Evinizin, bahçelerinizin sessiz güzelleri bitkileri gerçekten tanıyor musunuz? Üzüntünüz olduğu zaman, ıtır çiçeğiniz de üzüntü duyar mı? Dr. Venyamin I. Pushkin’e göre, pencerenizde bekleyen bir bitkiniz olduğu sürece sevinç ve kederinizi her an paylaşabilecek birine sahipsiniz demektir. Yüksek dereceli bir profesör olan Pushkin, Amerikaiı Cleve Backster’in üzerinde ısrarla durduğu buluşu destekliyen, ve deneylerini 1972 de yayınlayan ilk Rus bilginlerinden biridir.
Aristo bitkilerin ruhları olduğu ama duygularının bulunmadığını ileri sürmüştü. 18. yüzyılda ise çağdaş botaniğin babası Cari von Linne bitkilerle insan ve hayvanlar arasındaki temel farkın bitkilerin hareket edememeleri olduğunu iddia ediyordu. Bitkiler hisseder, bitkiler insan düşüncelerine ve heyecanına uzak mesafelerden cevap verirler, hatta bazan çok uzak mesafelerden bile. Bilim adamları, bitkilerin karmaşık çevresel durumları denetlemek için en az 20 farklı duyusu olduğunu söylüyor. Örneğin, nem ölçme, yerçekimini fark etme ve elektromanyetik alanları tespit etme gibi ‘fazladan’ duyulara sahipler. Hatta elektrik ve biyolojik sinyalin yanı sıra titreşimle bile iletişim kurabiliyorlar.
“Bitkisel Hayat” tabiri bilincini kaybetmiş ve hayati fonksiyonları en aza inmiş hastalar için kullanılan tıbbi bir terim. Komadaki hastalar için bu kavramın kullanılmasının sebebi, bitkilerin hiçbir şeye tepki vermeyen varlıklar olduğunun düşünülmesi. Oysa araştırmalar, hiçbir tepki göstermediğini sandığımız bu canlıların, aslında biyolojik olarak bizlere benzediğini gösteriyor.
Küstüm otu en hafif bir dokunmada ya da sallantıda yapraklarını kapatır. Sırçak veya Kadın tuzluğu çiçek dozu keselerini korumak için tehlikeyi sezdiği an taç yapraklarını kilitler. Bir süs bitkisi olan Maranta kendisi için uygun yere konulmadığı zaman yapraklarını aşağıya doğru sarkıtarak hoşnutsuzluğunu gösterir. Bazı orkide türleri ise üreyebilmek için ihtiyaç duydukları arıların sevdiği kokuları yayarlar. Bazen de erkek arıyı çeken dişi bir arı halini andırırlar. Bitkiler aleminin yüzde 90’ı çift cinsiyet organlarına sahiptir. Ancak uzun süre geçtiği halde tozlaşma (böcek ve rüzgârla) gerçekleşmezse bu defa erkek uzantılar tepeciğe değerek tozlaşma oluşur .Güney Afrika’da, düşmanlarınca fark edilmemek için gümüş renkli taş halinde görünen gümüş deri bitkisi gibi olanlarda ve diğerlerinde, bir hücre bilincinin varlığı üzerinde durulmaktadır. Örneğin söğütlerden birine zararlı böcekler musallat olduğunda, bu ağaç, koku maddelerinin ifrazını arttırır, böylece diğer hemcinslerini ikaz eder. Birbirleriyle hızla haberleşmeleri sonucunda bütün söğütler koku mekanizmasıyla böceklerden korunurlar. Bir pamuk bitkisinin yaprağının en büyük düşmanı tırtıldır.
Tırtıl yapıştığı yaprağı kemirir ve sonuçta tüm gövdenin suyunu emer. Ancak pamuğun tırtıla karşı enteresan bir savunma sistemi var. Kemirilmeye başlandığı an havaya bir salgı yayar. Bu salgı çok geçmeden o çevredeki arının ilgisini çeker. Arı hemen hedefine ilerler ve pamuğun üzerindeki tırtılı yok eder. Böylece pamuk tırtıldan kurtulmuş olur. Kendini taşıyamayan sarmaşık türü bitkiler tırmanabilecekleri en yakın desteğe doğru sürünerek ilerler. Eğer desteğin yeri değiştirilecek olursa, sarmaşık yeni desteğinin yerini birkaç saat içinde bulabilir. Hareket etmediğini düşündüğümüz, hele görme yeteneğinden mahrum olduğunu bildiğimiz bitkilerin bu becerisi neyle açıklanabilir? Yoksa bitkiler bizim bilmediğimiz bir algılama gücüne mi sahipler?
Bitkiler Cinayete Şahitlik Edebilir mi?
Amerikalı emniyet görevlisi Clee Backster’ın asıl uzmanlık alanı yalan makineleriydi. Yalan makinesine bağlanan şüpheli kişiler sorulara yanıt verirken belirli duygusal tepkiler de gösterirler ve eğer yalan söylüyorlarsa, heyecan sonunda duygusal tepkileri artar. İşte yalan makinesinin çalışma prensibi buur. Aygıtın grafik yazıcısı elektrotlara bağlanmış kişinin tüm duygusal frekanslarını kayda geçirerek, işinin ehli bir uzmana, şüphelinin hangi sorulara doğru, hangi sorulara yalan karşılık verdiğini gösterir. Kriminoloji uzmanı Backster 1966 yılı Haziran’ında “dracaena” adlı büyük yapraklı bir tropikal bitkiyi yalan makinesine bağladı ve inanılmaz olaylara tanık oldu. Bir insanın yalan makinesine gösterebileceği en güçlü tepki yaşamının ya da mutluluğunun tehdit edildiği anda ortaya çıkar. Backster’ın da yola çıkış noktası bu oldu. Bitkiden benzer bir tepki alabileceğini umarak elektrodun bağlı olduğu yaprağı yakmayı kararlaştırdı. Henüz kibriti almak için yerinden bile kalkmamıştı ki, aygıtın yazıcı ucu kâğıdın üzerinde yukarı doğru bir çizgi çizmeye başladı. Bitki açıkça, kafamdan geçenleri okumuştu ve “heyecanlanmıştı.”
Backster daha sonra kibrit almak için odadan dışarı çıkıp geri döndü. Odadan içeri admımı atar atmaz bitki bir kez daha aynı tepkiyi gösterdi. Şaşkınlık içinde olan Backster başka bir şey denemeye girişti. Kibriti yakacak gibi davrandı ama aklından bitkiyi yakmamayı geçiriyordu. Sonuç tahmin ettiği gibi oldu. Bitkiden en ufak bir tepki bile gelmemişti. Backster’ın ilk deneyleri ortaya yeni bir hipotez koyuyordu. İnsanlardaki beş duyu, belki de bütün doğada ortak bir algılama yöntemini bastıran, onları sınırlayan bir etken olabilirdi. Ünlü filozof Aristo’nun duyguları olmadığını düşündüğü bitkiler, insanların duygu ve düşüncelerini hiçbir araca gerek duymaksızın algılayabiliyorlardı.
Aynı yönde deneylere devam edildi. Bu kez de bitkilerin belleklerinin olup olmadığı araştırılacaktı. Backster’a bu deneyde altı öğrenci yardımcı oldu. Deneye katılanlardan biri, diğerlerinin haberi olmaksızın bir bitkiyi kökünden sökecek, parçalayacak ve tümüyle öldürecekti. “Cinayetin” tek tanığı ise odada bulunanan ikinci bir bitkiydi. Deneyin ikinci aşamasında tanık bitkinin “katili anımsayıp anımsamayacağı araştırılacaktı. Yine beklenen sonuca ulaşıldı. Tanık deneye katılan öğrencilerden beşine hiçbir tepki göstermedi. Fakat gerçek suçlu bitkinin yanına yaklaştığında ibreler çılgın gibi oynamaya başladılar. Backster yaptığı çalışmalarda bitkilerle bakıcıları arasında bir bağ oluştuğunu da gördü. Yanlarında olmadığı zaman bile, onlarla ilgili düşüncelerine yanıt veriyorlardı.
Örneğin bakıcısı kızgın olduğunda, bitki bunu hemen algılıyordu. Bir kez bir insanla bağlantı kurduktan sonra, bu kişi nerede ve kiminle olursa olsun, bu bağlantıyı koruyabiliyorlardı. Yaptığı bir deney bitkilerin duyu ötesi (parapsikolojik) algılama gücünün mesafeyle de sınırlı olmadığını ortaya çıkardı. Backster bir yılbaşı gecesi elinde kronometre ve not defteriyle kendini New York sokaklarına attı. Metroya biniyor bir seyyar satıcıyla tartışıyor, karşıdan karşıya geçerken ezilme tehlikesi atlatıyor ve yaşadığı bütün bu olayları saniyesi saniyesine kaydediyordu. Laboratuvara döndüğünde birbirinden bağımsız olarak ölçme aygıtına bağlı üç bitkinin bütün bu tepkileri algıladığı ortaya çıktı.
Backster’in deneylerinden yola çıkan bir başka araştırmacı da elektronik uzmanı Pierre Paul Sauvin idi. Backster’in aygıtından 100 kat daha hassas kayıtlar yapabilen bir elektronik cihaz geliştirerek yaptığı deneylerden sonra şu kanıya varmıştı; En iyi sonuçlar özel yakınlık kurulan bitkilerden alınıyordu. Backster bu tür deneyleri defalarca yaptı ve hepsinde sonuç benzerdi; bitkiler olumsuz düşüncelere karşı elektrotlar aracılığıyla tepki veriyordu.
Ne tür bir enerji dalgasının bu bağı oluşturabileceği hakkında ise hiçbir fikri yoktu. Bitkiyi kurşundan yapılmış bir kabın içine, hatta Faraday kafesi içine koyarak dış etkilerden korumaya çalıştı fakat her iki perdeleme yöntemi de, bitkiyi insana bağlayan iletişim kanalını engellemekte etkisiz kaldı.
Backster’in yaptığı deneylerin neticesinden belki de çok az kişi etkîlenmiyebilir. Kısaca bitkiler cinayetlere şahitlik yapabilir. Sinir sisteminden yoksun canlı hücrelerde pisikolojik bir hayat vardır. Bu doğru mudur? Asırlardan beri mantal-yaşamın bitki yaşamına nazaran harici bir yaşam olduğu zannediliyordu. Hareket kabiliyetinden yoksun bitkiler hatta en ilkel canlı yaratıklar tarafından bile elde edilirler, hareket organları olmadığı için davranışları da yoktur. Davranışların yönetiminde tam anlamı ile pisikolojik proseslere gerek vardır. Hafıza ve idrak ancak sinir sisteminde veya sinir hücresinde tezahür eder. Bitkilerin dış uyarılara karşı reaksiyonda bulundukları gerçekten uzun bir zamandan beri bilinmektedir. Botanikte Drosera halk dilinde Güneş-Gülü adlı bitki haşaratın dokunmasına karşı çok hassastır, haşarata temas ettiği an hareket eden kavrama organı ile onu yakalar. Bazı bitkilerin çiçekleri ışığa maruz bırakıldığı zaman açar. Bu haricen yapılan uyarılara karşın hayvanların gösterdiği basit reflexlere çok benzer. Bitki yaşamı harici dünyadaki meydana gelen kompleksleri tefrik edebilecek niteliktedir. Yalnız tefrik etmekle kalmıyor, ayni zamanda bunlara elektrik potansiyelindeki değişmelerle reaksiyon da gösterebiliyor. Bu değişmeler karakter ve şekil itibariyle heyecanlanmış bir şahsın derisinde metdana gelen değişiklere çok benzer. İlmin bu ilginç ve gerçekleri ışığında Amerikalı Kriminolojist Backster durumu kavrar ve yapmış olduğu deneylerinde tam bir başarıya ulaşır. Çiçek ve ağaçların kendi diline göre bir cinayeti kaydedebileceği ve cinayete kurban giden kimsenin çektiği azabı hatırlayabileceği konusunu kabul etmek gerekir.
Backster’ın bitkiler üstünde yaptığı ilginç parapsikolojik araştırmalar kısa sürede bütün dünyada bilim adamlarının ilgisini çekti. Parapsikolojinin her alanıyla yakından ilgilenen Doğu Bloku’nun da bu sürece ilgisiz kalması düşünülemezdi. Nitekim 1970 yılında başlanan deneylerden sonra Komünist Parti resmi yayın organı Pravda’da “Yaprakların Bize Söyledikleri” başlığıyla bir yazı yayınladı. Pravda muhabiri Certkov Tarım Bilimleri Akademisi’nde tanık olduğu olayları şöyle aktarıyordu:
Sovyetler Birliği’nde başlatılan deneyler giderek ilginçleşerek sürdü gitti. Profesör U.N. Puşkin’in bir Bulgar hipnozcusu olan Georgi Anguşev’le birlikte gerçekleştirdiği deney bunlardan yalnızca biri. Söz konusu deneyde Tanya adlı genç bir kız da yardımcı olarak kullanılıyordu. Tanya bir Elektro encephelograph» (EEG) aygıtına bağlanmış olan çiçekten 80 santimetre kadar uzakta oturuyordu. Anguşev genç kızı hipnotize ederek trans haline soktu. Ardından ona dünyanın en güzel kadını olduğunu telkin etti.
Trans halindeki Tanya’nın yüzü parlayıverdi. Kendisine gösterilen bu ilgiden son derece hoşnut olduğu yüzünün çizgilerinden okunuyordu. O sırada o ana dek hareketsiz kalan ensafalograf aygıtının yazıcı ucu kıpırdamaya başladı ve genç kızın heyecan dalgalanmasını kaydetti. Anguşev deneyin ikinci aşamasında Tanya’ya havanın soğuduğunu telkin etti. Tanya sanki kar altında çıplak kalmışçasına titremeye, yüzünü buruşturmaya başladı. Tabii ki bitki de tüm bu duygusal değişimleri algılayarak kayda geçiyordu. Profesör Puşkin ve arkadaşları bundan sonra bitkilerin, Backster’ın iddia ettiği gibi gerçekle yalanı birbirinden ayırıp ayıramadığını sınamaya giriştiler. Tanya birden ona kadar bir sayı tutacak ve bunu arkadaşlarından gizleyecekti. Hatta baskı altında bile söylememesi istenmişti. Sonra Prof. Puşkin bu sayıyı tahmin etmeye çalışırken doğru bilmiş olsa bile Tanya “Hayır” diyecekti. Tanya deneye katılan arkadaşlarını yanıltabilmiş ama ensafalografa bağlı bitkiyi yanıltamamıştı. Prof. Puşkin, Tanya’nın tuttuğu 5 rakamını söylerken ibre “Evet” dercesine oynamaya başlamıştı.
Ünlü Alman fizikçi Frank Kühnemann de bitkilerin göründüğünden çok daha farklı olduğunu düşünenlerden. Doğanın bu yeşil varlıklarına farklı bir gözle bakan Kühnemann yaptığı araştırmalarla, ilginç veriler elde etti. Bu veriler müthiş bir gerçeği ortaya çıkardı: Bitkilerin de duyguları, savunma dürtüleri, kısacası ruhları vardı. Alman fizikçi şunları söyledi ; Çocuğum bir gün `Baba, bu saksıdaki bitkiler sanki insan gibi. Bazen ağladıklarını bile görüyorum’ demesiyle beynimde şimşekler çaktı. Çok sayıda deney yaptım. Öncelikle bitkiler için özel bir stres kabini yaptım. Bu kabinin içine koyduğum yeşil yapraklı bitkilere stres molekülü olarak bilinen etilen dumanı verdim, kabinde müthiş bir gürültü meydana geldi. Bu ortamda yetişen bitkinin son derece sağlıksız ve sorunlu olduğunu gördüm.
Tam aksi bir ortamda ise bitkiler sağlıklı biçimde yeşerdi.” State University of New York’ta öğretim üyesi olan doğa bilimci Ian Baldwin ise bitkilerle ilgili iddiaları daha ileri boyuta götürerek “Bu yeşil canlılar sadece olaylara tepki vermekle kalmıyorlar. Onların hafızaları da var” diyor. Belli mevsimsel dönüşümleri ve doğadaki oluşumları hafızalarına kaydeden bitkilerin bunlara karşı tedbir almada büyük bir yetenek sergilediklerini kanıtlayan Baldwin, “Bütün bunlar etki – tepki olarak algılanamaz. Bence bitkiler bunları bilinçli olarak yapıyor” görüşünü dile getirdi. Konuya ilgi duyan bir kimyager olan Marcel Vogel şunları söylüyor;“ Bitkiler aşırı duyarlıdır. Çevrelerine enerji verirler, insana yarar sağlayan güçler yayarlar.
Kişi, kendi güç alanına akan bu enerjiyi hissedebilir. Kişinin güç alanı da, karşılıklı olarak bitkiyi besleyebilir. Amerikan yerlileri bitkilerin bu etkisini çok iyi bilirdi. İhtiyaç duydukça ormana gider, kollarını açıp sırtlarını çam ağaçlarına yaslar ve kendilerini ağacın gücüyle tazelerlerdi.” Yaşlılık ve ruh sağlığı” adlı kitabının yazarı Myrna J. Lewis, Rusya’ya yaptığı bir gezide, Soçi kentinde birkaç sanatoryuma götürülür. Bu sanatoryumlarda çeşitli rahatsızlıkları olan yaşlı hastalar, ilaçla tedavi yerine, seralardaki bitkilerin titreşimleriyle tedavi edilmektedir. Çiçeklerin yanına götürülen hastalar belirli bir süre burada oturtulmakta, bu çiçekleri koklamaları, sevmeleri istenmektedir. Sovyet bilimadamı Alexander Gurvich, bitkilerin gözle görülmeyen bir ışıma yaydıklarını keşfetti. Gurvich, insanlar üzerinde yaptığı deneylerde onların da bu ışınları yaydığını, fakat hastalık durumunda ışınların değişime uğradığını gördü. Hasta bir insanın, bir maya kültürünü birkaç dakika elinde tutması maya hücrelerini öldürmeye yetiyordu. Bakteri kültürleri üzerinde olumsuz etkileri olduğuna inanıldığı için bazı ülkelerde mandıralarda çalışan kadınlar aybaşı dönemlerinde peynir yapılan bölmelere sokulmaz.
21. yüzyılda gerçekleştirilen pekçok çalışma, bitkilerin duyguları olduğunu, sevgi gösterilen bitkilerin daha iyi geliştiği hakkında bilgi verse de, henüz bu canlıların duygusal yönleri tam olarak anlaşılamamıştı. Yeni bulgular, bitkilerin de birbirleriyle bir tür aşk yaşadığını söylüyor. Bu elbette bizim anladığımız anlamda Leyla-Mecnun aşkı değil. Fakat nasıl insanlar áşık olduğunda vücutlarında kimyasal değişiklikler oluşuyorsa, eşeyli yani bir eşle üreme söz konusu olduğunda bitkilerde de benzer kimyasal değişiklikler meydana geliyor. Her ne kadar her papatyayı, karanfili ya da gülü birbirine benzetsek de aslında her bir çiçek diğerinden çok farklı. Bunun sebebi de áşık olmaları. Bu sayede ortaya yavruları çıkıyor. Eğer bitkiler áşık olmadan yani eşeysiz üremeye devam etselerdi, çevremizde gördüğümüz aynı tür bitkilerin birbirlerinden hiçbir farkı olmayacak, kopya olarak yaşama devam edeceklerdi. Ağlamak veya gözyaşı dökmek, canlının rahatlaması için gerekli olan su kaybetme mekanizmasıdır. Böyle bakacak olursak, basit anlamıyla bitkiler de ağlıyor. Bitkilerde ağlama, kök basıncıyla gerçekleşiyor. Buna paralel olarak bitkilerde sıvı kaybı 3 şekilde oluyor; damlama, yaşarma ve salgılama. En yaygın olan ağlama şekli, damlama. Bitki biliminde gutasyon olarak bilinen bu olay, kök basıncı ile yukarı itilen suyun, yaprak kenarlarına yerleşmiş olan ve hidatod adı verilen özel su deliklerinden damlacıklar halinde çıkmasıyla meydana geliyor.
Batı Avustralya Üniversitesi’nde biyoloji profesörü olan Monica Gagliano tarafından gerçekleştirilen yeni bir araştırma da oldukça şaşırtıcı. Gagliano küstüm otuyla yaptığı deney sonucunda şöyle bir sonuca varmış: Küstüm otu yalnızca ne olduğunu hatırlamakla kalmıyor ayrıca bu anıyı 1 ay kadar saklıyor! Bilindiği üzere küstüm otu (Mimosa pudica)’nun çiçeği ve yaprakları dokunduktan sonra katlanıp kapanır. Küstüm otuna hafifçe bile temas edilse saniyeler içinde küser gibi ufak yapraklarını tek tek içeri doğru katlar. Profesör Monica Gagliano birkaç tane küstüm otunu alıyor ve her birini çelik raylı çiçek düşürme makinesine yerleştiriyor. Saksılar 15 cm’den aşağıya düşüyor. Küstüm otları, yastık görevi gören bir köpüğün üzerine düştükleri için geri sıçramıyor fakat savunma pozisyonuna geçip yapraklarını kapatıyor .Gagliano bu uygulamadan sonra şunu merak ediyor:
Eğer küstüm otunun her birini 60’ar kere düşürürse, bu bitkiler bir noktada başlarına korkunç hiçbir şeyin gelmediğini fark eder mi? Küsmeyi bırakırlar mı? Yani, bir bitki hafızadan yararlanıp davranışını değiştirebilir mi? Gagliano deneyine devam ederken, bazı küstüm otlarının düşmelerine rağmen yapraklarını kapatmadıklarını görüyor. Diğer bir deyişle bitkiler böyle bir düşüşün kendilerine zarar vermeyeceğini anlıyor ve kendilerini korumayı bırakıyorlar. Bu çıkarıma şüpheyle yaklaşan bazı bilim adamları belki bitkiler yorulmuştu diye karşı çıkıyor. Gagliano ise “yorgun” bitkilerden bazılarını alıp sarsıyor, sarstığı küstümotu yeniden kapanıyor. Gagliano deneyine bir hafta sonra yeniden devam ediyor. Küstüm otlarını düşürüyor fakat bitkiler savunmaya geçmiyor, yapraklarını kapatmıyor. Haftalar boyunca devam eden deney, 28. günün sonunda bitkilerin hala onlara yapılan davranışı hatırlamalarıyla son buluyor. Bitkilerin beyni yok fakat sinyalleri ilettikleri karmaşık bir ağa sahipler. Gagliano deneyin işaret ettiği sonucu şöyle ifade ediyor; “Hatırlama mekanizması hayvanlardaki geleneksel nöron ağlarını ve rotalarını gerektirmiyor olabilir. Tabii ki beyinler ve nöronlar muhtemel-ve oldukça karmaşık- bir çözüm, ancak öğrenmek için bir şart olmayabilirler”.
Günümüze değin uzayıp gelen tartışmalar, bitkiler hakkındaki bütün bilgilerimizi tepetaklak edecek nitelikte. On binlerce yıldır yanı başımızda yaşamlarını sürdüren bitkiler sanki aynı soruyu hep bir ağızdan sormaya başladılar:
“Bizi gerçekten tanıyor musunuz?”
Aristo bitkilerin ruhları olduğu ama duygularının bulunmadığını ileri sürmüştü. 18. yüzyılda ise çağdaş botaniğin babası Cari von Linne bitkilerle insan ve hayvanlar arasındaki temel farkın bitkilerin hareket edememeleri olduğunu iddia ediyordu. Bitkiler hisseder, bitkiler insan düşüncelerine ve heyecanına uzak mesafelerden cevap verirler, hatta bazan çok uzak mesafelerden bile. Bilim adamları, bitkilerin karmaşık çevresel durumları denetlemek için en az 20 farklı duyusu olduğunu söylüyor. Örneğin, nem ölçme, yerçekimini fark etme ve elektromanyetik alanları tespit etme gibi ‘fazladan’ duyulara sahipler. Hatta elektrik ve biyolojik sinyalin yanı sıra titreşimle bile iletişim kurabiliyorlar.
“Bitkisel Hayat” tabiri bilincini kaybetmiş ve hayati fonksiyonları en aza inmiş hastalar için kullanılan tıbbi bir terim. Komadaki hastalar için bu kavramın kullanılmasının sebebi, bitkilerin hiçbir şeye tepki vermeyen varlıklar olduğunun düşünülmesi. Oysa araştırmalar, hiçbir tepki göstermediğini sandığımız bu canlıların, aslında biyolojik olarak bizlere benzediğini gösteriyor.
Küstüm otu en hafif bir dokunmada ya da sallantıda yapraklarını kapatır. Sırçak veya Kadın tuzluğu çiçek dozu keselerini korumak için tehlikeyi sezdiği an taç yapraklarını kilitler. Bir süs bitkisi olan Maranta kendisi için uygun yere konulmadığı zaman yapraklarını aşağıya doğru sarkıtarak hoşnutsuzluğunu gösterir. Bazı orkide türleri ise üreyebilmek için ihtiyaç duydukları arıların sevdiği kokuları yayarlar. Bazen de erkek arıyı çeken dişi bir arı halini andırırlar. Bitkiler aleminin yüzde 90’ı çift cinsiyet organlarına sahiptir. Ancak uzun süre geçtiği halde tozlaşma (böcek ve rüzgârla) gerçekleşmezse bu defa erkek uzantılar tepeciğe değerek tozlaşma oluşur .Güney Afrika’da, düşmanlarınca fark edilmemek için gümüş renkli taş halinde görünen gümüş deri bitkisi gibi olanlarda ve diğerlerinde, bir hücre bilincinin varlığı üzerinde durulmaktadır. Örneğin söğütlerden birine zararlı böcekler musallat olduğunda, bu ağaç, koku maddelerinin ifrazını arttırır, böylece diğer hemcinslerini ikaz eder. Birbirleriyle hızla haberleşmeleri sonucunda bütün söğütler koku mekanizmasıyla böceklerden korunurlar. Bir pamuk bitkisinin yaprağının en büyük düşmanı tırtıldır.
Tırtıl yapıştığı yaprağı kemirir ve sonuçta tüm gövdenin suyunu emer. Ancak pamuğun tırtıla karşı enteresan bir savunma sistemi var. Kemirilmeye başlandığı an havaya bir salgı yayar. Bu salgı çok geçmeden o çevredeki arının ilgisini çeker. Arı hemen hedefine ilerler ve pamuğun üzerindeki tırtılı yok eder. Böylece pamuk tırtıldan kurtulmuş olur. Kendini taşıyamayan sarmaşık türü bitkiler tırmanabilecekleri en yakın desteğe doğru sürünerek ilerler. Eğer desteğin yeri değiştirilecek olursa, sarmaşık yeni desteğinin yerini birkaç saat içinde bulabilir. Hareket etmediğini düşündüğümüz, hele görme yeteneğinden mahrum olduğunu bildiğimiz bitkilerin bu becerisi neyle açıklanabilir? Yoksa bitkiler bizim bilmediğimiz bir algılama gücüne mi sahipler?
Bitkiler Cinayete Şahitlik Edebilir mi?
Amerikalı emniyet görevlisi Clee Backster’ın asıl uzmanlık alanı yalan makineleriydi. Yalan makinesine bağlanan şüpheli kişiler sorulara yanıt verirken belirli duygusal tepkiler de gösterirler ve eğer yalan söylüyorlarsa, heyecan sonunda duygusal tepkileri artar. İşte yalan makinesinin çalışma prensibi buur. Aygıtın grafik yazıcısı elektrotlara bağlanmış kişinin tüm duygusal frekanslarını kayda geçirerek, işinin ehli bir uzmana, şüphelinin hangi sorulara doğru, hangi sorulara yalan karşılık verdiğini gösterir. Kriminoloji uzmanı Backster 1966 yılı Haziran’ında “dracaena” adlı büyük yapraklı bir tropikal bitkiyi yalan makinesine bağladı ve inanılmaz olaylara tanık oldu. Bir insanın yalan makinesine gösterebileceği en güçlü tepki yaşamının ya da mutluluğunun tehdit edildiği anda ortaya çıkar. Backster’ın da yola çıkış noktası bu oldu. Bitkiden benzer bir tepki alabileceğini umarak elektrodun bağlı olduğu yaprağı yakmayı kararlaştırdı. Henüz kibriti almak için yerinden bile kalkmamıştı ki, aygıtın yazıcı ucu kâğıdın üzerinde yukarı doğru bir çizgi çizmeye başladı. Bitki açıkça, kafamdan geçenleri okumuştu ve “heyecanlanmıştı.”
Backster daha sonra kibrit almak için odadan dışarı çıkıp geri döndü. Odadan içeri admımı atar atmaz bitki bir kez daha aynı tepkiyi gösterdi. Şaşkınlık içinde olan Backster başka bir şey denemeye girişti. Kibriti yakacak gibi davrandı ama aklından bitkiyi yakmamayı geçiriyordu. Sonuç tahmin ettiği gibi oldu. Bitkiden en ufak bir tepki bile gelmemişti. Backster’ın ilk deneyleri ortaya yeni bir hipotez koyuyordu. İnsanlardaki beş duyu, belki de bütün doğada ortak bir algılama yöntemini bastıran, onları sınırlayan bir etken olabilirdi. Ünlü filozof Aristo’nun duyguları olmadığını düşündüğü bitkiler, insanların duygu ve düşüncelerini hiçbir araca gerek duymaksızın algılayabiliyorlardı.
Aynı yönde deneylere devam edildi. Bu kez de bitkilerin belleklerinin olup olmadığı araştırılacaktı. Backster’a bu deneyde altı öğrenci yardımcı oldu. Deneye katılanlardan biri, diğerlerinin haberi olmaksızın bir bitkiyi kökünden sökecek, parçalayacak ve tümüyle öldürecekti. “Cinayetin” tek tanığı ise odada bulunanan ikinci bir bitkiydi. Deneyin ikinci aşamasında tanık bitkinin “katili anımsayıp anımsamayacağı araştırılacaktı. Yine beklenen sonuca ulaşıldı. Tanık deneye katılan öğrencilerden beşine hiçbir tepki göstermedi. Fakat gerçek suçlu bitkinin yanına yaklaştığında ibreler çılgın gibi oynamaya başladılar. Backster yaptığı çalışmalarda bitkilerle bakıcıları arasında bir bağ oluştuğunu da gördü. Yanlarında olmadığı zaman bile, onlarla ilgili düşüncelerine yanıt veriyorlardı.
Örneğin bakıcısı kızgın olduğunda, bitki bunu hemen algılıyordu. Bir kez bir insanla bağlantı kurduktan sonra, bu kişi nerede ve kiminle olursa olsun, bu bağlantıyı koruyabiliyorlardı. Yaptığı bir deney bitkilerin duyu ötesi (parapsikolojik) algılama gücünün mesafeyle de sınırlı olmadığını ortaya çıkardı. Backster bir yılbaşı gecesi elinde kronometre ve not defteriyle kendini New York sokaklarına attı. Metroya biniyor bir seyyar satıcıyla tartışıyor, karşıdan karşıya geçerken ezilme tehlikesi atlatıyor ve yaşadığı bütün bu olayları saniyesi saniyesine kaydediyordu. Laboratuvara döndüğünde birbirinden bağımsız olarak ölçme aygıtına bağlı üç bitkinin bütün bu tepkileri algıladığı ortaya çıktı.
Backster’in deneylerinden yola çıkan bir başka araştırmacı da elektronik uzmanı Pierre Paul Sauvin idi. Backster’in aygıtından 100 kat daha hassas kayıtlar yapabilen bir elektronik cihaz geliştirerek yaptığı deneylerden sonra şu kanıya varmıştı; En iyi sonuçlar özel yakınlık kurulan bitkilerden alınıyordu. Backster bu tür deneyleri defalarca yaptı ve hepsinde sonuç benzerdi; bitkiler olumsuz düşüncelere karşı elektrotlar aracılığıyla tepki veriyordu.
Ne tür bir enerji dalgasının bu bağı oluşturabileceği hakkında ise hiçbir fikri yoktu. Bitkiyi kurşundan yapılmış bir kabın içine, hatta Faraday kafesi içine koyarak dış etkilerden korumaya çalıştı fakat her iki perdeleme yöntemi de, bitkiyi insana bağlayan iletişim kanalını engellemekte etkisiz kaldı.
Backster’in yaptığı deneylerin neticesinden belki de çok az kişi etkîlenmiyebilir. Kısaca bitkiler cinayetlere şahitlik yapabilir. Sinir sisteminden yoksun canlı hücrelerde pisikolojik bir hayat vardır. Bu doğru mudur? Asırlardan beri mantal-yaşamın bitki yaşamına nazaran harici bir yaşam olduğu zannediliyordu. Hareket kabiliyetinden yoksun bitkiler hatta en ilkel canlı yaratıklar tarafından bile elde edilirler, hareket organları olmadığı için davranışları da yoktur. Davranışların yönetiminde tam anlamı ile pisikolojik proseslere gerek vardır. Hafıza ve idrak ancak sinir sisteminde veya sinir hücresinde tezahür eder. Bitkilerin dış uyarılara karşı reaksiyonda bulundukları gerçekten uzun bir zamandan beri bilinmektedir. Botanikte Drosera halk dilinde Güneş-Gülü adlı bitki haşaratın dokunmasına karşı çok hassastır, haşarata temas ettiği an hareket eden kavrama organı ile onu yakalar. Bazı bitkilerin çiçekleri ışığa maruz bırakıldığı zaman açar. Bu haricen yapılan uyarılara karşın hayvanların gösterdiği basit reflexlere çok benzer. Bitki yaşamı harici dünyadaki meydana gelen kompleksleri tefrik edebilecek niteliktedir. Yalnız tefrik etmekle kalmıyor, ayni zamanda bunlara elektrik potansiyelindeki değişmelerle reaksiyon da gösterebiliyor. Bu değişmeler karakter ve şekil itibariyle heyecanlanmış bir şahsın derisinde metdana gelen değişiklere çok benzer. İlmin bu ilginç ve gerçekleri ışığında Amerikalı Kriminolojist Backster durumu kavrar ve yapmış olduğu deneylerinde tam bir başarıya ulaşır. Çiçek ve ağaçların kendi diline göre bir cinayeti kaydedebileceği ve cinayete kurban giden kimsenin çektiği azabı hatırlayabileceği konusunu kabul etmek gerekir.
Backster’ın bitkiler üstünde yaptığı ilginç parapsikolojik araştırmalar kısa sürede bütün dünyada bilim adamlarının ilgisini çekti. Parapsikolojinin her alanıyla yakından ilgilenen Doğu Bloku’nun da bu sürece ilgisiz kalması düşünülemezdi. Nitekim 1970 yılında başlanan deneylerden sonra Komünist Parti resmi yayın organı Pravda’da “Yaprakların Bize Söyledikleri” başlığıyla bir yazı yayınladı. Pravda muhabiri Certkov Tarım Bilimleri Akademisi’nde tanık olduğu olayları şöyle aktarıyordu:
NOT
““Moskova’daki ünlü Timiryazev Tarım İlimleri Akademisi’nin suni iklim laboratuarındaydık. Arpa filizi kökleri sıcak suya daldırıldığında adeta çığlık atıyordu., hem de gözlerimin önünde. Bitkinin çığlıkları ancak özel ve son derece duyarlı bir elektronik aygıt yardımıyla kaydediliyordu. Yine de kâğıt şerit üzerindeki gözyaşları apaçık görülüyordu. Yazıcı uç çıldırmış gibi titriyor ve arpa filizinin ölüm acısını kâğıda yansıtıyordu. Oysa bu sırada dışardan bakarak minik bitkinin neler çektiğini anlamamıştı. Yeşil yaprakların eskisi gibi dik ve canlı olmasına karşın bitkinin neler çektiğini anlamamıştı. Yeşil yaprakların eskisi gibi dik ve canlı olmasına karşın bitkinin organizması ölüyordu. İçindeki bir tür ‘beyin hücreleri’ bize ne olup bittiğini anlatıyordu.”
Sovyetler Birliği’nde başlatılan deneyler giderek ilginçleşerek sürdü gitti. Profesör U.N. Puşkin’in bir Bulgar hipnozcusu olan Georgi Anguşev’le birlikte gerçekleştirdiği deney bunlardan yalnızca biri. Söz konusu deneyde Tanya adlı genç bir kız da yardımcı olarak kullanılıyordu. Tanya bir Elektro encephelograph» (EEG) aygıtına bağlanmış olan çiçekten 80 santimetre kadar uzakta oturuyordu. Anguşev genç kızı hipnotize ederek trans haline soktu. Ardından ona dünyanın en güzel kadını olduğunu telkin etti.
Trans halindeki Tanya’nın yüzü parlayıverdi. Kendisine gösterilen bu ilgiden son derece hoşnut olduğu yüzünün çizgilerinden okunuyordu. O sırada o ana dek hareketsiz kalan ensafalograf aygıtının yazıcı ucu kıpırdamaya başladı ve genç kızın heyecan dalgalanmasını kaydetti. Anguşev deneyin ikinci aşamasında Tanya’ya havanın soğuduğunu telkin etti. Tanya sanki kar altında çıplak kalmışçasına titremeye, yüzünü buruşturmaya başladı. Tabii ki bitki de tüm bu duygusal değişimleri algılayarak kayda geçiyordu. Profesör Puşkin ve arkadaşları bundan sonra bitkilerin, Backster’ın iddia ettiği gibi gerçekle yalanı birbirinden ayırıp ayıramadığını sınamaya giriştiler. Tanya birden ona kadar bir sayı tutacak ve bunu arkadaşlarından gizleyecekti. Hatta baskı altında bile söylememesi istenmişti. Sonra Prof. Puşkin bu sayıyı tahmin etmeye çalışırken doğru bilmiş olsa bile Tanya “Hayır” diyecekti. Tanya deneye katılan arkadaşlarını yanıltabilmiş ama ensafalografa bağlı bitkiyi yanıltamamıştı. Prof. Puşkin, Tanya’nın tuttuğu 5 rakamını söylerken ibre “Evet” dercesine oynamaya başlamıştı.
Ünlü Alman fizikçi Frank Kühnemann de bitkilerin göründüğünden çok daha farklı olduğunu düşünenlerden. Doğanın bu yeşil varlıklarına farklı bir gözle bakan Kühnemann yaptığı araştırmalarla, ilginç veriler elde etti. Bu veriler müthiş bir gerçeği ortaya çıkardı: Bitkilerin de duyguları, savunma dürtüleri, kısacası ruhları vardı. Alman fizikçi şunları söyledi ; Çocuğum bir gün `Baba, bu saksıdaki bitkiler sanki insan gibi. Bazen ağladıklarını bile görüyorum’ demesiyle beynimde şimşekler çaktı. Çok sayıda deney yaptım. Öncelikle bitkiler için özel bir stres kabini yaptım. Bu kabinin içine koyduğum yeşil yapraklı bitkilere stres molekülü olarak bilinen etilen dumanı verdim, kabinde müthiş bir gürültü meydana geldi. Bu ortamda yetişen bitkinin son derece sağlıksız ve sorunlu olduğunu gördüm.
Tam aksi bir ortamda ise bitkiler sağlıklı biçimde yeşerdi.” State University of New York’ta öğretim üyesi olan doğa bilimci Ian Baldwin ise bitkilerle ilgili iddiaları daha ileri boyuta götürerek “Bu yeşil canlılar sadece olaylara tepki vermekle kalmıyorlar. Onların hafızaları da var” diyor. Belli mevsimsel dönüşümleri ve doğadaki oluşumları hafızalarına kaydeden bitkilerin bunlara karşı tedbir almada büyük bir yetenek sergilediklerini kanıtlayan Baldwin, “Bütün bunlar etki – tepki olarak algılanamaz. Bence bitkiler bunları bilinçli olarak yapıyor” görüşünü dile getirdi. Konuya ilgi duyan bir kimyager olan Marcel Vogel şunları söylüyor;“ Bitkiler aşırı duyarlıdır. Çevrelerine enerji verirler, insana yarar sağlayan güçler yayarlar.
Kişi, kendi güç alanına akan bu enerjiyi hissedebilir. Kişinin güç alanı da, karşılıklı olarak bitkiyi besleyebilir. Amerikan yerlileri bitkilerin bu etkisini çok iyi bilirdi. İhtiyaç duydukça ormana gider, kollarını açıp sırtlarını çam ağaçlarına yaslar ve kendilerini ağacın gücüyle tazelerlerdi.” Yaşlılık ve ruh sağlığı” adlı kitabının yazarı Myrna J. Lewis, Rusya’ya yaptığı bir gezide, Soçi kentinde birkaç sanatoryuma götürülür. Bu sanatoryumlarda çeşitli rahatsızlıkları olan yaşlı hastalar, ilaçla tedavi yerine, seralardaki bitkilerin titreşimleriyle tedavi edilmektedir. Çiçeklerin yanına götürülen hastalar belirli bir süre burada oturtulmakta, bu çiçekleri koklamaları, sevmeleri istenmektedir. Sovyet bilimadamı Alexander Gurvich, bitkilerin gözle görülmeyen bir ışıma yaydıklarını keşfetti. Gurvich, insanlar üzerinde yaptığı deneylerde onların da bu ışınları yaydığını, fakat hastalık durumunda ışınların değişime uğradığını gördü. Hasta bir insanın, bir maya kültürünü birkaç dakika elinde tutması maya hücrelerini öldürmeye yetiyordu. Bakteri kültürleri üzerinde olumsuz etkileri olduğuna inanıldığı için bazı ülkelerde mandıralarda çalışan kadınlar aybaşı dönemlerinde peynir yapılan bölmelere sokulmaz.
21. yüzyılda gerçekleştirilen pekçok çalışma, bitkilerin duyguları olduğunu, sevgi gösterilen bitkilerin daha iyi geliştiği hakkında bilgi verse de, henüz bu canlıların duygusal yönleri tam olarak anlaşılamamıştı. Yeni bulgular, bitkilerin de birbirleriyle bir tür aşk yaşadığını söylüyor. Bu elbette bizim anladığımız anlamda Leyla-Mecnun aşkı değil. Fakat nasıl insanlar áşık olduğunda vücutlarında kimyasal değişiklikler oluşuyorsa, eşeyli yani bir eşle üreme söz konusu olduğunda bitkilerde de benzer kimyasal değişiklikler meydana geliyor. Her ne kadar her papatyayı, karanfili ya da gülü birbirine benzetsek de aslında her bir çiçek diğerinden çok farklı. Bunun sebebi de áşık olmaları. Bu sayede ortaya yavruları çıkıyor. Eğer bitkiler áşık olmadan yani eşeysiz üremeye devam etselerdi, çevremizde gördüğümüz aynı tür bitkilerin birbirlerinden hiçbir farkı olmayacak, kopya olarak yaşama devam edeceklerdi. Ağlamak veya gözyaşı dökmek, canlının rahatlaması için gerekli olan su kaybetme mekanizmasıdır. Böyle bakacak olursak, basit anlamıyla bitkiler de ağlıyor. Bitkilerde ağlama, kök basıncıyla gerçekleşiyor. Buna paralel olarak bitkilerde sıvı kaybı 3 şekilde oluyor; damlama, yaşarma ve salgılama. En yaygın olan ağlama şekli, damlama. Bitki biliminde gutasyon olarak bilinen bu olay, kök basıncı ile yukarı itilen suyun, yaprak kenarlarına yerleşmiş olan ve hidatod adı verilen özel su deliklerinden damlacıklar halinde çıkmasıyla meydana geliyor.
Batı Avustralya Üniversitesi’nde biyoloji profesörü olan Monica Gagliano tarafından gerçekleştirilen yeni bir araştırma da oldukça şaşırtıcı. Gagliano küstüm otuyla yaptığı deney sonucunda şöyle bir sonuca varmış: Küstüm otu yalnızca ne olduğunu hatırlamakla kalmıyor ayrıca bu anıyı 1 ay kadar saklıyor! Bilindiği üzere küstüm otu (Mimosa pudica)’nun çiçeği ve yaprakları dokunduktan sonra katlanıp kapanır. Küstüm otuna hafifçe bile temas edilse saniyeler içinde küser gibi ufak yapraklarını tek tek içeri doğru katlar. Profesör Monica Gagliano birkaç tane küstüm otunu alıyor ve her birini çelik raylı çiçek düşürme makinesine yerleştiriyor. Saksılar 15 cm’den aşağıya düşüyor. Küstüm otları, yastık görevi gören bir köpüğün üzerine düştükleri için geri sıçramıyor fakat savunma pozisyonuna geçip yapraklarını kapatıyor .Gagliano bu uygulamadan sonra şunu merak ediyor:
Eğer küstüm otunun her birini 60’ar kere düşürürse, bu bitkiler bir noktada başlarına korkunç hiçbir şeyin gelmediğini fark eder mi? Küsmeyi bırakırlar mı? Yani, bir bitki hafızadan yararlanıp davranışını değiştirebilir mi? Gagliano deneyine devam ederken, bazı küstüm otlarının düşmelerine rağmen yapraklarını kapatmadıklarını görüyor. Diğer bir deyişle bitkiler böyle bir düşüşün kendilerine zarar vermeyeceğini anlıyor ve kendilerini korumayı bırakıyorlar. Bu çıkarıma şüpheyle yaklaşan bazı bilim adamları belki bitkiler yorulmuştu diye karşı çıkıyor. Gagliano ise “yorgun” bitkilerden bazılarını alıp sarsıyor, sarstığı küstümotu yeniden kapanıyor. Gagliano deneyine bir hafta sonra yeniden devam ediyor. Küstüm otlarını düşürüyor fakat bitkiler savunmaya geçmiyor, yapraklarını kapatmıyor. Haftalar boyunca devam eden deney, 28. günün sonunda bitkilerin hala onlara yapılan davranışı hatırlamalarıyla son buluyor. Bitkilerin beyni yok fakat sinyalleri ilettikleri karmaşık bir ağa sahipler. Gagliano deneyin işaret ettiği sonucu şöyle ifade ediyor; “Hatırlama mekanizması hayvanlardaki geleneksel nöron ağlarını ve rotalarını gerektirmiyor olabilir. Tabii ki beyinler ve nöronlar muhtemel-ve oldukça karmaşık- bir çözüm, ancak öğrenmek için bir şart olmayabilirler”.
Günümüze değin uzayıp gelen tartışmalar, bitkiler hakkındaki bütün bilgilerimizi tepetaklak edecek nitelikte. On binlerce yıldır yanı başımızda yaşamlarını sürdüren bitkiler sanki aynı soruyu hep bir ağızdan sormaya başladılar:
“Bizi gerçekten tanıyor musunuz?”
Son düzenleme: