Betül'ün Örtüsü... (Çok anlamlı bir yazı)

ceylannur

Yeni Üyemiz
Betül'ün Örtüsü... (Çok anlamlı bir yazı)

15346.jpg


Okuldaki hademe, bahçede oturan küçük kıza yaklaştı. Belli ki hademe de bıkmıştı. Küçük kız, okul çantasını sağ yanına bırakmış, iki elini yanaklarına dayamış, dirseklerini dizlerinin üzerine dikerek öylece oturmuştu. Gözleri gelen hademenin üzerindeydi.

“Kızım, Müdür Bey okulun bahçesinin dışına çıkmanı istiyor” dedi hademe. Öğrenciler, öğretmenler dersteydi. Betül’ün gözü Müdür odasının penceresine kaydı. Müdür Bey camın ardındaydı.

“Müdür mü söyledi? Benim için fark etmez” dedi, çıktı.

Haftalardır bu oyun tekrarlanıyordu. Okul bahçesinin dışına çıkıyor, eline aldığı kitabı öğle vaktine kadar okuyordu.

Okul Müdürü:
“Kızım, hâlâ inadından vazgeçmedin mi?”
“Benimkisi inat değil ki. Sizinki...”
“Biz burada devleti temsil ediyoruz, devletin kanunlarını uyguluyoruz. Gel de vazgeç. Bak, arkadaşların efendi efendi derslere devam ettiler. Sen onlardan daha çok mu daha dindarsın. Sınıfına girerken çıkar, çıktığında tekrar takar gidersin.”

“Hayır efendim, yapamam. Beni öyle kabul edin. Ben başörtümü çıkaramam.”
Aynı hikâye… “Kızım eğer başını açıp okula devam etmezsen seni şikâyet ederim. Mecburi sekiz yıllık eğitimi almıyor, diye mahkemeye verileceksin. Senin için kötü olur. Baban ceza alır.”

“Ne olacaksa olsun” dedi Betül.
“Sen bilirsin, benden günah gitti” diyen Müdür dönüp gitti.
Öğle vakti okuldan çıkan arkadaşlarıyla beraber eve dönüş yolundaydı, sitemkârdı.
“Beni yalnız bıraktınız. Onların zulmüne boyun eğdiniz.”
Bir süre kimse cevap vermedi. Kızlardan büyüğü olan hatalı olduklarını kabullenerek sözü aldı.
“Dayanamadık artık. Evde anne, baba… Okulda Müdür. Şaşırdık kaldık. İstemesek de mecbur olduk.”
“Nasılsa son senedir, bitirsek tamamdır” dedi küçüğü.

Betül, arkadaşlarının ızdırap çektiğini biliyordu. Önceleri on kişi idiler. Bazıları hemen başörtülerini çıkarmış, kimisinin ailesi ise kızlarını artık okula göndermiyordu. Üç kişi direnmişlerdi. Nihayet bu hafta yalnız başına kalmıştı.

Eve vardı. Akşam olacakları düşünüyordu. Müdür, muhakkak babasına haber verirdi.
Babası Cebbar Bey, eve yetişir yetişmez köpürmüştü.
“Ben, senin okula devam ettiğini biliyordum. Meğer gidip okulun önünde durup geliyormuşsun. Seni baş belası kız.” Hıncını alamadı. Bir tokat indirdi.

Sakine Hanım, kızını çekip diğer odaya aldı.
“Kızı öldüreceksin.”
“Hep sen şımartıyorsun, bir de mahkemeye versinler o zaman sizinle görüşürüz.”

Betül, odasında hüngür hüngür ağlıyordu. Bunu duyan küçük kardeşi Hasan, ablasının yanına gelip oturdu. Bir süre öyle kaldılar. Sonra da ablasından ödevini yapması için yardım istedi.

Günler birbirini kovaladı. Korkulan olmuştu. Cebbar Bey mahkemeye çağrılmıştı. Yanına kızını alarak gitti.
Hâkimin odasında kasvetli bir hava vardı. Hâkim kızgın sözcüklerle karşısında el pençe duran, üşengen kızcağızı hırpalarcasına sorguluyordu.

“Niye okula devam etmedin, orta öğretimin zorunlu olduğunu bilmiyor musun?”
“Biliyorum efendim. Okul idaresi bırakmadı.”
“Ne demek bırakmadılar. Okula devam etmediğine dair bizzat Okul Müdürü şikâyette bulunmuş. Yanlışlık mı yapmış?”
“Ben, her gün okula gittim. Başörtülüyüm diye almadılar. Sonra da eve dönüyordum.”
“Öyle mi?”
“Evet efendim.”
“Şimdi sen, başındaki şu bez parçası yüzünden mi okulu bıraktın?”
“Efendim, bu örtü inancım gereği.”

Hakim’in içinden örtüyü çekip başından almak geldi; ama bir an için hukuk adamı olduğunu hatırladı. Duygularını karıştırmamalıydı.
“Sen, henüz çocuksun. Ne anlıyorsun inançtan. Yoksa ailen mi okumanı istemiyor? Şu an burada kimse yok, babanı dahi içeri almadım. Eğer ailen baskı yapıyorsa bana söyle; devlet gereğini yapar.”
“Ailemin baskısı yok. Ben kendi isteğimle örtündüm. Örtünmek dinimin emridir. Açılıp okula gitmektense böyle kalmayı tercih ediyorum.”
“Kafası doldurulmuş kızın” diye düşündü. “Ne dini kızım, yanlış töreler bunlar.”
Hâkim, kızın aile tarafından korkutulmuş olabileceğini düşündü.
“Çıkabilirsin” dedi. “Babasını çağırın!”

Cebbar Bey, mahcubiyet içinde gelip durdu.
“Siz mi okula gitmesini istemiyorsunuz?”
“Ne münasebet Hâkim Bey. Onu o kadar zorladım. Hatta dövdüm. İnadım inat deyip başındaki örtüyü çıkarıp okula gitmedi. Belki siz bir şeyler yaparsınız, ikna edersiniz.”

Kızın inatçılığı mı, kararlılığı mı her neyse Hâkim’in de tuhafına gitmişti. Önünde duran kâğıtlara bakarak konuştu.
“Beyefendi, anlaşılan kızınız kendisi okula gitmek istemiyor. Yapabileceğimiz bir şey yok. Biz kanun adamıyız. Bana kalsaydı zorla okula götürürdüm. Biz de yetkimizi aşamayız işte.”

Mahkeme öylece bitti. Cebbar Bey, kızını çimdikleye çimdikleye, tehdit ederek eve getirdi. Kapıdan girince kızını bir eşya gibi içeri fırlattı. Hanımına döndü:
“Senin kızın Hâkime kafa tutuyor. Hâkimin kim olduğunu bilmiyor. Hâkim, devlettir devlet. ALLAH’tan ceza almadık. Bir baş belası işte. Bu kız kime çekmiş anlayamadım. Varsın artık ne yaparsa yapsın. İlk istemeye gelene hemen vereceğim gitsin” diye söylenip durdu.

Evde çıt yoktu. Cebbar Bey sinirli sinirli evi terk etti.
Betül, odasına kapandı, bu küçük bedeniyle bunca baskı ve zulüm görmesi onu yıpratıyordu. Babası... Okul Müdürü... Hâkim... nedir bunlardan çektiği?

Annesi kızının omuzlarına dokundu.
“Ağlama kızım. Baban sonra yumuşar.”
“Benden ne istiyorlar? Ya babam?”
“Ah kızım, bilmiyorum ki. Sen de fazla inat etmesen, hani diyorum bir seneciktir, başını açıp okusan. Bunca dert başımıza gelmezdi.
“Anne, sen de mi? Anne günahtır. Hz. Ayşe örtülüydü. Hz. Fatma örtülüydü. ALLAH Kur’an’da emretmiş. Ben niye başımı açayım ki?”
“Kızım biliyorum günahtır. Fakat herkes de bir günah işliyor.”
“Anne, onların tarafına mı geçtin? Örtünmeyi senden öğrendim. Şimdi bana “çıkar” diyorsun.”
“Ben öyle demiyorum”
“Benim örtümün onlara ne zararı var. Madem ki bu bir bez parçasıdır, o zaman bu bez parçasından niye korkuyorlar. Beni okula almıyorlar.”

Gözlerini yukarı dikti. “ALLAH’ım Senden başka yardımcım yok”, der gibiydi.
Annesi sessizliği bozdu.
“Evde oturup ne yapacaksın?”
“Boş durmayacağım anne, yapacak işlerim var.”
“Hadi bakalım. ALLAH hayırlısını verisin.” Kızını kucakladı, başından öptü çıktı.

Betül için okul hayatı bitmişti. Ama o hayatı bir okul olarak görüp çalıştı. Evde genelde odasındaydı. Küçük kardeşine ödevlerinde yardımcı olurdu. Babasındaki öfke durulmuş gibiydi. Evde pek göz göze de gelmezlerdi.

Aradan bir yıl geçmişti. Cebbar Bey oturma odasındaydı. Sakine Hanım elinde bir davetiye kartıyla yanaştı.
“Bey, müftülük bizleri davet etmiş.”
“Ne daveti, ne müftülüğü?”
Garipsedi, alıp okudu. “Ne içinmiş?”
“Betül ile ilgili, yarışma varmış.”
“Betül ile ilgili mi?”
“Haberin yok mu? Kızın bir yıldır Müftülüğe ait Kur’an Kursu’na devam ediyor.” Kızının katıldığı okuma yarışmasından bahsetti.

Cebbar Bey, kızının Kur’an Kursu’na devam ettiğini yeni duyuyordu. Bazen elindeki Kur’an’la görmüştü ama komşu kadınlardan ders aldığını sanmıştı. Sorma gereğini hissetmemişti. Kızı saatlerce odasına kapanırdı. Bir defa odasına girmiş, masada açık duran Kur’an’ı ve bir kaç da dini kitap görmüştü.
“Gelmem şart mı?”
“Seni bilmem; ama ben gideceğim.”
“Hele bir yarın olsun. Zamanım olsa uğrarım. Saat kaçtaymış, neredeymiş?”

Elindeki karta bakıp okudu. Müftülüğe bağlı Kur’an Kursu’nda bu sene hafızlığı bitiren öğrenciler arasında yarışma düzenlenmişti. Bu, gelenek haline gelmişti. Betül, bir senede olağanüstü çaba sarf ederek hafızlığını tamamlamıştı. Oysa çoğu arkadaşı üç yılda ancak hafız olabilmişti. Bu yarışmada hem ezber, hem düzgün ve güzel okuma değerlendiriliyordu.

Yarışma başlamıştı. Sıra Betül’e geldi. Önce, konuklara baktı. Annesi ona gülümsedi. Demek ki babası gelmemişti. Kalbinde bir burukluk hissetti. Okumaya başladı.

Cebbar Bey geç geldi. Gözleri hanımını aradı. Onu bulunca ön tarafta hanımının yanına ayrılan boş yere oturdu. Yerler ailelere göre belirlenmişti. Gitti, hanımının yanına oturdu.
“Epey geç kaldın” dedi Sakine Hanım. Gözleri sahnedeydi.
“Ancak Hanım. Peki, Betül nerede?”
“Kızın sahnede Bey, kızının sesini tanımıyor musun?”

Cebbar Bey, gözlerine inanamadı. Hiç dikkat etmemişti. Kızının ne güzel sesi vardı. O da mı yarışmacıydı? Merakı büsbütün arttı.
“Betül gözlerini sanki kapatmış okuyor, ben mi yanlış görüyorum?”
“Bey, senin kızın hafız olmuş. Yani Kur’an’ın hepsini ezberlemiş.”

Gözleri kızında kalırken, düşünceleri geçmişe gitti. Kızına ne kadar da çok hakaret etmişti. Kızının bu durumuyla övünme hakkı var mıydı? Duygulandı. Kızının odasına kapanmaları, o açık Kur’an, demek ki hepsi hafızlık içinmiş, yeni anlıyordu.

Yarışma sonuçlandı. Jüri üyeleri puanları açıkladı. Yarışmanın birincisi Betül olmuştu.
Ödül olarak hafızlık belgesi ve bir altın verilecekti.

Betül çağrıldı. Ödülü kendisine verilirken gözleri annesini aradı. Annesi ayakta sevinç gözyaşlarını siliyordu. Hemen yanında babasının da biraz sevinç biraz da mahcubiyet duygularıyla gözlerinden yaşlar akıttığını farketti. Gözgöze gelince bakışları Betül’den özür diler gibiydi. Aslında bu gözyaşları Betül için alınan en anlamlı ödül idi. Aklına son okuduğu kitaptan cesaret verici satırlar geldi:

“Hayatta tek seçenek yoktur. İnsanın her zaman başarıyla yapabileceği bir şey vardır. İnanmak yeterlidir.''

Bilal Yararlı
 
Üst Alt