Anne Bana O'NU ANLAT
Çocuk annesine dedi ki:
"Allah nasıl bir şeydir? O'nu bana anlatır mısın, anne?"
Anne çocuğunu kucakladı, öptü ve:
"Bana sarıl, sıkıca sarıl yavrum." dedi.
Çocuk kollarını açarak annesine sıkıca sarıldı. Anne:
"Şimdi ne hissediyorsun yavrum?" diye sordu çocuğuna.
"Seni çok sevdiğimi hissediyorum, anne!"
"Yavrum, işte Allah Celle Celaluhu da böyledir; O, sevilir, hissedilerek sevilir. Sevgi, avuçta değil ki, onu başkalarına verelim."
Çocuklukta, bir insanın ruh bahçesine sevgi tohumu ekilmemişse, o insanın hem kendisi mutsuz yaşayacak, hem de başkalarını mutsuz edecektir. Eğitim, herkese kıvamınca sevgi dağıtmaktır. Sevgi verdiğimiz insanları kendimize köle etmeye kalkışmamalıyız, çünkü sevgi toprak gibidir, tohumuna göre, ağaca dönüşür. Yeryüzündeki tüm farklılıklar, Allah Celle Celaluhunun âyetlerinden birer âyettir, bu farklılıkları idrak etmek, kul bilincine ulaşmaktır. Bu bilinci ancak sevgi doğurur. Çünkü sevginin girdiği gönülden, kin, tasını tarağını toplar ve çıkar. Sevmemekle aslında kendi zindanımızı oluşturmuş oluyoruz.
Yıllar önce, yaramaz mı yaramaz bir öğrencim vardı, İsmail. Sınıfta herkesi döver, okulun eşyalarını kırar, nasihatlerimize "bana mısın" demezdi. Bir gün, sınıftaki tüm çocuklara sordum:
"Çocuklar, büyüyünce ne olmak istiyorsunuz?" Herkesin cevabı farklıydı:
"Doktor, öğretmen, mühendis…" Sıra İsmail'e gelmişti. O zamana kadar yüzü hiç kızarmayan İsmail'in yüzü kızarmış, başı yere düşmüş ve titrek bir sesle:
"Ben aşçı olmak istiyorum, öğretmenim!" deyişi var ki, hiç sevilmediği sınıftaki tüm arkadaşlarının ve benim gözlerimizi yaşartmıştı, bu cevabı. Çünkü İsmail daha iki aylıkken, babaları bir cinayete kurban gitmiş, o yaşlı dede ve babaanne tarafından büyütülmüştü. Annesi de İsmail'i beşikte bırakarak evlenmişti, bir başkasıyla ve uzak diyarlara gitmişti. Hepimizin şaşkınlığı geçtikten sonra:
"Neden İsmail, niçin aşçı olmak istiyorsun?" dedim. Verdiği cevap onun da sınıfın da kurtuluşu olmuştu; çünkü İsmail, içindeki zehri boşaltmış ve rahatlamıştı.
"Ee, öğretmenim, şimdiye kadar bir sıcak çorba içemedim ki!" Ondan sonra bütün sınıf İsmail'e sevgi ve şefkatle yaklaştı; İsmail düzeldi. Ve dediğini yaptı, aşçı oldu, şimdi mutlu bir hayat yaşıyor.
İnsan, fıtrat bahçesini dengede tutabilirse, nefis, o bahçeye gübre olur. O bahçeyi dengede tutan İslâm'dır. İslâm'sız ne sevgi olur, ne hayat. Tebessümü sadaka olarak niteleyen bir dinin mensupları, hayatlarının tüm safhalarında tebessümü değil de, kin ve nefreti kuşanarak yola çıkıyorlarsa, karanlık uçurumlara doğru yuvarlanmaları kaçınılmaz olmaz mı?
Hayatımızı yönlendiren sevginin sebepleri, türleri var mıdır? Gönüllerimizi yoklayalım:
Her canlı önce kendi nefsini, zatını sever. Kişinin kendi kendini sevmesi demek, varlığının devamını sağlaması demektir ki, bu tabi-î bir şeydir. İnsan, varlığının devamını sevdiği gibi, varlığının kemalini de sever. Nedir o? Vücudunun organları, evlad–ü iyalı, yakınları, malı–mülküdür.
Sevmenin ikinci nedeni, ihsandır, iyiliktir. Çünkü "insan, ihsanın kuludur." Bununla ilgili olarak Peygamber Sall u Aleyhi ve Sellem Efendimizin çok hoş bir duası vardır.
"Allah'ım, kötü insanın, kalbimin kendisini seveceği bir iyiliği bana yapmasını nasip etme." Evet, iyiliğe karşı sevgi, zorunlu olarak doğar ve bunu yok etmek çoğu zaman elimizde değildir.
Sevginin üçüncüsü, sevdiğini zatından ötürü sevmektir. Yani herhangi bir iyiliğinden dolayı değil, zatından hoşlandığı için onu sevmektir. Gerçek sevgi budur. Güzeli tanımak da bir başka zevktir.
Mutlak sevginin Allah Celle Celaluhu olduğunu bilen insan, yalnızca O'nu sever. Aslında O'nu sevmekle mahlûkunu da sevmiş olur. Varlığa, kalbindeki Allah'ın nuruyla bakmayan insanın bakışından zehir damlar. Mü'min ise, Allah'ın nuruyla baktığı için, onun bakışında öldürücülük yok, olduruculuk vardır.
Mecnun'un içinde bulunduğu bir topluluğa doğru, çirkin mi çirkin bir ***** gelmektedir. Oradakiler, ellerine taşı alarak köpeği taşlamak isterler. Mecnun birden ayağa fırlar ve:
"Durun!" der. "Umulur ki bu ***** Leyla'nın mahallesinden geliyordur, onu taşlamayın." Orada bulunanlar:
"Leyla'nın mahallesinden geliyorsa, ne var bunda, ***** işte!" derler. Mecnun:
"Öyle demeyin, Leyla'nın gözü ona değmişse, bu ***** benim için çok mübarektir."
Ten sevgisine düşenler şehvet kanında boğuldular da, can sevgisini kuşananlar, kanatlanıp sonsuzluğa uçtular.
Can dostu, hediye olarak Yusuf'a ayna götürmüştü. Yusuf'a götürülecek en güzel hediye aynadan başka ne olabilirdi? Yusuf'u Yusuf'a sundu.
Can aynama düşendir, sevgili. "Beni âlemlerim almadı, ama mü'min kulumun kalbi aldı." diyen Rabbimiz değil midir? Mü'min, Rabbini kalbinde taşıyan insan! Mü'mine bakarken gözün kamaşmıyor, gönlün ürpermiyorsa, sen aynanı kırmışsın.
Ebû Cehil, Peygamber Sall u Aleyhi ve Sellem'in de içinde bulunduğu bir topluluğa gelerek:
"Sen ne çirkin adamsın, seni hiç sevmiyorum ya Muhammed!" der. Resûlullah:
"Doğru söylüyorsun ey İbni Hişam!" diye karşılık verir ona. Biraz sonra Ebû Bekir (R.A) gelir huzura:
"Ya Resûl ! Sen ne güzel insansın, seni çok seviyorum." demekten kendini alamaz. Peygamber Sall u Aleyhi ve Sellem de:
"Doğru söylüyorsun, ey Ebû Bekir." diye mukabelede bulunur. O sırada orada bulunan ashab–ı kiram merakla:
"Bu ne iştir ya Resûl ! Her ikisine de aynı cevabı verdiniz" derler. Peygamber Sall u Aleyhi ve Sellem:
"Evet! Ben sizin aynanızım, bana bakan, orada kendini görür." diyerek olayı aydınlatıverir.
Yarın herkes sevgilisiyle dirilecektir. Düşünebiliyor muyuz, yanımızda kimler ve neler vardır? Gözünden ay damlatan, güneş doğuran, nice erler vardır. Güneşi, avuçlarının içinde donduran mâna, aşk ehli yanımızdan süzülüp giderken, onu tanımamak ne büyük gaflettir.
Öyleyse canını uçur yücelere. Bulutların üzerine yağmur olmadığını göreceksin, güneş sana hep gülecek.
Küçükken okuldan kaçıyordun, şimdi hayattan yani sevgiden kaçıyorsun. Hayattan sonsuzluğa açılan çok kapı vardır. Herkesin kapısı kendi sevgisince ve yeteneğincedir. Yusuf dostu, Yusuf'a ayna götürmüş. Hayatımızın, aynı zamanda aynamız olduğunu da biliyor muyuz? Yoksa senin aynanı, nefsinin nefesi buğulatmış mıdır? Bunun için mi göremiyorsun kendini?
Ayna yalnızca gözü olana sunulur, ayna sadece güzellere verilir.
"Anne, bana sevgiyi anlat!" diyen çocuk, sen adam olacaksın!
Çocuk annesine dedi ki:
"Allah nasıl bir şeydir? O'nu bana anlatır mısın, anne?"
Anne çocuğunu kucakladı, öptü ve:
"Bana sarıl, sıkıca sarıl yavrum." dedi.
Çocuk kollarını açarak annesine sıkıca sarıldı. Anne:
"Şimdi ne hissediyorsun yavrum?" diye sordu çocuğuna.
"Seni çok sevdiğimi hissediyorum, anne!"
"Yavrum, işte Allah Celle Celaluhu da böyledir; O, sevilir, hissedilerek sevilir. Sevgi, avuçta değil ki, onu başkalarına verelim."
Çocuklukta, bir insanın ruh bahçesine sevgi tohumu ekilmemişse, o insanın hem kendisi mutsuz yaşayacak, hem de başkalarını mutsuz edecektir. Eğitim, herkese kıvamınca sevgi dağıtmaktır. Sevgi verdiğimiz insanları kendimize köle etmeye kalkışmamalıyız, çünkü sevgi toprak gibidir, tohumuna göre, ağaca dönüşür. Yeryüzündeki tüm farklılıklar, Allah Celle Celaluhunun âyetlerinden birer âyettir, bu farklılıkları idrak etmek, kul bilincine ulaşmaktır. Bu bilinci ancak sevgi doğurur. Çünkü sevginin girdiği gönülden, kin, tasını tarağını toplar ve çıkar. Sevmemekle aslında kendi zindanımızı oluşturmuş oluyoruz.
Yıllar önce, yaramaz mı yaramaz bir öğrencim vardı, İsmail. Sınıfta herkesi döver, okulun eşyalarını kırar, nasihatlerimize "bana mısın" demezdi. Bir gün, sınıftaki tüm çocuklara sordum:
"Çocuklar, büyüyünce ne olmak istiyorsunuz?" Herkesin cevabı farklıydı:
"Doktor, öğretmen, mühendis…" Sıra İsmail'e gelmişti. O zamana kadar yüzü hiç kızarmayan İsmail'in yüzü kızarmış, başı yere düşmüş ve titrek bir sesle:
"Ben aşçı olmak istiyorum, öğretmenim!" deyişi var ki, hiç sevilmediği sınıftaki tüm arkadaşlarının ve benim gözlerimizi yaşartmıştı, bu cevabı. Çünkü İsmail daha iki aylıkken, babaları bir cinayete kurban gitmiş, o yaşlı dede ve babaanne tarafından büyütülmüştü. Annesi de İsmail'i beşikte bırakarak evlenmişti, bir başkasıyla ve uzak diyarlara gitmişti. Hepimizin şaşkınlığı geçtikten sonra:
"Neden İsmail, niçin aşçı olmak istiyorsun?" dedim. Verdiği cevap onun da sınıfın da kurtuluşu olmuştu; çünkü İsmail, içindeki zehri boşaltmış ve rahatlamıştı.
"Ee, öğretmenim, şimdiye kadar bir sıcak çorba içemedim ki!" Ondan sonra bütün sınıf İsmail'e sevgi ve şefkatle yaklaştı; İsmail düzeldi. Ve dediğini yaptı, aşçı oldu, şimdi mutlu bir hayat yaşıyor.
İnsan, fıtrat bahçesini dengede tutabilirse, nefis, o bahçeye gübre olur. O bahçeyi dengede tutan İslâm'dır. İslâm'sız ne sevgi olur, ne hayat. Tebessümü sadaka olarak niteleyen bir dinin mensupları, hayatlarının tüm safhalarında tebessümü değil de, kin ve nefreti kuşanarak yola çıkıyorlarsa, karanlık uçurumlara doğru yuvarlanmaları kaçınılmaz olmaz mı?
Hayatımızı yönlendiren sevginin sebepleri, türleri var mıdır? Gönüllerimizi yoklayalım:
Her canlı önce kendi nefsini, zatını sever. Kişinin kendi kendini sevmesi demek, varlığının devamını sağlaması demektir ki, bu tabi-î bir şeydir. İnsan, varlığının devamını sevdiği gibi, varlığının kemalini de sever. Nedir o? Vücudunun organları, evlad–ü iyalı, yakınları, malı–mülküdür.
Sevmenin ikinci nedeni, ihsandır, iyiliktir. Çünkü "insan, ihsanın kuludur." Bununla ilgili olarak Peygamber Sall u Aleyhi ve Sellem Efendimizin çok hoş bir duası vardır.
"Allah'ım, kötü insanın, kalbimin kendisini seveceği bir iyiliği bana yapmasını nasip etme." Evet, iyiliğe karşı sevgi, zorunlu olarak doğar ve bunu yok etmek çoğu zaman elimizde değildir.
Sevginin üçüncüsü, sevdiğini zatından ötürü sevmektir. Yani herhangi bir iyiliğinden dolayı değil, zatından hoşlandığı için onu sevmektir. Gerçek sevgi budur. Güzeli tanımak da bir başka zevktir.
Mutlak sevginin Allah Celle Celaluhu olduğunu bilen insan, yalnızca O'nu sever. Aslında O'nu sevmekle mahlûkunu da sevmiş olur. Varlığa, kalbindeki Allah'ın nuruyla bakmayan insanın bakışından zehir damlar. Mü'min ise, Allah'ın nuruyla baktığı için, onun bakışında öldürücülük yok, olduruculuk vardır.
Mecnun'un içinde bulunduğu bir topluluğa doğru, çirkin mi çirkin bir ***** gelmektedir. Oradakiler, ellerine taşı alarak köpeği taşlamak isterler. Mecnun birden ayağa fırlar ve:
"Durun!" der. "Umulur ki bu ***** Leyla'nın mahallesinden geliyordur, onu taşlamayın." Orada bulunanlar:
"Leyla'nın mahallesinden geliyorsa, ne var bunda, ***** işte!" derler. Mecnun:
"Öyle demeyin, Leyla'nın gözü ona değmişse, bu ***** benim için çok mübarektir."
Ten sevgisine düşenler şehvet kanında boğuldular da, can sevgisini kuşananlar, kanatlanıp sonsuzluğa uçtular.
Can dostu, hediye olarak Yusuf'a ayna götürmüştü. Yusuf'a götürülecek en güzel hediye aynadan başka ne olabilirdi? Yusuf'u Yusuf'a sundu.
Can aynama düşendir, sevgili. "Beni âlemlerim almadı, ama mü'min kulumun kalbi aldı." diyen Rabbimiz değil midir? Mü'min, Rabbini kalbinde taşıyan insan! Mü'mine bakarken gözün kamaşmıyor, gönlün ürpermiyorsa, sen aynanı kırmışsın.
Ebû Cehil, Peygamber Sall u Aleyhi ve Sellem'in de içinde bulunduğu bir topluluğa gelerek:
"Sen ne çirkin adamsın, seni hiç sevmiyorum ya Muhammed!" der. Resûlullah:
"Doğru söylüyorsun ey İbni Hişam!" diye karşılık verir ona. Biraz sonra Ebû Bekir (R.A) gelir huzura:
"Ya Resûl ! Sen ne güzel insansın, seni çok seviyorum." demekten kendini alamaz. Peygamber Sall u Aleyhi ve Sellem de:
"Doğru söylüyorsun, ey Ebû Bekir." diye mukabelede bulunur. O sırada orada bulunan ashab–ı kiram merakla:
"Bu ne iştir ya Resûl ! Her ikisine de aynı cevabı verdiniz" derler. Peygamber Sall u Aleyhi ve Sellem:
"Evet! Ben sizin aynanızım, bana bakan, orada kendini görür." diyerek olayı aydınlatıverir.
Yarın herkes sevgilisiyle dirilecektir. Düşünebiliyor muyuz, yanımızda kimler ve neler vardır? Gözünden ay damlatan, güneş doğuran, nice erler vardır. Güneşi, avuçlarının içinde donduran mâna, aşk ehli yanımızdan süzülüp giderken, onu tanımamak ne büyük gaflettir.
Öyleyse canını uçur yücelere. Bulutların üzerine yağmur olmadığını göreceksin, güneş sana hep gülecek.
Küçükken okuldan kaçıyordun, şimdi hayattan yani sevgiden kaçıyorsun. Hayattan sonsuzluğa açılan çok kapı vardır. Herkesin kapısı kendi sevgisince ve yeteneğincedir. Yusuf dostu, Yusuf'a ayna götürmüş. Hayatımızın, aynı zamanda aynamız olduğunu da biliyor muyuz? Yoksa senin aynanı, nefsinin nefesi buğulatmış mıdır? Bunun için mi göremiyorsun kendini?
Ayna yalnızca gözü olana sunulur, ayna sadece güzellere verilir.
"Anne, bana sevgiyi anlat!" diyen çocuk, sen adam olacaksın!