Hz. Muhammed (sav ) Bir yol arkadaşı

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
BİR YOL ARKADAŞI

Bir yol arkadaşı
Bir yol arkadaşı
(Allah’ın emirlerini) onlara iyice açıklasın diye her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik. Artık Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Çünkü O, güç ve hikmet sahibidir. [167]

Zaten, kendilerine hidayet rehberi geldiğinde, insanların (buna) inanmalarını sırf, ‘Allah, peygamber olarak bir beşeri mi gönderdi?’ demeleri engellemiştir. [168]
Nadirlerin Medine’den kovulmaları, Medine’deki diğer Yahudi toplulukları ve münafıklar için önemli bir gözdağı oldu. İslâm’a ve Müslümanlara yönelik alaycı, aşağılayıcı, zihin karıştırıcı seslerini kestiler; bir süreliğine de olsa şımarık hâl ve hareketlerden uzak durmak zorunda kaldılar. Nadirlerin kovulmaları psikolojik havayı sadece Medine içinde değil, tüm bölgede Müslümanların lehine çevirdi. Bedir harekâtı ise Müslümanların itibarını hepten yükseltti. Bölgedeki kabileler artık Mekke eşrafının teşvikiyle şımarıklık yapamaz oldular. Bütün bunların sonucunda Müslümanlar yaklaşık iki ay kadar Medine’de rahat bir dönem geçirdiler. Mevsim bahar olduğu için herkes evinde, bahçesinde çalıştı. Çocuklar babalarıyla, kadınlar kocalarıyla, erkekler aileleriyle, her bir Müslüman diğer Müslüman kardeşleriyle kısa ama huzurlu, sakin bir dönem yaşadı. Bu sûre içerisinde daha önceden vahyolunmuş ayetleri tekrar gözden geçirdiler, yeni vahyolunan ayetleri öğrendiler. Resulüllah’la daha sık ve daha uzun süre birlikte oldular. Ancak kötü haber gelmekte gecikmedi. Medine’ye hayvanlarını satmak için gelen bir hayvan tüccarı, Necd bölgesindeki Gatafan kabilesine mensup Enmar ve Salebe topluluklarının adam topladıklarım ve Medine’ye saldırmak için hazırlık yaptıklarını haber etti. Söz konusu haber başka kaynaklardan da araştırıldı ve doğru olduğu anlaşıldı. Vakit kaybetmeden hazırlıklara başlandı. Hazırlıkların tamamlanmasıyla, Resulüllah 700 kişilik ordusunun başına geçti ve Medine’ye iki günlük mesafedeki Gatafan bölgesine hareket etti.[169]

Harekat yolculuğu zorluklarla doluydu. Ani baskın yapılması planlandığı için mümkün olduğunca hızlı hareket edildi. Az mola verildi, çok yüründü ve bir an önce bölgeye ulaşılmaya çalışıldı.Yolculuğun uzun olması, dinlenme molalarının az verilmesi nedeniyle bazı Müslümanların ayakları şişti, hatta yaralandı. Acılarını dindirmek ve rahat yürüyebilmek için ayaklarına bez saranlar oldu.

Gatafan bölgesine girilince büyük bir toplulukla karşılaşıldı. Aniden Müslümanları karşılarından gören düşman topluluğu neye uğradığını şaşırdı. Savaşmaktan kaçındılar. Korkup çevredeki dağlara kaçtılar. Müslümanlar bölgede birkaç gün kalarak savaşma konusundaki kararlılıklarını gösterdiler. Bu kalışlarıyla düşmana gözdağı verdiler. Daha sonra Enmar ve Salebe topluluklarına ait hayvan sürülerine el koyup Medine’ye döndüler. Harekât 15 günde tamamlandı.

Kaynaklarda Zatü’r Rika harekâtı olarak geçen bu askeri harekât sonrasında Medine’ye dönerken yaşanan bir olay dikkat çekici özellikleriyle hafızalara kaydoldu. Harekâta katılan iki yol arkadaşının arasında gerçekleşen yolculuk sohbeti ve bu sohbetin sonrasında gerçekleşen bir olay hiç unutulmadı. Söz konusu sohbet kaynaklarda ayrıntılı bir şekilde yer almaktadır. Zira, iki yol arkadaşının zarif nüktelerle dolu sohbeti, ilginç ve güzel bir yolculuğun oluşmasını sağlamıştı. Daha da önemlisi, yolculuk arkadaşlarından birisi Resulüllah’tı, diğeri ise yoksul bir Müslüman olan Cabir b. Abdullah. Cabir söz konusu yolculuğu ve yol sohbetini şöyle anlatmıştır:

Zatü’r Rika harekâtında ben de bulunmuştum. Yoksul olduğum için, harekâta zayıf ve yaşlı bir deveyle katılmak zorunda kalmıştım. Tüm yolculuğu bu deveyle yapmıştım. Dönüşte devemin bütün gücü gitti; zorlukla yürümeye başladı. Ordudan geri kaldım. En arkada tek başıma gidiyor ve orduya yetişmek için çabalayıp duruyordum. Ancak bu mümkün olmuyordu. Yorgun ve üzgündüm. Benim için son derece zor ve yorucu bir yolculuktu. Bir ara, birisinin yavaşlayıp ordunun gerisinde kaldığını fark ettim. O da benim gibi devesi yorulmuş birisi olmalıydı. Bir süre sonra ona yetiştim. Yaklaşınca onun Resûlüllah olduğunu gördüm. Bana ‘Neden geride kaldın?’ diye sordu. ‘Devem çok halsiz, zor yürüyor, bu nedenle geride kaldım’ dedim. Deveme yaklaşıp dua ettikten sonra elindeki sopayla hafifçe vurdu. Devem canlanıp, rahat bir şekilde yürümeye başladı. Resûlüllah benden ayrılmadı. İkimiz birlikte ordunun arkasında yan yana gitmeye başladık. Resûlüllah ‘Deveni bana satar mısın?’ dedi. ‘Satmam, ama istersen bağışlarım’ dedim. ‘Hayır olmaz. Onu bana sat. Bedelini verip almak istiyorum. Yoksa almam’ dedi. Bende ‘O Mîde bedelini sen belirle’ dedim. Biraz düşündü, sonra ‘Bir dirheme alırım’ dedi. Bu son derece düşük bir bedeldi. ‘Hayır olmaz’ diye itiraz ettim; ‘Beni aldatıyorsun ya Resûlüllah! Devemin ya gerçek bedelini ver, ya da hediye olarak kabul et’ dedim. Bu sefer ‘iki dirheme ver’ dedi. Ben yine ‘Olmaz’ dedim. Böylelikle pazarlığa başladık. Resûlüllah devenin bedelini kırk dirheme kadar yükseltti. Kırk dirhemden önceki hiçbir bedeli kabul etmedim. Kırk dirhem çok iyi bir bedeldi, hemen kabul ettim ve ‘Artık deve senindir’ dedim. Resûlüllah’ta ‘Aldım, kabul ettim’ dedi. Son derece sevinmiştim. Bu alışverişten kârlı çıkmıştım. Deveyi Medine’ye gidince teslim edecek ve paramı alacaktım.

Bir kişinin mensubu olduğu kervan veya ordudan önce şehre girmesi, evine gitmesi Arap geleneğinde bir onur vesilesiydi. Câbir yeni evlenmişti. Eşine karşı bir jest, bir övünç nedeni olması için Medine’ye herkesten önce girmek istiyordu. Bu isteğini Resûlüllah’a bildirdi:

Bir süre gittikten sonra ‘Ya Resûlüllah! Ben yeni evlendim. İznin olursa Medine’ye herkesten Önce ben gireyim’ dedim. ‘Câbir! Demek evlisin?’ dedi. ‘Evet, ya Resûlüllah!’ dedim. ‘Dul birisiyle mi evlendin, yoksa bir kızla mı?’ dedi. ‘Bir dulla evlendim’ dedim. ‘Neden bir kızla değil de dulla?’ dedi. Ben de ‘Ya Resûlüllah! Babam Uhud’da şehit oldu. Bana bakılacak yedi kız çocuğu bıraktı. Ben de bu kardeşlerimle ilgilenip bakımlarını yapabilecek bir kadınla evlendim. Zaten ancak bir dul, kardeşlerim nedeniyle benimle evlenirdi’ dedim. ‘İnşAllah isabet etmişsindir. Allah eşini hakkında hayırlı kılsın. Sırar’a (Medine’ye yakın bir konaklama yeri) vardığımızda ilk işimiz mola verip bir deve kesmek olacak. Orada bir süre kalır, dinleniriz. Sen bu arada eşine gidebilirsin. Herhalde, eşin geldiğini duyunca oturman için minderler hazırlar değil mi?’ dedi. “Ya Resûlüllah! Vallahi minderlerimiz yok. Çok fakiriz’ dedim. ‘Onlar da olacak; merak etme, sabırlı ol. Sen eşinin yanına vardığın zaman iyi ve akıllı ol. Ona iyi davran ve Allah’tan hayırlı evlat iste’ dedi. Sırar’a geldiğimiz zaman, Resûlüllah orduyu durdurdu ve bir deve kesilmesini emretti. Deve kesildi ve o gün orada kalındı. Ben bu arada evime gittim. Ordu Medine’ye girdikten sonra Resûlüllah bizi ziyaret ederek evimizi şereflendirdi; bizi onurlandırdı. Resûlüllah gittikten sonra, eşime, Resûlüllah’la aramızda geçen konuşmaları anlattım. Eşim ‘İşittiklerini dikkate al, onlara göre hareket et’ dedi. Sabah olunca, deveyi yularından tutup mescidin Önüne götürdüm. Onu yeni sahibine vermek ve paramı almak istiyordum. Bir kenara çekilip beklemeye başladım. Bir süre sonra Resûlüllah dışarı çıktı. Deveyi gördü ‘Bunu kim getirdi?’ dedi. Orada bulunanlar ‘Câbir getirdi’ dediler. ‘Câbir nerede? Onu bana çağırın’ dedi. Yanındakiler bana seslendiler, kalkıp gittim. O’nun deveyi beğenmediğini, iade edeceğini düşündüm ve bu beni korkuttu. İşin doğrusu deveyi hiç beğenmiyordum; zayıf ve çelimsiz bir hayvandı. Resûlüllah’a yaklaştım. Bana ‘Deveni al götür’ dedi. Korktuğum başıma gelmişti. İtiraz ettim; ‘Ya Resulallah! O benim devem değil, senin devendir. Onu sana sattım. Bedelini öde ve deveni al dedim. ‘Deveni al götür. Bu deve benim değil senindir. Bedeli vereceğim’ dedi. Sonra BilâPi çağırdı ve ‘Câbir’e kırk dirhem ver’ dedi. Bilâl kendisine denildiği gibi yaptı. Hatta biraz da fazlasıyla verdi. Çok sevinmiştim. Hem deve bende Kalmış, hem de bedelini fazlasıyla almıştım. Devenin yularından tutup sevinç içerisinde evime dönerken rastladığım bir Yahudiye yaptığım alışverişi anlattım. Adam çok şaşırdı; ‘Demek senden deveyi satın alıp bedelini verdi, sonra da deveyi iade etti ve bedelini İstemedi ha?!’ dedi. Buna bir türlü akıl erdiremedi. Pek şaşırmıştı.[170]

Câbir bin Abdullah’ın anlattıkları, Resûlüllah’ı bizlere tanıtması açısından son derece önemli şeylerdir. Bu yol sohbetinde Resûlüllah’ı, genelde düşünüldüğü ve kabul edildiği üzere toplumu yöneten bir kral veya orduları yöneten bir komutan özellikleriyle değil; sadece ve sadece bir insan, bir dost, bir arkadaş olarak buluruz. O, karşımıza disiplin adına emirler veren, düzen adına kurallar koyan ve kuralları katı bir yöntemle uygulayan, toplumsal veya askerî statü farklılıklarım gözeten birisi olarak çıkmaz. Onda ‘Ben bir devlet başkanıyım, liderim, komutanım’ havası yoktur. Müslümanlardan birisiyle olan bu sohbetindeki samimi ifadeler, ifadelerde açığa çıkan ince ruh hali ve zarif nükteler Resulüllah’ın kişilik özelliklerini olanca netliğiyle açığa çıkarır. Zorlukla yolculuk eden bir Müslümana eşlik etmesi, onunla hoş bir sohbet yürütmesi, fakat sohbetini anlamsız şekilde sürdürmeyip ufak girişimlerle yol arkadaşının ekonomik durumunu, aile durumunu anlamaya çalışması ve bütün bunları hiç kırmadan tatlı, hoş bir sohbet ortamında gerçekleştirmesi, bir insan olarak Resulüllah’ın kişiliğini olanca güzelliğiyle gözler önüne serer, ihtiyaç içinde bulunan Müslümana yardımcı olurken, onu rencide etmeden yardımını gerçekleştirmesi; aslında satın almayı hiç düşünmediği deveye son derece düşük bir bedel teklif edip, itiraz üzerine yol arkadaşının razı olacağı orana kadar çıkararak yardımını ticarî bir ilişki görünümü altında gerçekleştirmesi; yol arkadaşına ekonomik sıkıntısının geçici olduğunu söylemesi; Medine’ye herkesten önce girme isteğini doğrudan kabul etmemesine karşılık, dinlenme bahanesiyle orduyu bir müddet durdurup onun bu isteğini yerine getirmesi; yol arkadaşını ziyaret ederek onu ve ailesini sevindirip şereflendirmesi; bedelini ödediği deveyi sanki beğenmemiş gibi iade etmesi ama bedelini de ödemesi… bütün bunların hepsi bir dostun, samimi bir arkadaşın yapacağı şeylerdir. Ve Resûlüllah tüm bunları en güzel ve en hoş biçimiyle yapmıştır. O tüm bu özellikleriyle de, tüm insanlar için en mükemmel ‘örnek şahsiyet’ oluşunu, sıradan bir ilişki içerisinde dahi açığa çıkarmıştır.

[167] İbrahim sûresi, 14:4
[168] îsra sûresi,17:94
[169] 12 Haziran 626
[170] Buharı, Buyu 34; Ahraed, Müsned, ÎII/375, 376; Ibn Sâ’d, et-Tabakatû’l-Kübra, 11/61.
 
Üst Alt