ceylannur
Yeni Üyemiz
Bugün, günlerden “af/ertesi”...
Ne zamandır unuttuğumuz bir sevincin bizi yeniden kucakladığı anlar yaşadık oruç akşamlarında. Ne zamandır kalbimize düşmeyen lekesiz huzurlar demledik oruç akşamlarında. Ne zamandır yanımıza yöremize uğramayan çocukça coşkuları avuçladık iftar sofralarımızda. Oruç, bize, her birimize, tek tek, içimizde unuttuğumuz, elini bıraktığımız, suskunluğa terk ettiğimiz içimizdeki çocuğu hatırlatarak gitti. İftar sofralarına ne kadar çocuk/ça oturduk, bir hatırlasanıza.
***
Oruç, zamanı yeni bir tatla yaşattı bize. Günün başköşeleri oruca göre belirlendi. Yeni düzenle akmaya başladı şehirde zaman. Köylerde çocukların gözleri belki ilk defa minare uçlarından sevinçler kopardı, ezan sesinden coşkular devşirdi. Ezanlar, sevinçten kanatlar olup kalplerimize dokundu. Her iftar öncesi çoğaldık, bir/leştik, biricikleştik. Bizi her yanımızdan kucaklayan, hücre hücre sarıp sarmalayan bir huzurun arefesinde bulduk kendimizi. Bir mukaddes çağrının eşiğinde sakinleştirdik kalbimizi. Bir Rahmanî sofranın ortasında yeniden tanıştık ruhumuzla. Bir kalbin açılıp kapanması gibi, kutsiyetin nabzını tuttuk, sımsıcak, kıpır kıpır. Orucun nehrinde aktık; iftar sofralarına toplandık, iftar sofralarından dağıldık. Oruç, uğradığı her mekanı kutsileştirdi. Orucun tutulduğu her yer Mekke’leşti. Oruçla varılan her mekan Medine’leşti.
***
Modernite, insanı eylemlerinin büyüklüğüne endeksler. İnsanın önemini ete kemiğe indirger, varlığını eylemlerine yaslar. Böylece insanı amansız ve vicdansız bir koşu bandında nefes nefese bırakır. Oysa, İslam, insanı niyetiyle tartar: “ameller niyetlere göredir.” Eylem bedenden çıkar. Niyet ise kalptendir. Kalbini kalıbına katmıyorsan, ne edersen et, yaptığın geçersiz ve anlamsızdır kutlu elçiye(asm) göre. Niyet, kalıbı kalbe bağlar, dili gönülle ilişkilendirir. Niyeti olmayan insan vicdanıyla temasını kaybeder. Vicdanı olmayan insan ise, Rabbinin nazarından kaçırır kendini. Hükümsüzleştirir ruhunu. Sahteleştirir kalbini. Huzuru çoklukta arar. Doymayı eşyanın vefasız yüzünden umar. Ömrünü faydasız bilgilerin boğuculuğunda geçirir, kalbini huşusuz ve hayretsiz bir sığlığa hapseder, dilini vicdanına değmeyen kuru çağrıların kuytusunda eskitir. Oruç, bedenin eylemi olarak edilgen bir ibadettir; yememe/içmeme üzerinden yürür. İşte, oruç, bizi bu eylemsizliğin öznesi eylerken, eylemin gürültüsü ardında susturduğumuz niyetin sesini yükseltti. İlk defa, oruç sayesinde, niyetimizi eylemimizin önüne geçirdik. Oruçla, kalbimizi kalıbımıza galip getirdik. Belki, ilk defa, modern zamanlara açıkça karşı durduk. Oruç tuttuk. Oruca tutulduk. Oruca tutunduk.
***
Oruç, yalnızlaştırdı bizi. Gurbete düşmüşçesine, eşyanın uzağına attı bizi. Her şey var ama bize faydasız. Herkes burada ama bizden habersiz. O’ndan başkası çare olamadı bize. O’nun izninden başkası doyuramadı bizi. O’nu bir bilerek çokluğu terk ettik. Bir’e vardık. Bir’e kandık. Bir’e uyandık. Bir’e kaldık. Hep arayıp durduğumuz o duruluk hali, özlemiyle yandığımız o uzlet hali orucun dokunuşuyla gerçekleşti. Oruca tutunarak o yalnızlıkta durduk ve durulduk.
***
Orucun ertesindeyiz artık. Bize uğradı oruç. Pencere önümüzde durdu. Rahmet günlerinden geçirdi bizi. Mağfiret gecelerinde uyandırdı. Cehennemden kurtuluşumuza vesile günler doğurdu üzerimize. Zamanın zirvesi sessizce gelip dayandı gözlerimizin kıvrımlarına. Kadrimizin bilindiği “o gece”nin içinden geçtik. “O gece” umuduyla, en az “bir ömür”lük umutlar içtik nefes nefes. Pişmanlıklarımızı taşıdık dilimize. Kendimizi utandıracak itiraflar yaptık içimizin içine. Nefsimizi kendimize gammazladık. İlk defa aramızı ayırdık nefsimizle. Haylaz arzularına, yersiz heveslerine “dur!” diyebildik. Merhamet edilmişliğimizin ertesindeyiz artık. Affedilmenin sonrasındayız. Cehennemden kurtuluşu izleyen günlerdeyiz. İnşa
, tertemiz vardık bayrama. İnşa
, ak pak bir sabaha uyandık bayramda. O paklığın ve berraklığın hep farkında olarak yaşayalım bundan böyle. Bize yeni baştan açılmış o beyaz sayfaya leke kondurmama özeni ile yürüyelim orucun ertesine.
***
Öyle bir ay ki giden, sonsuz müjdelerin göğsüne yasladı hüzünlerimizi. Öyle bir ay ki giden, mağfiret yağmurlarının yüzünde yıkadı suçlarımızı. Öyle bir ay ki giden, rahmet bulutlarının gölgesinde avuttu korkularımızı. Öyle bir ay ki Ramazan, vahyin sonsuz kıpırtısını taşı(r)dı göğsümüze…
Özlemeye değmez mi...
Senai Demirci...
Ne zamandır unuttuğumuz bir sevincin bizi yeniden kucakladığı anlar yaşadık oruç akşamlarında. Ne zamandır kalbimize düşmeyen lekesiz huzurlar demledik oruç akşamlarında. Ne zamandır yanımıza yöremize uğramayan çocukça coşkuları avuçladık iftar sofralarımızda. Oruç, bize, her birimize, tek tek, içimizde unuttuğumuz, elini bıraktığımız, suskunluğa terk ettiğimiz içimizdeki çocuğu hatırlatarak gitti. İftar sofralarına ne kadar çocuk/ça oturduk, bir hatırlasanıza.
***
Oruç, zamanı yeni bir tatla yaşattı bize. Günün başköşeleri oruca göre belirlendi. Yeni düzenle akmaya başladı şehirde zaman. Köylerde çocukların gözleri belki ilk defa minare uçlarından sevinçler kopardı, ezan sesinden coşkular devşirdi. Ezanlar, sevinçten kanatlar olup kalplerimize dokundu. Her iftar öncesi çoğaldık, bir/leştik, biricikleştik. Bizi her yanımızdan kucaklayan, hücre hücre sarıp sarmalayan bir huzurun arefesinde bulduk kendimizi. Bir mukaddes çağrının eşiğinde sakinleştirdik kalbimizi. Bir Rahmanî sofranın ortasında yeniden tanıştık ruhumuzla. Bir kalbin açılıp kapanması gibi, kutsiyetin nabzını tuttuk, sımsıcak, kıpır kıpır. Orucun nehrinde aktık; iftar sofralarına toplandık, iftar sofralarından dağıldık. Oruç, uğradığı her mekanı kutsileştirdi. Orucun tutulduğu her yer Mekke’leşti. Oruçla varılan her mekan Medine’leşti.
***
Modernite, insanı eylemlerinin büyüklüğüne endeksler. İnsanın önemini ete kemiğe indirger, varlığını eylemlerine yaslar. Böylece insanı amansız ve vicdansız bir koşu bandında nefes nefese bırakır. Oysa, İslam, insanı niyetiyle tartar: “ameller niyetlere göredir.” Eylem bedenden çıkar. Niyet ise kalptendir. Kalbini kalıbına katmıyorsan, ne edersen et, yaptığın geçersiz ve anlamsızdır kutlu elçiye(asm) göre. Niyet, kalıbı kalbe bağlar, dili gönülle ilişkilendirir. Niyeti olmayan insan vicdanıyla temasını kaybeder. Vicdanı olmayan insan ise, Rabbinin nazarından kaçırır kendini. Hükümsüzleştirir ruhunu. Sahteleştirir kalbini. Huzuru çoklukta arar. Doymayı eşyanın vefasız yüzünden umar. Ömrünü faydasız bilgilerin boğuculuğunda geçirir, kalbini huşusuz ve hayretsiz bir sığlığa hapseder, dilini vicdanına değmeyen kuru çağrıların kuytusunda eskitir. Oruç, bedenin eylemi olarak edilgen bir ibadettir; yememe/içmeme üzerinden yürür. İşte, oruç, bizi bu eylemsizliğin öznesi eylerken, eylemin gürültüsü ardında susturduğumuz niyetin sesini yükseltti. İlk defa, oruç sayesinde, niyetimizi eylemimizin önüne geçirdik. Oruçla, kalbimizi kalıbımıza galip getirdik. Belki, ilk defa, modern zamanlara açıkça karşı durduk. Oruç tuttuk. Oruca tutulduk. Oruca tutunduk.
***
Oruç, yalnızlaştırdı bizi. Gurbete düşmüşçesine, eşyanın uzağına attı bizi. Her şey var ama bize faydasız. Herkes burada ama bizden habersiz. O’ndan başkası çare olamadı bize. O’nun izninden başkası doyuramadı bizi. O’nu bir bilerek çokluğu terk ettik. Bir’e vardık. Bir’e kandık. Bir’e uyandık. Bir’e kaldık. Hep arayıp durduğumuz o duruluk hali, özlemiyle yandığımız o uzlet hali orucun dokunuşuyla gerçekleşti. Oruca tutunarak o yalnızlıkta durduk ve durulduk.
***
Orucun ertesindeyiz artık. Bize uğradı oruç. Pencere önümüzde durdu. Rahmet günlerinden geçirdi bizi. Mağfiret gecelerinde uyandırdı. Cehennemden kurtuluşumuza vesile günler doğurdu üzerimize. Zamanın zirvesi sessizce gelip dayandı gözlerimizin kıvrımlarına. Kadrimizin bilindiği “o gece”nin içinden geçtik. “O gece” umuduyla, en az “bir ömür”lük umutlar içtik nefes nefes. Pişmanlıklarımızı taşıdık dilimize. Kendimizi utandıracak itiraflar yaptık içimizin içine. Nefsimizi kendimize gammazladık. İlk defa aramızı ayırdık nefsimizle. Haylaz arzularına, yersiz heveslerine “dur!” diyebildik. Merhamet edilmişliğimizin ertesindeyiz artık. Affedilmenin sonrasındayız. Cehennemden kurtuluşu izleyen günlerdeyiz. İnşa
***
Öyle bir ay ki giden, sonsuz müjdelerin göğsüne yasladı hüzünlerimizi. Öyle bir ay ki giden, mağfiret yağmurlarının yüzünde yıkadı suçlarımızı. Öyle bir ay ki giden, rahmet bulutlarının gölgesinde avuttu korkularımızı. Öyle bir ay ki Ramazan, vahyin sonsuz kıpırtısını taşı(r)dı göğsümüze…
Özlemeye değmez mi...
Senai Demirci...