Peki neden günah işleriz?
İnsanı günaha sevkeden temel faktörler dahilîdir , yani insanın yapısında bulunan meyil ve arzulardır.
Bu meyil ve arzuların, kötülüklerin kaynağı ise, yukarıda da söylediğimiz gibi, nefsimizdir.
Çünkü nefs , “alabildiğine kötülüğü emreden” (Yusuf, 53) ve kişiyi günaha yöneltmek için fısıltılar halinde sürekli telkinde bulunan ( Necm , 23) bir güçtür.
Nefsin bu aşamasına nefs -i emmâre denir ki, insan varlığının en aşağı tabakası olup, bütün kötü huy ve hareketlerin merkezidir.
Aynı zamanda bu seviyedeki nefs , heva ve heveslerimizin de kaynağıdır.
Peygamberimiz tarafından, kendisine karşı yapılacak cihadın, cihadların en büyüğü olarak belirtilen nefs , bu nefstir .
İnsanı günah işlemesi için dışarıdan etkileyen faktörler de vardır.
Bunların başında şeytanın mevcudiyeti ve onun tahrikleri gelir.
Aldatıcı vaadlerine kulak verdiğimizde ve onun isteklerine uyduğumuzda bizi günahların içine iten ve böylece cehenneme sürükleyen şeytan, insan ile Allah arasındaki ilişkilerde sürekli olarak insanın önüne engeller koymaktadır.
Kur'an'da şeytanın bahsi nefse göre daha çoktur.
Çünkü nefsin kötülükleri ve bozgunculuğunda şeytanın vesvesesinin rolü büyüktür.
Uyuyan kötü düşünceler hep onun tarafından motive edilir.
Böyle bir anda insan Rabbi'ni hatırlar da, O'na karşı huşû duyarsa, aklı nurlanır, bu nur daha sonra kalbe girer ve günaha davet eden şeytanı yenebilir.
Dış faktörler içinde dünya hayatının cazibesini de unutmamak lazımdır.
Ölümsüz bir dünya hayatı içgüdüsü ve bundan dolayı da ahireti düşünmeme tavrı (Bakara, 95-96 ) insana nice günahlar işletir.
Kendini bu psikolojiye kaptıran insan, hayat sadece bu dünyadan ibaretmiş gibi pervasızca hareket etme arzusuna kapılır ve nefsî istekleri tatmin etme duygusunun baskısıyla günaha kolayca kayabilir.
Muhyiddin-i Rumî k.s. Hazretleri, etrafında toplanan müridlerine sormuş:
“En büyük günah nedir, biliyor musunuz?” Müridleri cevaben “Hayır!” demişler.
Hazret, merakla bekleyen insanlara en büyük günahın Allah'ı unutmak olduğunu söylemiş.
Bunun nasıl olduğunu soranlara da: “Allah'ı unutarak iş yapmaktır ki, böyle işlerin hiç kıymeti yoktur.” diye buyurmuş.
Allah'ı unutmak, aynı zamanda kendimizi unutmak değil midir?
O'nu unutmak, Rabbimiz olması yönüyle O'nun terbiyesini reddetmek değil midir?
Allah'ı unutmak, mümin olarak en fazla ihtiyacımız olan O'nun lütuf ve ihsanlarına karşı kayıtsız kalmak değil midir?
Böyle bir kimse zaten en büyük günahı zamanın her diliminde işliyor demektir.
Necip Fazıl da aynı konuyu güzel bir beyitle bizlere aktarmıştır:
“Sana şahdamarından daha yakın Allah;
Günah mı dedin, O'ndan uzağa düşmek günah.”
Günahlar niteliği açısından küçük ( sağire ) ve büyük ( kebîre ) olmak üzere ikiye ayrılırlar.
Müslüman için önemli olan, öncelikle büyük günahlardan mutlak surette kaçınmasıdır.
Çünkü Allah, Yüce Kitabımızda: “Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi güzel bir yere koyarız.” (Nisa, 31) buyurmaktadır.
Büyük günahların sayısı hakkında ihtilaflar vardır.
Bir hadisi şerifte, Allah'a ortak koşmak ve ana babaya isyan etmenin günahların en büyüğü olduğunu söyleyen Peygamberimiz (s.a.v), ayakta iken oturmuş ve üç defa “Yalan sözden sakınınız.” buyurmuştur.
(Müslim, İman, 38)
Diğer bir hadis de şöyledir: “Şu yedi helâk edici şeyden sakınınız.” “Nedir onlar ya Rasûlallah ?” sorusu üzerine şöyle buyurmuştur:
“Allah'a ortak koşmak, büyü yapmak, haksız yere Allah'ın yasakladığı cana kıymak, faiz yemek, yetim malı yemek, savaş günü geri dönüp kaçmak, bir şeyden habersiz, masum, inanmış kadınlara zina suçu atmak.”
( Buharî , Vesâyâ , 23; Müslim, İman, 144)
Büyük günah, İbn Mes'ud'a göre dört, Abdullah b. Ömer'e göre yedi, Abdullah b. Amr'a göre dokuz tanedir.
Abdullah ibn Abbas, yetmişe yakın büyük günah olduğunu, ancak tevbe ile büyük günah kalmayacağını, ısrar edince de küçük günahın büyük günaha dönüşeceğini, Allah'a isyan olan her şeyin büyük günah olduğunu söylemiştir. ( İbn Kesir Tefsiri, I/486)
Pek çok İslâm alimi , ayet ve hadis-i şeriflere dayanarak büyük günahlar ile ilgili sıralama yapmışlardır.
Büyük günahların en büyüğü olarak bildirilen şirkin dışındakilerin çoğu, doğrudan doğruya fertlere yönelik suçlardır.
Bununla beraber, dinî yaşantıyı bozan, safvetini yok eden kusurlar da vardır.
Mesela, namazı terk, zekâtı men, özürsüz olarak Ramazan orucunu yemek, hali vakti yerinde olduğu halde hacca gitmemek, Allah ve Rasûlü adına yalan söylemek, kadının erkeğe, erkeğin kadına benzeme özentisi,
kaderi inkâr, tasvîr , Allah'tan başkası adına hayvan boğazlamak, bile bile başkasının oğlu olduğu yolunda iddiada bulunmak,
Allah'ın mekrinden emin olmak, özürsüz cemaati terk etmek gibi... (Zehebî, Kitabu'l - Kebâir , 19-250 )
İnsanın günahlardan sakınması, sevap işlemesinden çok daha zordur.
İnsanı lütfa , ihsana erdiren şey, çok amelden ziyade günah işlemekten sakınmaktır.
Yani ilk hedefimiz günahtan kaçınmak olmalıdır; sevap işlemek daha sonra gelmelidir.
Korunma gayretlerimize rağmen, bir anlık gaflet sonucu günah işlemiş isek, bu günah, kalbimizde yanan bir ateş haline gelmeli ve ahirette yanmadan önce bizi bu dünyada yakmalıdır.
Bu tür bir ıstırabımız olursa, içimizde yanan ateşi aşk ateşine çevirecek, nârı nur yapabilecek ve bizleri felaha ulaştıracak kişi ile karşılaştığımızda “lebbeyk” diyebiliriz.
Yoksa, Mektubat-ı Rabbanî'de zikredildiği gibi, Rabbimiz'den alıkoyan her şey olan dünyadan ve bu dünyanın kötülüklerinden nasıl kopabiliriz ki!
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) bir hadislerinde, “ Ademoğlu günahkârdır; günahkârların en hayırlıları ise tevbe edenlerdir.” ( İbn Mâce , Zühd , 30) buyurmaktadır.
Tevbe ile insan, yapmış olduğu günah ve kusurlardan kurtulur.
Allahu Tealâ şu ayet-i kerimesiyle kullarını kurtuluşa çağırmaktadır:
“Ey iman edenler! Hepiniz Allah'a tevbe ediniz ki felâh bulasınız.” (Nur, 31)
Kullar ne kadar günah işlemiş olurlarsa olsunlar, bir daha kesinlikle yapmamak üzere dönüş yaparlarsa, yani umutsuzluğa kapılmadan Allah'a yönelip tevbe ederlerse, Allah onları affeder.
Günahlarımızın affı ve yeni günahlardan korunma konusunda Allah'tan asla ümit kesmemeliyiz.
Mevlâna Hazretleri Mesnevi-i Şerif'te şöyle bir kıssa anlatır:
Adamın biri Hz. Şuayb Aleyhisselam'a der ki:
“Allah benim birçok günahımı ve hatamı gördüğü halde beni lütuf ve keremiyle cezalandırmıyor.”
Adamın bu sözü üzerine Allah Tealâ Şuayb (a.s)'a şöyle vahyeder :
“O kulum, ben bu kadar günah ettim de, Allah beni keremiyle cezalandırmıyor, diyor.
Ona söyle ki: Ey doğru yolu bırakarak, yanlışa yönelmiş adam! Sen tersini söylüyorsun.
Allah seni öylesine imtihan ediyor ve cezalandırıyor ki, senin günahtan kararmış simsiyah kalbin ve günahların etkisiyle zincirler içindeki bedenin bunu fark edemiyor.
Fakat yine de benden ümidini kesmesin.
Bana sığınsın, Bana dönsün.”
Şuayb (a.s) Allah'ın kendisine bildirdiği sözleri “Allah beni cezalandırmıyor” diyen adama söyleyince, o günahkâr kimsede tesiri oldu ve Şuayb a.s.'a sordu:
“Eğer beni cezalandırıyorsa belirtisi nedir?” Şuayb (a.s): “Ya Rabbi! O adam bu söze karşı savunmada bulunuyor ve senin verdiğin cezayı bilmek istiyor.” dedi.
Cenab -ı Hak buyurdu:!!! “Ben settârım , örtücüyüm. Fakat işaretle söylerim. Onu beğenmediğimin işareti şu ki:
O itaat ettiğini sanıyor, oruç tutuyor, namaz kılıyor, fakat oruçtan, namazdan ve başka ibadetlerin hiçbirinden zerre kadar zevk almıyor.
Yüksek ibadetlerde ve amellerde bulunuyor, fakat zerre kadar mutluluk duymuyor.
İtaatlerin meyve vermesi için kalpte manevi bir zevk lazımdır.”
Müslümanın devamlı yapması gereken ibadetleri vardır.
Manevi zevk içerisinde yapılan ibadetlerimiz bizleri bir yandan mükemmele doğru olgunlaştırırken, diğer yandan yolda ayağımızı tökezletecek taşlardan yani günahlardan korur.
Özellikle namaz gibi, oruç gibi tekrarlanan ibadetlerin bu anlamda fonksiyonu büyüktür.
Hz. Peygamberimiz (s.a.v) ashabına: “Sizden birinizin kapısı önünden bir nehir geçse ve o kişi de bu nehirde her gün beş kez yıkansa üzerinde bir kir kalır mı?” diye sormuştur.
Sahabiler , “Hayır, hiç kir kalmaz.” dediler.
“İşte bu, beş vakit namaza bir misaldir. Allah bu namazlar sayesinde hataları yok eder.” buyurmuştur. ( Buharî , Mevâkıt , 6)
Bir başka hadis-i şerifte ise şöyle buyurur: “Beş vakit namaz ve Cuma namazı, namaz vakitleri ve iki Cuma arasında, büyük günahlar hariç, işlenen küçük günahlar için bir kefarettir.” (Müslim, Taharet, 14, 15)
Bir Allah dostu, etrafındaki sevdiklerine günahlarla ilgili şöyle nasihatte bulunmuştur:
“Kalbinde ufacık bir leke görüyorsan, oruca devam et. Bu leke gitmezse az konuş. Yine gitmezse, günahlarına dikkat et. Yine kalırsa…
Artık yalvarmaya, sızlanmaya başla. Her halini en iyi bilen Sultan'a yalvar.” ( Rüfaî , Hakikat-i Maallah , 259)
Bir de ibadetlerimizin yanında salih amellerimiz olmalıdır ki, kendimizi günah işlemekten koruduğumuz gibi, çevremizden gelen günah etkilerinden de korunabilelim.
Ameller, yani yapıp ettiklerimiz, insanlarla ilişkilerimiz Cenab-ı Hakk'ın, Rasûlü'nün ve O'nun dostlarının istedikleri doğrultuda olursa, işte o zaman amellerimizin her biri ibadet haline gelir.
Her sözü, her işi ibadet olan bir mümin sürekli günahtan korunabildiği için, artık Allah'a yakın olmaya başlayabilir.
Aksi takdirde, ibadetlerimizi yaptığımız halde, ibadetlerin öncesi ve sonrasındaki söz ve fiillerimize, insanlarla ilişkilerimize yeteri kadar itina gösteremezsek, pençelerini açan kedinin civcivi yutması gibi, günahlarımız da ibadetlerimizin sevaplarını yutabilir.