MURATS44
Özel Üye
Osmanlı tarihi gerek yakın geçmişte, gerekse de günümüzde tartışmaya açık birçok mevzuyu içerisinde barındırır. Kapalı kalmış veya farklı görüşlerle ezberler bozan yaklaşımlar, beraberinde yeni yeni fikirleri getirir.
Bu, tarihî bir hadise çerçevesinde de olabilir, önemli bir kişi bazında da. Biz bu denememizde, Osmanlı tarihinde istisnai bir konuma sahip olan Cem Sultan’ın ölümünü ve onu bu ölüme sevkenden âmilleri ele almaya çalışacağız.Bilindiği üzere Cem Sultan, Fatih Sultan Mehmed’in oğlu; Sultan Bayezid’in de kardeşidir. Ömrünün önemli ve belki de en verimli olabilecek yıllarını Avrupa’da geçirmiştir. Belki kendisi bu tercihi yapmamıştı, ama istenmeden gelişen hadiseler, onun Frenk topraklarında yaşamaya sevk etmiş ve ömrünün sonuna kadar da bu alışık olmadığı topraklarda kalmaya mahkum etmişti.
Peki Cem Sultan, neden Osmanlı mülkünün dışında hayatını devam ettirmiş ve orada ölmüştür? Onun ölümü, öncesinde gelişen hadislerle yakından alâkalı olduğu için, bu duruma gelinceye kadar gelişen olayları kısa bir şekilde özetlemek gerekecektir.Fatih’in ölümü ile Osmanlı Devleti’nin başına kimin geçeceği henüz bilinmiyordu. Fatih Sultan Mehmet hayattayken, oğlu Şehzade Mustafa’yı tutuyordu ve onu taht için düşünüyordu. Fakat genç şehzadenin erken yaşta beklenmedik ölümü, planları tehir etmişti. Bunun üzerine Fatih de ani bir şekilde vefat edince, iki şehzade, Bayezid ve Cem arasında taht mücadelesi başladı.
Kısaca geçecek olursak, Şehzade Cem Bursa’ya geldi, saltanatını ilan etti. Buna karşılık Bayezid de bir kuvvet ile buna mukavemet gösterdi ve neticede Cem yenilerek Anadolu içlerine çekildi. Bu arada bütün emlâkine de el konuldu. Oradan Mısır’a, Memlüklü sultanın yanına geçti ve hac farizasını yerine getirmek üzere Hicaz’a hareket etti.
Dönüşte Cem Sultan tekrar kuvvetler toplayarak Osmanlı topraklarına girdi ve bu seferinde yine muvaffak olamadı.Arada yaşanan ihanetler sebebiyle Cem, 18 Temmuz 1482’de maiyetiyle Korkos limanından Rodos Adası’na doğru yola çıktı. Böylelikle şehzadenin on üç yıllık macerası başlamış oluyordu.
Fakat Saint Jean şövalyeleri reisi, Cem’i adeta bir koz gibi kullanmak niyetindeydi. Nitekim Papa ve Avrupa hükümdarına mektuplar yazarak, onları bir haçlı ittifakı etrafında toplamayı hedefliyordu.Beş hafta adada kalan şehzade, 1 Eylül’de adadan ayrıldı. Macaristan yoluyla Osmanlı topraklarına geçeceğini ümit ediyordu. Ne var ki gemi Mesina’ya uğrayarak, 15 gün sonunda Nice şehrine vardı. Burada yıllarca kaldı. Şair ruhlu şehzade, söz konusu şehirde iken düşüncelerini şu şekilde şiirleştirmekten geri kalmamıştı:
Acâib şehr imiş bu şehr-i Nitse
Ki kalur yanına her kim ne itse
Tafsilata girmeden geçecek olursak, Cem Sultan, şövalyeler tarafından bu şehirden sonra Dauphine’de Pouet Şatosu’na hapsedildi.Oradan maiyeti tecrid edilerek Sassenage Şatosu’na götürüldü.Gerek Avrupa devletlerinin, gerekse de Sultan Bayezid’in baskısını gören şövalyeler, Cem’i daha çok elde tutamayacaklarını anladılar ve onu Papa’ya teslim etmeyi kabul ettiler.
Marsilya, oradan Toulon’a ulaşan Cem, Fransa kralı Charles VIII’in isteği ile durdurulmak istendi. Buna rağmen Toulan’dan kaçırılırcasına Cem Sultan, İtalya yarımadasına götürüldü. Roma’ya ulaştı.Cem, Papa VIII. Innocent’in döneminde St. Angelo kulesinde sıkıntılı bir dönem geçirdi. Onun 1492’de ölümü üzerine yeni Papa Alexandre Burgia zamanında daha serbest bir hayat sürmeye başladı. Artık genç şehzadenin ölümüne üç sene kalmıştı.
Venediklilerin yeni bir haçlı ittifakına çıkacağını sezen Fransa kralı Charles, ordusunu İtalya’ya çevirdi. Hedefi, Napoli Krallığını ele geçirdikten sonra Cem’i de yanına alarak Kudüs’e bir sefer düzenlemekti.Cem Sultan’ın ölümünden bir ay evvel Charles, Papa’dan şehzadeyi istedi. Papa, onu şartlı olarak verdi.
İşte tam St. Germano Kalesi elde edildiği bir sırada Cem’de hastalık belirtileri görülmeye başlandı. Bir zaman sonra vücudunun belirli yerlerinde (yüz, boyun, göz) şişlikler meydana gelerek daha kötü bir hale geldi. Artık ölüm emareleri başlamış ve at üstünde değil; sedye ile hareket etmek zorunda kalmıştı.
Ve nihayet Cem Sultan, Charles’ın gayretlerine rağmen kurtarılamadı. 25 Şubat 1495’te Çarşamba günü hayata gözlerini kapadı. Cem’in beklenmedik bu ölümü, bugün bile bir açıklığa tam mânâsıyla kavuşturulmuş değildir. Öldüğünde henüz 36 yaşlarında idi.
İlk dönem Osmanlı kroniklerine bu konu hakkında müracaat ettiğimizde şöyle bir tablo ile karşılaşıyoruz: Bunlar içinde en önemlileri arasında görebileceğimiz Aşık Paşazade’nin Tevarih-i Âli Osman’da bu konu hakkında bir bilgi bulamıyoruz. Nitekim Aşık Paşazade eserini Bayezid dönemindeki Erdebil sofularının hareketi ile bitirir.
Bunun yanında İstanbul matbaasında tab’ edilen esere bir fasıl daha eklenmiştir ki, bu da Hz. Adem’den Hz. Peygamber’e kadar geçen tarihi hadiseleri ele alır.Diğer önemli kronikler içinde Şükrullah ve Nişancı Mehmed Paşa gibi isimler, eserlerinde Bayezid dönemini anlatmadıkları için iki kardeşin münasebetlerine ve dolayısıyla Cem Sultan’ın ölümüne değinmemişlerdir.
Bununla beraber Cem’in bizzat kendi direktifi doğrultusunda yazdırdığı Câm-ı Cem Âyin isimli eser, bir şecere kitabı olduğu için konumuz dahiline girmemektedir.Aslında bu noktada bize çok yardımcı olabilecek bir eser mevcuttur. Ne yazık ki onda da istediğimiz malumatı bulamıyoruz.
Adını zikrettiğimiz eser, Cem Sultan’ın on üç yıllık Avrupa günlerini anlatan “Vâkıat-ı Cem Sultan” isimli kitaptır.Bu kitap, anomim bir eserdir ve Cem’in sürekli yanında bulunan biri tarafından yazıldığı anlaşılmaktadır.Aslında Vâkıat-ı Cem Sultan veya diğer bir deyişle “Kitab-ı Cem Sultan”, ölümün nasıl cereyan ettiğini değil, ölümden sonra neler yapıldığını anlatır.Bunu şu alıntıdan çıkartabiliyoruz:
“Kendü üstine du’ası müstecab oldı. Ol gece ki tis’ami’e yılınun cemazie’l-ûlâsınun yigirmi tokuzuncı gecesi ki seşenbe gecesiydi, seher vaktinde şahadet arz ede ede can teslim etdi (inna li-llahi ve inna ileyhi raciun) İşde dünyanun hali budır” Cem’in Avrupa’daki yaşadıklarını ve izlenimlerini birinci ağızdan anlatan bu eserde, ölümden sonra kimler tarafından ve nasıl bir muamele ile defn edildiği şu şekilde zikredilir:
“Hele bari küffar muttali olmadın def’ice su ısıdub Celal Beg su koyuyub, Kapucıbaşı Sinan Beg yüyüb, kendü dülbend ile kefenleyüb” Cem Sultan’ın ölümü hakkında kesin bir kanıt elimizde olmadığı için daha çok tahminler üzerinden onun vefatını tartışabiliyoruz. Genel itibariyle baktığımızda, Cem’in zehirlenerek öldürüldüğü kanaatı tarih yazarları arasında daha yaygındır.
Örneğin Hoca Sadeddin Efendi, şehzadenin zehirlenerek öldüğünü söylemektedir. Fakat bu noktada daha farklı bir görüş beyan eder ve bu zehirlenmenin bir tıraş esnasında olduğu fikrini savunur. Bunu söyledikten sonra manzum bir şekilde, tıraş ve ustura sözcükleriyle metafor olarak mütekerriren oynar.
Çarh-ı feleğin ustura sen tîz ider
Niçe Cem’i cûrâ ile nâçîz ider
Her kimi kim eylese bir dem tıraş
Cân u dilin eyler anın pür-hıraş
Kimseye etmez şefkat bu sipihr
Görmedi andan bir ahd rûy-ı mihr
Eğme sakın ustura-yı çarha baş
Câh-ı gamın eyle gönülden tıraş
Câh recâsında dilâ çekme gam
Bâr gamile kasd-ı Cem oldı ham
Câm-ı Cem eyle ona sermest olur
Rıhleti vaktinde nehy-i dest olur
Şehliği derd-i serîne değmedi
Âkil olan başın ana eğmedi
Bu noktada zehirleme hadisesinin kimin tarafından icra edildiği meselesi ortaya çıkıyor. O dönemim İtalyan tarihçileri, Cem Sultan’a zehrin Papa tarafından verildiğini belirtir.(Corio Guicciardini) Bir başka Avrupalı yazar da bu görüşü benimser. (Hans Pfefferman, s.106)Yukarıda da bahsettiğimiz gibi Papa’nın bu işte parmağı olması kuvvetle muhtemeldir. Tesirini daha sonra gösteren tofana zehri ile onu etkisiz hale getirmek istemiş olabilir.
Çünkü topraklarına giren Fransa kralı, Cem’i bir Haçlı ittifakı için yanına almayı düşünmekte ve bu hususta Papa’yı da ikna etmiş bulunmaktadır. Binaenaleyh Papa da kerhen de olsa bu isteği kabul etmek zorunda kalmıştır.
Papa’ya göre Şehzade Cem, Charles ile Kudüs’e gidecek ve dönüşte yine kendisine teslim edilecektir. Fakat bunun çok uzun bir zaman alacağı âşikadır. Aynı zamanda Charles’ın sözünde durum durmayacağı da şüpheli gözükmektedir.
Papa, Cem’i zehirlemiş olabilir, nitekim genç şehzadenin vefatından sonra bir türlü na’şı iade etmemiş ve bunda da ısrarcı davranmıştır. Her fırsatta kendisine padişah tarafından vadedilen yüklü miktarda parayı öne sürmüştür.
Buna kavuşmak için şehzadeyi zehirleyerek, Fransa kralına teslim etmiş olması bize göre son derece kuvvetli bir ihtimaldir.
Bilindiği üzere o devirde Avrupa ve özellikle İtalya yarım adası zehir imal etme ve bunu çeşitlendirme hususunda oldukça gelişmiştir.Şu ihtimali de gözden kaçırmamak gerek: Cem Sultan yaklaşık 13 senedir vatanından ayrı, Avrupa topraklarında bulunmaktadır. Özellikle son yıllar da oldukça sıkıntı çekmiş bulunuyordu.
Bunun yanında Osmanlı’ya hasım olan kişiler arasında günleri geçiyordu. Onların tertip edecekleri bir Haçlı ittifakından haberdardı ve bunu da düşündükçe üzüldüğü muhakkaktı. Nitekim yanında bizzat bulunan ve Vakıat’ı kaleme alan müellif, bu noktada şehzadeden şu alıntıyı yapmaktadır:
“Ya Rabb, eger bu kâfirler beni bahane edüp ehl-i İslam üstine hurûc etmek kasdın ederlerse beni ol günlere erüşdürme, canumı kabz eyle”
İşte bu sebeple yıllarca vatanına bir türlü kavuşamama duygusu, şehzadenin yukarıda belirttiğimiz hassasiyeti ile birleşince, onun büyük bir sıkıntıya düçar durumda olduğu düşünülebilir. Katlanarak artan rahatsızlıklar henüz genç yaştaki şehzadeyi erken yıpratmış olabilir. Bu sebeple herhangi bir zehirlenme hadisesini düşünmeden, Cem’in kendi eceli ile ölmüş olma ihtimali de mevcuttur. Bu olasılığı kuvvetlendiren delil ise, Vakıatı yazan kişinin herhangi bir zehirlenmeden bahsetmiyor olmasıdır.
En azından Cem Sultan’ın yakınında bulunduğu için zehirlenmeyi bir şekilde teyid eder ve eserinde zikrederdi düşüncesindeyiz.Son bir ihtimal olarak, kardeşi Bayezid Han’ı ele alabiliriz. Cem’in Avrupa’da bulunduğu müddetçe payitahtta bulunan Sultan Bayezid açıkçası türlü sıkıntılar yaşamıştır.
Adeta bir koz gibi kardeşinin düşmanlarının elinde bulunması, onun hareket alanını daraltıyordu. İstanbul’dan yolladığı berber ile onu zehirlediği düşüncesi, çok zayıf bir ihtimal olarak kabul görmektedir.
Nitekim berberin bunca yolu katetmesi ve bunun yanında muhkem bir biçimde muhafaza altında tutulan şehzadeye yaklaşması, akla pek uygun gelmemektedir. Mamafih yıllarca Cem Sultan’ın yanında bulunan Sinan Bey’in, onun ölümünden sonra İstanbul’a gelip, II. Bayezid Han’ın hizmetine girmesi de akılları karıştırmaktadır.
Her ne şekilde olursa olsun, Cem Sultan hayata gözlerini kapamıştı. Aslında onun vefatı, devletin bekaası için üzücü bir sonuç da değildi.
Çünkü en azından bu durum devam ettiği müddetçe bir iç çekişmeyi tetiklemişti ve düşmanların ekmeğine yağ sürmekten başka bir şeye yaramamıştı. Nitekim söz konusu manzarayı İbn-i Kemal, fitne rüzgarlarının son bulması şeklinde yorumlamıştı:
Câm-ı Cem bâde-i fenâ ile çün
Oldı pür bâd-ı fitne buldı sükûn
Sonuç itibariyle Cem Sultan’ın ölümü hakkında kesin bir yargıya varmak mümkün olmuyor. Sadece elimizde bulunan deliller nispetinde fikir yürütebiliyor ve ihtimaller doğrultusunda yaklaşık bir sonuca varabiliyoruz.
Ama en azından Avrupa’nın ve Osmanlı’nın mukadderatında önemli bir rol oynama kudretine sahip olan şehzadenin çok genç yaşta ölmüş olması (35-36 yaşlarında) zehirlenme ihtimaline bizleri yaklaştırmaktadır. Sonuçta kendisi, hem Doğu Roma’yı yıkan büyük bir hükümdarın oğlu, hem de o mirasın üzerinde bulunan Sultan Bayezid’in öz kardeşiydi…
Bu, tarihî bir hadise çerçevesinde de olabilir, önemli bir kişi bazında da. Biz bu denememizde, Osmanlı tarihinde istisnai bir konuma sahip olan Cem Sultan’ın ölümünü ve onu bu ölüme sevkenden âmilleri ele almaya çalışacağız.Bilindiği üzere Cem Sultan, Fatih Sultan Mehmed’in oğlu; Sultan Bayezid’in de kardeşidir. Ömrünün önemli ve belki de en verimli olabilecek yıllarını Avrupa’da geçirmiştir. Belki kendisi bu tercihi yapmamıştı, ama istenmeden gelişen hadiseler, onun Frenk topraklarında yaşamaya sevk etmiş ve ömrünün sonuna kadar da bu alışık olmadığı topraklarda kalmaya mahkum etmişti.
Peki Cem Sultan, neden Osmanlı mülkünün dışında hayatını devam ettirmiş ve orada ölmüştür? Onun ölümü, öncesinde gelişen hadislerle yakından alâkalı olduğu için, bu duruma gelinceye kadar gelişen olayları kısa bir şekilde özetlemek gerekecektir.Fatih’in ölümü ile Osmanlı Devleti’nin başına kimin geçeceği henüz bilinmiyordu. Fatih Sultan Mehmet hayattayken, oğlu Şehzade Mustafa’yı tutuyordu ve onu taht için düşünüyordu. Fakat genç şehzadenin erken yaşta beklenmedik ölümü, planları tehir etmişti. Bunun üzerine Fatih de ani bir şekilde vefat edince, iki şehzade, Bayezid ve Cem arasında taht mücadelesi başladı.
Kısaca geçecek olursak, Şehzade Cem Bursa’ya geldi, saltanatını ilan etti. Buna karşılık Bayezid de bir kuvvet ile buna mukavemet gösterdi ve neticede Cem yenilerek Anadolu içlerine çekildi. Bu arada bütün emlâkine de el konuldu. Oradan Mısır’a, Memlüklü sultanın yanına geçti ve hac farizasını yerine getirmek üzere Hicaz’a hareket etti.
Dönüşte Cem Sultan tekrar kuvvetler toplayarak Osmanlı topraklarına girdi ve bu seferinde yine muvaffak olamadı.Arada yaşanan ihanetler sebebiyle Cem, 18 Temmuz 1482’de maiyetiyle Korkos limanından Rodos Adası’na doğru yola çıktı. Böylelikle şehzadenin on üç yıllık macerası başlamış oluyordu.
Fakat Saint Jean şövalyeleri reisi, Cem’i adeta bir koz gibi kullanmak niyetindeydi. Nitekim Papa ve Avrupa hükümdarına mektuplar yazarak, onları bir haçlı ittifakı etrafında toplamayı hedefliyordu.Beş hafta adada kalan şehzade, 1 Eylül’de adadan ayrıldı. Macaristan yoluyla Osmanlı topraklarına geçeceğini ümit ediyordu. Ne var ki gemi Mesina’ya uğrayarak, 15 gün sonunda Nice şehrine vardı. Burada yıllarca kaldı. Şair ruhlu şehzade, söz konusu şehirde iken düşüncelerini şu şekilde şiirleştirmekten geri kalmamıştı:
Acâib şehr imiş bu şehr-i Nitse
Ki kalur yanına her kim ne itse
Tafsilata girmeden geçecek olursak, Cem Sultan, şövalyeler tarafından bu şehirden sonra Dauphine’de Pouet Şatosu’na hapsedildi.Oradan maiyeti tecrid edilerek Sassenage Şatosu’na götürüldü.Gerek Avrupa devletlerinin, gerekse de Sultan Bayezid’in baskısını gören şövalyeler, Cem’i daha çok elde tutamayacaklarını anladılar ve onu Papa’ya teslim etmeyi kabul ettiler.
Marsilya, oradan Toulon’a ulaşan Cem, Fransa kralı Charles VIII’in isteği ile durdurulmak istendi. Buna rağmen Toulan’dan kaçırılırcasına Cem Sultan, İtalya yarımadasına götürüldü. Roma’ya ulaştı.Cem, Papa VIII. Innocent’in döneminde St. Angelo kulesinde sıkıntılı bir dönem geçirdi. Onun 1492’de ölümü üzerine yeni Papa Alexandre Burgia zamanında daha serbest bir hayat sürmeye başladı. Artık genç şehzadenin ölümüne üç sene kalmıştı.
Venediklilerin yeni bir haçlı ittifakına çıkacağını sezen Fransa kralı Charles, ordusunu İtalya’ya çevirdi. Hedefi, Napoli Krallığını ele geçirdikten sonra Cem’i de yanına alarak Kudüs’e bir sefer düzenlemekti.Cem Sultan’ın ölümünden bir ay evvel Charles, Papa’dan şehzadeyi istedi. Papa, onu şartlı olarak verdi.
İşte tam St. Germano Kalesi elde edildiği bir sırada Cem’de hastalık belirtileri görülmeye başlandı. Bir zaman sonra vücudunun belirli yerlerinde (yüz, boyun, göz) şişlikler meydana gelerek daha kötü bir hale geldi. Artık ölüm emareleri başlamış ve at üstünde değil; sedye ile hareket etmek zorunda kalmıştı.
Ve nihayet Cem Sultan, Charles’ın gayretlerine rağmen kurtarılamadı. 25 Şubat 1495’te Çarşamba günü hayata gözlerini kapadı. Cem’in beklenmedik bu ölümü, bugün bile bir açıklığa tam mânâsıyla kavuşturulmuş değildir. Öldüğünde henüz 36 yaşlarında idi.
İlk dönem Osmanlı kroniklerine bu konu hakkında müracaat ettiğimizde şöyle bir tablo ile karşılaşıyoruz: Bunlar içinde en önemlileri arasında görebileceğimiz Aşık Paşazade’nin Tevarih-i Âli Osman’da bu konu hakkında bir bilgi bulamıyoruz. Nitekim Aşık Paşazade eserini Bayezid dönemindeki Erdebil sofularının hareketi ile bitirir.
Bunun yanında İstanbul matbaasında tab’ edilen esere bir fasıl daha eklenmiştir ki, bu da Hz. Adem’den Hz. Peygamber’e kadar geçen tarihi hadiseleri ele alır.Diğer önemli kronikler içinde Şükrullah ve Nişancı Mehmed Paşa gibi isimler, eserlerinde Bayezid dönemini anlatmadıkları için iki kardeşin münasebetlerine ve dolayısıyla Cem Sultan’ın ölümüne değinmemişlerdir.
Bununla beraber Cem’in bizzat kendi direktifi doğrultusunda yazdırdığı Câm-ı Cem Âyin isimli eser, bir şecere kitabı olduğu için konumuz dahiline girmemektedir.Aslında bu noktada bize çok yardımcı olabilecek bir eser mevcuttur. Ne yazık ki onda da istediğimiz malumatı bulamıyoruz.
Adını zikrettiğimiz eser, Cem Sultan’ın on üç yıllık Avrupa günlerini anlatan “Vâkıat-ı Cem Sultan” isimli kitaptır.Bu kitap, anomim bir eserdir ve Cem’in sürekli yanında bulunan biri tarafından yazıldığı anlaşılmaktadır.Aslında Vâkıat-ı Cem Sultan veya diğer bir deyişle “Kitab-ı Cem Sultan”, ölümün nasıl cereyan ettiğini değil, ölümden sonra neler yapıldığını anlatır.Bunu şu alıntıdan çıkartabiliyoruz:
“Kendü üstine du’ası müstecab oldı. Ol gece ki tis’ami’e yılınun cemazie’l-ûlâsınun yigirmi tokuzuncı gecesi ki seşenbe gecesiydi, seher vaktinde şahadet arz ede ede can teslim etdi (inna li-llahi ve inna ileyhi raciun) İşde dünyanun hali budır” Cem’in Avrupa’daki yaşadıklarını ve izlenimlerini birinci ağızdan anlatan bu eserde, ölümden sonra kimler tarafından ve nasıl bir muamele ile defn edildiği şu şekilde zikredilir:
“Hele bari küffar muttali olmadın def’ice su ısıdub Celal Beg su koyuyub, Kapucıbaşı Sinan Beg yüyüb, kendü dülbend ile kefenleyüb” Cem Sultan’ın ölümü hakkında kesin bir kanıt elimizde olmadığı için daha çok tahminler üzerinden onun vefatını tartışabiliyoruz. Genel itibariyle baktığımızda, Cem’in zehirlenerek öldürüldüğü kanaatı tarih yazarları arasında daha yaygındır.
Örneğin Hoca Sadeddin Efendi, şehzadenin zehirlenerek öldüğünü söylemektedir. Fakat bu noktada daha farklı bir görüş beyan eder ve bu zehirlenmenin bir tıraş esnasında olduğu fikrini savunur. Bunu söyledikten sonra manzum bir şekilde, tıraş ve ustura sözcükleriyle metafor olarak mütekerriren oynar.
Çarh-ı feleğin ustura sen tîz ider
Niçe Cem’i cûrâ ile nâçîz ider
Her kimi kim eylese bir dem tıraş
Cân u dilin eyler anın pür-hıraş
Kimseye etmez şefkat bu sipihr
Görmedi andan bir ahd rûy-ı mihr
Eğme sakın ustura-yı çarha baş
Câh-ı gamın eyle gönülden tıraş
Câh recâsında dilâ çekme gam
Bâr gamile kasd-ı Cem oldı ham
Câm-ı Cem eyle ona sermest olur
Rıhleti vaktinde nehy-i dest olur
Şehliği derd-i serîne değmedi
Âkil olan başın ana eğmedi
Bu noktada zehirleme hadisesinin kimin tarafından icra edildiği meselesi ortaya çıkıyor. O dönemim İtalyan tarihçileri, Cem Sultan’a zehrin Papa tarafından verildiğini belirtir.(Corio Guicciardini) Bir başka Avrupalı yazar da bu görüşü benimser. (Hans Pfefferman, s.106)Yukarıda da bahsettiğimiz gibi Papa’nın bu işte parmağı olması kuvvetle muhtemeldir. Tesirini daha sonra gösteren tofana zehri ile onu etkisiz hale getirmek istemiş olabilir.
Çünkü topraklarına giren Fransa kralı, Cem’i bir Haçlı ittifakı için yanına almayı düşünmekte ve bu hususta Papa’yı da ikna etmiş bulunmaktadır. Binaenaleyh Papa da kerhen de olsa bu isteği kabul etmek zorunda kalmıştır.
Papa’ya göre Şehzade Cem, Charles ile Kudüs’e gidecek ve dönüşte yine kendisine teslim edilecektir. Fakat bunun çok uzun bir zaman alacağı âşikadır. Aynı zamanda Charles’ın sözünde durum durmayacağı da şüpheli gözükmektedir.
Papa, Cem’i zehirlemiş olabilir, nitekim genç şehzadenin vefatından sonra bir türlü na’şı iade etmemiş ve bunda da ısrarcı davranmıştır. Her fırsatta kendisine padişah tarafından vadedilen yüklü miktarda parayı öne sürmüştür.
Buna kavuşmak için şehzadeyi zehirleyerek, Fransa kralına teslim etmiş olması bize göre son derece kuvvetli bir ihtimaldir.
Bilindiği üzere o devirde Avrupa ve özellikle İtalya yarım adası zehir imal etme ve bunu çeşitlendirme hususunda oldukça gelişmiştir.Şu ihtimali de gözden kaçırmamak gerek: Cem Sultan yaklaşık 13 senedir vatanından ayrı, Avrupa topraklarında bulunmaktadır. Özellikle son yıllar da oldukça sıkıntı çekmiş bulunuyordu.
Bunun yanında Osmanlı’ya hasım olan kişiler arasında günleri geçiyordu. Onların tertip edecekleri bir Haçlı ittifakından haberdardı ve bunu da düşündükçe üzüldüğü muhakkaktı. Nitekim yanında bizzat bulunan ve Vakıat’ı kaleme alan müellif, bu noktada şehzadeden şu alıntıyı yapmaktadır:
“Ya Rabb, eger bu kâfirler beni bahane edüp ehl-i İslam üstine hurûc etmek kasdın ederlerse beni ol günlere erüşdürme, canumı kabz eyle”
İşte bu sebeple yıllarca vatanına bir türlü kavuşamama duygusu, şehzadenin yukarıda belirttiğimiz hassasiyeti ile birleşince, onun büyük bir sıkıntıya düçar durumda olduğu düşünülebilir. Katlanarak artan rahatsızlıklar henüz genç yaştaki şehzadeyi erken yıpratmış olabilir. Bu sebeple herhangi bir zehirlenme hadisesini düşünmeden, Cem’in kendi eceli ile ölmüş olma ihtimali de mevcuttur. Bu olasılığı kuvvetlendiren delil ise, Vakıatı yazan kişinin herhangi bir zehirlenmeden bahsetmiyor olmasıdır.
En azından Cem Sultan’ın yakınında bulunduğu için zehirlenmeyi bir şekilde teyid eder ve eserinde zikrederdi düşüncesindeyiz.Son bir ihtimal olarak, kardeşi Bayezid Han’ı ele alabiliriz. Cem’in Avrupa’da bulunduğu müddetçe payitahtta bulunan Sultan Bayezid açıkçası türlü sıkıntılar yaşamıştır.
Adeta bir koz gibi kardeşinin düşmanlarının elinde bulunması, onun hareket alanını daraltıyordu. İstanbul’dan yolladığı berber ile onu zehirlediği düşüncesi, çok zayıf bir ihtimal olarak kabul görmektedir.
Nitekim berberin bunca yolu katetmesi ve bunun yanında muhkem bir biçimde muhafaza altında tutulan şehzadeye yaklaşması, akla pek uygun gelmemektedir. Mamafih yıllarca Cem Sultan’ın yanında bulunan Sinan Bey’in, onun ölümünden sonra İstanbul’a gelip, II. Bayezid Han’ın hizmetine girmesi de akılları karıştırmaktadır.
Her ne şekilde olursa olsun, Cem Sultan hayata gözlerini kapamıştı. Aslında onun vefatı, devletin bekaası için üzücü bir sonuç da değildi.
Çünkü en azından bu durum devam ettiği müddetçe bir iç çekişmeyi tetiklemişti ve düşmanların ekmeğine yağ sürmekten başka bir şeye yaramamıştı. Nitekim söz konusu manzarayı İbn-i Kemal, fitne rüzgarlarının son bulması şeklinde yorumlamıştı:
Câm-ı Cem bâde-i fenâ ile çün
Oldı pür bâd-ı fitne buldı sükûn
Sonuç itibariyle Cem Sultan’ın ölümü hakkında kesin bir yargıya varmak mümkün olmuyor. Sadece elimizde bulunan deliller nispetinde fikir yürütebiliyor ve ihtimaller doğrultusunda yaklaşık bir sonuca varabiliyoruz.
Ama en azından Avrupa’nın ve Osmanlı’nın mukadderatında önemli bir rol oynama kudretine sahip olan şehzadenin çok genç yaşta ölmüş olması (35-36 yaşlarında) zehirlenme ihtimaline bizleri yaklaştırmaktadır. Sonuçta kendisi, hem Doğu Roma’yı yıkan büyük bir hükümdarın oğlu, hem de o mirasın üzerinde bulunan Sultan Bayezid’in öz kardeşiydi…
KAYNAK
- Cem Divanı, haz.Halil Ersoylu, İstanbul,1981, s.19.
- Vâkıât-ı Cem Sultan, İst, 1914, s,31.
- A.g.e, s.31-32.
- Hoca Sadeddin Efendi, Tâcü’t-Tevârih, c.III, s.235.
- Vakıat-ı Cem Sultan, s.30
- İbn Kemal, Tevârih-i Âl-i Osman, VIII. Defter, s.144.