SözDüŞü
Banned
Anadili Arapça olan kavim ve ulusların ortaya koymuş oldukları edebiyat yapıtlarını kapsar. Arapça Arap Yarımadası'nda ilkçağlardan beri kullanılan bir dildir. İslam dininin ortaya çıkışından sonra yayılarak İspanya'dan Endonezya'ya kadar uzanan bir alanda 600 yıl boyunca kültür dili durumuna gelmiştir.
İslam Öncesi Dönem'de Arap Edebiyatı
Cahiliye Dönemi adı da verilen İslam Öncesi Dönem'de Arap edebiyatında şiirin özel bir yeri vardı. Devesinin sırtında uzun çöl yolculuklarına çıkan Bedeviler'in söyledikleri türküler Arap şiirinin kaynağını oluşturur. Yiğitliği sevgiyi çöl yaşamını anlatan bu türkülere deveci türküsü anlamına gelen hida denir. Göçer çöl insanının söylediği bu türküler kentlerde söylenmeye başlanınca belli değişikliklere uğrayarak kesin ölçüler kazanmıştır.
İslam öncesi Arap şiirinden günümüze kalan en önemli örnek el-Muallakatü's-Seb'a'dır (Yedi Askı). Bu şiirler Ukaz panayırında düzenlenen bir şiir yarışmasında beğenilerek Mısır ketenine yazılmış ve Kâbe'ye asılmıştı. Hidalarla benzer konuları işleyen bu şiirlerde gelişmiş bir dil ve anlatım görülür. Hangi yıllarda yazıldığı kesin olarak bilinmeyen Yedi Askı şiirlerini İmruü'l-Kays Tarafe ibnü'l-Abd (539-564) Haris bin Hilliza Amr bin Kulsum Antere bin ŞeddadZüheyr bin Ebu Sulme Lebid adlı şairler yazmıştır.
Yedi Askı şairleri dışında ünü günümüze kadar gelmiş başka şairler de vardır. Koltuğunun altında uzun bir bıçak taşıdığı için Teabata Şarran adıyla bilinen şair bunlardandır. Şiirlerinde üstüne binerek dolaştığı koçundan hayal ettiği korkunç yaratıklardan söz eder. Kurnazlığı ve savaşçılığı üzerine birçok öykü anlatılan Şanfara karşılıklı söyledikleri yergilerle ün kazanmış Evs el-Hadıra ile Zebban İslam öncesi dönemin başlıca şairlerindendir.
Bu dönemde muamma (bilmece) hayvan masalları efsane ve halk öyküleri gibi düzyazı türleri de gelişmiştir. Samar adı verilen ve kent dolaşılarak anlatılan söylence ve öyküler daha sonra yazıya geçirilmiştir.
İslam'ın İlk Dönemi ve Emeviler
İslamiyet'in kurucusu Muhammed'in döneminde ölçülü ve uyaklı bir dili olan Kuran'ın özel bir yeri vardı. Seci denen uyaklı Kuran dili özellikle ilk surelerde şiir düzeninde çok duygulu ve etkileyicidir. Önceleri şairlere karşı tavır içinde olan Muhammed daha sonra toplumdaki etkilerini görerek onlarla iyi ilişkiler içine girmiş İslamiyet'in savunuculuğunu yapan şairlerle dostluk kurmuştur. Bunlardan Hassan bin Sabit Peygamber'in şairi sanını almıştır.
Emeviler döneminde şiir dinsel konuların dışına çıkarak gündelik yaşamla da ilgilenmeye başladı. Ömer bin Abdullah Haris bin Halid Abdullah bin Ömer Cerir ve Ferezdak gibi şairler günlük yaşamla ilgili şiir ve yergileriyle ün kazandılar.
Abbasiler Dönemi
Abbasiler döneminde Bağdat bir kültür ve sanat merkezi oldu. Arapça çok geniş bir alana yayılarak kültür dili haline geldi. Halife ve zenginler bilgin ve sanatçıları desteklediler. Zenginlerin koruması altına giren şairler efendilerini öven şiirler yazıyordu. Şairlerin bir araya gelerek aralarında yarışmalar düzenlemeleri de şiirin gelişmesinde katkıda bulundu. Beşşar bin Bürd ve Ebu Nuvas zevk ve eğlenceyi konu alan şairlerin önde gelen temsilcileridir. Halid ve Sibeveyhi gibi dilciler Arapça'nın dilbilgisi kurallarını saptadılar. Yunanca'dan yapılan çeviriler yabancı kültürlerle ilişki kurulmasını sağladı.
Bu dönemde Bağdat dışında da önemli şairler yetişti. Çoğunlukla geleneğe bağlı olan şairlerden Mütenebbî (905-965) şan ve şöhret duygularını dile getiren şiirler yazdı. Ebu Temmam (804-845) kendinden önceki şairler üzerine Hamse adlı büyük bir derleme hazırladı.
Araplar'ın yazın gözde şairlerinden biri olan Ebu'l-Âlâ el-Maarri (973-1057) Suriye'de yaşadısaray şiirine karşı bir şiir anlayışı geliştirdi. Şiirlerinde dönemin toplumsal adaletsizlik acı ve ölüm gibi sorunlarını ele aldı. Bilgiye ulaşmanın yolu olarak iman yerine aklı savundu. İslam'ın cennet-cehennem anlayışını yergi diliyle eleştirdi ve saray şairlerini cennet-cehennem bekçileri diyerek alaya aldı.
Türk edebiyatını da etkileyen Tasavvuf şiiri de bu dönemde doğdu. Dinsel kurallar karşısında hoşgörü ve inanç özgürlüğünü savunan Tasavvufçular halifelerce hoş görülmeyerek cezalandırıldılar. Tasavvuf şairlerinin en ünlülerinden Hallac-ı Mansur (858-922) Tanrı'nın kendisinde yansıdığını söylediği için öldürülerek derisi yüzüldü.
Abbasiler döneminde seci denen ölçülü uyaklı düzyazı yapıtları da hızla çoğaldı. Öncelikle Kuran ayetlerini ve hadisleri yorumlamak amacıyla yazılan düzyazı savaşları anlatan yapıtlarla gelişti. Bu dönem yazarlarının en tanınmışları Ebubekir el-Harizmi (935-993) ve Hemedanî'dir (969-1008). Harirî (1054-1122) makame türünün Arap edebiyatına girmesini sağladı. Bu dönemde Basra ve Kûfe okulları ile Nizamiye medreselerinde dilbilim çalışmaları yapıldı. İlk Arapça dilbilgisi kitabı bu dönemde yazıldı. Dilbilim alanında çalışmalarıyla ünlü yazar Ebu Hayyan Türkçe üzerine de dört kitap yazdı.
Arap Edebiyatı Üzerine Bir Sunuş
“Edebiyat” sözcüğü Arapça kökenli olan “edep”ten üretilmiş Osmanlıca bir terimdir. Çağdaş Arapça’da da çok nadir olarak kullanılan bu deyim de Osmanlıca’dan alınmıştır. Osmanlı dil kalıbı içinde baktığımızda “iktisadiyat” “ictimayat” ve benzeri kelimeler gibi “edebiyat” kelimesi de sonradan uydurulmuş bir özellik taşımaktadır.
Arap edebiyatı denince akla doğal olarak şiir gelir. Gerçekten de şiir Arap edebiyatının neredeyse yüzde seksenini dolduracak bir zenginliye sahiptir. Roman ve benzeri türler Arap edebiyatı için henüz yeni sayılmaktadır. Arap şiirinin merkezinde ise “kaside” bulunmaktadır. Kasidenin seçilmesi konu olarak bir şeyi anlatmaya daha müsait oluşudur. Klasik Arap şiiri Aruz üzerinde kurgulanmaktadır. Aruz’un ilk kez kalıplaşması İslam’dan sonradır. Yaklaşık VIII. Yüzyılda İmam Halil b. Ahmet (öl. 786) isimli bir alim tarafından o zamana kadar kullanıla gelen Aruz düzenlenmiş ve ona ilmi bir içerik vermiştir. Aruz Araplara göre “ilmü’ş-şi’r” yani şiir ilmidir; manası “çadırın ortasına dikilen direk” anlamına gelmektedir. Bu Eski Türkçe’de “orda” sözcüğüne denk gelmektedir. Arapçada aruzun 19 bahiri ve 6 dairesi bulunmaktadır. İran ve Türk edebiyatında ise 14 bahir ve 4 daire vardır. Her bahir bir kalıptan birkaç neviden ve sınıflamadan oluşuyor. Örneğin hecez bahrinin birden fazla nevi vardır. İran edebiyatında hezecin 24 kalıbı gözükmektedir. Türk edebiyatında Aruz’un bütün çeşitlerini kullanan Fuzûlî’dir. Bu kalıplaşma Arapça’nın dil yapımından ileri gelmektedir.
Roman sözcüğü ise Arapça’da kullanım olarak yeni değildir. Araplar bu kelimeyi “kıssa” olarak telaffuz ederler. Kıssa örnek bir ismin üzerine kurgulanır ve onun yaşamını konu alırdı. Klasik Arapça’da bu isim genelde peygamberler olmuşlardır. “Kıssa-i Enbiya”lar serisi bir nevi “peygamberler romanı” demektir. Ama klasik “kıssa” ile günümüzde kullanılan roman karşılığı “kıssa” arasında burada üslup ve terkip farkları bulunmaktadır. En büyük farkı şuilkinde yazarın görevi sadece anlatmak ve aktarmaktır; ikincisinde ise kurgulama ve yeniden tanımlama da vardır.
“Hikaye” ise Arapça “uksûsa” demektir. Bin Bir Gece masallarında binlerce hikaye yer almaktadır. Hikaye aslında bir “kanıtlama” biçimidir. Eski düşüncede “söz” kendisi kanıttır. Yani bir şeyin nesnel tanımıdır. Örneğin “ağaç” sözü ağaç türünden bir bitkinin isim olarak kanıtıdır. Ama sözcüklerin hepsinin görülür varlık nedenleri olmayabilir. Yani soyut özellikli sözcükler de bulunmaktadır. Örneğin “hayal” sözcüğü. Varlıksal anlamda görülür bir mevcudiyeti olmayan bu sözün işlev ve gerçeklik nedenleri vardır. Hikaye işte sözcüğün bu ikincil yapısının kanıtlama biçimidir. Bu anlamda konuşan her kes hikayeci olabilir. Hikayeci olmak için “tam anlamlı” bir tanıma genişlik kazandırma yeterlidir. Örneğin bir şey konuştuğumuzda onun önemine vurguda bulunmak için bir olay anlatırız. Bu anlama genişlik kazandırmak için başvurulan ek anlatım hikayedir. Bu halk konuşmasından alınmış bir tanımlama ve kanıtlama yöntemidir. Örneğin “insan olmak onun zatinde vardır” tanımına daha geniş bir anlam kazandırmak için “eşeğe altın semer vursan yine de eşektir” misalini getirirler. Bu söylenen bir şeye ilaveten bir güç kazandırmadır. Veya “ahlaki güzelliğin” ne olduğunu anlatırken peygamberin yaş******* bir olayı örnek sunmaktır. Yani hikaye bir anlamın geniş bir alanda savunmasıdır. Bunun en tipik örneklerini günümüz düşüncesinde de buluruz.
Söz gelişi Sait Nursî’deki kanıtlama türü hikayedir. Örneğin Gençlik Rehberi risalesinde “ismin” öneminden söz ederken bir de çöle düşen iki insanın hali anlatılmaktadır. Ama ilmi açıdan kanıt olarak hikayenin sunulması sorunludur. Çünkü bir şeyin kanıtı kendisi olamadığı sürece sorunun diğer anlamlar üzerinde yayılmasına neden olmaktadır. Bu yüzden din adamlarının anlatımında sunulan hayati ve ilmi bir şeye ilişkin katılama olarak hikayeye baş vurmak üslup olarak bir eksikliktir. İşte “hikaye”nin tanımı böyle bir şeydir.
Arap edebiyatı en zengin dönemini İslam’ın ortaya çıkmasından sonra yaşamıştır. Özellikle de hicretin II. Asrından sonra muazzam bir edebiyat örneği ortaya çıkmaktadır. Ama ne denli zengin olursa olsun edebiyat son yüzyıla kadar hep seçkin öğretisi olarak kalmıştır. Arap edebiyatı Osmanlı’lar döneminde korunmuş ve etkisinden bir şey kaybetmemiştir. Arap edebiyatında görülen büyük değişim ve ona çağdaş tanımını kazandıran tarih XIX. Yüzyıldır. Bu farkı değişimi olumlu ve olumsuzluklarını ortaya koymak için Arap edebiyatını ülkelere göre izlemek en doğru olanıdır.
Söylentiye göre Arap şiirinin güçlü ve etkin olmasının sebebi olarak devamlı uzun çöl yolculukları yapan Arapların (Ki Türkçe anlamı Göçebe/Yörük’tür) deve üstündeyken söyledikleri türkülerin ahenk ve ölçülerine göre devenin hızını arttırması veya azaltmasını fark etmeleriyle başlar. Bu buluşun teknik olarak anlamı develerin müzikten anladığı şeklindedir.
Arap şiirinin bel kemiği olan ve daha sonra İslâm’ı kabul eden diğer halkların şiirlerine de sirayet eden Aruz Vezninin çıkış kaynağı da bu buluştur. Devenin attığı adımlara göre oluşturulan Aruz vezni memdud (uzun hece) ve maksur (kısa hece)’dan oluşan Tavil MedidBasit Kâmil Vefir Hezec Recez Remel Seri Munsarih Hafif Muzari Muktazab MuctasMutadarik ve Mutakarib olmak üzere on altı alt başlığa ayrılır.
Bu başlıkların da her birinin kendi içlerinde ayrı ayrı anlamları vardır. Söz gelişi; Remel sevinç ve kederi anlatırken; Seri at koşmasını anlatır. Aruz konusunda bir diğer söylenceyi de nazar-ı dikkate almak elzemdir. Aruzun babası olarak kabul edilen Halil bin Ahmed çarşıda demir döven demircilerin çekiç seslerini dinleyerek Aruz’u bulmuştur.
Ayrıca Arap halklarının yaşamları ve özellikle göçebe yaşam Arap Şiirini besleyen belli başlı unsurlardır. Bilinen başlıklarıyla Arap Şiirinde görülen türler; Hiciv Hamaset Fahr MedhRica Nesib Zühd Hikem İtab ve Gazel’den oluşur. Ayrıca Arap Şiirinde Yergi unsuru diğer kabilelere üstünlük sağlamak bakımından sıklıkla kullanılırdı. Bu şairler içinde en mühimi Zuheyr bin Canab’tır. Bilinen en eski Arap Şiiri türlerinde sıklıkla kullanılan imajlar; cin peribüyü gibi metafiziksel imajlardır. Tevrat’ta (Ahd-i Atik) geçen meşhur Balâam Laneti de bu dönemin şiirleri arasında yer bulur.
Arap Şiirinde Ölçüler: Arap Şiirinde bilinen ilk ölçü Seci’dir. Bu ölçü daha çok nesir biçiminde ve fakat kafiyeli olan yazılardı. Seci’nin devamı olarak gelişen Recez Ölçüsü ise bir kısa ve bir uzun heceden oluşan bir ölçüydü. Doğallıkla Arap Şiirinde ilk ölçü olarak Recez kabul edilir. Recez’le aynı dönem Muallakat’ul Seb’a (Yedi Askı) dönemidir. Terim ilk defa çok sonraları Hammed er-Raviye tarafından kullanıldıysa da tam anlamıyla dönemi karşılamaktadır. Yedi Askı döneminde Arap halkı tarafından beğenilen en iyi şiirler Kabe duvarına asılarak sergilenirdi. Bu şiirlere de es-Samut (İnci Gerdanlığı) adı verilirdi. Dönemin ünlü şairleri arasında İmrul Kays Tarafa Zuheyr Lebid Amr bin Gülsüm Antere el-Haris bin Hilliza Nabiga ve A’şa gibi isimler vardı. Aynı zamanda dönem Kaside türünün gerçek formuna ulaştığı dönem olarak da bilinir. Bu şiir yarışmasında İbn-i Kuteybe Kuralları olarak bilinen bazı kaideler vardı.
İmr’ul Kays’ın (Gezgin Kral/Hondoc)
“Durun
Sevgilinin ve Sıkt el-Liva’da
El-Dahul ile Havmel arasında
Tudah ve Mikrat’ın çevirdiği evinin anılarıyla
Ağlayalım.
Evi güneyden ve kuzeyden
Birbirinin aksi olarak esen rüzgârların etkisiyle
Henüz yok olmamıştır.” dizeleri veya Tarafe’nin;
“Hail bölgesinde
Duma denilen cennet gibi yerde
Yapma nakışların geriye kalanları gibi
Renkli taşlarla süslenmiş
Havle’nin terk edilmiş kısmında kalan harebelerde;
Oturdum ağladım…” dizeleri İbnü Kuteybe Normları’na uygun birer Kaside başlangıcıdır.
Daha sonra sırasıyla Feryat Yalvarma Anıları Anlatma Aşk Seyahat Binek Övme ve nihayetinde Kasidenin sonunda Kaside’nin ithaf edildiği kişiyi Övme kısmı gelirdi.
YEDİ ASKI ŞAİRLERİ
İmr’ul Kays: Yedi Askı şairleri arasında en eski ve en meşhur olanıdır. Kral olan babasını Beni Esed kalkışmasında kaybeden Kays hayatının bundan sonraki dönemini gezgin olarak sürdürmüştür. Rivayete göre Hz. Muhammed tarafından en büyük şair ünvanıyla taltif edilen şair Kral soyundan olması hasebiyle İbn Kuteybe Kurallarından sonuncusunu (Soylu bir kişinin övüldüğü bölüm) şiirlerinde uygulamaz. Kays Bizans imparatoru taarfından zehirletilmiş ve Ankara yakınlarında hayatını kaybetmiştir.
Nabiga Zobyani: IV. Munzir zamanında Hira yakınlarında doğan şair Numan Ebu Kabus zamanında Kraliçeyi bir şiirinde överken müstehcen ifadelere yer verdiği için Şam’a sürüldü. Çok zengin olan ve saraya yakınlığıyla bilinen şair Hz. Muhammed’den kısa bir süre önce Hira kentinde hayatını kaybetti.
Antere: Çöl şairi ünvanlı Antere köleyken gösterdiği kahramanlıklar sayesinde özgürlüğüne kavuştu. El Faruk savaşında tutsaklıktan kurtardığı kabilesinin kadınları sayesinde ünü Arabistan’a yayıldı. Sevgilisi Abla için yazdığı müthiş şiirlerle de bilinen ve ömrü savaşarak ve şiir okuyarak geçen Antere Tai savaşında öldürüldü.
Tarafa (Tarafe): Meşhur şiirinde yer verdiği “inatla arıyordu” dizesinden kinaye olarak anılırdı. Hiciv unsurlarını sıklıkla kullanan şair bir şiirinde kralı da hicvedince sonunu hazırladı. Kral onu ve yakın bir arkadaşını çağırarak bir görev amacıyla birer mektupla Bahreyn’e yolladı. Yolda kendi mektubu açan arkadaşı içinde ölüm fermanını görünce Bahreyn’e gitmekten vaz geçti. Kralın mektubunu açmayı doğru bulmayan mektupla beraber Bahreyn’e gitti ve orada . Şair şiirlerinde kendini örnek göstererek yaşam hakkında bilgiler verir. Çocuksu ifadeler barındıran sevimli şiirleri de mevcut olan Tarafa’nın divanı Selighson tarafından Fransızca’ya çevrilmiştir.
Zuheyr bin Ebu Sulma: Hz Muhammed’in Kasidecisi olarak bilinen ve Şairler Efendisi ünvanıyla taltif edilen Kaab Bin Zuheyr’in babasıdır. Yedi Askı döneminin Ahlakçılarındandır. Bu bakımdan şiirlerinde öğüt havası dominant unsurdur. İntihal yapmayan şairler sınıfında da zikredilen Zuheyr’in dili de oldukça sadeydi. Gatafan’da yaşayan şair Hz. Muhammed’le de karşılaşmış ve duasını almıştır. Zuheyr oldukça sert bir soyluluk anlayışına sahipti o yüzden kendisine verilen hediyeleri geri çevirirdi. Çöl yaşantısının Araplara verdiği en önemli meziyet olan gurur Zuheyr’de had safhadaydı. Ölümüne el-Hansa tarafından yakılan ağıt meşhurdur.
Alkama bin Abda: Imr’ul Kays ile şiir konusunda rekabet eden Gassani sarayına yakınlığıyla bilinen Yedi Askı dönemi şairi.
A’şa: Arap Yarımadasının en meşhur şairidir. Hz. Muhammed’den önce de sonra da Tek Tanrı inancını benimsemiş olan şair Hıristiyanlık dinine de yakın dururdu. A’şa; İmr’ul KaysZuheyr ve Nabiga ile dört büyük Arap Şairinden biri olarak kabul edilir. Batı Edebiyatında ise A’şa ve Kays en büyük iki Arap şairi olarak tanımlanır.
Hasan bin Sabit: Hz. Muhammed’in kasidecilerindendi. İslâm ülkelerinde yaygın olarak okunan Sabit’in divanı Hirschfeld tarafından da yayımlanmıştır.
Kâab bin Zuheyr: Büyük Yedi Askı şairi Zuheyr’in oğludur. Hz. Muhammed’i yeren şiirler okuması ve bu şiirlerin müthiş etkiler yapması üzerine ölüm emri çıkartılmış özür dilemesi üzerine de affedilmişti. Bir numaralı Naat olarak kabul edilen Kaside-i Bürde’nin (Banet Suat) şairidir. Hz. Muhammed’in hırkasını (bürde) verdiği şair Şairler Sultanı olarak anılır.
Mutammim: Hz. Muhammed’in vefatından sonra ayaklanan Kureyş kabileleri içinde yer alan şair Halid bin Velid’in (r.a.) kanlı bir şekilde bastırdığı kalkışma sırasında öldürüldü.
Hasan Basrî: Kuramları tartışmasız olarak bütün İslâm topraklarında kabul gören ünlü İslâm ilahiyatçısı Basrî sade ve anlaşılır şiirler yazmıştır.
İbn-i Rumî: Aslen Rum olan şair 836′da Bağdat’ta doğdu. Şiirlerinde anlatım güzelliğine önem veren şair Mutedid’in veziri Hüseyin Kasım’ı bir şiirinde yerdiği için zehirletilerek öldürüldü. Vezirle aralarında geçen konuşma meşhurdur: Zehirlendiğini anlayan İbn er-Rumî gitmek için ayağa kalkar.
Vezir: “Nereye gidiyorsun?” diye sorunca “Gönderdiğin yere.” cevabını verir. Vezirin “Babama da selâm söyle” demesi üzerine ise “Cehenneme gitmiyorum” diye yanıt verir.
İbn el-Mu’tez: Halife Mu’tez’in oğludur. Babasının ölümünden sonra Murtazabillâh ünvanıyla halife olan el-Mu’tez sadece bir gün halife kalabildi. 908 yılında asiler tarafından devrilerek boğdurularak öldürüldü. Kitab ül Bedi aslı meşhur bir eseri vardır. Öldürülen kedisi için yazdığı mersiye ünlüdür:
“Mine
Sen bizi terk ettin ve bir daha dönmeyecek misin?
Sen benim yavrum gibiydin
Seni okşamadan nasıl yaşayacağım?
Sen bizim koruyucumuzdun.”
Sadi: Gülistan ve Bostan adlı iki Şark Edebiyatı başyapıtının yazarı olan şairin Hulâgû’nun Bağdat’ı yıkması ile ilgili yazdığı mersiyesi de başyapıt olarak kabul edilir. Sadi Avrupa’da tanınan Arap şairlerin başında gelir.
Seci’li Nesir Dönemi: Cumhura göre en büyük örneği olarak Kur’an verilen kafiyeli düz yazı İslâm’ın yayılmasıyla beraber Arap Edebiyatı içinde müthiş bir gelişme gösterdi. Bu dönemin en önemli türleri; Hutbe Muhabere ve Makamat’tır. Özellikle X. yüzyılda Seci’li Nesir zirveye çıkmıştır.
İbn Nubata: Mezopotamya doğumlu vaiz. El-Hatib ünvanıyla anılırdı. Yazılarının önemli bir bölümünü savaşlara ayıran sanatçının en önemli eseri rüyada Hz. Muhammed’i gördüğünü anlattığı Rüya Mev’izesi’dir. Hutbe Mac Guckin de Slan tarafından çevrilerek Avrupa Edebiyatına kazandırılmıştır. Aynı günde kimsenin tanımadığı iki tane dervişin farklı zamanlarda kendisine gelip okudukları
“O kılıçla ölmez
Başka türlü ölecektir.
Nedenler türlüdür ama
Felâket aynen böyledir”
dizelerinden hemen sonra öldü.
Ebu Bekir el-Harizmî: Taberî’nin yeğeni olan sanatçı 935 yılında doğmuştur. Günümüze kadar gelen ilk mektup kitabının yazarıdır. Yazdığı hicivler yüzünden Gazneli Mahmud’un veziri el-Utbî’nin emriyle hapse atıldı. Resail adlı eseriyle bilinir.
Bediüzzaman el-Hamadanî: 1008 yılında öldü sanılarak gömülen yazar mezardan çıkmak için çaba sarf ederken çıkarttığı sesleri duyan çevredekiler tarafından mezarı tekrar açılarak dışarıya çıkartılmaya çalışıldı. Ancak Hamadanî’ye ulaşıldığında yazar ölmüştü. Bir kez okuduğu bir kitabı ezberine alacak denli iyi bir hafızaya sahip olmasıyla meşhurdu.
Harirî: Seci’li Nesir’in en büyük ustası olarak kabul edilen yazar Makamat türünde verdiği örneklerle şöhrete ulaşmıştır. Makamat’ın açıklaması Silvestre de Sacy tarafından yapılmıştır.
Basra ve Kûfe Ekolleri: Genişleyen İslâm devleti resmî dili olarak Arapça’yı seçmişti. Bu durum Arap Dilinin doğru bir biçimde öğretilmesi ve yaygınlaştırılması için eğitim kurumlarına duyulan ihtiyacı ortaya çıkardı. Yedi büyük hafızdan biri olarak kabul edilen İsa bin Ömer bu devrin önemli isimlerindendir. Ayrıca Gramer konusunda otorite kabul edilen Halil bin Ahmed’de döneme damgasını vuranlardandır. Sanatçının Kitab’ül Ayn adlı bir de sözlüğü bulunmaktadır. Kitab adlı eseriyle Sibaveyh Kitab’ül Müselles adlı eseriyle Kotrob ünvanlı Mustanir Kitab’ül Matalib ile Müsenna Kitab’ül Muammerin ile Hatim Muhyiddin İbn’ül ArabiAdab’ül Kâtib adlı eseriyle Kuteybe Divan’ül Adab ile Cevheri Fıh’ul Lugat adlı eseriyle Razi dönemin diğer önemli isimleridir. Aynı dönemde Profesör Ebu’l Kasım Mahmud ez-Zemahşeri Klasik Bilimler dalında sivrildi.
Kitab’ül Agani: Şarkılar Kitabı anlamına gelen eser 897 doğumlu Ebu’l Ferec tarafından yazılmıştır. Arap Edebiyatının en önemli kaynaklarından sayılan eser toplam yirmi bir cilttir. Kitapta bulunan bir çok şiir bestelenmiş olduğu için yazarına Ferec adı verilmiştir.
El-Yemenî: Çok kuvvetli bir şair olarak tanınan Necmeddin Ebu Muhammed Umara bin Ali el-Yemenî 1121′de doğdu. Selahaddin Eyyubî’ye yazdığı parlak kasidelerle bilinir. Ancak Kudüs Kralı tarafından Selahaddin Eyyubî’ye düzenlenen suikastte bulunduğu için idam edilir.
İbn Nobata Cemaleddin: 1278′de Meyyafarikin’de doğan şair. Sec’ el-Mutavvak adlı bir antolojisi kendine ait bir de Divan’ı vardır.
İbn Hicca: Azrarî lakaplı Arap şair. Bad’iyye adında Hz. Muhammed’in hırkası için yazılmış şiirleri ünlüdür. Semerat el-Evrak adında bir de antolojisi vardır.
İbn Fadlullah Ömerî: Aruz öğrenimini Şam’da tamamlayan yazarın Favazil es-Samar adlı eseri meşhurdur. Şair Recez türünde eserler vermiştir.
Ayşe el-Ba’uniyye: Hz. Muhammed için yazdığı m kafiyeli Feth el-Mübin adlı Naat ile üne kavuşan kadın şair. Çocuk eğitimiyle ilgili yazdığı Behcet el-Huld türünün ilk örneklerindendir.
Bin Bir Gece Masalları: Kitab’ül Elif Leylâ ve Leylâ adıyla ünlenen çocuklara ve yaşlılara hoş vakit geçirtme amacıyla yazılan kitapların en meşhurudur. Şehrazat ve Dinazad’ın öykülerinin anlatıldığı Hezar Efsane yazıldığı dönemde oldukça ses getirmiş günümüzde de Şark Edebiyatı denilince akla ilk gelen eserlerden olmuştur.
Cabir’in kardeşi Hayyan’ın yanındaki hayatımla
Şimdiki hayatım arasında ne benzerlik var!
A’şa
Uzun mızrakla giysisini parçaladım.
Kerim kişi mızrağa yabancı değildir.
Antere
Eğer benim bir huyum sana kötü geldiyse
Benim giysilerimi kendi giysilerinden sıyırıver kurtulursun.
İmr’ul Kays
Ali’nin gözleri ağrıdığından ilaç arıyordu
Tedavi edecek birini bulamıyordu
Resulullah tükürüğüyle onu iyileştirdi;
Derken üflenen ve üfüren mübarek oldu.
Buyurdu; bugün bayrağı öyle bir süvariye vereceğim ki
Savaşta dilâver cesur ve savunucudur.
O Allah’ı ve Allah da O’nu seviyor;
Allah sağlam kaleleri onunla fethedecektir.
Bu yüzden Ali’yi bu özelliklerle muhtas kıldı;
O’nu kendine vasi ve kardeş seçti.
*
Alıntı
İslam Öncesi Dönem'de Arap Edebiyatı
Cahiliye Dönemi adı da verilen İslam Öncesi Dönem'de Arap edebiyatında şiirin özel bir yeri vardı. Devesinin sırtında uzun çöl yolculuklarına çıkan Bedeviler'in söyledikleri türküler Arap şiirinin kaynağını oluşturur. Yiğitliği sevgiyi çöl yaşamını anlatan bu türkülere deveci türküsü anlamına gelen hida denir. Göçer çöl insanının söylediği bu türküler kentlerde söylenmeye başlanınca belli değişikliklere uğrayarak kesin ölçüler kazanmıştır.
İslam öncesi Arap şiirinden günümüze kalan en önemli örnek el-Muallakatü's-Seb'a'dır (Yedi Askı). Bu şiirler Ukaz panayırında düzenlenen bir şiir yarışmasında beğenilerek Mısır ketenine yazılmış ve Kâbe'ye asılmıştı. Hidalarla benzer konuları işleyen bu şiirlerde gelişmiş bir dil ve anlatım görülür. Hangi yıllarda yazıldığı kesin olarak bilinmeyen Yedi Askı şiirlerini İmruü'l-Kays Tarafe ibnü'l-Abd (539-564) Haris bin Hilliza Amr bin Kulsum Antere bin ŞeddadZüheyr bin Ebu Sulme Lebid adlı şairler yazmıştır.
Yedi Askı şairleri dışında ünü günümüze kadar gelmiş başka şairler de vardır. Koltuğunun altında uzun bir bıçak taşıdığı için Teabata Şarran adıyla bilinen şair bunlardandır. Şiirlerinde üstüne binerek dolaştığı koçundan hayal ettiği korkunç yaratıklardan söz eder. Kurnazlığı ve savaşçılığı üzerine birçok öykü anlatılan Şanfara karşılıklı söyledikleri yergilerle ün kazanmış Evs el-Hadıra ile Zebban İslam öncesi dönemin başlıca şairlerindendir.
Bu dönemde muamma (bilmece) hayvan masalları efsane ve halk öyküleri gibi düzyazı türleri de gelişmiştir. Samar adı verilen ve kent dolaşılarak anlatılan söylence ve öyküler daha sonra yazıya geçirilmiştir.
İslam'ın İlk Dönemi ve Emeviler
İslamiyet'in kurucusu Muhammed'in döneminde ölçülü ve uyaklı bir dili olan Kuran'ın özel bir yeri vardı. Seci denen uyaklı Kuran dili özellikle ilk surelerde şiir düzeninde çok duygulu ve etkileyicidir. Önceleri şairlere karşı tavır içinde olan Muhammed daha sonra toplumdaki etkilerini görerek onlarla iyi ilişkiler içine girmiş İslamiyet'in savunuculuğunu yapan şairlerle dostluk kurmuştur. Bunlardan Hassan bin Sabit Peygamber'in şairi sanını almıştır.
Emeviler döneminde şiir dinsel konuların dışına çıkarak gündelik yaşamla da ilgilenmeye başladı. Ömer bin Abdullah Haris bin Halid Abdullah bin Ömer Cerir ve Ferezdak gibi şairler günlük yaşamla ilgili şiir ve yergileriyle ün kazandılar.
Abbasiler Dönemi
Abbasiler döneminde Bağdat bir kültür ve sanat merkezi oldu. Arapça çok geniş bir alana yayılarak kültür dili haline geldi. Halife ve zenginler bilgin ve sanatçıları desteklediler. Zenginlerin koruması altına giren şairler efendilerini öven şiirler yazıyordu. Şairlerin bir araya gelerek aralarında yarışmalar düzenlemeleri de şiirin gelişmesinde katkıda bulundu. Beşşar bin Bürd ve Ebu Nuvas zevk ve eğlenceyi konu alan şairlerin önde gelen temsilcileridir. Halid ve Sibeveyhi gibi dilciler Arapça'nın dilbilgisi kurallarını saptadılar. Yunanca'dan yapılan çeviriler yabancı kültürlerle ilişki kurulmasını sağladı.
Bu dönemde Bağdat dışında da önemli şairler yetişti. Çoğunlukla geleneğe bağlı olan şairlerden Mütenebbî (905-965) şan ve şöhret duygularını dile getiren şiirler yazdı. Ebu Temmam (804-845) kendinden önceki şairler üzerine Hamse adlı büyük bir derleme hazırladı.
Araplar'ın yazın gözde şairlerinden biri olan Ebu'l-Âlâ el-Maarri (973-1057) Suriye'de yaşadısaray şiirine karşı bir şiir anlayışı geliştirdi. Şiirlerinde dönemin toplumsal adaletsizlik acı ve ölüm gibi sorunlarını ele aldı. Bilgiye ulaşmanın yolu olarak iman yerine aklı savundu. İslam'ın cennet-cehennem anlayışını yergi diliyle eleştirdi ve saray şairlerini cennet-cehennem bekçileri diyerek alaya aldı.
Türk edebiyatını da etkileyen Tasavvuf şiiri de bu dönemde doğdu. Dinsel kurallar karşısında hoşgörü ve inanç özgürlüğünü savunan Tasavvufçular halifelerce hoş görülmeyerek cezalandırıldılar. Tasavvuf şairlerinin en ünlülerinden Hallac-ı Mansur (858-922) Tanrı'nın kendisinde yansıdığını söylediği için öldürülerek derisi yüzüldü.
Abbasiler döneminde seci denen ölçülü uyaklı düzyazı yapıtları da hızla çoğaldı. Öncelikle Kuran ayetlerini ve hadisleri yorumlamak amacıyla yazılan düzyazı savaşları anlatan yapıtlarla gelişti. Bu dönem yazarlarının en tanınmışları Ebubekir el-Harizmi (935-993) ve Hemedanî'dir (969-1008). Harirî (1054-1122) makame türünün Arap edebiyatına girmesini sağladı. Bu dönemde Basra ve Kûfe okulları ile Nizamiye medreselerinde dilbilim çalışmaları yapıldı. İlk Arapça dilbilgisi kitabı bu dönemde yazıldı. Dilbilim alanında çalışmalarıyla ünlü yazar Ebu Hayyan Türkçe üzerine de dört kitap yazdı.
Arap Edebiyatı Üzerine Bir Sunuş
“Edebiyat” sözcüğü Arapça kökenli olan “edep”ten üretilmiş Osmanlıca bir terimdir. Çağdaş Arapça’da da çok nadir olarak kullanılan bu deyim de Osmanlıca’dan alınmıştır. Osmanlı dil kalıbı içinde baktığımızda “iktisadiyat” “ictimayat” ve benzeri kelimeler gibi “edebiyat” kelimesi de sonradan uydurulmuş bir özellik taşımaktadır.
Arap edebiyatı denince akla doğal olarak şiir gelir. Gerçekten de şiir Arap edebiyatının neredeyse yüzde seksenini dolduracak bir zenginliye sahiptir. Roman ve benzeri türler Arap edebiyatı için henüz yeni sayılmaktadır. Arap şiirinin merkezinde ise “kaside” bulunmaktadır. Kasidenin seçilmesi konu olarak bir şeyi anlatmaya daha müsait oluşudur. Klasik Arap şiiri Aruz üzerinde kurgulanmaktadır. Aruz’un ilk kez kalıplaşması İslam’dan sonradır. Yaklaşık VIII. Yüzyılda İmam Halil b. Ahmet (öl. 786) isimli bir alim tarafından o zamana kadar kullanıla gelen Aruz düzenlenmiş ve ona ilmi bir içerik vermiştir. Aruz Araplara göre “ilmü’ş-şi’r” yani şiir ilmidir; manası “çadırın ortasına dikilen direk” anlamına gelmektedir. Bu Eski Türkçe’de “orda” sözcüğüne denk gelmektedir. Arapçada aruzun 19 bahiri ve 6 dairesi bulunmaktadır. İran ve Türk edebiyatında ise 14 bahir ve 4 daire vardır. Her bahir bir kalıptan birkaç neviden ve sınıflamadan oluşuyor. Örneğin hecez bahrinin birden fazla nevi vardır. İran edebiyatında hezecin 24 kalıbı gözükmektedir. Türk edebiyatında Aruz’un bütün çeşitlerini kullanan Fuzûlî’dir. Bu kalıplaşma Arapça’nın dil yapımından ileri gelmektedir.
Roman sözcüğü ise Arapça’da kullanım olarak yeni değildir. Araplar bu kelimeyi “kıssa” olarak telaffuz ederler. Kıssa örnek bir ismin üzerine kurgulanır ve onun yaşamını konu alırdı. Klasik Arapça’da bu isim genelde peygamberler olmuşlardır. “Kıssa-i Enbiya”lar serisi bir nevi “peygamberler romanı” demektir. Ama klasik “kıssa” ile günümüzde kullanılan roman karşılığı “kıssa” arasında burada üslup ve terkip farkları bulunmaktadır. En büyük farkı şuilkinde yazarın görevi sadece anlatmak ve aktarmaktır; ikincisinde ise kurgulama ve yeniden tanımlama da vardır.
“Hikaye” ise Arapça “uksûsa” demektir. Bin Bir Gece masallarında binlerce hikaye yer almaktadır. Hikaye aslında bir “kanıtlama” biçimidir. Eski düşüncede “söz” kendisi kanıttır. Yani bir şeyin nesnel tanımıdır. Örneğin “ağaç” sözü ağaç türünden bir bitkinin isim olarak kanıtıdır. Ama sözcüklerin hepsinin görülür varlık nedenleri olmayabilir. Yani soyut özellikli sözcükler de bulunmaktadır. Örneğin “hayal” sözcüğü. Varlıksal anlamda görülür bir mevcudiyeti olmayan bu sözün işlev ve gerçeklik nedenleri vardır. Hikaye işte sözcüğün bu ikincil yapısının kanıtlama biçimidir. Bu anlamda konuşan her kes hikayeci olabilir. Hikayeci olmak için “tam anlamlı” bir tanıma genişlik kazandırma yeterlidir. Örneğin bir şey konuştuğumuzda onun önemine vurguda bulunmak için bir olay anlatırız. Bu anlama genişlik kazandırmak için başvurulan ek anlatım hikayedir. Bu halk konuşmasından alınmış bir tanımlama ve kanıtlama yöntemidir. Örneğin “insan olmak onun zatinde vardır” tanımına daha geniş bir anlam kazandırmak için “eşeğe altın semer vursan yine de eşektir” misalini getirirler. Bu söylenen bir şeye ilaveten bir güç kazandırmadır. Veya “ahlaki güzelliğin” ne olduğunu anlatırken peygamberin yaş******* bir olayı örnek sunmaktır. Yani hikaye bir anlamın geniş bir alanda savunmasıdır. Bunun en tipik örneklerini günümüz düşüncesinde de buluruz.
Söz gelişi Sait Nursî’deki kanıtlama türü hikayedir. Örneğin Gençlik Rehberi risalesinde “ismin” öneminden söz ederken bir de çöle düşen iki insanın hali anlatılmaktadır. Ama ilmi açıdan kanıt olarak hikayenin sunulması sorunludur. Çünkü bir şeyin kanıtı kendisi olamadığı sürece sorunun diğer anlamlar üzerinde yayılmasına neden olmaktadır. Bu yüzden din adamlarının anlatımında sunulan hayati ve ilmi bir şeye ilişkin katılama olarak hikayeye baş vurmak üslup olarak bir eksikliktir. İşte “hikaye”nin tanımı böyle bir şeydir.
Arap edebiyatı en zengin dönemini İslam’ın ortaya çıkmasından sonra yaşamıştır. Özellikle de hicretin II. Asrından sonra muazzam bir edebiyat örneği ortaya çıkmaktadır. Ama ne denli zengin olursa olsun edebiyat son yüzyıla kadar hep seçkin öğretisi olarak kalmıştır. Arap edebiyatı Osmanlı’lar döneminde korunmuş ve etkisinden bir şey kaybetmemiştir. Arap edebiyatında görülen büyük değişim ve ona çağdaş tanımını kazandıran tarih XIX. Yüzyıldır. Bu farkı değişimi olumlu ve olumsuzluklarını ortaya koymak için Arap edebiyatını ülkelere göre izlemek en doğru olanıdır.
Söylentiye göre Arap şiirinin güçlü ve etkin olmasının sebebi olarak devamlı uzun çöl yolculukları yapan Arapların (Ki Türkçe anlamı Göçebe/Yörük’tür) deve üstündeyken söyledikleri türkülerin ahenk ve ölçülerine göre devenin hızını arttırması veya azaltmasını fark etmeleriyle başlar. Bu buluşun teknik olarak anlamı develerin müzikten anladığı şeklindedir.
Arap şiirinin bel kemiği olan ve daha sonra İslâm’ı kabul eden diğer halkların şiirlerine de sirayet eden Aruz Vezninin çıkış kaynağı da bu buluştur. Devenin attığı adımlara göre oluşturulan Aruz vezni memdud (uzun hece) ve maksur (kısa hece)’dan oluşan Tavil MedidBasit Kâmil Vefir Hezec Recez Remel Seri Munsarih Hafif Muzari Muktazab MuctasMutadarik ve Mutakarib olmak üzere on altı alt başlığa ayrılır.
Bu başlıkların da her birinin kendi içlerinde ayrı ayrı anlamları vardır. Söz gelişi; Remel sevinç ve kederi anlatırken; Seri at koşmasını anlatır. Aruz konusunda bir diğer söylenceyi de nazar-ı dikkate almak elzemdir. Aruzun babası olarak kabul edilen Halil bin Ahmed çarşıda demir döven demircilerin çekiç seslerini dinleyerek Aruz’u bulmuştur.
Ayrıca Arap halklarının yaşamları ve özellikle göçebe yaşam Arap Şiirini besleyen belli başlı unsurlardır. Bilinen başlıklarıyla Arap Şiirinde görülen türler; Hiciv Hamaset Fahr MedhRica Nesib Zühd Hikem İtab ve Gazel’den oluşur. Ayrıca Arap Şiirinde Yergi unsuru diğer kabilelere üstünlük sağlamak bakımından sıklıkla kullanılırdı. Bu şairler içinde en mühimi Zuheyr bin Canab’tır. Bilinen en eski Arap Şiiri türlerinde sıklıkla kullanılan imajlar; cin peribüyü gibi metafiziksel imajlardır. Tevrat’ta (Ahd-i Atik) geçen meşhur Balâam Laneti de bu dönemin şiirleri arasında yer bulur.
Arap Şiirinde Ölçüler: Arap Şiirinde bilinen ilk ölçü Seci’dir. Bu ölçü daha çok nesir biçiminde ve fakat kafiyeli olan yazılardı. Seci’nin devamı olarak gelişen Recez Ölçüsü ise bir kısa ve bir uzun heceden oluşan bir ölçüydü. Doğallıkla Arap Şiirinde ilk ölçü olarak Recez kabul edilir. Recez’le aynı dönem Muallakat’ul Seb’a (Yedi Askı) dönemidir. Terim ilk defa çok sonraları Hammed er-Raviye tarafından kullanıldıysa da tam anlamıyla dönemi karşılamaktadır. Yedi Askı döneminde Arap halkı tarafından beğenilen en iyi şiirler Kabe duvarına asılarak sergilenirdi. Bu şiirlere de es-Samut (İnci Gerdanlığı) adı verilirdi. Dönemin ünlü şairleri arasında İmrul Kays Tarafa Zuheyr Lebid Amr bin Gülsüm Antere el-Haris bin Hilliza Nabiga ve A’şa gibi isimler vardı. Aynı zamanda dönem Kaside türünün gerçek formuna ulaştığı dönem olarak da bilinir. Bu şiir yarışmasında İbn-i Kuteybe Kuralları olarak bilinen bazı kaideler vardı.
İmr’ul Kays’ın (Gezgin Kral/Hondoc)
“Durun
Sevgilinin ve Sıkt el-Liva’da
El-Dahul ile Havmel arasında
Tudah ve Mikrat’ın çevirdiği evinin anılarıyla
Ağlayalım.
Evi güneyden ve kuzeyden
Birbirinin aksi olarak esen rüzgârların etkisiyle
Henüz yok olmamıştır.” dizeleri veya Tarafe’nin;
“Hail bölgesinde
Duma denilen cennet gibi yerde
Yapma nakışların geriye kalanları gibi
Renkli taşlarla süslenmiş
Havle’nin terk edilmiş kısmında kalan harebelerde;
Oturdum ağladım…” dizeleri İbnü Kuteybe Normları’na uygun birer Kaside başlangıcıdır.
Daha sonra sırasıyla Feryat Yalvarma Anıları Anlatma Aşk Seyahat Binek Övme ve nihayetinde Kasidenin sonunda Kaside’nin ithaf edildiği kişiyi Övme kısmı gelirdi.
YEDİ ASKI ŞAİRLERİ
İmr’ul Kays: Yedi Askı şairleri arasında en eski ve en meşhur olanıdır. Kral olan babasını Beni Esed kalkışmasında kaybeden Kays hayatının bundan sonraki dönemini gezgin olarak sürdürmüştür. Rivayete göre Hz. Muhammed tarafından en büyük şair ünvanıyla taltif edilen şair Kral soyundan olması hasebiyle İbn Kuteybe Kurallarından sonuncusunu (Soylu bir kişinin övüldüğü bölüm) şiirlerinde uygulamaz. Kays Bizans imparatoru taarfından zehirletilmiş ve Ankara yakınlarında hayatını kaybetmiştir.
Nabiga Zobyani: IV. Munzir zamanında Hira yakınlarında doğan şair Numan Ebu Kabus zamanında Kraliçeyi bir şiirinde överken müstehcen ifadelere yer verdiği için Şam’a sürüldü. Çok zengin olan ve saraya yakınlığıyla bilinen şair Hz. Muhammed’den kısa bir süre önce Hira kentinde hayatını kaybetti.
Antere: Çöl şairi ünvanlı Antere köleyken gösterdiği kahramanlıklar sayesinde özgürlüğüne kavuştu. El Faruk savaşında tutsaklıktan kurtardığı kabilesinin kadınları sayesinde ünü Arabistan’a yayıldı. Sevgilisi Abla için yazdığı müthiş şiirlerle de bilinen ve ömrü savaşarak ve şiir okuyarak geçen Antere Tai savaşında öldürüldü.
Tarafa (Tarafe): Meşhur şiirinde yer verdiği “inatla arıyordu” dizesinden kinaye olarak anılırdı. Hiciv unsurlarını sıklıkla kullanan şair bir şiirinde kralı da hicvedince sonunu hazırladı. Kral onu ve yakın bir arkadaşını çağırarak bir görev amacıyla birer mektupla Bahreyn’e yolladı. Yolda kendi mektubu açan arkadaşı içinde ölüm fermanını görünce Bahreyn’e gitmekten vaz geçti. Kralın mektubunu açmayı doğru bulmayan mektupla beraber Bahreyn’e gitti ve orada . Şair şiirlerinde kendini örnek göstererek yaşam hakkında bilgiler verir. Çocuksu ifadeler barındıran sevimli şiirleri de mevcut olan Tarafa’nın divanı Selighson tarafından Fransızca’ya çevrilmiştir.
Zuheyr bin Ebu Sulma: Hz Muhammed’in Kasidecisi olarak bilinen ve Şairler Efendisi ünvanıyla taltif edilen Kaab Bin Zuheyr’in babasıdır. Yedi Askı döneminin Ahlakçılarındandır. Bu bakımdan şiirlerinde öğüt havası dominant unsurdur. İntihal yapmayan şairler sınıfında da zikredilen Zuheyr’in dili de oldukça sadeydi. Gatafan’da yaşayan şair Hz. Muhammed’le de karşılaşmış ve duasını almıştır. Zuheyr oldukça sert bir soyluluk anlayışına sahipti o yüzden kendisine verilen hediyeleri geri çevirirdi. Çöl yaşantısının Araplara verdiği en önemli meziyet olan gurur Zuheyr’de had safhadaydı. Ölümüne el-Hansa tarafından yakılan ağıt meşhurdur.
Alkama bin Abda: Imr’ul Kays ile şiir konusunda rekabet eden Gassani sarayına yakınlığıyla bilinen Yedi Askı dönemi şairi.
A’şa: Arap Yarımadasının en meşhur şairidir. Hz. Muhammed’den önce de sonra da Tek Tanrı inancını benimsemiş olan şair Hıristiyanlık dinine de yakın dururdu. A’şa; İmr’ul KaysZuheyr ve Nabiga ile dört büyük Arap Şairinden biri olarak kabul edilir. Batı Edebiyatında ise A’şa ve Kays en büyük iki Arap şairi olarak tanımlanır.
Hasan bin Sabit: Hz. Muhammed’in kasidecilerindendi. İslâm ülkelerinde yaygın olarak okunan Sabit’in divanı Hirschfeld tarafından da yayımlanmıştır.
Kâab bin Zuheyr: Büyük Yedi Askı şairi Zuheyr’in oğludur. Hz. Muhammed’i yeren şiirler okuması ve bu şiirlerin müthiş etkiler yapması üzerine ölüm emri çıkartılmış özür dilemesi üzerine de affedilmişti. Bir numaralı Naat olarak kabul edilen Kaside-i Bürde’nin (Banet Suat) şairidir. Hz. Muhammed’in hırkasını (bürde) verdiği şair Şairler Sultanı olarak anılır.
Mutammim: Hz. Muhammed’in vefatından sonra ayaklanan Kureyş kabileleri içinde yer alan şair Halid bin Velid’in (r.a.) kanlı bir şekilde bastırdığı kalkışma sırasında öldürüldü.
Hasan Basrî: Kuramları tartışmasız olarak bütün İslâm topraklarında kabul gören ünlü İslâm ilahiyatçısı Basrî sade ve anlaşılır şiirler yazmıştır.
İbn-i Rumî: Aslen Rum olan şair 836′da Bağdat’ta doğdu. Şiirlerinde anlatım güzelliğine önem veren şair Mutedid’in veziri Hüseyin Kasım’ı bir şiirinde yerdiği için zehirletilerek öldürüldü. Vezirle aralarında geçen konuşma meşhurdur: Zehirlendiğini anlayan İbn er-Rumî gitmek için ayağa kalkar.
Vezir: “Nereye gidiyorsun?” diye sorunca “Gönderdiğin yere.” cevabını verir. Vezirin “Babama da selâm söyle” demesi üzerine ise “Cehenneme gitmiyorum” diye yanıt verir.
İbn el-Mu’tez: Halife Mu’tez’in oğludur. Babasının ölümünden sonra Murtazabillâh ünvanıyla halife olan el-Mu’tez sadece bir gün halife kalabildi. 908 yılında asiler tarafından devrilerek boğdurularak öldürüldü. Kitab ül Bedi aslı meşhur bir eseri vardır. Öldürülen kedisi için yazdığı mersiye ünlüdür:
“Mine
Sen bizi terk ettin ve bir daha dönmeyecek misin?
Sen benim yavrum gibiydin
Seni okşamadan nasıl yaşayacağım?
Sen bizim koruyucumuzdun.”
Sadi: Gülistan ve Bostan adlı iki Şark Edebiyatı başyapıtının yazarı olan şairin Hulâgû’nun Bağdat’ı yıkması ile ilgili yazdığı mersiyesi de başyapıt olarak kabul edilir. Sadi Avrupa’da tanınan Arap şairlerin başında gelir.
Seci’li Nesir Dönemi: Cumhura göre en büyük örneği olarak Kur’an verilen kafiyeli düz yazı İslâm’ın yayılmasıyla beraber Arap Edebiyatı içinde müthiş bir gelişme gösterdi. Bu dönemin en önemli türleri; Hutbe Muhabere ve Makamat’tır. Özellikle X. yüzyılda Seci’li Nesir zirveye çıkmıştır.
İbn Nubata: Mezopotamya doğumlu vaiz. El-Hatib ünvanıyla anılırdı. Yazılarının önemli bir bölümünü savaşlara ayıran sanatçının en önemli eseri rüyada Hz. Muhammed’i gördüğünü anlattığı Rüya Mev’izesi’dir. Hutbe Mac Guckin de Slan tarafından çevrilerek Avrupa Edebiyatına kazandırılmıştır. Aynı günde kimsenin tanımadığı iki tane dervişin farklı zamanlarda kendisine gelip okudukları
“O kılıçla ölmez
Başka türlü ölecektir.
Nedenler türlüdür ama
Felâket aynen böyledir”
dizelerinden hemen sonra öldü.
Ebu Bekir el-Harizmî: Taberî’nin yeğeni olan sanatçı 935 yılında doğmuştur. Günümüze kadar gelen ilk mektup kitabının yazarıdır. Yazdığı hicivler yüzünden Gazneli Mahmud’un veziri el-Utbî’nin emriyle hapse atıldı. Resail adlı eseriyle bilinir.
Bediüzzaman el-Hamadanî: 1008 yılında öldü sanılarak gömülen yazar mezardan çıkmak için çaba sarf ederken çıkarttığı sesleri duyan çevredekiler tarafından mezarı tekrar açılarak dışarıya çıkartılmaya çalışıldı. Ancak Hamadanî’ye ulaşıldığında yazar ölmüştü. Bir kez okuduğu bir kitabı ezberine alacak denli iyi bir hafızaya sahip olmasıyla meşhurdu.
Harirî: Seci’li Nesir’in en büyük ustası olarak kabul edilen yazar Makamat türünde verdiği örneklerle şöhrete ulaşmıştır. Makamat’ın açıklaması Silvestre de Sacy tarafından yapılmıştır.
Basra ve Kûfe Ekolleri: Genişleyen İslâm devleti resmî dili olarak Arapça’yı seçmişti. Bu durum Arap Dilinin doğru bir biçimde öğretilmesi ve yaygınlaştırılması için eğitim kurumlarına duyulan ihtiyacı ortaya çıkardı. Yedi büyük hafızdan biri olarak kabul edilen İsa bin Ömer bu devrin önemli isimlerindendir. Ayrıca Gramer konusunda otorite kabul edilen Halil bin Ahmed’de döneme damgasını vuranlardandır. Sanatçının Kitab’ül Ayn adlı bir de sözlüğü bulunmaktadır. Kitab adlı eseriyle Sibaveyh Kitab’ül Müselles adlı eseriyle Kotrob ünvanlı Mustanir Kitab’ül Matalib ile Müsenna Kitab’ül Muammerin ile Hatim Muhyiddin İbn’ül ArabiAdab’ül Kâtib adlı eseriyle Kuteybe Divan’ül Adab ile Cevheri Fıh’ul Lugat adlı eseriyle Razi dönemin diğer önemli isimleridir. Aynı dönemde Profesör Ebu’l Kasım Mahmud ez-Zemahşeri Klasik Bilimler dalında sivrildi.
Kitab’ül Agani: Şarkılar Kitabı anlamına gelen eser 897 doğumlu Ebu’l Ferec tarafından yazılmıştır. Arap Edebiyatının en önemli kaynaklarından sayılan eser toplam yirmi bir cilttir. Kitapta bulunan bir çok şiir bestelenmiş olduğu için yazarına Ferec adı verilmiştir.
El-Yemenî: Çok kuvvetli bir şair olarak tanınan Necmeddin Ebu Muhammed Umara bin Ali el-Yemenî 1121′de doğdu. Selahaddin Eyyubî’ye yazdığı parlak kasidelerle bilinir. Ancak Kudüs Kralı tarafından Selahaddin Eyyubî’ye düzenlenen suikastte bulunduğu için idam edilir.
İbn Nobata Cemaleddin: 1278′de Meyyafarikin’de doğan şair. Sec’ el-Mutavvak adlı bir antolojisi kendine ait bir de Divan’ı vardır.
İbn Hicca: Azrarî lakaplı Arap şair. Bad’iyye adında Hz. Muhammed’in hırkası için yazılmış şiirleri ünlüdür. Semerat el-Evrak adında bir de antolojisi vardır.
İbn Fadlullah Ömerî: Aruz öğrenimini Şam’da tamamlayan yazarın Favazil es-Samar adlı eseri meşhurdur. Şair Recez türünde eserler vermiştir.
Ayşe el-Ba’uniyye: Hz. Muhammed için yazdığı m kafiyeli Feth el-Mübin adlı Naat ile üne kavuşan kadın şair. Çocuk eğitimiyle ilgili yazdığı Behcet el-Huld türünün ilk örneklerindendir.
Bin Bir Gece Masalları: Kitab’ül Elif Leylâ ve Leylâ adıyla ünlenen çocuklara ve yaşlılara hoş vakit geçirtme amacıyla yazılan kitapların en meşhurudur. Şehrazat ve Dinazad’ın öykülerinin anlatıldığı Hezar Efsane yazıldığı dönemde oldukça ses getirmiş günümüzde de Şark Edebiyatı denilince akla ilk gelen eserlerden olmuştur.
Cabir’in kardeşi Hayyan’ın yanındaki hayatımla
Şimdiki hayatım arasında ne benzerlik var!
A’şa
Uzun mızrakla giysisini parçaladım.
Kerim kişi mızrağa yabancı değildir.
Antere
Eğer benim bir huyum sana kötü geldiyse
Benim giysilerimi kendi giysilerinden sıyırıver kurtulursun.
İmr’ul Kays
Ali’nin gözleri ağrıdığından ilaç arıyordu
Tedavi edecek birini bulamıyordu
Resulullah tükürüğüyle onu iyileştirdi;
Derken üflenen ve üfüren mübarek oldu.
Buyurdu; bugün bayrağı öyle bir süvariye vereceğim ki
Savaşta dilâver cesur ve savunucudur.
O Allah’ı ve Allah da O’nu seviyor;
Allah sağlam kaleleri onunla fethedecektir.
Bu yüzden Ali’yi bu özelliklerle muhtas kıldı;
O’nu kendine vasi ve kardeş seçti.
*
Alıntı