Cankuşu’muz var mıdır?

nefsimutmainne

Aktif Üyemiz
Bir cankuşunuz bile yoksa kuru kalabalıklar içinde yalnız ve kimsesiz yetimsiniz demektir; dünya sizin olsa dahi gözünüzde bir kıymeti yoktur. Alevi dedesi Cemal Hoca derki: Bülbül olsam güle ne? Turna olsam göle ne? Ben dedim yarim olsun. Ben yar sevsem ele ne? Cankuşunuz yanıbaşınızda bile dursa siz farketmedikten sonra Kaf Dağında yaşayan, en güzel ve yüce kuş olarak tanımlanan ulaşamayacağınız Zümrüd-ü Anka’dır. Cankuşunuzu bulduktan sonra gülün dikenine katlanırsınız. Sevginiz karşılıksız değilse cankuşunuzla bir can olur, hep sohbeti canan soluklarsınız. Bir cankuşu iseniz, başkasının yoldaşınızı, candaşınızı kınamasına güler geçer, cankuşunuza toz kondurmazsınız. Karacaoğlan, bir dörtlüğünde kendini sevgili bahçesine yerleşmeye niyetli görünen kuşa benzetiyor: Ben de bir kuş idim, geldim ötmeye. Yarin bahçesinde mesken tutmaya. Göz kaldırdım cemaline bakmaya. Ak gerdanda benler öldürdü beni. Egoizm, bencillik, enaniyet, kibir, böbürlenme bu devrin en büyük hastalığı. Eskiden bir kaç tane firavun varmış, bugün her nefis adeta birer firavun taşıyor. Firavunun özelliği hakikatı bilmesine rağmen nefsine yenildiği için düşmanlık yapması, gözünü güneşe kapatması ve sadece kendi nefsini sevdiği için cankuşuna asla sahip olamamasıdır. Bu nedenle hırsından, kıskançlığından çatlar ve ıssızlığa, lanete mahkum olur. Alevi-Bektaşi inancında kutsal sayılan turnanın sesini Hz. Ali'den aldığı yönünde bir inanç vardır. Halk edebiyatı ve resim süsleme sanatında en çok işlenen motiflerden biri de kuş'tur. Öyleki kuş, örneğin turna, birbirini sevenlerin birbirine name göndermek için başvurduğu bir posta aracı olmuş ve onların tüm sırlarını, sevdalarını, umutlarını, türkülerini kanadında götürüp getirmiştir. Bu inancı Pir Sultan Abdal, dizelerinde şöyle dile getirmiştir: Hazreti Şah'ın avazı. Turna derler bir kuştadır. Asası Nil deryasında. Hırkası bir derviştedir. Abdal’ın anlatmak istediği şifre cankuşudur ve o kuşa aşılmaz engebe sayılan nefsinden fazla o kuşu sevmekle ulaşılabilir. Büyük tasavvuf düşünürü Mevlana, Mesnevi'sinde simgesel anlamlarıyla kuşlardan yararlanmıştır. Mevlana, Şeb’ini bulana kadar yalnızdır. Her can arayış içinde canların canını arar, durur. Kimi bulur, kimi ise bulduğu halde öteler; kibir, rekabet ve kıskançlık damarıyla önyargılarına esir düşer, ruhunu rahatlatacak sahile yaklaşamaz, hatta söver, hakaret eder, utanmadan iftira atar. Kainatın mayasını sevgide gören ve insanı Yaradan’dan ötürü seven, insana düşman olamaz, terör işleyemez, insan öldüremez. Ancak Rabbini inkar edenlere tüm mevcudatın hakkı nedeniyle darılır, kötü sıfat ve haraketlerinin düzelmesi için ıslahlarına duacı olabilir. Atalarımız ’Vatan ve millet sevgisi, Allah sevgisindendir’ derler; dolayısıyla hainler ve ihanet şebekeleri, sevgi ve hoşgörüyü anlayamamış nefislerden çıkar. Allah rızası soluklu yaşayan erenlere saldırı, erenlerin piri Hz. Ali’ye hakaretle eşdeğer ölçüde edepsizlik, saygısızlıktır. Türk-İslam sanatlarında kuşlar, hayranlıkla işlenmiştir. Osmanlı padişahlarının simgesi Humayın, takma adı olan, masallarda anlatılan Humakuşu, zihnimize ‘Devlet kuşu’ deyimiyle girmiştir. Kuşların tekkesini Hz. Süleyman'ın kurduğu söylenir. Yunus bir şiirinde şöyle der: Süleyman kuş dilin bilir dediler, Süleyman var Süleyman'dan içeri. Seyrani ise, ‘Süleyman'dır kuş dilini söyleyen. Her Süleyman kuş dilini ne bilsin.’ diyerek herkesin kuşları anlamaya kabiliyetinde olamayacağını bildirir. Kuş motifi en çok halk şiirinde işlenmiş ve halk ozanlarının, âşıklarının hep esin kaynağı olmuştur. Nizamoğlu ise şöyle der şiirinde: Biz bu dünyada bir kuşuz. Her yana uçup geçeriz. Hakkın nimetlerin yeyip. Suların için gezeriz. Kuş misali yaşayanlar kuşun sahibine tevekkülle teslim olur ve kalabalıklar içinde gurbet, hicret ve hicran yaşarken, özünü anımsatacak ve Hakka götürecek fedakar, cefakar, samimi, ihlaslı kullar içinde arar cankuşunu. Şebi Aruza eren aşıka aşk anlatılmaz ki. O’nu bulan neyi kaybeder, O’nu kaybeden neyi bulmuştur ? Rabbinin bunca nimetlerini tatdıktan sonra halen şükretmeyenlerin kuş dilinden anlaması ve bir cankuşuna sahip olması beklenemesede, sabırla bekliyoruz. Anadolu’nun bizim olan değerlerini yoğuran kültürün mayası olarak bellediğimiz sevgi unsurunda, o sevginin gerçek sahibine duyulan hakiki sevgi ateşi vardır. En fazla namaz kılma niteliğiyle tüm erenlerin Cankuşu ve ilim kapısı olmuş Hz. Ali’ye bu nedenle aşığız, sevdalıyız. Yakın geçmişin karanlık günlerinde yaşayan ve Türkiye toplumunun inanışa yeniden yönelişini, keşfedişini ve öz kimliğine dönüşünü algılayamayanlar kendi kısır çıkmaz sokaklarında kuşları, Hz. Alileri şucu bucu kulplarıyla yargız ınfaz edip esasen intihar ettikleri, sevgi atmosferini öldürdükleri için üzülüyoruz. Önyargıları parçalamanın atomu parçalamaktan daha zor olduğunu biliyoruz. ‘Gelin kardeşler, bir olalım, diri olalım, iri olalım’ diyen Hacı Bektaş’tan bari haya etseler, aynı telden çaldığımızı anlayacaklar, gerçek faşistin ırka, mezhebe, dine, kültüre dayalı nefret tohumu ekenler olduğunu kavrayacaklar. Üzerilerinde sırıtan ölü toprağını atmak için yüreğimizi Mevlana, Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan ve nice Anadolu erenleri kadar geniş tutmaya azimliyiz. Yunus gibi, ‘ Dövene elsiz, sövene dilsiz, aşık birazda gönülsüz olsa gerek’ diyoruz ve darılmamaya yemin ediyoruz. Ayrıştırma, kamplaştırma, kutuplaştırma döneminin gericilik, yobazlık, irtica olduğunu ve bir daha ümitsizlik girdabında boğulmaya niyetli olmadığımızı, küsmeye değil kucaklaşmaya geldiğimizi anlatmaya taş sopa ile saldırsalar bile kızmadan devam edeceğiz. Kanada’da yaşadığı halde çok kültürlülüğü ve farklılıkları olduğu gibi kabul etme olgunluğuna erişememiş olanlara kendi öz kaynaklarına, Bizim Anadolu’ya dönmelerini diliyoruz. Keşke herkes bu soruyu kendine soracak cesaretde olsa:
Cankuşu’muz var mıdır?
 
Üst Alt