[FLASH]http://www.360derecetarsus.com/data/media/28/tarsus-eshabikehf-magarasi-2.swf[/FLASH]
[FLASH]http://www.360derecetarsus.com/data/media/28/tarsus-eshabikehf-magarasi.swf[/FLASH]
ASHAB-I KEHF (YEDİ UYUYANLAR!)
"Ashab-ı kehf”, mağara arkadaşları demektir. Kurânı Kerim’de bu olayı anlatan "Kehf” isminde bir sure vardır ve bu surede, vakti zamanında bulundukları bölgenin yöneticilerinin şerrinden kurtulmak için bir mağaraya sığınan ve orada Allah’ın bir mucizesi olarak uzun yıllar (belki iki üç yüz yıl) uyuyan, sonra uyandırılan geçler grubundan söz edilir. (Bkz. Kehf Suresi 9-26).
Allah bu olayı bize naklederken bu gençlerin sayıları konusundaki tartışmaların delilsiz iddialardan ibaret olduğunu söyler. Hangi tarihte ve kimin zamanında yaşadıklarından da söz etmez. O halde olayın bu kabil teferruatı önemli değildir. Hatta bunlara "Yedi uyuyanlar” denmesi de doğru olmamalıdır. Çünkü sayılarının yedi olduğu konusunda kesin bir delil yoktur. Önemli olan bu kıssanın verdiği derslerdir. Bunun için şunları söyleyebiliriz:
Olayın nerede cereyan ettiği kesin değildir. En kuvvetli ihtimal, Efes’te gerçekleştiğidir. Ancak olayın geçtiği yer olarak Tarsus, Kurtuba, Filistin, Azerbaycan ve daha başka yerler de zikredilir. Bu farklılığın iki anlamı olabilir: Muhtemeldir ki, tarihi süreç içerisinde her sahih dinin böyle bir fütüvvet /gençlik hareketi, dayanılmaz baskılar ve hicret olmuştur. Ya da böyle bir olayın kahramanlarını herkes sahiplenmek istediğinden Yunus’un kabri gibi birden çok yerde Ashabı Kehf makamları oluşturulmuştur.
Bu ayetlerin indirilme anı, Mekkeli müşriklerin müslümanlara karşı tavırlarını sertleştirdikleri bir zamana rastlar. Bununla müslümanlara bir teselli verilmek istenmiş olmalıdır. Sizden önce bu dava uğrunda çok daha büyük sıkıntılar yaşayanlar olmuştur. Siz de bu sıkıntılara dayanmalısınız, çilesiz başarı olmaz denmek istenmiştir.
Hiçbir yüce dava benzer bir çile dönemi ve bu çileyi üstlenenler olmadan gelişip yaşayamaz. Bu çilede özellikle hicret ve yurdunu terketme fedakârlığı bulunmalıdır.
Kurânı Kerim onlardan, "bir grup genç” (fitye) diye söz eder. Demek ki, böyle zorlu anlarda İslam’ı anlatma işini öncelikle gençler yüklenmelidirler. Buna başkaları tahammül edemeyebilir. Osmanlıdaki Fütüvvet teşkilatı da gençlerden oluşan bir esnaf dayanışma örgütüdür ve Fütüvvet bu kelimeden alınmadır.
Olay muhtemelen M.S. 250 civarlarında, Romalıların Hz. İsa’ya inanan müslümanlara karşı dayanılmaz işkenceler uyguladıkları bir zamanda gerçekleşmiştir. Ve bu gençlerin mağarada uyutulmaları yaklaşık 300 sene sürmüştür. Bu süre içerisinde Hıristiyanlık yayılmış, Bizans’ın resmi dini olmuş, hatta bozulmaya bile başlamıştır. İznik ve Efes’teki meşhur iki Konsil bu esnada yapılmıştır.
Kurânı Kerim’deki, "mağaralarında üç yüz artı, dokuz yıl kaldılar” (Ayet: 25) ifadesi Abdullah b. Abbas’a göre, Allah’ın bir hükmü değil, onların hakkında tartışanların söyledikleri delilsiz bir sözdür. Çünkü hemen ardından Allah şöyle der: "Ne kadar kaldıklarını Allah bilir”. O halde sayıları gibi, kaç yıl uyutuldukları da belli değildir.
Süryani kaynaklarına göre bu olayın meydana geldiği dönemde Efes'te ahiretle ve tekrar dirilişle ilgili ateşli tartışmalar hüküm sürüyordu. Bunun yanı sıra şehrin büyük bir çoğunluğunu meydana getiren Yahudilerin Sadukî mezhebi ahireti inkâr ediyor ve buna Tevrat'tan dayanaklar bulmaya çalışıyorlardı. Bu mucize olay yeniden dirilmenin mümkün ve Allah için kolay olduğunu gösterdiği gibi, müslümanlara da ahiret inanmanın önemin hatırlattı. Çünkü dinlerde dünyevileşme arttıkça, ahiret inancı zayıflar.
Olayı anlatmaya başlarken Allah önce, yeryüzünü içinde yarattıklarıyla süslediğine dikkat çeker (Ayet: 7-8), sonra da: "Kehf ve Rakîm ashabını bizim ilginç mucizelerimizden mi sanıyorsun!” buyurur. (Ayet: 9). Bunun bir anlamı şu olsa gerektir: Yeryüzünde yarattıklarımız içerisinde, iyi okumanız halinde, öyle mükemmellikler vardır ki, Ashab-ı Kehf olayı bile onların yanında küçük kalır.
Mağara arkadaşları öldükten sonra onların mezarları başında iki grubun tartıştığını ve galip gelen tarafın onların üzerine bir mescit yapılmasını istediğini görürüz. (Ayet: 21). Ne yazık ki bazı müslümanlar, bu ayetten yola çıkarak Kurân'ın; salihlerin ve azizlerin mezarlarına anıtlar, türbeler, mescitler, tapınaklar inşa etmeye izin verdiğini sanmaktadırlar. Oysa Mevdudi’nin dediği gibi, bu galip gelen taraf o zaman bozulan Hıristiyanlığı temsil edenlerdir. Kaldı ki, böyle bir işin meşru olmadığını gösteren sayısız hadisi şerifler vardır..........
[FLASH]http://www.360derecetarsus.com/data/media/28/tarsus-eshabikehf-magarasi.swf[/FLASH]
ASHAB-I KEHF (YEDİ UYUYANLAR!)
"Ashab-ı kehf”, mağara arkadaşları demektir. Kurânı Kerim’de bu olayı anlatan "Kehf” isminde bir sure vardır ve bu surede, vakti zamanında bulundukları bölgenin yöneticilerinin şerrinden kurtulmak için bir mağaraya sığınan ve orada Allah’ın bir mucizesi olarak uzun yıllar (belki iki üç yüz yıl) uyuyan, sonra uyandırılan geçler grubundan söz edilir. (Bkz. Kehf Suresi 9-26).
Allah bu olayı bize naklederken bu gençlerin sayıları konusundaki tartışmaların delilsiz iddialardan ibaret olduğunu söyler. Hangi tarihte ve kimin zamanında yaşadıklarından da söz etmez. O halde olayın bu kabil teferruatı önemli değildir. Hatta bunlara "Yedi uyuyanlar” denmesi de doğru olmamalıdır. Çünkü sayılarının yedi olduğu konusunda kesin bir delil yoktur. Önemli olan bu kıssanın verdiği derslerdir. Bunun için şunları söyleyebiliriz:
Olayın nerede cereyan ettiği kesin değildir. En kuvvetli ihtimal, Efes’te gerçekleştiğidir. Ancak olayın geçtiği yer olarak Tarsus, Kurtuba, Filistin, Azerbaycan ve daha başka yerler de zikredilir. Bu farklılığın iki anlamı olabilir: Muhtemeldir ki, tarihi süreç içerisinde her sahih dinin böyle bir fütüvvet /gençlik hareketi, dayanılmaz baskılar ve hicret olmuştur. Ya da böyle bir olayın kahramanlarını herkes sahiplenmek istediğinden Yunus’un kabri gibi birden çok yerde Ashabı Kehf makamları oluşturulmuştur.
Bu ayetlerin indirilme anı, Mekkeli müşriklerin müslümanlara karşı tavırlarını sertleştirdikleri bir zamana rastlar. Bununla müslümanlara bir teselli verilmek istenmiş olmalıdır. Sizden önce bu dava uğrunda çok daha büyük sıkıntılar yaşayanlar olmuştur. Siz de bu sıkıntılara dayanmalısınız, çilesiz başarı olmaz denmek istenmiştir.
Hiçbir yüce dava benzer bir çile dönemi ve bu çileyi üstlenenler olmadan gelişip yaşayamaz. Bu çilede özellikle hicret ve yurdunu terketme fedakârlığı bulunmalıdır.
Kurânı Kerim onlardan, "bir grup genç” (fitye) diye söz eder. Demek ki, böyle zorlu anlarda İslam’ı anlatma işini öncelikle gençler yüklenmelidirler. Buna başkaları tahammül edemeyebilir. Osmanlıdaki Fütüvvet teşkilatı da gençlerden oluşan bir esnaf dayanışma örgütüdür ve Fütüvvet bu kelimeden alınmadır.
Olay muhtemelen M.S. 250 civarlarında, Romalıların Hz. İsa’ya inanan müslümanlara karşı dayanılmaz işkenceler uyguladıkları bir zamanda gerçekleşmiştir. Ve bu gençlerin mağarada uyutulmaları yaklaşık 300 sene sürmüştür. Bu süre içerisinde Hıristiyanlık yayılmış, Bizans’ın resmi dini olmuş, hatta bozulmaya bile başlamıştır. İznik ve Efes’teki meşhur iki Konsil bu esnada yapılmıştır.
Kurânı Kerim’deki, "mağaralarında üç yüz artı, dokuz yıl kaldılar” (Ayet: 25) ifadesi Abdullah b. Abbas’a göre, Allah’ın bir hükmü değil, onların hakkında tartışanların söyledikleri delilsiz bir sözdür. Çünkü hemen ardından Allah şöyle der: "Ne kadar kaldıklarını Allah bilir”. O halde sayıları gibi, kaç yıl uyutuldukları da belli değildir.
Süryani kaynaklarına göre bu olayın meydana geldiği dönemde Efes'te ahiretle ve tekrar dirilişle ilgili ateşli tartışmalar hüküm sürüyordu. Bunun yanı sıra şehrin büyük bir çoğunluğunu meydana getiren Yahudilerin Sadukî mezhebi ahireti inkâr ediyor ve buna Tevrat'tan dayanaklar bulmaya çalışıyorlardı. Bu mucize olay yeniden dirilmenin mümkün ve Allah için kolay olduğunu gösterdiği gibi, müslümanlara da ahiret inanmanın önemin hatırlattı. Çünkü dinlerde dünyevileşme arttıkça, ahiret inancı zayıflar.
Olayı anlatmaya başlarken Allah önce, yeryüzünü içinde yarattıklarıyla süslediğine dikkat çeker (Ayet: 7-8), sonra da: "Kehf ve Rakîm ashabını bizim ilginç mucizelerimizden mi sanıyorsun!” buyurur. (Ayet: 9). Bunun bir anlamı şu olsa gerektir: Yeryüzünde yarattıklarımız içerisinde, iyi okumanız halinde, öyle mükemmellikler vardır ki, Ashab-ı Kehf olayı bile onların yanında küçük kalır.
Mağara arkadaşları öldükten sonra onların mezarları başında iki grubun tartıştığını ve galip gelen tarafın onların üzerine bir mescit yapılmasını istediğini görürüz. (Ayet: 21). Ne yazık ki bazı müslümanlar, bu ayetten yola çıkarak Kurân'ın; salihlerin ve azizlerin mezarlarına anıtlar, türbeler, mescitler, tapınaklar inşa etmeye izin verdiğini sanmaktadırlar. Oysa Mevdudi’nin dediği gibi, bu galip gelen taraf o zaman bozulan Hıristiyanlığı temsil edenlerdir. Kaldı ki, böyle bir işin meşru olmadığını gösteren sayısız hadisi şerifler vardır..........
Son düzenleme: