Ben Çilemden Öğrendim Herşeyi
Dertler, sıkıntılar, ızdıraplar. Hayatın acı gerçekleridir. Söylerken bile insanın içini karartan, ruhunu sıkan cümlecikler. Bir, iki harften oluşan ama anlatıla anlatıla bitmeyen nesneler. Eskiler ne güzel söylemiş:
“Halının tozu, dertlinin sözü bitmez” diye.
Bitmez dostlar gerçektende bitmez. Dünya bitesiye kadar dertlerde bitmeyecek. Bunu bizler değil “Sizi denemek için hayatı ve ölümü yarattık” buyuran Rabbimiz bildiriyor. Dünya bir imtihan olduğuna göre imtihanın sıkıntıları da imtihan sonuna kadar devam eder öyle değil mi? Ama bu dertlere hep görünün ön yüzünden değil de üstünden, altından biraz da yan taraflarından bakalım. Her çirkinde bir güzellik yaratan Rabbim bu çekilmez, dayanılamaz dediğimiz dertlerde de aslında büyük mutluluklar yaratmıştır. Karanlık zindanların arkasında krallıklar veren, ızdırap verici ayrılıklardan doyumsuz vuslatlar yaşatan Rabbim; “Sizin hayır bildiğinizde şer, şer bilğinizde hayır vardır” derken belki de şikayet etmememizi, rıza elbisesini kuşanmamızı istiyor. Ne dersiniz?`
Dert acıdır, ama güzeldir dostlar, güzeldir. Dert adamı adam eder. Izdıraplar insanı günahlardan temizler. Çileler bizi özbenliğimizden uzaklaştıran herşeyi ayıklar. Ruhumuzu zehirleyen hırslardan, kalbimizi harabeden ihtiraslardan arındırır. Huzurda ve rahatlıkta alamadığımız tatları ve güzel kokuları çile çektikçe alır, çile çektikçe yudumlarız. İçimizdeki buz kütlelerinden oluşan gururumuzu çile kandiliyle yakar, eritir. Dünyanın harâb ettiği ruhumuzu çile merhemiyle tedavi ederiz. Ve belkide sonunda “Seviyorum! Seviyorum! Karanlık gecelerde sırdaşım olan derdimi çok seviyorum. Mutluyum! Hemde Rabbimin tanıttığı cennete dünyada girmişcesine mutluyum. Çünkü bunlar; bana gül Nebimizi hatırlatıyor. Küçük de olsa ona benziyorum. Benzedikçe O’nun kokusunu alıyorum. Sünneti, Sünnetullah’ı yaşıyorum. Dertlerim, yakaladığım ve Aşık olduğum Sevgili... Ayırmayın beni ondan!” diye haykırmak isteriz.
Evet Dostlar! Söyleyin şimdi; Bedeninize kat kat duvar gibi çekilen servetlerle, sıcacık yuvalarınızda mutlulukla, rahatınızla o Nebi’ye ümmet olduğumuzu O’na benzediğmizi söyleyebilir miyiz? O Aşığı bulabilir, ruh kalelerimizi fethedebilir miyiz? İyi bilelim ki; yumuşacık koltuklarda, mutluluktan attığımız kahkahalar gerçekte saadet alâmeti değildir, Aşksız cesedimizin ızdırapsız derinliklerinden çıkan kara bir dumandır. Saray gibi evlerimizde, yemekli toplantılarla, eğlenceli günlerle o Matlub bulunmaz, Sevgili aranmaz. Sevgili garib evlerde, fakir sofralarda, mahzun gönüllerde dolaşır. Unutma ki; ciğerpâresi kızının evine bile dünyalık bir örtüden dolayı girmemiş “Benim dünyalıklarla işim yok” diye kapıdan dönmüştür. Büyük dost da yalnızdır. “Ben hiçbir yere sığmam mü’min kulumun gönlüne sığarım” diyen Mevlamızı da yalnızlıkla ve seherlerde bulmalıyız.
Unutma ki Efendimiz (s.a.)’in gıpta ettiği model mü’minde; dünyada nasibi az olan namazdan pay sahibi ve cemiyette gizli kalmış mahzun şahsiyetlerdir. Bizler de dertlerimizle Meryem gibi sıkılmalı, Nuh gibi titreyip “Bittim Ya Rabbi” demeli. Musa gibi “Aman ’ım” gönülden ve yanarak söylemeliyiz. Rabbimizi bulmak için İbrahim Ethem gibi herşeyleri serivermeliyiz yollarına...`
Beden baltalanmadan Ruh denizine inmek mümkün olmaz dostlarım. Önce ızdıraplara, çilelere gönlü açmalısınki vuslata giden sokağa girebilesin. Arkasındaki büyük güzellikleri görerek Izdırabı sevmelisin. Rabbinden gelene şikâyet etme. “Acılardan usandım yeter” deme; Şunu bil ki Izdırabı sevmeyenler bedbahtlardır. Hazlarınla bedenin huzurunu tamamlayayım dersen aşkın yolunu tıkamış olursun. Kalbin hiç kırılmadan öleyim dersen hiç yaşamamış olursun. Kalbin kırıla kırıla Rabbe yaklaşmalısın. Dikenlikten gül toplar gibi acılar bahçesinden kendine acı aramalısın. Acıları tattıkça gafillerden sıyrılıp salihlerin derecesine girmelisin ki; adım adım vuslata ermenin hazzını yaşayabilesin. Sık sık ölmelisin ki dirilesin. Unutmaki gündüzler geceden, baharlar çetin kıştan çıkar. Hem de düşman kılıncıyla ölmek bir şey mi, ölümün bol lezzetini almak istiyorsan, aşığa gerçekten mecnuncasına koşmak istiyorsan her gün dost eliyle, dost diliyle ölmelisin.
Kaderim, alın yazım. Kutsal çilem. Beni vuslata ulaştıran o gizemli gecelerde beni bekleyen, hasretimle kavuşturan, o gönlümün derinliklerinden gelen yakarışlarla yalvarttıran çilem. Bana o kadar çok şey öğrettin ki, kırk gün değil bir ömür kölen olsam yine de yetmez. Beni öyle güzel eğittin ki; çok uzak olduğum tatları buldurttun. Kuru bir ilimden aşka erdirdin.
Ben çilemden öğrendim herşeyi. Beni bazı gecelerde beyaz birata bindirip dünyaları gezdirdi. Bazı günlerde bir kuş olup, başka alemlere ötelere yükseltti. Bazen de bir kılınç olup derin derin maden ocaklarına indirdi. Neler gösterdi neler. Ehil bir üstad gibi ders verdi. Bir ahlak hocam olup terbiye etti. Beni bana tanıttı. Ah çilem Ah... Ne kadar soyut bir dünyada yaşıyormuşuz. Gerçek mutluluklardan uzak kokuşmuş bir dünyada yaşıyormuşuz. Ve bu kısır döngünün içinde çalkalanıp duran insanlar...
O yüzden çok minnettarım. O yüzden çok seviyorum. Beni sadık dostumla başbaşa bırakın. Beraberliğimizi boş sözlerinizle zedelemeyin. Teselliye kalkışmayın. Rabbimle sohbetimizin penceresini kapamış, O Nur Efendimi seyreden gözlerimin perdesini indirmiş olursunuz.
İşte dostlarım; işte Sabrı tavsiyeye gelen kardeşlerim, asıl o zaman büyük kötülüğü yapmış olursunuz. Eğer zavallı görüp nasihat etmeye geldiğiniz bu dosttan nasihat almak isterseniz, bu vuslat sokağına nasıl dönmeli ve nereden başlamalı diye sorarsınız; “Gözyaşlarıyla” derim. Gözyaşları rahmettir, günahlardan temizler. Gözyaşları ilhamdır, ’tan haber verir. Okuyamadığını onunla okur, anlayamadığını onunla anlarsın. Gözyaşları Rabbin lisanıdır. Gözyaşlarına bakan Rabbini herşeyde aşikar görür. Daima onunla beraber olur. Haz duyar. Gözyaşlarıyla çölleşmiş ruhlarımızı yeşertmeli, bu çorak ve kuru dünyamızdaki ümit ağacının köklerini sulamalıyız. Gönüllere ilham sunan ilahi tohumları bu gözyaşlarıyla atmalıyız. Gözyaşları ummandır. Seni fenadan kurtarıp Rahmet Ummanlarının derinliklerine atar. O ummanlarda neler görürsün neler. Gördükçe ağlar, ağladıkça dahasını istersin.
O an; işte O an, Rahmetin sağnak sağnak yağdığı, gök kapılarının açılıp, meleklerin saf saf indiği o an; İşte artık Ganîyy olan Rab’den, acziyetini belirterek iste. Benlik denilen zincirleri kırarak iste. Hırslarımızı, sefil arzularımızı, kendimizi kandırırcasına taşan ümitleri feda ederek iste. Rabbinle seherlerde buluşmanın hazzını yaşa. Kevserlere ulaş. Yanmış yüreğini orada ferahlat. Hasret olduğun Sevdan’la orada söyleş. Garip, dertli, yorgun gönlünü orada dinlendir. O kapının eşiğinden hiç kalkma. Ta ki Rabbimin “Lebbeyk Kulum” dediğini duyuncaya dek...
SEHER AYDIN
Dertler, sıkıntılar, ızdıraplar. Hayatın acı gerçekleridir. Söylerken bile insanın içini karartan, ruhunu sıkan cümlecikler. Bir, iki harften oluşan ama anlatıla anlatıla bitmeyen nesneler. Eskiler ne güzel söylemiş:
“Halının tozu, dertlinin sözü bitmez” diye.
Bitmez dostlar gerçektende bitmez. Dünya bitesiye kadar dertlerde bitmeyecek. Bunu bizler değil “Sizi denemek için hayatı ve ölümü yarattık” buyuran Rabbimiz bildiriyor. Dünya bir imtihan olduğuna göre imtihanın sıkıntıları da imtihan sonuna kadar devam eder öyle değil mi? Ama bu dertlere hep görünün ön yüzünden değil de üstünden, altından biraz da yan taraflarından bakalım. Her çirkinde bir güzellik yaratan Rabbim bu çekilmez, dayanılamaz dediğimiz dertlerde de aslında büyük mutluluklar yaratmıştır. Karanlık zindanların arkasında krallıklar veren, ızdırap verici ayrılıklardan doyumsuz vuslatlar yaşatan Rabbim; “Sizin hayır bildiğinizde şer, şer bilğinizde hayır vardır” derken belki de şikayet etmememizi, rıza elbisesini kuşanmamızı istiyor. Ne dersiniz?`
Dert acıdır, ama güzeldir dostlar, güzeldir. Dert adamı adam eder. Izdıraplar insanı günahlardan temizler. Çileler bizi özbenliğimizden uzaklaştıran herşeyi ayıklar. Ruhumuzu zehirleyen hırslardan, kalbimizi harabeden ihtiraslardan arındırır. Huzurda ve rahatlıkta alamadığımız tatları ve güzel kokuları çile çektikçe alır, çile çektikçe yudumlarız. İçimizdeki buz kütlelerinden oluşan gururumuzu çile kandiliyle yakar, eritir. Dünyanın harâb ettiği ruhumuzu çile merhemiyle tedavi ederiz. Ve belkide sonunda “Seviyorum! Seviyorum! Karanlık gecelerde sırdaşım olan derdimi çok seviyorum. Mutluyum! Hemde Rabbimin tanıttığı cennete dünyada girmişcesine mutluyum. Çünkü bunlar; bana gül Nebimizi hatırlatıyor. Küçük de olsa ona benziyorum. Benzedikçe O’nun kokusunu alıyorum. Sünneti, Sünnetullah’ı yaşıyorum. Dertlerim, yakaladığım ve Aşık olduğum Sevgili... Ayırmayın beni ondan!” diye haykırmak isteriz.
Evet Dostlar! Söyleyin şimdi; Bedeninize kat kat duvar gibi çekilen servetlerle, sıcacık yuvalarınızda mutlulukla, rahatınızla o Nebi’ye ümmet olduğumuzu O’na benzediğmizi söyleyebilir miyiz? O Aşığı bulabilir, ruh kalelerimizi fethedebilir miyiz? İyi bilelim ki; yumuşacık koltuklarda, mutluluktan attığımız kahkahalar gerçekte saadet alâmeti değildir, Aşksız cesedimizin ızdırapsız derinliklerinden çıkan kara bir dumandır. Saray gibi evlerimizde, yemekli toplantılarla, eğlenceli günlerle o Matlub bulunmaz, Sevgili aranmaz. Sevgili garib evlerde, fakir sofralarda, mahzun gönüllerde dolaşır. Unutma ki; ciğerpâresi kızının evine bile dünyalık bir örtüden dolayı girmemiş “Benim dünyalıklarla işim yok” diye kapıdan dönmüştür. Büyük dost da yalnızdır. “Ben hiçbir yere sığmam mü’min kulumun gönlüne sığarım” diyen Mevlamızı da yalnızlıkla ve seherlerde bulmalıyız.
Unutma ki Efendimiz (s.a.)’in gıpta ettiği model mü’minde; dünyada nasibi az olan namazdan pay sahibi ve cemiyette gizli kalmış mahzun şahsiyetlerdir. Bizler de dertlerimizle Meryem gibi sıkılmalı, Nuh gibi titreyip “Bittim Ya Rabbi” demeli. Musa gibi “Aman ’ım” gönülden ve yanarak söylemeliyiz. Rabbimizi bulmak için İbrahim Ethem gibi herşeyleri serivermeliyiz yollarına...`
Beden baltalanmadan Ruh denizine inmek mümkün olmaz dostlarım. Önce ızdıraplara, çilelere gönlü açmalısınki vuslata giden sokağa girebilesin. Arkasındaki büyük güzellikleri görerek Izdırabı sevmelisin. Rabbinden gelene şikâyet etme. “Acılardan usandım yeter” deme; Şunu bil ki Izdırabı sevmeyenler bedbahtlardır. Hazlarınla bedenin huzurunu tamamlayayım dersen aşkın yolunu tıkamış olursun. Kalbin hiç kırılmadan öleyim dersen hiç yaşamamış olursun. Kalbin kırıla kırıla Rabbe yaklaşmalısın. Dikenlikten gül toplar gibi acılar bahçesinden kendine acı aramalısın. Acıları tattıkça gafillerden sıyrılıp salihlerin derecesine girmelisin ki; adım adım vuslata ermenin hazzını yaşayabilesin. Sık sık ölmelisin ki dirilesin. Unutmaki gündüzler geceden, baharlar çetin kıştan çıkar. Hem de düşman kılıncıyla ölmek bir şey mi, ölümün bol lezzetini almak istiyorsan, aşığa gerçekten mecnuncasına koşmak istiyorsan her gün dost eliyle, dost diliyle ölmelisin.
Kaderim, alın yazım. Kutsal çilem. Beni vuslata ulaştıran o gizemli gecelerde beni bekleyen, hasretimle kavuşturan, o gönlümün derinliklerinden gelen yakarışlarla yalvarttıran çilem. Bana o kadar çok şey öğrettin ki, kırk gün değil bir ömür kölen olsam yine de yetmez. Beni öyle güzel eğittin ki; çok uzak olduğum tatları buldurttun. Kuru bir ilimden aşka erdirdin.
Ben çilemden öğrendim herşeyi. Beni bazı gecelerde beyaz birata bindirip dünyaları gezdirdi. Bazı günlerde bir kuş olup, başka alemlere ötelere yükseltti. Bazen de bir kılınç olup derin derin maden ocaklarına indirdi. Neler gösterdi neler. Ehil bir üstad gibi ders verdi. Bir ahlak hocam olup terbiye etti. Beni bana tanıttı. Ah çilem Ah... Ne kadar soyut bir dünyada yaşıyormuşuz. Gerçek mutluluklardan uzak kokuşmuş bir dünyada yaşıyormuşuz. Ve bu kısır döngünün içinde çalkalanıp duran insanlar...
O yüzden çok minnettarım. O yüzden çok seviyorum. Beni sadık dostumla başbaşa bırakın. Beraberliğimizi boş sözlerinizle zedelemeyin. Teselliye kalkışmayın. Rabbimle sohbetimizin penceresini kapamış, O Nur Efendimi seyreden gözlerimin perdesini indirmiş olursunuz.
İşte dostlarım; işte Sabrı tavsiyeye gelen kardeşlerim, asıl o zaman büyük kötülüğü yapmış olursunuz. Eğer zavallı görüp nasihat etmeye geldiğiniz bu dosttan nasihat almak isterseniz, bu vuslat sokağına nasıl dönmeli ve nereden başlamalı diye sorarsınız; “Gözyaşlarıyla” derim. Gözyaşları rahmettir, günahlardan temizler. Gözyaşları ilhamdır, ’tan haber verir. Okuyamadığını onunla okur, anlayamadığını onunla anlarsın. Gözyaşları Rabbin lisanıdır. Gözyaşlarına bakan Rabbini herşeyde aşikar görür. Daima onunla beraber olur. Haz duyar. Gözyaşlarıyla çölleşmiş ruhlarımızı yeşertmeli, bu çorak ve kuru dünyamızdaki ümit ağacının köklerini sulamalıyız. Gönüllere ilham sunan ilahi tohumları bu gözyaşlarıyla atmalıyız. Gözyaşları ummandır. Seni fenadan kurtarıp Rahmet Ummanlarının derinliklerine atar. O ummanlarda neler görürsün neler. Gördükçe ağlar, ağladıkça dahasını istersin.
O an; işte O an, Rahmetin sağnak sağnak yağdığı, gök kapılarının açılıp, meleklerin saf saf indiği o an; İşte artık Ganîyy olan Rab’den, acziyetini belirterek iste. Benlik denilen zincirleri kırarak iste. Hırslarımızı, sefil arzularımızı, kendimizi kandırırcasına taşan ümitleri feda ederek iste. Rabbinle seherlerde buluşmanın hazzını yaşa. Kevserlere ulaş. Yanmış yüreğini orada ferahlat. Hasret olduğun Sevdan’la orada söyleş. Garip, dertli, yorgun gönlünü orada dinlendir. O kapının eşiğinden hiç kalkma. Ta ki Rabbimin “Lebbeyk Kulum” dediğini duyuncaya dek...
SEHER AYDIN