BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
Asırlardır gizemi anlaşılmaya çalışılan, varlığı ve yokluğu tartışılan, somut kanıtlara sahip olunamadığı için sır olarak kalmayı devam ettiren, bilimin bir türlü kesin bir açıklama yapamadığı gizemli olguların listesi.

Önsezi

Bilim ve  Teknolojinin  çözemediği  sırlar
Bilim ve Teknolojinin çözemediği sırlar
Önsezi Nedir ?

Bu yeteneği, parapsikolojinin diğer bilimleriyle karıştırmadan ele almak gerekir. Çünkü önsezi, aslında herhangi bir şeyi direkt ve doğrudan algılayıp kavrayabilmek. Önsezide yargıya varma ya da hesap yapma süreçleri yok. Kesinlikle herhangi bir sonuca varmadan, direkt ve doğrudan hissedilerek gerçekleşen bir yetenek. Başka bir deyişle, düşüncenin bir bütün olarak doğrudan ele alındığı bir görme biçimi. Bazı araştırma ve deneylere göre önsezi, beynin manyetik dalgaları algılamasıyla bağlantılı. Hatta halk arasında, “içine doğmak” olarak adlandırılan durumun da elektriksel dalgalarla ilgili olduğu düşünülmekte.

Önsezi Neye Yarıyor ?

Önsezi, aslında gelecekte olacakları önceden görmek. Bir diğer adı da altıncı his. Genellikle hayvanlarda, insanlara göre çok daha fazla gelişmiş ve onların da ne düşündüğümüzü anlamalarına yarayan bir özellik. Bunun yanı sıra, bir çok insanda da fazlasıyla gelişmiş ve kişiden kişiye göre farklılıklar gösteren bir yetenek. Önsezi/altıncı hissi gelişmiş bir kişi, kısa veya uzun vadede gercekleşecek bir olay, gelişme, durum vb. gibi durumları önceden hissedip bilebilir. Olayları direkt hissederek doğrudan kavrar, bunu tahminlere ya da çeşitli deneylere dayandırmadan yapar. Gelecekle ilgili kararların, önemli durumların bugünden kontrol altına alınabildiğini ve olumsuz durumların önüne şimdiden geçilebildiğini düşünün… Bu yeteneği önemli mesleklere sahip insanlara uyarladığımızda, faydalarının ne boyutta olabileceği de ortaya çok daha net çıkabilir. Örneğin bir gemi kaptanı, pilot ya da uzun yol şöförünü ele alalım. Bu yetenek sayesinde, karşılaşabilecekleri tehlikeli ya da beklenmeyen durumlara karşı önceden hazırlıklı olabilirler. Ya da doğal afetlerin önceden bilinmesi, hissedilmesi ve böylelikle de can ve mal kaybının önüne geçilmesi mümkün olabilir.

Önsezi Kimlerde Var ?

Bazı özel durumlar vardır, bu durumları sadece yaşadığımız an hisseder ve anlarız. Önsezi de işte bu anlarda hissedilip geliştirilebilen bir yetenek. Bazı durumlarda, telefon çaldığında bizi arayanın kim olduğunu önceden tahmin eder, içimizi sebepsiz kaplayan bir sıkıntıdan sonra üzücü bir haber alır ya da gelecekte olacakları rüyamızda görürüz. Bunlara benzer durumlarla hepimiz en azından bir kere karşılaşmışızdır ama kimi insanlar bu durumlarla daha da sık karşılaşır. İşte tüm bunlar, duyular dışı algılama yeteneğinin göstergesi. Bu algı yeteneklerinin, varoluştan bu yana insanoğlunun içerisinde saklı olduğuna inanılır ve kimilerinde daha az gelişmiş durumdayken kimilerinde de daha fazla gelişmiştir. Önemli olan ise, bu durumun farkına varıp yeteneklerimize yön vermek ve hislerimize sonuna kadar güvenmek.

Önsezinin kadınlarda daha fazla gelişmiş olduğu iddia edilmekte. Bunun temelinde ise kadınların erkeklere kıyasla daha duygusal oldukları gerçeği yatıyor. Ama ikiz kardeşlerde, aşık çiftlerde ya da anne-çocuk gibi bağların olduğu durumlarda da kişiler arası önsezi fazlasıyla gelişmiş olabilmekte. Aslında bu durumu şu şekilde açıklayabiliriz; önsezi herkesde var ama bunun kişiden kişiye oranla seviyeleri farklı. Bu da bir çok kişinin içerisinde olup, ortaya çıkmayı bekleyen bir şey. Bu yetenekleri ortaya çıkartmak için çaba sarf etmeliyiz.

Olumsuz önemli bir olayı düşünün, bunun öncesinde başınızın ağrıdığı, midenizin bulandığı ya da kendinizi çok kötü hissettiğiniz anlar olur. İşte tüm bu belirtiler belki de yaşanacak olumsuzlukların habercisi olabilir. Eğer ki bunun farkına varıp, önleyebilirsek her şey çok daha farklı olabilir. Bu yüzden bu konu hakkında çok daha fazla araştırmalı, öğrenmeli ve çabalamalıyız. Unutmamak gerekir ki bu yeteneği geliştirmenin ilk adımı, olayların gerçek anlamda farkına varmak!
 

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
Asla Bulunamayan Kayıplar

Asla Bulunamayan  Kayıplar
Asla Bulunamayan Kayıplar
İnsanlar bazen ortadan kaybolur. Bazıları büyük çaplı ve cesetlerin tanınamadığı kazalarda yitip gider, bazıları cinayet kurbanı olur. Kayıplar ölü ya da diri bulunur. Ancak bazı insanlar vardır ki neredeyse tek bir iz bırakmadan ortadan kaybolurlar, adeta buharlaşırlar. 1872 yılında Portekiz yakınlarında bulunan “hayalet gemi” Marie Celeste’in mürettebatı, Amerikan işçi lideri Jimmy Hoffa bu şekilde kayıplara karışan insanlardan sadece bazıları. Kaybolan insanlar, normal şartlarda polis soruşturması, itiraflar ya da tesadüf sonucu bulunuyor. Ancak ortada hiçbir olay ve kanıt olmadığı zaman insan ister istemez psişik detektiflerin işe ele atması gerektiğini düşünüyor.

Birkaç örnekle ;

İnsanoğlunun en fazla merak ettiği kayıplar arasında ''Nuh'un Gemisi'', ''Atlantis uygarlığı'' ve varlığı tartışılan ''Kutsal Kase'' geliyor.İşte asırlardır aranın en meşhur 5 yitik.

Yeryüzünde birçok kayıp medeniyet ve kültür hazinesinin bulunması için her yıl onlarca araştırma yapılıyor. Kayıplar arasında en fazla merak uyandıranların başında Nuh'un Gemisi geliyor.

Nuh'un Gemisi'ni bulmak için çeşitli tarihlerde yapılan birçok arama çalışması sonuçsuz kalmasına rağmen halen araştırmacıların en fazla ilgilendikleri kayıplar arasında ilk sırada yer alıyor.

-HZ.NUH 'UN GEMİSİ AĞRI DAĞI'NDA MI?-

Nuh'un Gemisi'nin Ağrı Dağı'nda olduğa inananların sayısı hayli fazla. Resmi kayıtlara göre, Nuh'un Gemisi'ni aramak üzere 20 Ağustos 1829'da Ağrı Dağı'nın zirvesine ulaşan ilk araştırmacı Alman bilim adamı Frederic Parrot oldu. Parrot, Nuh'un Gemisi'nin Ağrı Dağı'nda bulunduğunu öne sürerek biri Rus, 6'sı Alman 7 arkadaşı ile zirveye ulaştıktan sonra dönüşte, gemiyi bulamadığını ama izlerine rastladığını iddia etmişti.

Ağrı Dağı'na daha sonra da arama tırmanışları gerçekleştirildi. 1916 yılında Vladimir Roskovski adlı bir Rus pilot, Ağrı üzerinden uçarken bir gemi kalıntısı gördüğünü iddia etmiş ve konuyu tekrar gündeme taşımıştı.

11 Eylül 1959'da Milli Müdafaa Vekaletine bağlı Harita Müdürlüğünde görevli binbaşı İlhami Durupınar da Ağrı Dağı'nın 4000-4500 metre yükseklikten çekilmiş fotoğraflarını incelerken Nuh'un Gemisi'ne çok benzeyen bir oluşum var olduğunu ileri sürmüştü.

Nuh'un Gemisi'ni bulmak amacıyla dağa çıkanlardan birisi de aya ilk ayak basan astronotlardan James Irwin oldu. Irwin ve arkadaşları da Nuh'un Gemisi'nin Ağrı Dağı'nda olduğunu ileri sürerek araştırma yapmış ama gemiyle ilgili somut bir bulgu elde edememişlerdi.

-KAYIP MEDENİYET ATLANTİS-

Sular altında kaldığı söylenen efsanevi ada Atlantis de insanoğlunun en fazla merak ettiği ve bulunması için araştırmacıların çalışma yaptığı en önemli kayıplardan biri olarak dikkat çekiyor.

İspanya'nın güney sahilleri, Girit Adası yakınları, Konya, Kıbrıs ile Suriye arasında Akdeniz'in derinleri gibi birçok değişik bölgede olduğu ileri sürülen medeniyetin izlerini bulmak için yapılan çalışmalar bıkmadan sürdürülüyor.

Bugün birçok insanın varlığına inandığı Atlantis'ten ilk bahseden ise ünlü düşünür Eflatun.... Kaynak olarak Atinalı Solon'u gösteren Eflatun'a göre Atlantis, Cebelitarık Boğazı'nın batısında, Libya'dan daha büyük bir ülke. Eflatun'dan günümüze kadar gelen bilgilere göre, Batı Avrupa ile Libya'yı ezip geçen Atlantis orduları, Atinalıların gösterdiği direnç karşısında gerilemek zorunda kalır ve şiddetli bir deprem sonunda da MÖ 9600'de, bir gece içinde sular altında kalır.

-KUTSAL KASE-

Dan Brown'ın ''Da Vinci Şifresi'' kitabıyla gündeme gelen ve efsaneye göre, Hz. İsa'nın Yahudi ve Romalıların oluşturduğu askeri bir güç tarafından yakalanıp çarmıha gerilerek idam edilmesinden önce havarileri ile yediği son akşam yemeğinde kullandığı veya çarmıha geriliş esnasında Arimatealı Yusuf'un İsa'dan akan kanı doldurduğu bir kasenin varlığına inanlar da çoğunlukta.

Vatikan'ın varlığına inanmadığı Kutsal Kase özellikle Hristiyan araştırmacıların ve hazine avcılarının geçmişte olduğu gibi günümüzde de büyük ilgisini çekiyor. Antakya'da olduğu yönünde iddiaların ortaya atıldığı Kutsal Kase'nin İstanbul'daki Çemberlitaş'ın altında bile olabileceği ileri sürülmüştü.

-KAYIP KITA MU-

İzlerine tarih içinde pek çok uygarlıkta rastlandığı ifade edilen batık Mu kıtası, insanoğlunun en büyük kayıp meraklarından birisini oluşturuyor.
19. Yüzyılda İngiliz araştırmacı James Churchward kayıp kıta için Orta Amerika'da çeşitli araştırmalar yaparak, konuyla ilgili eserler kaleme aldı.
Bilim dünyası Mu uygarlığının varlığına kuşkuyla yaklaşmasına rağmen, kıtanın battığı öne sürülen tarihte dünyada büyük bir jeolojik olayın yaşanması araştırmacılar için her zaman dikkat çekici bulundu.

Atatürk'ün, Churchward'ın Mu kıtasıyla ilgili eserlerini Türkçe'ye çevirtmesi ve Tahsin Bey'i araştırma yapmak üzere Meksika'ya büyükelçi ataması, kayıp kıta Mu'nun Türklerin kökeni açısından da önemli olabileceği düşüncesinden kaynaklanmıştı.

-HAZRETİ MUSA'NIN SANDIĞI-

Ahit Sandığı veya Tabut-u Sakine olarak adlandırılan Hazreti Musa'nın sandığı da en önemli kayıplar arasında.

Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Felsefe ve Din Bilimleri Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ali Rafet Özkan, Hazreti Musa'nın kutsal kitap Tevrat'ı çoğaltarak 12 kabilesine dağıttığının, aslını ise yaptırdığı bir sandıkta korumaya aldığının bilindiğini anlatarak, şunları söyledi: ''Hazreti Musa'nın çeşitli eşyalarının da bulunduğu söylenen sandık, Kudüs'teki mabette koruma altına alınır. MÖ 586 Babil orduları tarafından istila edilen Kudüs'teki mabet yağmalanır ve Hazreti Musa'nın sandığı kaybolur.''

Hazreti Musa'nın sandığının yeraltı mağaralarında saklandığı yönünde bazı görüşlerin bulunduğunu anlatan Özkan, sandığın nerede olduğu ya da akıbeti konusunda somut bir bilgi olmadığını ifade ederek, ''Bu sandığın Antakya'da bir mağarada saklandığı da ileri sürülüyor'' diye konuştu.
 

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
Ölümden Sonra Hayat

Ölümden  Sonra Hayat
Ölümden Sonra Hayat
Ölümden sonra hayatın varlığı insanların en fazla merak ettiği konuların başında gelir. Bazı insanlar inançları gereğince bunun varlığından emindir, bazısı da şüphe duyar. Ölüme yakın deneyim geçiren bazı insanlar, karanlık bir tünelde yol alıp, sonunda beyaz bir ışık huzmesine kavuştuklarıyla ilgili bilgiler anlatırlar. Bunlar arasında sevdiklerine kavuşmak, tuhaf bir huzur hissetmek gibi anlatımlarda vardır. Bu deneyimler oldukça etkileyici olmakla birlikte hiç kimse “öbür taraf”tan elinde bir kanıtla ya da doğrulanabilir bir bilgiyle geri dönmeyi başaramıyor. ‘Öbür dünya’ olaylarına şüpheyle bakanlar, söz konusu deneyimlerin travma geçirmiş bir beynin gördüğü halüsinasyonlar olduğunu söylüyorlar. Genellikle ölümle ilgili sorulara verilen yanıtlar dini inanışlara göredir. Ünlü kök hücre araştırmacısı Dr. Robert Lanza’nın kuantum teorisi üzerine yaptığı araştırmalar sonucunda bu soruya verdiği bir cevap var. Dr. Robert Lanza’ya göre ölümden sonra bilincimiz kaybolmuyor, başka bir evrene transfer oluyor. Beden ölümünün yaşamın sonu olmadığını söyleyen Lanza, ölümün algımızın bir parçası ve farkındalığımızın yarattığı bir ilüzyon olduğunu ifade ediyor. Lanza’ya göre hayat sona ermiyor, başka bir boyutta sonsuza kadar devam ediyor.

İslam Dinine göre ölümden sonra hayat devam etmektedir.

Ölüm, ruhun bedenden ayrılmasıdır. Yaşadığımız âlemden kabir âlemine yolculuktur. Ruh, Azrail Aleyhisselam vasıtasıyla "Berzah Alemi"ne götürülür.

Berzah, "geçit" demektir ve berzah alemi, dünya ile ahiret arasında bulunan bir "bekleme salonu"dur. Ruhlar, orada kıyameti ve dirilişi beklerler. "Münker ve nekir taifesinden" olan sorgu melekleriyle karşılaşma, ilk mahkeme, ilk ceza ve ilk mükafat burada gerçekleşir.

Berzah, başka bir tabirle kabir hayatı, hadisin ifadesiyle, "Ya cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukurdur." Ancak, burada azabın veya lezzetin muhatabı, cisimden mahrum kalan ruhtur. Kabir hayatından sonra, "mahşer"de, yeniden yaratılan bedenine döner, dünyada yaptıkları için o "büyük mahkeme"de hesap verir. Sonrası, ebedi cennet veya cehennemdir. Bu menzillerde lezzet de elem de hem cisimle hem de ruhla tadılır; dünyada olduğu gibi.

Kabir hayatını yeniden diriliş takip edecektir. Ruh zaten ölmediğinden diriliş beden için söz konusudur. Ba’s (diriliş) ile ruhlar yeni bedenlerine kavuşurlar ve hesaba çekilmek üzere mahşer meydanına çıkarlar. Orada vakfe denilen bir süre kalındıktan sonra mizan safhasına geçilir. İman ile ölen ve bu mizanda sevapları günahlarından ağır gelenler ebedi saadet menzili olan cennete sevk edilirler. Küfür üzere ölenler Allah’ın azap diyarı olan cehenneme giderler. Günahları sevaplarından daha ağır gelen müminler de bu günahlarının temizlenmesi için o dehşetli cehennem azabını tadarlar. Daha sonra onlar da cennete ulaşırlar.
 

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
Déjà vu

Déjà  vu
Déjà vu
Fransızca’da Dejavu “daha önce görüldü” anlamını taşır. İlk kez 1876’de Fransız Fizikçi Emile Boiraç tarafından kullanıldı. Anlatmak istediği durum ise şöyle: Özel bir anı ya da birtakım koşulları, aynı şekilde daha önceden de yaşamış olduğunuzu hissetme hali. Herkesin hayatında bir veya birkaç kez yaşadığı bu duygu, şaşırtıcı, gizemli ve ürkütücüdür. Birçok insan “déjà vu” hissini psişik bir deneyim olarak algılar. Bazılarına göreyse bunlar önceki hayatlarımızdan davetsiz çıkıp gelen anlık karelerdir. Araştırmacılar “déjà vu” ile ilgili bazı açıklamalar yapmaya çalışsalar da de bu esrarengiz hissin nedeni bir sır olmayı sürdürüyor.

Dejavunun sebebi tam olarak bilinmiyor. Araştırmalara göre insanların üçte ikisi hayatında en az bir olayı, daha önceden yaşadığı hissine kapılıyor. Diğer hafıza proplemlerinin aksine, gençlerde daha fazla görülüyor. 20.yy boyunca psikiyatrlar, dejavuyu Freud’çu açıklamalarla bastırılmış duyguların geri çağrılmaya çalışılması olarak ifade ettiler. Şimdiye kadar ileri sürülen teoriler arasında, tıpkı göz seğirmesi gibi istem dışı olarak beynin hafızaya aşinalık sinyali göndermesi olabileceği de bulunuyor. St Andrews Üniversitesi’nden Dr Akira O’Connor, bu görüşün epilepsi ve demans hastalarının daha fazla dejavu hissini yaşamasını da açıklayabileceğini söylüyor. Colorado State Üniversitesi’nden Profesör Anne Cleary ise, dejavunun, bir odanın şekli gibi gerçekten aşina olan birşeyin, hafızayı yanıltması olabileceği görüşünde. Bilim adamları, 23 yaşındaki İngiliz bir erkeğin yaşadıklarının dejavunun neden olduğuyla ilgili açıklamalara yardımcı olabileceğini belirtiyor. İngiliz genç, “Her şeyi daha önceden gördüğü için” televizyon izlemekten, radyo dinlemekten ve gazete okumaktan bile kaçınacak duruma geldi. Bu olayı inceleyen bilim adamları ilk kez dejavunun nedenleri arasında anksiyeteye işaret ettiler. Araştırmayı yapan uzmanlarda Bilişsel Nöropsikolog Dr. Chris Moulin, hastanın geçmişte depresyon ve aşırı stres yaşadığını ve bir kez de uyuşturucu madde olan LSD’yi kullandığını söyledi. Dr. Moulin’in açıklaması şu şekilde: “Çok çarpıcı bir vaka. Genç adam dejavu dışında olanların farkında. Ama aklının sürekli olarak kendisine oyun oynadığı duygusu yüzünden travma yaşıyor. Hasta artık dejavunun dejavusunu görmeye başladı. Bu vaka tek başına anksiyete ile dejavu arasında bağ olduğunu kanıtlamaya yetmese de, gelecekteki araştırmalar için ilginç bir kapı aralayacak”.
 

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
Hayaletler

Hayaletler
Hayaletler
Hayaletlerle ilgili öykülerin, efsanelerin geçmişine kısaca bir göz atıldığında, ilk insandan bu yana, hiç değilse söylence düzeyinde var olduklarını görüyoruz. Bilim henüz rüyaların gizemini çözemediği gibi ölümden sonra benlik ve bilincin yok olup olmadığı da kesin olarak bilinmiyor. Pekçok dinde insan ruhunun sonsuz bir enerji olduğu ve ölümden sonra başka bir boyutta varlığını sürdüreceğini anlatılır. Peki ya ruhlar bu dünyada kalırsa? 1908 de Fizikçi Sır Oliver Lodge hayaletlerin “çok eski trajedilerin hayali görüntüleri” olduklarını öne sürdü. Hayaletlerin göründüğü yerler genellikle cinayetler işlenmiş eski şato ya da sonu kötü biten olayların yaşandığı yerlerdir. Stanford Üniversitesinde Hayaletler üzerine araştırmalar yapan Prof. Frederic W.H. Myers incelediği görüntü ve görgü şahitlerinin anlatımları sonucunda hayaleti şu şekilde tanımlamıştır; hayalet şahsi bir enerjinin kalıcı olan bir görüntüsüdür. Bu bir ölünün ya da canlının olabilir.

Hayaletlerin göründükleri zaman çok güçlü şekilde havanın soğumasına ve üşüme hissine neden olduğu ve genellikle de kükürt kokusu ya da çürük yumurta kokusuna benzer bir kokuya yol açtığı iddia edilir. Hayaletler için öne sürülen fikirlerden biri dünyadan ayrılmak istemeyen ve arada kalmış ruhlar olduğu yönündedir. Bitirmedikleri işler ya da onları dünyaya bağlayan duyguları o denli güçlü ki, ebedi sisteme direniyor, burada yarım kalan işlerini halletmeye çalışarak kendini sesle ya da görüntüyle gösteriyor. Böyle durumlarda parapsikolojik ve medyumik güçleri olan kişilerin ruhla iletişime geçerek öte alema geçmeye ikna edilebildiklerine inanılıyor. Bilimin bugün ulaştığı düzey gözönünde bulundurulduğunda hâlâ hayaletlerin varlığından söz edilebilir mi? Pozitivizm bütün bunları bir kalemde silip atarken, çok geniş kitlelerin inancında en genel anlamıyla doğa üstü güçler dünyevi hayatın yanı sıra yaşayıp gidiyorlar. Bu tür olguların gerçek olup olmadığını şimdilik bir kenara bırakıp, dünya tarihinde kayıtlara geçmiş hayaletler dünyasında kısa bir gezintiye çıkalım…

Hayalet Ev
Hayalet Ev
Hayaletli Ev – Tennesse Şeytanı

Çiftçi John Bell’in ölümüne yol açan olaylar 1817 yılında başladı. Önceleri, kasabanın uzağındaki çiftlik evine bir şey girmeye çalışıyormuşcasına garip sesler duyuldu. Oysa o sırada hiçbir şey görünmüyordu. Gecenin ileri saatlerinde o şey amacına ulaştı ve içeri girdi. Kanat sesleri, fare tıkırtıları, vahşi hayvan pençelerinin çıkardığı sesler Bell ailesini dehşete düşürüyordu. Gün geçtikçe sesler şiddetlenmeye başladı. Ve sonunda bir gece 13 yaşındaki Betsy Bell çığlık atarak uyandı. Yatağında görünmez bir güç tarafından tokatlanmıştı. Benzer saldırılar zamanla şiddetlenerek ailenin diğer çocuklarına da etkisini gösterdi. Bell ailesi başlarına gelen bu felaketi çevrelerinden gizlemeye çalışıyorlardı. Sonunda dayanamayıp kilisenin papazını çağırdılar. Ancak rahibin “şeytan kovma” çabaları evin içindeki o şeyi daha da sinirlendirmekten başka bir işe yaramamıştı. Gün geçtikçe gücü artıyor, fokurtuyu andıran sesler boğuk fısıltılara dönüşüyordu. İncil’in bazı bölümlerine küfreden bu fısıltılar John Bell’i mezara göndereceğini söylüyordu.

Bir gün, o şeyin çiftçiye saldırmasından sonra eve doktor çağırdılar, ancak doktorun verdiği ilacın bir süre sonra koyu renkli bir sıvı haline geldiğini gördüler. Artık John Bell yataktan çıkamaz olmuştu. Evdeki garipliklere doktor da tanık oluyor ve hatta küçük kız Betsy’nin “şeytan” olmasından kuşkulanıyordu… Sonunda baba Bell 20 Aralık 1820’de öldü. Cenaze tarihinden sonra o şey 7 yıl sonra tekrar geleceğini söyleyerek uzaklaşıyor ve dediği gibi 7 yıl sonra geliyordu. Bu kısa “ziyaretler” sırasında bu kez 107 yıl sonra geleceğini söylüyor ve bir daha hiç geri, dönmemek üzere evi terk ediyordu.
Mezarın Ötesindeki Çocuklar

Ancak hayaletlerle ilgili anlatılanların hepsi Bell ailesinin başına gelenler kadar tüyler ürpertici değil. Edna Rugless’in evindeki gürültüler arttığında yaşlı kadın “sessiz olun çocuklar” diye bağırıyor ve sesler gerçekten de kesiliyordu. Bayan Rugless’in sözünden hiç dışarıya çıkmayan bu iki küçük kız çocuğunun garip olan tek yanı yıllar önce ölmüş olmalarıydı. İngiltere’nin batısındaki Devon’da bulunan bu üç yüz yıllık çiftlik evinin üst katı bu iki hayalet çocuk için bir oyun bahçesiydi sanki. Kimi kez, çocuk odasındaki sallanan atlas kıpırdanıyor fakat bu yaşlı kadını hiç ürkütmüyordu. “Bir gün yatak odasının önünde zıplamaya başladılar” diye anlatıyordu. Bayan Rugless yaşadığı bir olayı şöyle aktarıyordu;

“Onlara uslu durmalarını söyledim, tabii ki sözümü dinlediler. Çünkü onların yaşadığı çağda çocuklara itaatkâr olmaları öğretiliyordu.” Bir gün Bayan Rugless’e ruhsal olaylarla ilgilenen bir arkadaşı ziyarete geldi. Küçük dostlarından hiç söz etmemiş olan Bayan Rugless arkadaşına bu evde garip bir şeyler sezip sezmediğini sordu. Arkadaşının yanıtı ilginçti: “Evet bu evde dört yaşlarında iki kız çocuğunun ruhları var. Birinin adı E ile başlıyor diğerinin ki ise A ile.”Kilisenin ölüm kayıtlarında bir inceleme yapan Bayan Rugless, kilise görevlisi Rev Frederic Gilbert’ten bu evde 58 yıl arayla 4 yaşında iki kız çocuğunun ölmüş olduğunu öğrendi. Elizabeth 1844’de Ann ise 1902’de ölmüştü. Gilbert, bu çocukların o evde çok mutlu günler geçirmiş olduklarını ve bu yüzden ayrılmak istememelerinin doğal olduğunu söylüyordu. Aralarındaki 58 yıllık yaş farkı ise yalnız bizim gibi “fani”ler için şaşırtıcıydı.

Hayalet Denizci Adalet Peşinde

Hayaletler
Hayaletler
Amerikalı genç bir denizcinin ruhu esrarlı ölümündeki gerçeğin aydınlanması için, 2 yıl boyunca annesini Portland’daki evlerinde ziyaret etti. Teğmen James Sutton yüzyılın başlarında yaşamış büyük bir orta sınıf aileden gelmekteydi. Ailesi onun Annapolis Askeri Akademisi’ne kabul olmasına çok sevinmişler, bununla gurur duymuşlardı. Artık dört gözle ondan gelecek mektupları bekliyorlar, postacıyı kapıda karşılıyorlardı. 14 Ekim sabahı postacı geldiğinde annesi heyecanla posta kutusuna koştu ve her zaman olduğu gibi mektubu daha kapıda okumaya başladı. Düzgün yazılmış satırlar neşeli olaylar ve esprflerle doluydu. Fakat Bayan Sutton mektubu eline aldığında elleri titremeye başladı. İçi garip bir kuşku ve korkuyla doldu. Sanki çok kötü birşeyler olmuştu. Ertesi akşam ailesiyle birlikte otururken birden bire bir acıyla sarsıldı. Koşarak üst kata çıktı ve oğlunun mektubunu hiçbir şeyi kaçamadığından emin olmak için bir daha okudu.

Ertesi gün, hâlâ kendirie gelememişti Bayan Sutton. Kiliseye gitti, daha sonra ev dönüp günlük işlerle oyalandı. Fakat o garip hissi bir türlü atamıyordu içinden. Oğlu James’in zamansız bir şekilde eve döneceği doğmuştu içine. Hatta kızı Loui-se’e ağabeyinin odasını hazırlamasını söyledi. Bay Sutton’un işinden ayrılıp aniden eve gelmesi, hepsini şaşkına çevirdi. Yüzü bembeyazdı ve yıkılmış görünüyordu. “Size kötü bir haberim var” dedi ve o gün Annapolis’ten bir telgraf aldığını ve oğullarının kendini vurarak intihar etmiş olduğunu söyledi. Bayan Sutton koyu bir Katolik ti ve oğlunun kendini öldürebileceğine inanmıyordu. “Tam o sırada” diye daha sonra yazdı Bayan Sutton, “James tam önümde durdu ve dedi ki: ‘Anne hâlâ beş yaşındaki kadar günahsızım. Ben hiçbir zaman kendimi öldürmem”. Bayan Sutton’dan başka kimse ne bir şey duymuş, ne de görmüştü. Fakat onun bu konudaki ısrarı karşısında, James’in ölümünün onu çok sarstığını ve bir şok geçirdiğini düşündüler.

Buna rağmen Bayan Sutton’un görünmeyen varlığı dinlerken ağzından dökülenler inkâr edilecek gibi değildi. James’in başına tabancanın kabzasıyla vurulmuş, diğer üç adam onu dövmeye, yüzünü toprağa sürtmeye başlamışlar. James’i tekmelerken de kol saati kırılmış. “Eğer alnımı görebilseniz, elinizi alnıma koysanız bana neler yaptıklarını anlardınız, Anne!” diye mırıldandı ruh. Gitmeden önce adını temize çıkarmalarını, aksi takdirde ruhunun hiçbir zaman huzura ermeyeceğini söyledi. James’in ruhu 16 Ekim’de tekrar göründü. Bayan Sutton’un iddiasına göre ölümüyle ilgili daha detaylı bilgiler verip, yüzündeki yaraları, tahribatı gizlemek için başını nasıl bandajladıkla-rını anlatmış: “Bütün yüzüm paramparça ve alnım kırık, çenemin sol tarafında bir şişlik var.” Daha sonra bunlara bir ispat olacak Bayan Sutton oğlunun hayaletini yüzü dağılmış ve bütün kanı gitmiş olarak gördü. Hayalet “Apoletlerimin birini bulamıyorum” diye acıklı bir yüzle imada bulundu annesine. Artık bütün ev hayaletin varlığı ile dolmuştu. Denizcinin küçük kardeşi Dan ağabeyini gördüğüne yemin ediyor ve kızkardeşi Louise onun varlığını içinde hissediyordu. Diğer kız kardeşi Daisy bir gece rüyasında kendisine kalabalık genç denizcilerin olduğu bir fotoğraf gösterildiğini gördü. Bu fotoğraftaki James’in arkadaşı Utley adındaki bir subaydan gözlerini alamıyordu. Rüyasında daha sonra, Bayan Sutton oğlunun bedeninin bir bodrumda saklanmış olduğunu ve bundan da Teğmen Utley’in sorumlu olduğunu anlattığını söyledi.

James’in ölümünden 3 hafta sonra Louise Annapolis’teki cenazeden döndü ve kardeşinin eşyalarını da beraberinde getirdi. Bunların arasında camı kırılmış bir kol saati de vardı ve bu James’in yaşadıklarının doğruluğunu kanıtlıyordu. Resmi kayıtlara göre Teğmen Sutton ve birkaç arkadaşı o gece bir eğlenceye gitmişlerdi. Kampa döndüklerinde oldukça içkiliydiler ve aralarında bir münakaşa başladı ve münakaşa kavgaya dönüştü ve birbirlerini tartaklarken James yere düştü ve onları öldüreceğine dair tehditler savurarak silah almak için çadırına koştu. Bundan dolayı onu tutuklamak için peşinden gittiklerinde aniden silahını kendine doğrultarak ateşledi. Yetkililerin bu açıklamasına Sutton ailesi inanmadı. Yapabilecekleri fazla bir şey olduğunu sanmıyorlardı. Askeri doktor soruşturmada James’in yüzünde en ufak bir tahribat olmadığına dair yemin etti ve intihar olduğuna karar verildi. Fakat bundan iki yıl sonra, James’in ailesi oğullarının cesedine otopsi yapılmasını istediler ve otopsi sonuçları gerçekten şaşırtıcıydı. Yapılan incelemeler James’in hunharca dövüldüğünü, yüzünün vurularak parçalandığını, alnının kırık ve sol çenesinin altında da bariz bir şişlik olduğunu ortaya çıkardı. Ayrıca otopsiden sonra kurşunun giriş açışının, insanın kendi kendine böyle bir açıyla vurmasının, olanaksız olduğu ve giysilerinde yapılan incelemede apoletlerinden birinin kopuk olduğu meydana çıktı. Daha sonra Sutton’lar Teğmen James’in bir cinayete kurban gittiğini açıklayan isimsiz bir mektup aldılar. El yazısından mektubu yazanın, cinayetin işlendiği gece partide bulunan bir hizmetkâr olduğu saptandı. Fakat onu bulmak için yapılan bütün girişimler boşa çıktı. Buna karşın hayalet huzura ermiş görünüyordu, iyi bir Katolik olarak adına sürülmüş “intihar” lekesinin silinmesi onu tatmin etmişti. Bayan Sutton ara sıra hâlâ onun hayalini görüyordu ama zamanla bu görüntüler zayıfladı ve sonra kayboldu. Adalet yerini bulmuştu.

Fabrikadaki Hayalet

1912’de inşa edilen ve askeri uçak motorları üretimi yapan Moskova’nın 24 numaralı fabrikasında 1941 ylında yaşanan olay da önemli hayalet öykülerinden biridir. Fabrikanın yanında XIX yüzyıldan itibaren savaşlarda ölen askerlerin toprağa verildiği Moskova’nın en büyük mezarlıklarından biri olan eski Semönovskoye mezarlığı bulunuyordu. Mezarlık 1930’ların sonlarına doğru kapanır, mezar taşları kaldırılır. Boş kalan arazide Semönovskiy Proezd Sokağı döşenir ve park kurulur. Eski mezarlığın boş kalan kısmına, fabrikayı genişletmek amacıyla test atölyesi açılır. Yeni atölyenin açılmasından kısa bir süre sonra esrarengiz olaylar yaşanmaya başlar. İşçiler, fabrikada hayaletlerin dolaştığını söylerler ve gece vardiyasına çıkmayı reddeder. Fakat gerek fabrika yönetimi, gerekse gizli askeri tesisi koruyan istihbarat görevlileri hayaletlere inanmıyordu. Buna rağmen, hayaletlere ilişkin iddialar artıyor, çok sayıda işçi onları gördüğünü anlatıyordu. Fabrika yönetimi, olaya gerçekçi bir açıklama bulmak amacıyla çeşitli tahminlerde bulunur. O dönemde Sovyet Rusya ile Nazi Almanyası arasındaki ilişkiler oldukça gergindi. Belki de nazi ajanları askeri fabrikanın faaliyetini engellemeye çalışıyordu? Fabrikanın koruması arttırıldı. Ama yine de olaylar devam ediyordu. Rus istihbaratı, olayı aydınlatmak için iç savaş gazisi İvan Hrapov’u görevlendirir. İvan Hrapov güçlü sinirlere sahipti, rasyonel düşünüyordu ve mistik görüşlere uzak birisiydi. Olup bitenlerin hayalet kılığına giren “halk düşmanları”nın işi olduğundan emindi ve hayaletleri mutlaka ortaya çıkaracağından kuşkusu yoktu. Mayıs 1941’de fabrikaya geldi ve “hayalet avına” başladı.

Başta ortalık sakindir. Ancak birkaç gün sonra hayaletler yeniden ortaya çıkar. Atölyede arama yapılır ama birşey bulunamaz. Hrapov, fabrikada şahsen devriye gezme kararını alır. Gece devriyesi sırasında bir işçinin çığlığını duyar. Hemen yanına gider ve gözlerine inanamaz. Yükseklikte yarı saydam bir insan figürünün uçtuğuna şahit olur. Hayalet, atölyenin içinde uçtuktan sonra havada çözülür. Gördüklerinden oldukça etkilenen Hrapov, uzun bir süre kendine gelemez. Bir rapor yazması gerekiyordu. Ancak ne yazacaktı? Gizli askeri tesiste hayaletlerin dolaştığını mı? Başka çaresi yoktu ve herşeyi olduğu gibi yazmaya karar verdi. Raporu alan yöneticiler düşünmeye başlar, güvenilir bir personele güvenmemek için bir sebepleri yoktu, ama hayaletlere inanmak daha zordu. Sonuçta araştırma başlatılır, fakat sonlandırılamaz, çünkü 22 Haziran 1941’de Almanya ile savaş başlar. Hayaletleri unutmanın zamanı gelir. Fabrika Moskova’dan iç bölgeye taşınır ve esrarengiz olaylar son bulur. Fabrika, savaşın bitimiyle, 1946’da Moskova’ya döner. Günümüzde bu fabrikada Rusya’nın uçak motorlarını üreten en büyük şirketi “Salüt” faaliyet göstermektedir. 1990’ların başlarında eski Semönovskoye Mezarlığı’nın arazisinde bulunan Mesih’in Dirilişi Kilisesi onarıldı ve Rus Ortodoks Kilisesi’ne devredildi. Yetkililerin mezarlığa olan bakış açısı da değişti. Moskova Belediye Meclisi burada yatan askerler için Vatan Savunucuları anıtını açacağını açıkladı. Hayaletlerin fabrikada neden ortaya çıktığı ve daha sonra neden görünmedikleri ise hala izah edilemedi.

Hayalet Avcısı Harry Prlce

Harry Price, ismi İngiltere’nin ünlü tarihi binalarından Borley’le beraber anılan bir psişik araştırmacısı ve hayalet avcısıdır. Price’m, ingiltere’nin en hayaleti! evi olarak kabul edilen Viktorya dönemi binası ile olan ilişkisi aralıklarla da olsa tam 19 yıl sürmüş ve bu serüvene ilişkin yazdığı iki kitap psişik dünyanın kapılarını sokaktaki adama açmıştır. Borley ile ilişkisi 1929 yılında başlamıştır. 1863 yılında yapılan binada kiracı olarak oturanlar her seferinde doğaüstü güçler tarafından rahatsız edildiklerini savunarak binayı terketmektedirler. Price binayı ilk ziyaretinde, 19 yıl boyunca bilimsel ilgisini çekecek kadar olay ve şahit bulmuştur. Binada bir sürü hayalet vardır, bunların arasında düzinelerle insan tarafından görülen bir rahibe, başsız bir adam, uzun kara bir varlık ve arabasını hızla süren bir arabacı da vardır. İnsanlar ayrıca zillerin çaldığını, ayak seslerini, çeşitli gürültüleri, boş olması gereken odalardan gelen zincir şakırtılarını, kırılan camları açılıp kapanan kapıları ve binanın yanındaki kiliseden gelen müzik ve ilahileri duymaktadırlar. Price 1937 yılının Aralık’ındadoktorlar, mimarlar, bilim adamları ve diplomatlar da olan 40 kişilik bir grupla binaya yerleşir. Bu gruptan bazıları soğuk geceler geçirir ve hiçbir şey duymazlar, ancak yarısına yakını da boş odalardan gelen garip sesleri duyarlar. Bir felsefe doktoru olan Dr. Joad odasında aniden meydana gelen 10 derecelik bir ısı düşüşünü tespit eder. Diğeri ise, ki aralarında Price de vardır, rahibenin hayaletini görürler. Evde yapılan bir ruh çağırma seansında rahibenin adının Marie Lairre olduğu, evin çok eski sahiplerinden biri tarafından Fransa’dan İngiltere’ye getirildiği ve onunla yaşadığı, ev sahibi adına “uygun” bir evlilik yapmak istediğinde öldürüldüğü ve bina yakınına gömüldüğü öğrenilir. Bina 1939 yılında yanınca, Price 1943 yılında kazılara başlayarak bir kadın kafatası ve üzerinde dini tasvirler bulunan kolyelerin bulunduğu bir mezar tespit edilir. Harry Price’ın kitapları, birçokları tarafından bilimsellikten oldukça uzak bulunmakla birlikte, Price, Londra Üniversitesi’nde psişik araştırmalar yapmak üzere bir laboratuvar kurulmasına ön ayak olur ve ölünceye kadar bu laboratuvarı yönetir.
 

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
Duyu Ötesi Algı

Duyu Ötesi  Algı
Duyu Ötesi Algı
Duyu Ötesi Algıları kontrol etmek için bazen kendinize farklı ek tercihler yapmanız gerekir. Altıncı his çok sık duyduğunuz alBazen durup dururken birini düşünürsünüz, sonra birden telefon çalar, arayan kişi sizin düşündüğünüz kişidir… Bu yaşadığınızı bir tesadüf mü olduğunu düşünürsünüz? Bir şarkı söylersiniz usul usul, bir televizyon açarsınız bakarsınız sizin biraz önce söylediğiniz şarkı ekranda çalınıyor. Sonra gözlerinizi ovalarsınız, omuzlarınızı silkersiniz. Acaba bu bir tesadüf mü, dersiniz. Duyu ötesi algılama, yani diğer adı altıncı his olduğunu düşünürsünüz. Olma ihtimali yüksektir.

Bütün insanların Duyu Ötesi algılaması vardır, fakat maalesef bu algılama çoğu insanda gelişmemektedir. Yukarıda bahsettiğimiz örneklerdeki gibi açıklanamayan farklı olayları herkes yaşadığını çevrenin özelliklerine göre yaşar. Araştırma derneklerinin verilerine göre insanda bulunan beş duyu organı olan işitme, görme, dokunma, tat alma ve koku alma gibi özellikler insanın bilgi alıp vermesine yarayan becerilerdir. Bu sebeplerden duyu ötesi algılama toplum arasında 6. His olarak bilinir.

Duyu Ötesi Algılar nelerdir

- Genel olarak 5 bölümde incelenmektedir bu Altıncı his denilen şey.
- Zihinden zihne iletişim adı verilen telepati,
- Gaipten ses gelme adı verilen açık ve net görüş,
- 5 duyu organımız ile algılayamadığımız nesneleri veya olayları görebilme becerisi,
- Geleceği bilme olayları, gerçekleşmeden önceden görebilme,
- Uzak geçmişi bilme dediğimiz geçmişteki yaşanan olayları görebilme
- Bir nesneyi dokunarak bunun geçmişi hakkında bilgi edinebilme yeteneği olarak adlandırılan Psikometri

Altıncı His konusu

İnsanın altıncı hissinin güçlendirilmesi için bazı basit teknikleri yapması gerekir. Fakat bunu başarmak için çok çok çalışması gerekmektedir. Nasıl okumayı yürümeyi ya da şaşı bak şaşır adını verdiğimiz resminizi görmek ne kadar sürdüyse bu egzersizlerin başarılı olabilmesi için de öncelikle altıncı hissin olduğunu kabul etmek gerekmektedir. Sonra bu özelliği geliştirmek için çalışmaya başlamak gerekir. Bu amaçla ne kadar çok egzersiz yaparsanız duyu ötesi algılarınızı günlük yaşantımızdaki gücünün etkisinin o kadar çok farkına varmaya çalışıyorsunuz. Bilinci duygularınıza bilgi aktarmak için bilinç altına izin verdiğin sürece bu çeşit küçük rastlantıların giderek daha çok gerçekleşeceğini göreceksiniz. Duyu ötesi algıları (Altıncı His) geliştirmek için farklı çalışmalar yapılabilir.

Öncelikle ilk tavsiye edeceğimiz, kendi düşüncelerinizi evinizde varsa bir hayvana anlatmaya çalışmalısınız. Bir köpek, kedi veya kuş. Bu hayvana bir oyun öğretiyormuş gibi el, kol işaretleri yaparak ya da havlama komutları vermek yerine onu anlatmak için konsantre olup talimatları net ve sakin bir şekilde karşınızdaki hayvana anlatmak sonucunda size düşüncelerle karşılık verecektir. Bunu üşenmeden garipsemeden yapmaya devam edin.
Sarkaçlar enerjinizi yönlendirmenize yardım edebilir. Sarkaçlar çok eski dönemlerden beri gizemli amaçlar için kullanılmışlardır. Öncelikle sarkacı tutarak sağa sola sallayarak.

Altıncı His Kontrolü

Evet, Hayır, Bilmiyorum, Cevap vermek istemiyorum, gibi tepkiler arasından birini seçerek düşünmeye ayarlayalım. Sarkacın her sallanmasında düşünceye nasıl tepki verdiğini görmeye çalışın. Önce sağdan sola arkadan öne saat yönünden tersine, şeklinde farklı döndürme çalışmaları yapabilirsiniz. Sarkaç bilinçaltına ideo motor tepkisi üzerindeki etkileri fazla fark edilemez. Bu sebeple elinizdeki küçük kas hareketleri yardımıyla ulaşmaya çalışacaktır. Daha sonra kendiniz için uygun soruları sorarak bilinçaltınızdaki düşüncelerinizle ilişki kurmak bağlantı halinde olmak için bunu kullanabilirsiniz.
 

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
Taos Uğultusu

Taos  Uğultusu
Taos Uğultusu
ABD’nin New Mexico eyaletindeki Taos şehrini ziyaret eden insanlar, senelerdir, çöl havasında esrarengiz, güçsüz, düşük frekansa sahip bir uğultu ve titreşim duyduklarını söylüyorlar. Bazıları bunun çöldeki tuhaf bazı akustik sorunlarından kaynaklandığını ifade ederken, bazıları da bir çeşit kitle histerisi veya uğursuz bir sır olduğun düşünüyor. 1991’de yerel halk düşük frekanslı, gümbürtü benzeri bir sesten şikayetçi olmuş. New Mexico eyaletindeki Los Alamos Ulusal Laboratuvarı’ndan araştırmacıların yanı sıra, yerel uzmanların yaptığı inceleme bir sonuç vermemiş.

İngilizce’de “Hum” olarak ifade edilen uğultu, dünyanın en gizemli olaylarından biri olduğu gibi, insanları intihara sürükleyen bir soruna dönüşmüş durumda. Bu uğultuya maruz kalanlar, baş ağrısı, mide bulantısı, halsizlik, burun kanaması ve uyku bozukluğu gibi rahatsızlıklar çekiyor. İngiltere’de bugüne kadar en az 1 kişi “Hum” yüzünden intihar etti. Akustik mühendisi Geoff Leventhall’ın yaptığı bir araştırmaya göre, “Hum” bulunan bölgelerdeki nüfusun yalnızca % 2’si bu uğultuyu duyuyor. Bu sese maruz kalanlar ise genellikle 55-70 yaş arası insanlar. İngiltere’nin Leeds kentinde gürültüye maruz kalan Katie Jacqures yaptığı açıklamada, “Bu bir nevi işkence. Bazen gerçekten çığlık atmak istiyorsunuz. Geceleri çok daha kötüleşiyor… Uyumak zorlaşıyor çünkü arka planda sürekli bu sesi duyuyorsunuz. Sürekli dönüp duruyor ve kafanızı daha fazla bu sese takıyorsunuz” şeklinde konuştu.

Bilim adamlarının araştırmalarına rağmen, esrarengiz uğultunun neden yanızca belli bölgelerde, populasyonun belli bir kısmını etkilediği hala gizemini koruyor. İlk kez 1950’li yıllarda gündeme gelen gizemli uğultu, ilerleyen senelerde daha fazla bölgede düşük frekanslı, bir “zonklama ve gümbürdeme” tarzı bir gürültü olarak daha fazla yerleşim biriminde duyulmaya başlandı. İngiltere’nin Bristol şehri; ABD’nin New Mexico eyaletindeki Taos ve İskoçya’nın Largs kasabası, “Hum” eziyeti çeken yerleşim birimlerinden bazıları. Diğer yerleşim birimleri arasında Ontorio eyaltinin Windsor ve Avustralya’nın Sydney kenti sınırlarındaki Bondi bölgesi bulunuyor. Telegraph gazetesine konuşan Avustralyalılar, çaresizlikten ya fanlarını ya da müzik setlerini açık tutmaktan başka bir çözüm üretemediklerini söylüyor. Bu çaresizliğin en büyük kurbanı ise Amerika’nın Indiana şehrinde bulunan Kokomo kasabası. Bir zamanlar 47 bin kişinin yaşadığı kasaba, “Hum” sebebiyle 2003 yılında boşaltıldı. Hakkında birçok komplo teorisi ortaya atılan ve bazıları tarafından gizli bir psikolojik silah olduğu iddia edilen “Hum”, birçok görüşün doğmasına neden olmuş durumda. Ancak bilinen bir tek gerçek var: O da şimdiye kadar hiç kimsenin bu tuhaf sesin kökenini ortaya çıkaramadığı. İngiliz araştırmacı Leventhall, gizemli olayın yakın zamanda çözülebileceğinden şüpheli. Leventhall, “Bu 40 yıldır süren bir gizem. Daha uzun bir süre de böyle kalacağa benziyor” dedi.
 
Üst Alt