nefsimutmainne
Aktif Üyemiz
Dünya edebiyatlarında gül ile bülbül hemen hemen daima birlikte anılmış, bilhassa Doğu edebiyatlarında bu konuda sayısız alegorik eserler üretilmiştir.
Hangi Doğu şiirini okusanız gülün hemen yanı başında bir bülbüle, bülbülün olduğu mekânda bir güle rastlarsınız. Bu yüzden biz bülbülsüz bir gül şiiri yazılmış olduğunu sanmıyoruz. Bütün o şiirlerde bülbülün en belirgin vasfı ise sabırsızlığı, derbederliği, pır pır uçuşu, o daldan bu dala konması, gülün çevresinde dur durak bilmeden hareket etmesidir. Fuzuli'ye göre "Derde yok sabrı onun her lahza bin feryadı var (Hiçbir kapıda durmaz, her dakika bir başka feryad içinde)"dir. Muini'ye göre ise
Her nalede bir nahl-i güle kondu safadan
Her nağmede tebdil-i makam eyledi bülbül
Her çığlığında coşkuyla bir başka gül fidanına konan, her nağmesinde bir başka makama geçen bir bülbülün tasviridir bu.
Peki, bülbülün bu aceleci tavrı, bu çığlık çığlığa binlerce makam dolaşması, her nağmeden ve her daldan ayrı ses vermesi nedendir? Gönlünde sönmeyen aşk ateşiyle bağ ehlini uyutmaması, canından bezdirmesi, sabırsızlığı ve yaygaracılığı ile eleştirilere uğramayı hak etmekte midir? Güllerin açtığı mevsimde gül bahçesinde yuva kurup sonraki zamanlarda çekip gitmesi bir yana, gece gündüz gülşenin sakinlerini mest etmesi, onları işten güçten alıkoymasına ne denilebilir? Ya o sadık âşık edasıyla bin bir sıkıntılara katlanıp bağrını kanatan dikenlere aldırmayışı? Sevgili edindiği güle ulaşma adına binlerce dikene sabır göstermeye mecbur kalışı ve bu yüzden ağlayıp inlemesi? Ve her seher bülbülün açılışını görmek üzere geceler boyunca uykusuz kalması? Bütün bunlar nedendir?!..
El-cevap: Bülbül görünüşte güle âşık olmakla birlikte hakikatte onun manasına vurgundur. Çünkü Bizim Yunus'un ifadesiyle "Gül Muhammed teridir". Çünkü Kainatın Efendisi, Mi'rac'ta sıkıntıdan terlediği sırada yanağından dökülen bir damla terdir ki güle koku vermiştir. İbrahim peygamberin Nemrud tarafından ateşe atıldığı sırada yanında beliren bülbül hatırına alevin korlarından yaratıldığı halde Mi'rac'a kadar koku taşımayan gül, ta o vakit Muhammed kokusuyla kokulanmıştır. Bülbül, o gün bu gündür, daldan dala koşar şarkı söylerken sanki güle şunları söylemektedir: "- Sen Rasul'ün yakınlığına sahip olduğun için ben senin çevrendeyim. Hakikatte ben sana değil, Sevgili'nin manasına âşıkım. Bütün çiçeklerin hepsinden güzel kokman işte bu mânâdandır ve ben de sendeki o kokuyu derleyip toplamak üzere daldan dala çırpınıp durmakta, koşup yorulmaktayım. Değil mi ki bahar kısa, senin de ömrün az, elimi çabuk tutmam lazım!.."
Bülbül ile bağban
Bahçıvan bir sabah bağında güzel bir gül açtığını gördü. Baktı, seyretti, hoşlandı, gönlü ısındı ve onu, sanki âşık olmuşçasına korudu. Gözünden kıskanıyor, esen yelden sakınıyordu.
Bir sabah ne görsün!.. Bülbülün biri gülün dalına konmuş, yapraklarını bir bir koparıyor, zedeleyip yaralıyor. Önce bülbülü kovaladı. Ama gülü boynunu bükmüş, mahzunlaşmıştı. Ertesi sabah gül ile bülbül arasında aynı hadisenin yaşandığını, gülün daha kötü hırpalandığını gördü. Bu sefer bülbüle kastetmek istedi. Ama bülbül uçup gitmişti. Bahçıvan güle bakıp bakıp ağladı. Üçüncü gün bülbül yine gelecekti. Ona bir tuzak kurdu, bülbülü yakaladı. Ne çare bülbül tuzağa düşesiye kadar gülün bütün yapraklarını yok etmişti, sevgiliye kıymıştı. Üstelik de girdiği kafesten bahçıvana şöyle diyordu:
- A insafsız adam!.. Sana ne yaptım ki beni kafese kapattın? Eğer sesimi beğendiğin için beni hapsettiysen ben zaten senin bağının bülbülü değil miyim?!.. Eğer başka bir suç işlediysem bunu bilmek elbette benim hakkımdır, söyle, neden bu kafesi bana reva gördün?
Bahçıvan olup biteni anlattı, gülünü kopardığı için kendisini cezalandırdığını söyledi. Bu sefer bülbül sesini daha da yükseltti:
- Yani şimdi sen, yalnızca bir iki gün içinde solacak bir gülü telef ettim diye mi bunu bana reva gördün?.. Bunun için mi hürriyetimi kısıtladın?!.. Bu seninki adalet midir?!..
Bağcı merhamete geldi, bülbülü bıraktı. Özgürlüğüne kavuşan bülbül bahçıvana şöyle dedi:
- Ey iyi kalpli âşık, mademki sen bana hürriyetimi verdin, ben de sana hazine vereyim. Bahçenin falanca yerini kaz.
Bahçıvan orada bir küp altın buldu. Sevindi, yeni gül bahçeleri yapmaya ahd etti. Bu arada bülbülü affetti, her seher şakıyışlarını lezzetle dinlemeye başladı. Ve bir sabah merakını yenemeyip ona sordu:
- Bahçemdeki hazineyi toprak altındayken biliyorsun da gül dalının yanına kurduğum kapanı gözünün önündeyken nasıl bilmedin?
- Senin kapanın kaza ve kaderin gereğiydi, diye başladı söze bülbül. Kadere karşı hikmet gözü kapanır. Kişi ne kadar açıkgöz olursa olsun kazaya karşı kördür.
[BERCESTE]
Şakirem senden sana ben göz dikenden inlerim
Sanma güldendir dikendendir figanı bülbülün
(Şakir: Şükreden)
Zati
İSKENDER PALA
Hangi Doğu şiirini okusanız gülün hemen yanı başında bir bülbüle, bülbülün olduğu mekânda bir güle rastlarsınız. Bu yüzden biz bülbülsüz bir gül şiiri yazılmış olduğunu sanmıyoruz. Bütün o şiirlerde bülbülün en belirgin vasfı ise sabırsızlığı, derbederliği, pır pır uçuşu, o daldan bu dala konması, gülün çevresinde dur durak bilmeden hareket etmesidir. Fuzuli'ye göre "Derde yok sabrı onun her lahza bin feryadı var (Hiçbir kapıda durmaz, her dakika bir başka feryad içinde)"dir. Muini'ye göre ise
Her nalede bir nahl-i güle kondu safadan
Her nağmede tebdil-i makam eyledi bülbül
Her çığlığında coşkuyla bir başka gül fidanına konan, her nağmesinde bir başka makama geçen bir bülbülün tasviridir bu.
Peki, bülbülün bu aceleci tavrı, bu çığlık çığlığa binlerce makam dolaşması, her nağmeden ve her daldan ayrı ses vermesi nedendir? Gönlünde sönmeyen aşk ateşiyle bağ ehlini uyutmaması, canından bezdirmesi, sabırsızlığı ve yaygaracılığı ile eleştirilere uğramayı hak etmekte midir? Güllerin açtığı mevsimde gül bahçesinde yuva kurup sonraki zamanlarda çekip gitmesi bir yana, gece gündüz gülşenin sakinlerini mest etmesi, onları işten güçten alıkoymasına ne denilebilir? Ya o sadık âşık edasıyla bin bir sıkıntılara katlanıp bağrını kanatan dikenlere aldırmayışı? Sevgili edindiği güle ulaşma adına binlerce dikene sabır göstermeye mecbur kalışı ve bu yüzden ağlayıp inlemesi? Ve her seher bülbülün açılışını görmek üzere geceler boyunca uykusuz kalması? Bütün bunlar nedendir?!..
El-cevap: Bülbül görünüşte güle âşık olmakla birlikte hakikatte onun manasına vurgundur. Çünkü Bizim Yunus'un ifadesiyle "Gül Muhammed teridir". Çünkü Kainatın Efendisi, Mi'rac'ta sıkıntıdan terlediği sırada yanağından dökülen bir damla terdir ki güle koku vermiştir. İbrahim peygamberin Nemrud tarafından ateşe atıldığı sırada yanında beliren bülbül hatırına alevin korlarından yaratıldığı halde Mi'rac'a kadar koku taşımayan gül, ta o vakit Muhammed kokusuyla kokulanmıştır. Bülbül, o gün bu gündür, daldan dala koşar şarkı söylerken sanki güle şunları söylemektedir: "- Sen Rasul'ün yakınlığına sahip olduğun için ben senin çevrendeyim. Hakikatte ben sana değil, Sevgili'nin manasına âşıkım. Bütün çiçeklerin hepsinden güzel kokman işte bu mânâdandır ve ben de sendeki o kokuyu derleyip toplamak üzere daldan dala çırpınıp durmakta, koşup yorulmaktayım. Değil mi ki bahar kısa, senin de ömrün az, elimi çabuk tutmam lazım!.."
Bülbül ile bağban
Bahçıvan bir sabah bağında güzel bir gül açtığını gördü. Baktı, seyretti, hoşlandı, gönlü ısındı ve onu, sanki âşık olmuşçasına korudu. Gözünden kıskanıyor, esen yelden sakınıyordu.
Bir sabah ne görsün!.. Bülbülün biri gülün dalına konmuş, yapraklarını bir bir koparıyor, zedeleyip yaralıyor. Önce bülbülü kovaladı. Ama gülü boynunu bükmüş, mahzunlaşmıştı. Ertesi sabah gül ile bülbül arasında aynı hadisenin yaşandığını, gülün daha kötü hırpalandığını gördü. Bu sefer bülbüle kastetmek istedi. Ama bülbül uçup gitmişti. Bahçıvan güle bakıp bakıp ağladı. Üçüncü gün bülbül yine gelecekti. Ona bir tuzak kurdu, bülbülü yakaladı. Ne çare bülbül tuzağa düşesiye kadar gülün bütün yapraklarını yok etmişti, sevgiliye kıymıştı. Üstelik de girdiği kafesten bahçıvana şöyle diyordu:
- A insafsız adam!.. Sana ne yaptım ki beni kafese kapattın? Eğer sesimi beğendiğin için beni hapsettiysen ben zaten senin bağının bülbülü değil miyim?!.. Eğer başka bir suç işlediysem bunu bilmek elbette benim hakkımdır, söyle, neden bu kafesi bana reva gördün?
Bahçıvan olup biteni anlattı, gülünü kopardığı için kendisini cezalandırdığını söyledi. Bu sefer bülbül sesini daha da yükseltti:
- Yani şimdi sen, yalnızca bir iki gün içinde solacak bir gülü telef ettim diye mi bunu bana reva gördün?.. Bunun için mi hürriyetimi kısıtladın?!.. Bu seninki adalet midir?!..
Bağcı merhamete geldi, bülbülü bıraktı. Özgürlüğüne kavuşan bülbül bahçıvana şöyle dedi:
- Ey iyi kalpli âşık, mademki sen bana hürriyetimi verdin, ben de sana hazine vereyim. Bahçenin falanca yerini kaz.
Bahçıvan orada bir küp altın buldu. Sevindi, yeni gül bahçeleri yapmaya ahd etti. Bu arada bülbülü affetti, her seher şakıyışlarını lezzetle dinlemeye başladı. Ve bir sabah merakını yenemeyip ona sordu:
- Bahçemdeki hazineyi toprak altındayken biliyorsun da gül dalının yanına kurduğum kapanı gözünün önündeyken nasıl bilmedin?
- Senin kapanın kaza ve kaderin gereğiydi, diye başladı söze bülbül. Kadere karşı hikmet gözü kapanır. Kişi ne kadar açıkgöz olursa olsun kazaya karşı kördür.
[BERCESTE]
Şakirem senden sana ben göz dikenden inlerim
Sanma güldendir dikendendir figanı bülbülün
(Şakir: Şükreden)
Zati
İSKENDER PALA