Ayyüzlüm
Yeni Üyemiz
Ana gibi yâr Ola Namaz
Ana gibi yâr Ola Namaz
--------------------------------------------------------------------------------
Hasreti dillendirdiğin duvarlar dinlemedi seni. “Katreye ne anlatır yangının felsefesi.” Dünyanın vaadi yok kalbine. Huzur dilendiğin kentler dinlendirmedi seni. “Gözyaşı nerden bilsin Leylâ’ya b/akan gözü terkettiğini.” Tenin kıyıları inci mercan sunmadı cânına. İlticâ ettiği meydanlardan kovuldu ruhun. Cebini ısıtanlar yüreğinin üşümesine çare olamadı. Sevdanın aynasında bir türlü bir araya getiremedin yüzünü. Kırıldı aynalar yahut aynalara kırıldın. “Kendine batan gül dalında dikensin.” Dar vakitler tuttu ayağını hep. Dünü öldürdün; koparılmış takvim yapraklarına kefenledin. Yarının eşiğinde hep ölü buldun kendini; bir türlü bağdaş kuramadın geniş zamanların sofasına. Dünün katili diye arandın, yarının elinde kaybeden oluverdin. Vaktin daraldı. Masumiyetini onaylatacağın makamlar aradın. Bulamadın. Kirlendin, ak ellerinde çamurlar yoğurdun, pâk gözlerini karalıklara gömdün. Pişman oldun. Seni akl/ayacak, akl/andığını tescil edecek yüzler aradın. Bulamadın. İlticâların reddedildi. Yüzlerin y/amacına tutunamadın.
Koşuşturmaların arasından sıyırdı seni namaz. Bir kenara çekti. Dışarının gürültülerini kesti. Parmağını dudağına götürüp “sus!” dedi sorgulayıcı bir bakışla. Kendi içine bıraktığın seslerin elinden tuttu. Yeniden kendin(l)e konuşur eyledi seni.
Gel, gel de şimdi, boşalt cümle çığlıklarını namazın gözbebeklerine.
* * *
A(lı)cılar ayaklarını hüznün boşluğuna çekti. Yetimlikler büyüdü kederlerinin köprü altlarında. Üşüdün öylece. Kalakaldın. Tesellisiz. Sığınaksız. Dayanaksız. Sona beş kala iken elinden tuttu namaz. Seni kendine sırdaş kıldı. Tutup bedeninin her azasından, sonsuz bir kabullenmişlik içinde sarıp sarmaladı seni; ana rahmine düşer gibi düştün namazın semâsına. Abdestin pâk suyuyla çevrildi her yanın; bedenini rahmetin teselli edeceği bir sancı gibi atıverdin namazın teninden içeri... Elin elinin üstünde, el çektin dünyadan. Yüzün Kâbe’ye yapışık, yüz döndün aşağılardan. Ayakların seccadede (kıyamda/huzurda), uzaklara ittin cümle hüsranları. Elinden bir şey gelmeyen, nefesi kendine yetmeyen, kendi bedenine kıvrılmış bir cenin gibi sonsuz bir rahmetin kozasına girip arınıp çıktın secdeden. Erkence doğmuş bir bebektin dünyanın kollarında. Kalbin yaralı. Varlığın titrek. Umutların cılız...
Gel de tutun şimdi namazın sevdalarını emziren göğsüne. Dudaklarından sızan dualar kadar besle kendini, besle...
* * *
Yûsuf’leyin düştüğün dünya kuyusunda aç gözlü bezirgânların elinden aldı seni namaz. Yokluğunu ebedî varlığa aday kıldı. Karalıklarını sonsuz nurla göz göze gelmene bahane yaptı. Hüsranlarını sonsuz rahmetin b/eşiğine gül yangını diye sundu. Korkularının karasından sızan mürekkeple sonsuz kudret eline reddedilmez dilekçeler yazdı. Nefsini ve malını en güzel “müşteri”ye “en güzel karşılık”la sundu. Hatırla ki; “Allah müşteridir müminlerin nefislerine ve mallarına; cennet karşılığı [satın almak diler].”
Gel, gel de sat şimdi kendini namazın tezgâhında. Dök hüzünlerini, serp korkularını Rahman’ın secdegâhına.
* * *
Sahte kurtuluşlarla kandırılıp ucuza yağmalanmaktan korudu bedenini namaz. Sığ tesellilerin avuntusundan çekip aldı kalbini. Ödünç teveccühlerin, kısır beğenilerin, ikiyüzlü rağbetlerin çekim alanında yağmalanmaktan kurtardı yüzünü. Kimseler yüzünü bilmezken yüzüne bakıp sana etten kemikten yüz giydiren Rabb’inin “vech”inde durulttu şöhret olma heveslerini. Kimseler incecik dertlerini, gizli saklı fısıltılarını işitmezken, işitse de ciddiye almazken, dudaklarında utanarak kıpırdayan, nefeslerine acemice tutunan, tereddütlerinin yumağına sarılıp duran özlemlerini Rabb’inin rıza göğüne uçurdu namaz.
Kırık kalbin ki en iyi parçandır. Seni teninin kıyısından çeker; ruhunun inci mercanını aramaya salar. Kırık kalbin sonsuza uzaklığının belirtilerini açıklar düşlere vurgun hekimlere... Bak ki, kırıklarını sildi; yeni baştan doğurdu umutlarını namaz. Onardı seni; mahzun kalbini göğsüne aldı; bin inşirah içirdi. Nefesini göğünde ağırladı; sana yeni ruhlar bağışladı. Kuluçkaya yatırdı kanadı kırık düşlerini. Sıcağında yatıştırdı kaygılarını.
Ana gibi yâr oldu sana namaz; uzak tuttu seni cümle t/uzaklardan. Kendine a(l)dandığın günahlı kurbanları kesip attı boynundan. Her gün ah’ını rahmet serinliğine yıktı; hüsranlarına sonsuz teselliler sundu. Her günahını rahmet serinliğinde yıkadı; lekelerin ak köpüklerde yundu.
Gel, gör ki, kucağında avutur seni namaz.
SENAİ DEMİRCİ
Ana gibi yâr Ola Namaz
--------------------------------------------------------------------------------
Hasreti dillendirdiğin duvarlar dinlemedi seni. “Katreye ne anlatır yangının felsefesi.” Dünyanın vaadi yok kalbine. Huzur dilendiğin kentler dinlendirmedi seni. “Gözyaşı nerden bilsin Leylâ’ya b/akan gözü terkettiğini.” Tenin kıyıları inci mercan sunmadı cânına. İlticâ ettiği meydanlardan kovuldu ruhun. Cebini ısıtanlar yüreğinin üşümesine çare olamadı. Sevdanın aynasında bir türlü bir araya getiremedin yüzünü. Kırıldı aynalar yahut aynalara kırıldın. “Kendine batan gül dalında dikensin.” Dar vakitler tuttu ayağını hep. Dünü öldürdün; koparılmış takvim yapraklarına kefenledin. Yarının eşiğinde hep ölü buldun kendini; bir türlü bağdaş kuramadın geniş zamanların sofasına. Dünün katili diye arandın, yarının elinde kaybeden oluverdin. Vaktin daraldı. Masumiyetini onaylatacağın makamlar aradın. Bulamadın. Kirlendin, ak ellerinde çamurlar yoğurdun, pâk gözlerini karalıklara gömdün. Pişman oldun. Seni akl/ayacak, akl/andığını tescil edecek yüzler aradın. Bulamadın. İlticâların reddedildi. Yüzlerin y/amacına tutunamadın.
Koşuşturmaların arasından sıyırdı seni namaz. Bir kenara çekti. Dışarının gürültülerini kesti. Parmağını dudağına götürüp “sus!” dedi sorgulayıcı bir bakışla. Kendi içine bıraktığın seslerin elinden tuttu. Yeniden kendin(l)e konuşur eyledi seni.
Gel, gel de şimdi, boşalt cümle çığlıklarını namazın gözbebeklerine.
* * *
A(lı)cılar ayaklarını hüznün boşluğuna çekti. Yetimlikler büyüdü kederlerinin köprü altlarında. Üşüdün öylece. Kalakaldın. Tesellisiz. Sığınaksız. Dayanaksız. Sona beş kala iken elinden tuttu namaz. Seni kendine sırdaş kıldı. Tutup bedeninin her azasından, sonsuz bir kabullenmişlik içinde sarıp sarmaladı seni; ana rahmine düşer gibi düştün namazın semâsına. Abdestin pâk suyuyla çevrildi her yanın; bedenini rahmetin teselli edeceği bir sancı gibi atıverdin namazın teninden içeri... Elin elinin üstünde, el çektin dünyadan. Yüzün Kâbe’ye yapışık, yüz döndün aşağılardan. Ayakların seccadede (kıyamda/huzurda), uzaklara ittin cümle hüsranları. Elinden bir şey gelmeyen, nefesi kendine yetmeyen, kendi bedenine kıvrılmış bir cenin gibi sonsuz bir rahmetin kozasına girip arınıp çıktın secdeden. Erkence doğmuş bir bebektin dünyanın kollarında. Kalbin yaralı. Varlığın titrek. Umutların cılız...
Gel de tutun şimdi namazın sevdalarını emziren göğsüne. Dudaklarından sızan dualar kadar besle kendini, besle...
* * *
Yûsuf’leyin düştüğün dünya kuyusunda aç gözlü bezirgânların elinden aldı seni namaz. Yokluğunu ebedî varlığa aday kıldı. Karalıklarını sonsuz nurla göz göze gelmene bahane yaptı. Hüsranlarını sonsuz rahmetin b/eşiğine gül yangını diye sundu. Korkularının karasından sızan mürekkeple sonsuz kudret eline reddedilmez dilekçeler yazdı. Nefsini ve malını en güzel “müşteri”ye “en güzel karşılık”la sundu. Hatırla ki; “Allah müşteridir müminlerin nefislerine ve mallarına; cennet karşılığı [satın almak diler].”
Gel, gel de sat şimdi kendini namazın tezgâhında. Dök hüzünlerini, serp korkularını Rahman’ın secdegâhına.
* * *
Sahte kurtuluşlarla kandırılıp ucuza yağmalanmaktan korudu bedenini namaz. Sığ tesellilerin avuntusundan çekip aldı kalbini. Ödünç teveccühlerin, kısır beğenilerin, ikiyüzlü rağbetlerin çekim alanında yağmalanmaktan kurtardı yüzünü. Kimseler yüzünü bilmezken yüzüne bakıp sana etten kemikten yüz giydiren Rabb’inin “vech”inde durulttu şöhret olma heveslerini. Kimseler incecik dertlerini, gizli saklı fısıltılarını işitmezken, işitse de ciddiye almazken, dudaklarında utanarak kıpırdayan, nefeslerine acemice tutunan, tereddütlerinin yumağına sarılıp duran özlemlerini Rabb’inin rıza göğüne uçurdu namaz.
Kırık kalbin ki en iyi parçandır. Seni teninin kıyısından çeker; ruhunun inci mercanını aramaya salar. Kırık kalbin sonsuza uzaklığının belirtilerini açıklar düşlere vurgun hekimlere... Bak ki, kırıklarını sildi; yeni baştan doğurdu umutlarını namaz. Onardı seni; mahzun kalbini göğsüne aldı; bin inşirah içirdi. Nefesini göğünde ağırladı; sana yeni ruhlar bağışladı. Kuluçkaya yatırdı kanadı kırık düşlerini. Sıcağında yatıştırdı kaygılarını.
Ana gibi yâr oldu sana namaz; uzak tuttu seni cümle t/uzaklardan. Kendine a(l)dandığın günahlı kurbanları kesip attı boynundan. Her gün ah’ını rahmet serinliğine yıktı; hüsranlarına sonsuz teselliler sundu. Her günahını rahmet serinliğinde yıkadı; lekelerin ak köpüklerde yundu.
Gel, gör ki, kucağında avutur seni namaz.
SENAİ DEMİRCİ