romeo
Yeni Üyemiz
Beşir Fuad kimdir?
Beşir Fuad , (d.1852, İstanbul- ö.5 Şubat 1887, İstanbul), Türk asker, çevirmen, gazeteci, fikir adamı. Tanzimat Dönemi’nde bilim, felsefe, edebiyat eleştirisi, biyografi alanlarında eser vermiş sıradışı bir Osmanlı aydınıdır. Sıradışılığı, romantizm akımının etkisindeki diğer Tanzimat aydınlarından farklı olarak edebiyatta realizmi ve natüralizmi ; felsefede pozitivizm ve materyalizmi benimsemesindendir.
“Türk edebiyatının ilk denemecisi”, “ilk Türk materyalist”, “ilk biyografici”, “ilk eleştirmen” gibi sıfatlarla anılır. 35 yaşında bileklerini keserek hayatına son veren Beşir Fuad’ın bir bilimsel deney gibi gerçekleştirdiği intiharı, o zamana kadar intihar kavramına yabancı olan Osmanlı toplumunda ve basında geniş yankı bulmuş; İstanbul’da bir intihar salgını başlatmıştır.
Hayatı:
1852’de İstanbul’da dünyaya geldi. Gürcü asıllı bir aileye mensuptur. Babası Maraş ve Adana mutasarrıflıklarında bulunmuş olan Hurşid Paşa, annesi Giresunlu Memiş Paşa 'nın kızı Habibe Hanım' dır. İstanbul Fatih Rüştiyesi’ni bitirdikten sonra öğrenimine babasının görevli olduğu Suriye’de, Halep Cizvit Mektebi’nde devam etti. Bu okulda çok iyi derecede Fransızca öğrendi. 1871’de İstanbul Askeri İdadisi’ni, 1873’te Mekteb-i Harbiye'yi bitirdi. Üç yıl Sultan Abdülaziz'in yaverliğini yaptı. 1876-1877 Osmanlı-Sırp Savaşı başlayınca gönüllü olarak savaşa katıldı.
Ardından 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı ‘nda ve Girit isyanlarının bastırılmasında gönüllü görev aldı. Girit'te birkaç yıl kaldı. Bu süre içinde İngilizce ve Almanca öğrendi. İlk evliliğini çok genç yaşta iken halayığı ile yapan ve bu evlilikten Mehmet Cemil adında bir oğlu olan Beşir Fuad kısa bir süre sonra eşinden boşanarak saray doktoru Kadri Paşa’nın oğlu Salih Paşa’nın kızı Şaziye Hanım ile evlendi. Bu evlilikten Namık Kemal ve Mehmed Selim adlı iki oğlu oldu. Beşir Fuad bilim ve felsefeye ilgi duyuyor; çok iyi derecede İngilizce, Almanca ve Fransızca bildiği için Batıda gelişen fikir ve sanat akımlarını hızla ve yakından izleyebiliyordu.1883 yılında Mustafa Reşid’in çıkardığı Envâr-ı Zekâ dergisine çeviriler yaparak yazı hayatına başlayan Beşir Fuad, 1884'de askerliği bıraktı. 1884’ten itibaren kendisini tamamen yazı ve yayın hayatına verdi.
Gazetelerde bilimsel, felsefî ve askeri yazılar, tiyatro değerlendirme yazıları, dil öğrenimi hakkında yazılar, çeviri kitaplar yayımladı. Üç yıllık çalışması sonunda 16 kitap 200 makale yayımlayan Beşir Fuad, Osmanlı aydınlarına Emile Zola, Alphonse Daudet, Charles Dickens,Flaubert, Auguste Comte, Karl Georg Büchner, Herbert Spencer, Jean le Rond d'Alembert, Julien Offray de La Mettrie, Diderot, Claude Bernard, Gabriel Tarde gibi Batılı düşünür ve yazarları kitapları ve yazılarıyla tanıttı. 1884’te yazarlık ve gazeteciliğin yanı sıra dergiciliğe de başladı.
Birkaç arkadaşıyla önce Hâver ardından Güneş dergisini çıkardı. Hâver dört sayı, fen ağırlıklı yazlılar yayımlayan Güneş on iki sayı sonra kapandı. Bir buçuk ay kadar Ceride-i Havadis'in başyazılarını yazdı, Ceride-i Havadis kapatılınca Tercüman-ı Hakikat ve Saadet' gazetelerinde makaleler yayımladı. Edebi alanda eser vermese de edebi tenkit alanında dikkate değer görüşler ortaya koyan Beşir Fuad, devrinde pek çok edebiyatçı ile ters düştü; Dönemin Romantizm’den etkilenmiş yazarlarına karşı fen ve felsefenin ve maddenin gücünü ve önemini savundu. Sanat ve felsefeyle ilgili düşüncelerini en açık şekilde Muallim Naci ile mektuplaşmalarını içeren “İntikad” adlı eserinde ortaya koydu.
Menemenlizade Tahir ve Namık Kemal ile şiddetli polemiğe varan tartışmalara girişti. 1885’te Victor Hugo’nun ölümü üzerine onun hakkında bir küçük eser kaleme aldı. Bu eser, Türk edebiyat tarihinde yazılmış ilk tenkitli monografi sayılır. Voltaire hakkında kaleme aldığı diğer bir monografisinde pozitivizmi savundu. Bu kitapları “Hakikatçiler-Hayalciler” tartışmasını başlattı. Tarihimizde en çalkantılı dönemlerden biri olarak görebileceğimiz Tanzimat devri, gerek getirmeye çalıştıklarıyla, gerekse de içerisinde barındırdığı avangard simalarla bir devre damgasını vurmuştur. Her şeye rağmen yapılmak istenenlerde belki başarı sağlanabilmiştir; fakat şunu da belirtmeliyiz ki, bu ara dönemin bizden alıp götürdükleri, getirdiklerinden fazla olmuştur. Bu gel-gitlerin azgın dalgaları arasında amansızca çırpınan bir isim vardı ki, o da hiç şüphesiz Beşir Fuad’dı.
Nedendir bilinmez, bugünkü modern dünya ile bağlarımızın temellerinin atıldığı Tanzimat devri üzerinde etraflı çalışmalar yeterli miktarda değildir. Her zaman belirli simalar ön plana çıkartılmış, bazıları ise gerilerde bırakılarak, âdeta unutulmaya yüz tutmuştur. Beşir Fuad bu isimlerden yalnızca bir tanesidir. Söz konusu şahıs üzerinde etraflı çalışma yapan akademisyenlerimizin sayısı ise bir elin parmaklarını geçmemektedir. Beşir Fuad fikrî yapısı itibariyle döneminin aydınlarından ayrılır. Şu an itibariyle bilinen, tarihimizdeki ilk Türk materyalist kendisidir. Bu kanıya gerek yazdıklarından ve gerekse de söylediklerinden rahatlıkla ulaşabiliyoruz.
Her şeyden öte ölümü, en az hayatı kadar dikkate şayandır. Bir mütefekkir düşünün ki, kendisini çağının modernitesini yakalama gayesiyle maddeciliğin derin karanlıkları içine çekmiş, bu zifiri yolda –yalnızca etrafını aydınlatabilmek için (intihar dakikalarını kaleme almak suretiyle)- canını bile feda etmekten çekinmemiştir. Peki kimdi bu Beşir Fuad ve onu bu kadar incelemeye sevk eden âmiller nelerdi?Osmanlı devletinin en kritik döneminde dünyaya gözlerini açan Beşir Fuad, Gürcü bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Aslında onun baba tarafından imtiyazlı bir aileye mensup olduğu söylenebilir. Nitekim babası olduğu kaydedilen Hurşid Bey, hem paşalık rütbesini hâiz, hem de bir Mevlevi tarikatına mensub biridir. Nitekim bunu Paşa’nın Cemberlitaş’taki kabrinde mevcut olan Mevlevi sikkesinden çıkartabiliyoruz.
Beşir Fuad, aslen askerdir. Bu vaziyeyi yıllarca sürdürmüş, hatta cephelerde görev almıştır. Daha sonraları askerlikten ayrılacak, dönemin bir başka büyük edibi Ahmet Mithat Efendi’nin tabiriyle “kılıcını dahi çiviye asarak eline kalemi alacaktır.” Yazarın hayal dünyası gibi hayat dünyası da bir noktada karışıklık arz eder. İlk evliliğini halayığı ile yapmış, bir müddet sonra boşanmışlardır. İkinci evliliğini saray doktoru olan Kadri Paşa’nın oğlu Salih Bey’in kızı Şâziye Hanım’la yapar.
Beşir Fuad’ın annesi Habibe Hanım da Salih Bey’in üçüncü karısı olduğundan Beşir Fuad ile Şâziye Hanım üvey kardeş mesabesindedirler. İlerleyen yıllarda bu ilişkiden de bıkacak olan Beşir, kendisini hayat kadınlarının arasında bulacak ve hatta bir Fransız metresten çocuğu bile olacaktır. Beşir Fuad’ın hayat görüşünün şekillenmesinde çocukluk yıllarının bir kısmını Suriye’de geçirmesinin büyük bir tesiri vardır. Nitekim o, buradayken Fransız ekolünün bir timsali olan Cizvit mekteplerinde öğrenim görmüştür. Söz konusu yerde mükemmel bir Fransızca öğrenmiş olduğu rahatlıkla anlaşılabilir; fakat tam bir misyoner faaliyet gösteren bu okullarda Beşir Fuad’ın manevi bir boşluk içine sürüklenmiş olabileceği de tahminden pek uzak düşmez.
Yazar, Fransızca’nın yanında Almanca ve İngilizce’yi ilerleyen senelerde kendi gayretleriyle öğrenecektir. Zeki bir kişiliğe sahip olan Beşir, bu üç dilde de okuyacak, konuşacak ve hatta bu lisanlarda makale kaleme alabilecek derecede bir konuma gelecektir. Nitekim Almanca’yı altı ayda, İngilizce’yi ise dört ay gibi kısa bir sürede öğrendiğini kendisi belirtmektedir.
Askerlikten sonra kendisi pozitif ilimlere adayan yazar, Avrupa dillerinde yazılmış onlarca makaleyi bizzat tedkik etmiş ve bu yazıları gerek kendi çıkardığı dergide, gerekse de risaleler halinde tercümeler yaparak neşretmiştir. Fakat bütün bunlar içinde çaba sarf ederken kendisini pozitivizm ve materyalizmin kara delikleri içinde bulmuştur. Ahiret inancını reddeden Beşir Fuad’a göre her şey madde üzerinde bina edilmiştir. Dünya tesadüfi bir biçimde teşekkül etmiştir ona göre ve böyle de devam edecektir.
Bazen bu tespitlerinde bugünün zaviyesinden gülünç olarak addedilebilecek durumlara da düşmemiş değildir. Nitekim Beşir Fuad’ın inanış sistemine göre kalbimiz bir tulumdan başka bir şey değildir. Yalnızca kanın vücuda yayılması vazifesini görür:
[Kalp] içi boş bir adaledir ki kanı yukarı ve aşağı itip vücûdun a’zâ-yı muhtelife ve mütaddidesine tevzi ve taksim eder. Ey, ötesi? Ötesi hiç!
İnsanın hissiyatının arttığı anlarda ise gözyaşlarının akması yazara göre yalnızca “fizyolojik” bir hadiseden ibarettir. “Bunun ikinci bir planı yoktur ve aramak da mânâsızdır” Daha bunun gibi birçok misaller getirir yazar. O dönem itibariyle ifade edilen tespitler gerçekten dikkat çekicidir. Daha önceden bu tür görüş ve inanışlarda olan yazarlar yoktu veya belki de mevcut oldukları halde, söz konusu fikirleri –dönemin yapısı itibariyle- matbuat âlemine intikal ettirememişlerdi.
İşte bu sebeple Beşir Fuad’ı ilk Türk materyalisti olarak kabul ediyoruz.Tanzimat döneminin bu en dikkati çeken şahsiyeti devrin edip ve şairleriyle mektuplaşmış, kimi zaman da gazete sütunlarından münakaşalara girmiştir. Fakat bu bölüme, bizim konumuzun dışında olduğundan girmeyeceğiz. Sadece Muallim Naci, Fazlı Necib ve Ahmet Mithat Efendi gibi şahsiyetlerle karşılıklı mektuplaştığını belirtelim ve yazarın yine çok konuşulacak intihar meselesine geçelim.
Beşir Fuad neden intiharı tercih etti?
Oğlu Namık Kemal’i bir buçuk yaşında iken 1885’te kızılcık hastalığından kaybeden Beşir Fuad, bu kaybın etkisini üstünden atamadı.Mart 1886’da annesinin paranoyaya kapılıp ölmesinin üzerine hastalığın genetik olduğu endişesiyle delirme korkusuna kapıldı. Gece hayatına ve metreslerine yöneldi. Fransız metresinden Feride adlı bir kız çocuk sahibi oldu.
Eşi ve metresi arasında kalmanın sıkıntısını yaşadı. Tüm bu sıkıntılarının yanı sıra babasından kalan mirası tüketerek geçim sıkıntısına düştü ve kendini öldürmeyi planladı. Bir ikinci sebep, ‘insanın bir diğer hayata başlamayacak olması’ inancıdır. Bundan dolayı da Beşir Fuad, intiharı seçmiş olabilir; çünkü bu intihar teşebbüsünü o, bir deney olarak görmekte ve son nefeslerini verirken hissettiklerini kaleme almak istemektedir. Böylelikle kendisinden sonra gelenlere bir vesika (!) bırakacaktır.Bir diğer sebep, düzensiz bir aile yaşamı ve hayata tam manasıyla bağlanamama olabilir. Çünkü Beşir Fuad’ın sürekli sıkıntı içerisinde geçirdiği günler olmuştu.
Bundan dolayı kendisinde meydana gelen bu düşünceleri dağıtmak için kendisini sefahata bırakmıştı. Babasından kalan bir hayli mirası boş yere sarf etmeyi tercih etmiş, içki ve kadınlarla beraber bir hayatı seçmiştir. Aslında yalnızca bir hayat kadınına tam anlamıyla bağlanmış, ne var ki bu da başına ayrı bir dert açmıştı. Bir de söz konusu metresten çocuk sahibi olması bir başka sıkıntının daha habercisiydi. Aynı zaman kendi karısından gördüğü sitemkâr şikayetler bu intiharın bir başka kolunu daha oluşturabilir.Son birkaç yılda gördüğü iki ölüm vak’ası da intiharda adeta katalizör görevi görmüştü. Bunlardan birincisi oğlu Namık Kemal’in ölümüydü. Muhtemeldir ki, bu ismi görüşlerini beğendiği edebiyatçı ve şair Namık Kemal’e izafeten oğluna vermiştir. Bir diğer ölüm hadisesi, annesininki idi. O da intihardan yaklaşık bir sene önce ölmüştü.
Hepsinden öte Beşir Fuad, zaten intiharı çok önceden hesaplamıştı. Günlük uğraşların yanında bu tasavvur zihninin her zaman bir köşesinde, muhafaza içinde saklı bir ilaç gibi duruyordu.Nitekim Ahmet Mithat Efendi’ye yazdığı bir mektupta şu satırların sahibi durumundaydı
:İntihar niyeti bende iki seneyi mütecâviz oluyor ki, mevcuttur. Yalnız vakt-i merhûnuna talik etmiş idim. Ancak şairlerin tarizâtını cevapsız bırakmamak için [son dönemde gerçekleşen tartışmaları kasdediyor] bir hafta daha tehirine mecbur oldum. Gerçi bazı tarizat daha varsa da, onları şayân-ı ehemmiyet görmediğim için niyetimi kuvveden fiile çıkarıp daha ziyâde te’cil etmeyi münâsip görmedim.
Ve ölümünden sonra gazete sütunlarını günlerce meşgul edecek bu tamamlanmış teşebbüs Cumartesi’yi Pazar’a bağlayan gece, öncelikle bir şekilde tedarik ettiği kokaini bileklerine, kollarına ve gerdanına şırınga ile zerk etmek suretiyle vücudunu uyuşturmuş, daha sonra ustura ile bilek damarlarını aralayarak her taraf kana bulanırken şu son satırlarını, yine son bir gayretle yazabilmiştir.
Ameliyatımı icrâ ettim, hiçbir ağrı duymadım. Kan aktıkça biraz sızlıyor. Kanım akarken baldızım aşağıya indi. ‘Yazı yazıyorum, kapıyı kapadım’ diyerek geriye savdım. Bereket versin içeri girmedi. Bundan tatlı bir ölüm tasavvur edemiyorum. Kan aksın diye hiddetle kolumu kaldırdım. Baygınlık gelmeye başladı…
Baygınlıktan sonra feryat etmeye başlayan yazar, evdekilerin bu sese gelmeleri üzerine, onları dehşet verici bir manzara ile karşılamıştır. Miralay Doktor Nafiz, en hızlı bir surette çağrılmış; fakat yapılan tıbbî müdahaleye rağmen yazar kurtarılamamıştır.
Ve tarihimizin bilinen ilk pozitivist ve materyalisti Beşir Fuad, dünyadan hafızalara kazınan bu intiharı ile ayrılmıştır. 5 Şubat 1887’de Cağaoloğlu Yokuşu 12 numaralı evde bileklerini keserek intihar etti. Cenazesi Eyüp Mezarlığı’na defnedildi ancak mezarı daha sonra kaybolmuştur.
KAYNAK
Ahmet Mithat Efendi, Beşir Fuad, s.19
Beşir Fuad, Usûl-i Ta’lim, s.6
Beşir Fuad, “Kalb” Envâr-ı Zekâ, s.401
Tarik, 7 Şubat 1887
Beşir Fuad, Usûl-i Ta’lim, s.6
Beşir Fuad, “Kalb” Envâr-ı Zekâ, s.401
Tarik, 7 Şubat 1887