MURATS44
Özel Üye
Mevlana Şems’e sorar:
_Onca insan arasında niye beni buldun?
Şems der ki:
Ben kul arar idim, herkes Allah olmuş, bir tek kul seni buldum ya Mevlana..
Evet, bilmeden Allah adına hüküm verir olmuşuz.
Nasıl mı? Şu cennetlik , şu cehennemlik der olmuşuz.
Batını bilmeden sırf zahire bakarak ve onun hakkında Allah'ın ne takdir etttiğini bilmeksizin hüküm verir olmuşuz.
Kendi taşıdığımız kalbten bihaber iken, Edison'un veya Einstein'ın dahi cennete veya cehenneme gideceğine karar verir olmuşuz.
Yanımızda çalışana serzenişte bulunmuşuz "Rızkını ben veriyorum daha ne nankörlük ediyorsun "diye.
Hakiki Rezzak'ı unutmuşuz da kendimizi "Rezzak" sanmışız.
İlmimizle böbürlenip kasılıp gezerken hakiki ALİM olan Allah'tan uzaklaşmışız.
Emanet can, emanet ilim, emanet akıl, emanet dünyalık ile sahiplik iddiasına kalkışıp ahmaklığımızı görmeyip bir de kendimizi akıllı sanmışız.
Kimimiz derviş olduk dünya makamlarından, malından geçtik derken, mananın makamlarına hırslanır olmuşuz.
Kerameti, tay-i mekanı arzulayıp, asıl kerametin istikamet üzere olmak olduğunu unutup, ilmi ledün tahsili için Hızır a.s.'ı gözler olmuşuz.
Dünya hırsını terk edip , mana hırsına dönmüşüz de gerçek maksadın her dem hakiki kulluk ve Allah rızası olduğunu unutmuşuz.
Resûlullah efendimiz dahi her zaman
"Allahümme yâ Mukallib-el-kulûb, sebbit kalbî alâ dînike"
(Ey kalbleri iyiden kötüye, kötüden iyiye çeviren Rabbim; kalbimi, dînin üzere sâbit kıl)
duâsını okurken, kalplerimizin bir an kayıpta son nefeste imansız gitmekten korkmaz olmuşuz
.Halbuki, son nefeste iman ile Alemler Rabbına dönmek ne büyük lütuf, ne büyük hazine..
Süfyân-ı Sevrî hazretlerinin gençliğinde sırtı kamburlaşmıştı.
Sebebini sorduklarında;
“Üç üstâda talebelik yaptım. Hepsi de zamânının en âlimleriydi. Ölüm zamanında üçü de dünyâdan îmânsız gittiler. Ben onların hâlini görünce, korkudan omurga kemiğim eğrildi” buyurmuştur.
_Onca insan arasında niye beni buldun?
Şems der ki:
Ben kul arar idim, herkes Allah olmuş, bir tek kul seni buldum ya Mevlana..
Evet, bilmeden Allah adına hüküm verir olmuşuz.
Nasıl mı? Şu cennetlik , şu cehennemlik der olmuşuz.
Batını bilmeden sırf zahire bakarak ve onun hakkında Allah'ın ne takdir etttiğini bilmeksizin hüküm verir olmuşuz.
Kendi taşıdığımız kalbten bihaber iken, Edison'un veya Einstein'ın dahi cennete veya cehenneme gideceğine karar verir olmuşuz.
Yanımızda çalışana serzenişte bulunmuşuz "Rızkını ben veriyorum daha ne nankörlük ediyorsun "diye.
Hakiki Rezzak'ı unutmuşuz da kendimizi "Rezzak" sanmışız.
İlmimizle böbürlenip kasılıp gezerken hakiki ALİM olan Allah'tan uzaklaşmışız.
Emanet can, emanet ilim, emanet akıl, emanet dünyalık ile sahiplik iddiasına kalkışıp ahmaklığımızı görmeyip bir de kendimizi akıllı sanmışız.
Kimimiz derviş olduk dünya makamlarından, malından geçtik derken, mananın makamlarına hırslanır olmuşuz.
Kerameti, tay-i mekanı arzulayıp, asıl kerametin istikamet üzere olmak olduğunu unutup, ilmi ledün tahsili için Hızır a.s.'ı gözler olmuşuz.
Dünya hırsını terk edip , mana hırsına dönmüşüz de gerçek maksadın her dem hakiki kulluk ve Allah rızası olduğunu unutmuşuz.
Resûlullah efendimiz dahi her zaman
"Allahümme yâ Mukallib-el-kulûb, sebbit kalbî alâ dînike"
(Ey kalbleri iyiden kötüye, kötüden iyiye çeviren Rabbim; kalbimi, dînin üzere sâbit kıl)
duâsını okurken, kalplerimizin bir an kayıpta son nefeste imansız gitmekten korkmaz olmuşuz
.Halbuki, son nefeste iman ile Alemler Rabbına dönmek ne büyük lütuf, ne büyük hazine..
Süfyân-ı Sevrî hazretlerinin gençliğinde sırtı kamburlaşmıştı.
Sebebini sorduklarında;
“Üç üstâda talebelik yaptım. Hepsi de zamânının en âlimleriydi. Ölüm zamanında üçü de dünyâdan îmânsız gittiler. Ben onların hâlini görünce, korkudan omurga kemiğim eğrildi” buyurmuştur.