allah Teala Peygamberimizin bir beşer/insan olarak yaratılışını değil, risâletini/elçiliğini ön plana çıkarmaktadır. Yani ayette ]“biz seni âlemlere rahmet olmak için yarattık” yerine ]“seni âlemlere rahmet olmak için resul/elçi gönderdik” buyurulmaktadır. Görüldüğü gibi bu iki cümle birbirinden tamamen farklı manalar taşımaktadır. Âlemlere rahmet olan; onun yaratılışı değil; peygamberliğidir. Bu da Peygamberimizin şahsından ziyade risaletinin ön planda tutulması gerektiğini göstermektedir.
Ayetler gayet açık ve net.. Biz, “yüzü suyu hürmetine tüm kâinatın yaratıldığı ve kendisinde Allah’ın tecelli ettiğine” inanılan insanüstü bir peygambere değil; tıpkı bizim gibi bir beşer olan ve bu yüzden bize örnek gösterilen (usve-i hasene),
- melek olmayan,
- gaybı bilmeyen,
- yeri geldiğinde Rabbinden azar işiten[[1]],
- tıpkı bizim gibi- işlediği günahları için tevbe - istiğfar etmesi istenen[[2]]
- ama bütün bunların yanında büyük bir ahlak sahibi olan[3],
- risâleti açısından âlemlere rahmet olarak gönderilen ve her yeri bu risâlet nuru ile aydınlatan beşer peygambere iman etmekle mükellefiz.

Çünkü bu, bizim imanımızın ilk şartıdır, olmazsa olmazıdır... Bir kişinin mü’min olabilmesi için öncelikle Allah’tan başka hiçbir ilah olmadığına ve Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in O’nun kulu ve resûlü/elçisi olduğuna şahitlik etmesi gerekir:
اشهد ان لا اله الا الله واشهد ان محمدا عبده و رسوله

Şahitlik etmek demek, tanıklık etmek demektir. Tanıklık ise olayı hiçbir şüpheye yer vermeksizin görmek demektir. Bu yüzden ben mü’minim diyen herkesin, Peygamberimizin Allah’ın resullüğünden önce herkes gibi bir kul (abd) olduğuna tanıklık etmesi yani bunu gözüyle görmüş gibi kesin bir şekilde bilmesi ve inanması gerekir. Onun her şeyden önce bir kul olması ise, aşırı yüceltmeci, beşer üstü bir peygamber tasavvuruna İslam’da yer olmadığının en temel göstergesidir.
Bütün bunlardan sonra bazı yanlış anlaşılmaların önüne geçmek için şu gerçeği dile getirmemiz gerekmektedir. Peygamberimiz Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in beşer vasfı –M. İslamoğlu’nun deyimiyle- bir gerçeğin yarısıdır. O, Allah’ın kulu ve elçisidir. Dolayısıyla onun beşerliği kulluğuna, peygamberliği de resullüğüne tekabül eder.[[4]]
O, muhteşem ahlakıyla, örnek kişiliğiyle (usve-i hasene), mü’minlere olan engin merhamet duygusuyla, adaletiyle, şefkatiyle… bir insan olarak yine herkesten, hepimizden üstündür.
Fakat bu üstünlük, çalışıp gayret gösterilmiş ve hak edilmiş bir üstünlüktür. İşte onun bize örnek gösterilmesinin sebebi de budur. Bunu bir kenara bırakarak onu beşer üstü bir varlık gibi görmek ve göstermek, sebebi ne olursa olsun ilk başta Resûlullah’a haksızlıktır, onun örnekliğini yok etmektir. Bu yüzden her Müslüman bütün davranışlarında olması gerektiği gibi bu konuda da dengeli ve dikkatli olmalı, Resûlullah’ı Allah’ın tanıttığı şekilde tanımalı ve her durumda onu örnek alarak yaşamaya çalışmalıdır.
*********
[1] İlgili ayetler için bkz: Enfal, 8/67–68; Tevbe, 9/43; Ahzâb, 33/37; Tahrîm, 66/1; Abese, 80/1–16.

[2] İlgili ayetler için bkz: Ğâfir, 40/55; Muhammed, 47/19; Fetih, 48/2.

[3] Kalem, 68/4.

[4] M. İslamoğlu, a.g.e., s: 217.

 
Üst Alt