İlkokulu bitirip kursa gelmişti.
Ailesi kendi isteğiyle geldiğini söylemişti.
Kayıt için adını sorduğumda, "Fatma", dedi.
Hiç de çekinmeyen bir tavırla...
Ve ekledi:
"Eğer hafız yaptırmazsanız kayıt yaptırmak istemiyorum".
Böyle tehdit edercesine konuşması onu yaşından daha olgun gösteriyordu.
Tebessümle:
"Korkmayın küçük hanım siz isteyin hafız da yaparız, hoca da..."
O küçük gözlerinin içi parıldadı birden.
Annesi:
"Hoca hanım kusuruna bakma hele sen, ille de hafız olcam der de başka bir şey demez.
Bizim köyün hocasından duymuş.
Peygamberimiz hafız olanlara Cennette taç giydirilecek demiş herhalde.
Siz daha iyi bilirsiniz ya köylü kafası, biz de bu kadar duyduk anladık.
Bu da çocuk işte.
""Tabi teyze ne demek, keşke herkes sizin gibi duyduklarından etkilense de teslim olsa...
Siz hiç merak etmeyin kızınız önce Allah´a sonra bize emanet."
Kadıncağız elime yapıştı, öpecekken geri çektim, utandım. Tuttum, ben onun elini öptüm.
Gözleri yaşardı:
"Hoca hanim bu eller, gözler hep günahlı asil sizinkiler öpülmeye layık.
""Estağfurullah teyze", dedim.
“O ahirette beli olur”.
Bu konuşmadan sonra kaydını yaptığımda Fatma’nın Erzurumlu olduğunu öğrendim.
Bir an düşündüm. ‘Küçük nasıl kalacak bu kadar buralarda’...
Zaman ilerledikçe Fatma’nın edepli tavırları daha da çok etkiledi beni.
Azimliydi.
Geceleri uykusunun arasında ayetleri sayıklarken görüyordum çoğu kez.
Böyle devam ederken arada bir bana gelip soru soruyordu.
Bir gün:
"Hocam hafız olmak içi Kur’ân’ı bitirmek mi lazım" diye sordu.
Bende:
"Tabi ki hepsini ezberleyeceksinki hafız adını alacaksın."
Bu cevabıma çok üzülmüş gibiydi.
Bir şey demek istiyordu sanki...
Teşekkür etti ve döndü arkasına gitti.
Derslerim arasında onlara sürekli Kur´ân ezberlemekle işin bitmeyeceğini mutlaka içindekileri uygulamanın gerektiğini hatırlatıyordum.
Talebelerden biri:
"Hocam" dedi.
"Fatma’nın annesi ona abdestle olmayanın hafızları dokunamayacağını söylemiş doğru mu?" diye sordu.
Çok ilginç doğrusu. Maşallah dedim.
"Osmanlı zamanında atalarımız Kur´ân´a ve hafıza kıymet verdiklerinden öyle yaparmış" dedim.
Çok hoşlarına gitmişti bu iş.
Hepsi âdeta kendilerini ulaşılması zor, kasa içindeki altın gibi görüyorlardı.
‘Görsünler’ dedim içimden, bu yaşta buralara gelmişler.
Allah’ın kelâmını ezberliyorlar, onlara fazla görmem bunu.
Bu arada Fatma ara sıra rahatsızlanıyorve revirde yatıyordu.
Zaman geçtikce Fatma’nın morali ve sağlığı daha da çok bozuluyordu.
Bir gün dersini 2 kez aksatınca sordum:
"Ne oldu yoksa anneni mi özledin?
""Hayır", dedi.
"Neden moralin bozuk?
Sık sıkta hasta oluyorsun" dedim.
"Yanlış anlamayın, inan ki annemi özleyip de gitmek istediğim yok.
Burayı çok seviyorum.
Allah´ımdan çok korkuyorum.
Buraları terk edersem bana âhirette hesabını sormaz mı?"Bir şey diyemedim.
Suçlu bile hissettim kendimi.
O küçük kalpte bu ne imandı Ya Rabbi!
Onu hayranlıkla izliyordum.
Bir gün çok rahatsızlandı.
Doktora götürmek zorunda kaldık.
Bir çok tahlillerden sonra arkadaşım olan doktor hanim:
"Hoca hanım derhal bu talebeyi ailesinin yanına gönder" dedi.
Şaşkınlıkla:
"Neden?" diye sordum.
Bana:
"Belki üzülecek hatta inanmayacaksın ama bu talebe "KANSER".Âdeta basımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü.
Sanki her tarafıma Rabbimin Rahmet sıfatı tecelli etmiş, şefkat sarmıştı.
Hastaneden ayrılırken Fatma´ya hiç bir şey diyemedim.
Oysa anlamış gibi bana sorular sorup dikkatimi dağıtmaya çalışıyordu.
Kulağıma eğilerek:
"Hocam" dedi.
"Azrail insanların canını alırken nasıldır?"
Ağlamamak içi zor tutum kendimi:
"Güzel bir sûrettedir, mümin kullara", dedim.
Sevindi, sanki mırıldandı:
"Belki hafız olamam ama Elhamdülillah müminim” diye.
Şimdi anlamıştım bana önceden sormuş olduğu soruyu.
Demek ki hastalığını biliyordu.
Hafız olmak içi Kur´ân´ı bitirmek gerektiğini söylediğimde neden üzüldüğünü şimdi anlamıştım.
Bir kaç gün sonra eşyalarını hazırlamaya başladık.
Çünkü dayanılmaz acılar içinde olduğunu görüyorduk.
Evine gitmesi gerekiyordu.
Ailesi geldi.
Fatma yanıma gelerek:
"Bana kızmadınız değil mi?
Eğer söyleseydim belki kursa almazdınız.
""Ne demek nasıl kızarım sana”, dedim.
"Hem sonra sakın üzülme hafızlığımı bitiremedim diye.
Bu yola girdin ya, Rabbim seni hafızlar zümresinden yazmıştır inşallah”, dedim.
Öyle sevindi ki sarıldı boynuma:
"Gerçekten ben simdi hafız sayılır mıyım?
Anne bak duydun değil mi?
"Ya Rabbi bu ne aşktı.
Rabbimin hikmeti tecelli etse de iyi olsaydı su Fatma ne güzel bir kul olurdu.
Böylece Fatma’yı Erzurum´a uğurladık.
Çok geçmedi.
Bir iki hafta sonra ailesi ağırlaştığı haberini verdi.
Bu bir iki hafta içinde ondan iki mektup almıştım.
Bana hep hafızlık tacını merak ettiğini, rüyalarına bile girdiğini yazıyordu.
Bir gün sabah namazından sonra telefon çaldı.
Fatma’nın annesiydi karşımdaki ses.
Ağlamaklı bir sesle:
"Hoca hanım Fatma’yı uğurladık.
Rica etsem bir hatim okur musunuz" deyince bende dayanamadım ağlamaya başladım.
Annesi beni teselli edercesine telefonu kapatmadan:
"Size ölmeden önce sunu söylememi istedi", dedi.
Hıçkırarak:
"Anneciğim hocama söyle Azrail söylediğinden de güzelmiş"
BU NASIL İMAN YA RABBİ.................
Ailesi kendi isteğiyle geldiğini söylemişti.
Kayıt için adını sorduğumda, "Fatma", dedi.
Hiç de çekinmeyen bir tavırla...
Ve ekledi:
"Eğer hafız yaptırmazsanız kayıt yaptırmak istemiyorum".
Böyle tehdit edercesine konuşması onu yaşından daha olgun gösteriyordu.
Tebessümle:
"Korkmayın küçük hanım siz isteyin hafız da yaparız, hoca da..."
O küçük gözlerinin içi parıldadı birden.
Annesi:
"Hoca hanım kusuruna bakma hele sen, ille de hafız olcam der de başka bir şey demez.
Bizim köyün hocasından duymuş.
Peygamberimiz hafız olanlara Cennette taç giydirilecek demiş herhalde.
Siz daha iyi bilirsiniz ya köylü kafası, biz de bu kadar duyduk anladık.
Bu da çocuk işte.
""Tabi teyze ne demek, keşke herkes sizin gibi duyduklarından etkilense de teslim olsa...
Siz hiç merak etmeyin kızınız önce Allah´a sonra bize emanet."
Kadıncağız elime yapıştı, öpecekken geri çektim, utandım. Tuttum, ben onun elini öptüm.
Gözleri yaşardı:
"Hoca hanim bu eller, gözler hep günahlı asil sizinkiler öpülmeye layık.
""Estağfurullah teyze", dedim.
“O ahirette beli olur”.
Bu konuşmadan sonra kaydını yaptığımda Fatma’nın Erzurumlu olduğunu öğrendim.
Bir an düşündüm. ‘Küçük nasıl kalacak bu kadar buralarda’...
Zaman ilerledikçe Fatma’nın edepli tavırları daha da çok etkiledi beni.
Azimliydi.
Geceleri uykusunun arasında ayetleri sayıklarken görüyordum çoğu kez.
Böyle devam ederken arada bir bana gelip soru soruyordu.
Bir gün:
"Hocam hafız olmak içi Kur’ân’ı bitirmek mi lazım" diye sordu.
Bende:
"Tabi ki hepsini ezberleyeceksinki hafız adını alacaksın."
Bu cevabıma çok üzülmüş gibiydi.
Bir şey demek istiyordu sanki...
Teşekkür etti ve döndü arkasına gitti.
Derslerim arasında onlara sürekli Kur´ân ezberlemekle işin bitmeyeceğini mutlaka içindekileri uygulamanın gerektiğini hatırlatıyordum.
Talebelerden biri:
"Hocam" dedi.
"Fatma’nın annesi ona abdestle olmayanın hafızları dokunamayacağını söylemiş doğru mu?" diye sordu.
Çok ilginç doğrusu. Maşallah dedim.
"Osmanlı zamanında atalarımız Kur´ân´a ve hafıza kıymet verdiklerinden öyle yaparmış" dedim.
Çok hoşlarına gitmişti bu iş.
Hepsi âdeta kendilerini ulaşılması zor, kasa içindeki altın gibi görüyorlardı.
‘Görsünler’ dedim içimden, bu yaşta buralara gelmişler.
Allah’ın kelâmını ezberliyorlar, onlara fazla görmem bunu.
Bu arada Fatma ara sıra rahatsızlanıyorve revirde yatıyordu.
Zaman geçtikce Fatma’nın morali ve sağlığı daha da çok bozuluyordu.
Bir gün dersini 2 kez aksatınca sordum:
"Ne oldu yoksa anneni mi özledin?
""Hayır", dedi.
"Neden moralin bozuk?
Sık sıkta hasta oluyorsun" dedim.
"Yanlış anlamayın, inan ki annemi özleyip de gitmek istediğim yok.
Burayı çok seviyorum.
Allah´ımdan çok korkuyorum.
Buraları terk edersem bana âhirette hesabını sormaz mı?"Bir şey diyemedim.
Suçlu bile hissettim kendimi.
O küçük kalpte bu ne imandı Ya Rabbi!
Onu hayranlıkla izliyordum.
Bir gün çok rahatsızlandı.
Doktora götürmek zorunda kaldık.
Bir çok tahlillerden sonra arkadaşım olan doktor hanim:
"Hoca hanım derhal bu talebeyi ailesinin yanına gönder" dedi.
Şaşkınlıkla:
"Neden?" diye sordum.
Bana:
"Belki üzülecek hatta inanmayacaksın ama bu talebe "KANSER".Âdeta basımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü.
Sanki her tarafıma Rabbimin Rahmet sıfatı tecelli etmiş, şefkat sarmıştı.
Hastaneden ayrılırken Fatma´ya hiç bir şey diyemedim.
Oysa anlamış gibi bana sorular sorup dikkatimi dağıtmaya çalışıyordu.
Kulağıma eğilerek:
"Hocam" dedi.
"Azrail insanların canını alırken nasıldır?"
Ağlamamak içi zor tutum kendimi:
"Güzel bir sûrettedir, mümin kullara", dedim.
Sevindi, sanki mırıldandı:
"Belki hafız olamam ama Elhamdülillah müminim” diye.
Şimdi anlamıştım bana önceden sormuş olduğu soruyu.
Demek ki hastalığını biliyordu.
Hafız olmak içi Kur´ân´ı bitirmek gerektiğini söylediğimde neden üzüldüğünü şimdi anlamıştım.
Bir kaç gün sonra eşyalarını hazırlamaya başladık.
Çünkü dayanılmaz acılar içinde olduğunu görüyorduk.
Evine gitmesi gerekiyordu.
Ailesi geldi.
Fatma yanıma gelerek:
"Bana kızmadınız değil mi?
Eğer söyleseydim belki kursa almazdınız.
""Ne demek nasıl kızarım sana”, dedim.
"Hem sonra sakın üzülme hafızlığımı bitiremedim diye.
Bu yola girdin ya, Rabbim seni hafızlar zümresinden yazmıştır inşallah”, dedim.
Öyle sevindi ki sarıldı boynuma:
"Gerçekten ben simdi hafız sayılır mıyım?
Anne bak duydun değil mi?
"Ya Rabbi bu ne aşktı.
Rabbimin hikmeti tecelli etse de iyi olsaydı su Fatma ne güzel bir kul olurdu.
Böylece Fatma’yı Erzurum´a uğurladık.
Çok geçmedi.
Bir iki hafta sonra ailesi ağırlaştığı haberini verdi.
Bu bir iki hafta içinde ondan iki mektup almıştım.
Bana hep hafızlık tacını merak ettiğini, rüyalarına bile girdiğini yazıyordu.
Bir gün sabah namazından sonra telefon çaldı.
Fatma’nın annesiydi karşımdaki ses.
Ağlamaklı bir sesle:
"Hoca hanım Fatma’yı uğurladık.
Rica etsem bir hatim okur musunuz" deyince bende dayanamadım ağlamaya başladım.
Annesi beni teselli edercesine telefonu kapatmadan:
"Size ölmeden önce sunu söylememi istedi", dedi.
Hıçkırarak:
"Anneciğim hocama söyle Azrail söylediğinden de güzelmiş"
BU NASIL İMAN YA RABBİ.................
Moderatör tarafında düzenlendi: