Anlamak veya Anlamamak

ceylannur

Yeni Üyemiz
Anlamak veya Anlamamak

442.jpg



Yazılan ve konuşulanların anlayaa­mamasında pek çok sebepler olabilir. “Kavrama”yı incele­yen (kognitif) psikoloji­de yapılan araştırmaa­lara göre idrak; metnin yapısının, sosyal bağlamın ve özellikle muhatabın bilgi, uzmanlık, tecrübe, merak, motivasyon gibi özelliklerinin bir fonksiyonudur. Meselâ, Sızıntı okurlaa­rından gelen tepkilere göre teorik fizik, tıp, zo­oloji, genetik gibi uz­manlık gerektiren saha­larda, “anlama” nisbetinde bir düşüş tesbit etmek mümkündür. Hâlbuki aynı şey içtimaî ve edebî yazılar için geçerli değildir. Sızıntı okurlarının ortaokul öğrencilerinden profesörlere kadar geniş bir yelpazeyi kapladığı göz önünde tutulursa, bu farklılığın gayet normal olduğu görülecektir, zira mu­hatap kitlenin büyük bir kısmının genel dünya bilgisi, uzmanlık gerektiren sahaların terminolojisini kolaylıkla anlayabilecek seviyede değildir. Bu kitlenin çoğunluğu, ancak “somut” beyanları, yani benzetme­ler, mecazlar, anekdotlar ve müşahhas misallerle süslü metinleri kolayca idrak edebilir. O hâlde uzman müellifler, ihtisas sahalarının soyutluğunu somutlaştırıp, ünsiyet peyda edilen örneklerle mesele­leri tasvir edip, ağır terimleri izahlarla hafifleştirip teliflerini genel okuyucu seviyesine indirmelidirler ki, genele, en azından geniş kitlelere hitap edebilsinler. Tabiî bu da onların ilmî donanımlarına, vukufiyetlerine, pedagojik istidatlarına, maksatlarına, üslûp ve beyan kabiliyetlerine bağlıdır. Buna bağlı olarak, zooloji ve genetikte bile açık ve akıcı, edebiyat ve tarihte bile muğlâk ve yorucu yazılar yazılabilmektedir.

Tecrübeli öğretmenler, öğrencilerinin bir metni anlayıp anlamadıklarını hemen fark ederler, zira metni idrak eden öğrencilerin, genellikle, muhtevayla ilgili soruları cevaplandırabildiklerini, kendi ifadeleriy­le metni yeniden telif edip özetleyebildiklerini bilmektedirler. Ezoterik (kişi­nin iç dünyasına yö­nelik, enfüsî) metinleri, açık bir üslûp ve anla­şılır bir dille kaleme alınmış ve müşahhas mevzuları işleyen yazı­lardan ayıran en önemli özellik, bu metinlerin ra­hatlıkla, tekrar ifade edilip özetlenememesidir. Yani bu metinlerde geçen olaylar, şahıslar, durumlar ve nesnelere ait zihinde oluşan tem­silin, “ne hakkında” olduğuna kolay kolay ka­rar verilememektedir. Buna karşılık, metinle ilgili açık bir zihnî model inşa edildikten sonra, mânâ ve mesajları, şahsî tabirlerle beyan ve hülasa etmek hiç de zor olmamaktadır.

Bunun dışında, piyasada, binlerce kişiye ulaşan menkîbevâri eserler olduğu gibi, birkaç yüz entelektüelin birbirleriyle mektuplaşır gibi neşrettikleri yayınlarda mevcuttur. Asıl mesele, “anlaşılmazcılık” temsilcisi olup küçük bir kliğe hitap etmek değil, muhtevadan taviz vermeden olabildiğince geniş bir kitleyle sohbet etmektir. Tabiî bu hiç de kolay değil­dir. ‘Felsefe’ yapmadan, meseleleri özet hâlinde da­mıtarak sunmak, vukuf gerektirir. Sahasına vâkıf müelliflerin eserleri anlaşılamama talihsizliğine uğruyorsa, bu daha çok muhatapların performanslarından kaynaklanmaktadır. Yazarın “tenezzül” etmesi gerekliyse, okurun da en az o kadar “terakki” etmesi gereklidir.

Her bir ihtisas ehli, kendi sahasında, hür dü­şünce, başarılı bir sentez kabiliyeti ve engin bir kritik anlayışıyla, malumu îlam (bilineni tekrar belirtmek) etme sıkıntısı çekmeden, derin eserler verme imkâ­nını elde edinceye ve okuyucu da seviyesini yükseltinceye dek “anlaşılmazlık” problemi, gündemde ka­lacağa benzemektedir.

Yakup Velioğlu
 
Üst Alt