Birinci Mukaddeme

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Mukaddime
Bu kitab üç makale ile üç kitab üzerine mürettebdir. Birinci Makale, unsur-u hakikatin veyahut bazı mukaddemat ve mesail ile İslâmiyete saykal vurmanın beyanındadır. İkinci Makale, unsur-u belâgatı keşfeder. Üçüncüsü, unsur-u akide ile ecvibe-i japoniye* beyanındadır. Kitablar ise Kur’an’da işaret olunan ilmü’s-sema ve ilmü’l-arz ve ilmü’l-beşeri tahkik ile bir nevi tefsirdir.

Birinci Makale
Maksada urûc etmek için mukaddimelerden istimdad etmek, ehl-i tahkikin düsturlarındandır. Öyle ise biz de on iki basamaklı bir merdiven yapacağız.
Birinci mukaddime
Takarrur etmiş usûldendir: Akıl ve nakil tearuz ettikleri vakitte, akıl asıl itibar ve nakil tevil olunur. Fakat o akıl, akıl olsa gerektir.
Hem de tahakkuk etmiş: Kur’an’ın her bir tarafında intişar eden makasıd-ı esasiye ve anasır-ı asliye dörttür.
Onlar da: İsbat-ı sâni-i Vahid ve nübüvvet ve haşr-i cismanî ve adalettir. Yani hikmet tarafından kâinata irad olunan suallere şöyle: "Ey kâinat!. Nereden ve kimin emriyle geliyorsunuz? Sultanınız kimdir? Delil ve hatibiniz kimdir? Ne edeceksiniz? Ve nereye gideceksiniz?" Kat'î cevab verecek yalnız Kur’an’dır. Öyle ise Kur’an’da makasıddan başka olan kâinat bahsi istitradîdir. Tâ sanatın intizamıyla sâni-i Zülcelale istidlâl yolu gösterilsin.â
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Evet intizam görünür ve kemal-i vuzuh ile kendini gösterir. sâni'in vücud ve kasd ve iradesine kat’iyen şehadet eden intizam-ı sanat, kâinatın her cihetinde boynunu kaldırarak her canibinden lemaan eden hüsn-ü hilkati nazar-ı hikmete gösteriyor. güya her bir masnu birer lisan olup sâni'in hikmetini tesbih ediyor. Ve her bir nev parmağını kaldırarak şehadet ve işaret ediyor. Madem maksad budur ve madem kâinatın kitabından intizama olan rumuz ve işaratını taallüm ediyoruz. Ve madem netice bir çıkar; teşekkülât-ı kâinat nefsülemirde nasıl olursa olsun, bize bizzat taalluk etmez. Fakat o meclis-i âlî-i Kur’anîye girmiş olan kâinatın her ferdi dört vazife ile muvazzaftır:

Birincisi: İntizam ve ittifak ile Sultan-ı Ezel'in saltanatını ilân...
İkincisi: Her biri birer fenn-i hakikinin mevzu ve müntehabı olduklarından İslâmiyet fünun-u hakikiyenin zübdesi olduğunu izhar...
Üçüncüsü: Her biri birer nev’in numunesi olduklarından hilkatte cari olan kavanin ve nevamis-i ilâhiyeye İslâmiyeti tatbik ve mutabık olduğunu isbat.. tâ o nevamis-i fıtriyenin imdadıyla, İslâmiyet neşv ü nema bulsun. Evet bu hasiyetle din-i mübin-i İslâm; sair heva ve heves içinde muallak ve mededsiz, bazen ışık ve bazen zulmet veren ve çabuk tagayyüre yüz tutan Dördüncüsü: Her biri birer hakikatin numunesi olduklarından, efkârı hakaik cihetine tevcih ve teşvik ve tenbih etmektir. ezcümle: Kur’an’da kasem ile temeyyüz etmiş olan ecram-ı ulviye ve süfliyeyi tefekkürden gaflet edenleri daima ikaz ederler. Evet kasemat-ı Kur’aniye, nevm-i gaflete dalanlara kar'u’l-asâdır.
Şimdi tahakkuk etmiş şu şöyledir. Öyle ise: Şek ve şübhe etmemek lâzımdır ki; mu’ciz ve en yüksek derece-i belâgatta olan Kur’an-ı Mürşid, esalib-i arab'a en muvafıkı ve tarik-i istidlâlin en müstakim ve en vazıhı ve
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
en kısasını ihtiyar edecektir. Demek hissiyat-ı ammeyi tefhim ve irşad için, bir derece ihtiram edecektir. Demek delil olan intizam-ı kâinatı öyle bir vecih ile zikredecek ki; onlarca maruf ve akıllarına me'nus ola... Yoksa delil, müddeadan daha hafi olmuş olur. Bu ise, tarik-ı irşada ve meslek-i belâgata ve mezheb-i i'caza muhaliftir. Meselâ, eğer Kur’an dese idi: yâ eyyühennâs!.. Fezada uçan meczub ve misafir ve müteharrik olan küre-i zemine ve cereyanıyla beraber müstekarrında istikrar eden şemse ve ecram-ı ulviyeyi birbiriyle bağlayan cazibe-i umumiyeye ve feza-yı gayr-ı mütenahîde dal ve budakları münteşir olan şecere-i hilkatten, anasır-ı kesireden olan münasebat-ı kimyeviyeye nazar ve tedebbür ediniz; tâ sâni-i âlemin azametini tasavvur edesiniz. Veyahut: O kadar küçüklüğüyle beraber bir âlem-i hayvanat-ı hurdebîniyeyi istiab eden bir katre suya, aklın hurdebîniyle temaşa ediniz; tâ Sâni-i kâinatın her şeye kadir olduğunu tasdik edesiniz.
Acaba o hâlde; delil müddeadan daha hafi ve daha muhtac-ı izah olmaz mı idi? Hem de onlarca muzlim bir şeyle, hakikatı tenvir etmek veyahut onların bedahet-i hislerine karşı mugalâta-i nefs gibi bir emr-i gayr-ı makule teklif olmaz mı idi? Halbuki i'caz-ı Kur’an pek yüksek ve pek münezzehtir ki; onun safi ve parlak damenine, ihlâl-i ifham olan gubar konabilsin.
Bununla beraber Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan âyat-ı beyyinatın telâfifinde maksad-ı hakikiye telvih ve işaret ettiği gibi, bazı zevahir-i âyatı –kinayede olduğu gibi– maksada menar etmiştir.
Hem de usul-u mukarreredendir: sıdk ve kizb yahut tasdik ve tekzib; kinayat ve emsallerinde, Fenn-i beyan*da "maani-i ûlâ" tabir olunan suret-i manaya raci değildirler. Ancak "maani-i sanevî" ile tabir olunan maksad ve garaza teveccüh ederler. Meselâ: "Filanın kılıncının bendi uzundur" denilse;
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
kılıncı olmazsa da, fakat kameti uzun olursa, yine hüküm doğrudur, yalan değildir. Hem de nasıl kelâmda bir kelime, istiare*ye karine-i mecazdır. Öyle de; kelime-i vahid hükmünde olan kelâmullah'ın bir kısım âyatı, sair ihvanının hakikat ve cevherlerine karine ve rehnüma ve komşularının kalblerindeki sırlara delil ve tercüman oluyorlar.
Elhasıl: Bu hakikatı pîş-i nazara getiremeyen ve ayetleri muvazene ve doğru muhakeme edemeyen, meşhur Bektaşî* gibi ki; namazın terkinde taallül yolunda demiş: “Kur'an diyor: ilerisine de hâfız değilim." Nazar-ı hakikate karşı maskara olacaktır.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst Alt