lal
Aktif Üyemiz
CENNET GÜLÜŞLÜ ÇOCUK
“Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün sizlersiniz” (Al-i İmran/139)
Yoksun bu sabah, güneş sensiz doğdu…
Sensiz uyandı güne herkes.
Kopup gittin dalından, hiçbir şey demeden ve küsmüşçesine bakıyordu gözlerin. Küstün biliyorum, nedensizce canını acıttılar, nedensizce seni bilmediğin, anlamadığın kan ve gözyaşından ibaret, saçma bir oyunun içine sürüklediler. Ebe sendin ve sobelendin. Boyunu aşan bir oyundu bu biliyorum, hem canını hem de ruhunu acıttılar, cennet gülüşlü çocuk.
Oyunlar acı üzerine kurulu olamamalı ve oynayanlar zalim olmamalı haklısın.
Yüzündeki tebessüme acımadılar, acımadılar o minicik ellerine. Bakışların küsmüşçesineydi farkındayım, küsmüşçesine ve şikâyet edercesine. Ürpertti bakışların bir an, yarın mahşerin kalabalığında belki de yakamıza yapışacak, “Neden bir film seyreder gibi seyrettiniz bize yapılan zulümleri” diye haykıracaksın. Bizler kaçacak bir yer bulabilecek miyiz acaba?...
Senin imtihanın; zalimlerin yurduna ve canına saldırışı, bizim imtihanımız; zalimin, mazlum olanın canını acıtması karşısındaki halimiz ve tavrımız… Sen üzerindeki cana susamış bakışları bile bile, terk etmedin yurdunu. Yurdun kutsaldı senin için biliyorum, sen canına kastedenlere rağmen vazgeçmedin kutsal bildiklerinden. Dinine, vatanına dönmedin sırtını. Siper oldu minicik bedenin.
Sen kazandın.
Gülüşünden belli, içtiğin şahadet şerbetiydi belki de tatlı gelen. Ve hakkını er ya da geç alacağının müjdesiydi seni tebessüm ettiren. Peki ya bizler kazanabildik mi, ya da kazanabilecek miyiz cennet gülüşlü çocuk? Hakkını helal edebilecek misin, biz duyarsızlara?
Yoksun bu sabah.
Biz devam ediyoruz, kaldığımız yerden…
Yokluğunda sadece bir “ah” çektik, ölümünü seyrettik televizyonlardan umarsızca. Bir dakika sonra, her şey normalleşti yine dünyamızda. Ölüm haberinin ardından günlerdir beklediğimiz, pür dikkat seyre daldığımız dizilerimize döndük yine. Sanki sen hiç acı çekmedin, sanki sen hiç ölmedin, sanki sen hiç o masum gözlerle bakmadın. Ve çekip gitmedin sanki şikâyet edercesine…
Dünya, hiçbir zaman iyilerden ve masumlardan yana olmadı yazık ki. Dünya kendisini isteyenlere açtı hep kucağını. Belki de kendisi de fani olduğundandır. Belki de Yaratanın kendisine değer vermediğini bilmesindendir. Zira Nebiler Serveri, bir hadiste “Dünyanın Allah katında, sinek kanadı kadar değeri olsaydı, kâfire ondan bir yudum su içirmezdi.” Diyerek, dünyanın Allah katında ki değersizliğini bildirmiştir bizlere.
Baki olan Allah’tır ve bakiliği seçenler sırt çevirdi dünyaya. Dünya da zalimlerle bir olup “Alın size!” dercesine oyunlar geliştirip durdu, kendisini reddedenler karşısında.
… Ve aynı dünya, bir gün zalim olana da aynı oyunu oynayacak. Sırtını çevirip “sende mi ölümlüsün, sen de çek git o zaman diyecektir” merak etme, cennet gülüşlü çocuk.
Basit değil bu kadar. Dünyanın sonu vardır, lakin ahiretin sonu, ucu bucağı yoktur. Dünyadaki ateş yakar sen söndürürsün, ahiretteki ateş yakar, sen ey zalim olan, yanar yanar yeniden dirilir durursun!...
Burada istemediğin ölümü, orda yaşamak istersin ama ölüm bile basmaz seni bağrına o gün. Sen, yakıtı sen gibi olanların doluştuğu ateşe namzetsin. Çünkü sen, inanmadın ve inananın canını yakarak, kanını akıtarak, gönlünü küstürerek, Rab’bin, hışmını çektin üzerine. Dünya yanında olsa neye yarar, Rab yanında olmadıktan sonra…
Zalim olmak inanmayanın işidir. İnanmadın, zalimleştikçe zalimleştin. Virane ettin koca şehirleri, duman altında bıraktın ocakları, kırdın geçirdin bin bir yüreği.
Ahına girdin mazlumun, hele ki o mazlum bir bebekti, hele ki o mazlum suçsuz bir çocuktu, hele ki o mazlum, savunmasız bir ihtiyardı. Hele ki o mazlum inanandı. Ve senin niyetin, inancına kıymaktı. Kendine kıydın, ey zalim haberin var mı?...
Sen zalimsin, zalim olduğun için yüreksizsin, zalim olduğun için acımasızsın. İçini yarsalar, katılaşmış ve kararmış bir kalp çıkacaktır. Belki de kalp bile terk etmiş seni, farkında mısın ey zalim?
Al senin olsun dünya, bil ki izinde olacaktır aldığın her ah. Uykuların bölünecek, kan kırmızı göreceksin baktığın her yeri. Meleksiz şehirler geçeceksin, toprağa yaklaşınca, devleşecek günahların karşında. Adım adım, bir ahın, bin derdini taşıyacaksın. Al senin olsun dünya ey zalim!...
Masum gülüşlü, cennet gülüşlü çocuk! Aynı inanca sahibiz. Bizler de senin gibi Yaradan’a inananlardanız. İnancından dolayı sana kıydıklarını bile bile, acını, acımız olarak görmüyoruz!...
Ebu Cehiller, Ebu Lehebler giderek çoğalıyor, bizler bir Hz. Ömer, bir Hz. Mus’ab olabilecek miyiz acaba, cennet gülüşlü çocuk? İnancımız yaşayışımıza yansıyacak mı? Dostumuzu düşmanımızı ayırabilecek miyiz? Uyanışa geçip müslümanlara oynanan oyunlara çelme takabilecek miyiz?...
Duyar gibiyim dediklerini cennet gülüşlü çocuk; bizler kardeşimiz olanı düşman, olmayanı dost bildikçe ve Yaradan’la bağımızı sağlamlaştırmadıkça bir Hz. Ömer, bir Hz. Mus’ab olmamız imkânsız.
Ne desen haklısın cennet gülüşlü çocuk…
Zira bizler hala uykudayız. Dünyanın peşinde koşturup duruyoruz, daha çok işimiz var. Sen korkular yaşarken, biz yeni planlar peşindeyiz. İşimiz var besbelli, dünyalık şeyler lazım bize...
… Ve sen ölürken, bizler dünyalık hesaplar içindeyiz hala.
“Ah etme bize” demeye hakkımız var mı, cennet gülüşlü çocuk?
ZEYNEP YETER ÇELİK
“Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün sizlersiniz” (Al-i İmran/139)
Yoksun bu sabah, güneş sensiz doğdu…
Sensiz uyandı güne herkes.
Oyunlar acı üzerine kurulu olamamalı ve oynayanlar zalim olmamalı haklısın.
Yüzündeki tebessüme acımadılar, acımadılar o minicik ellerine. Bakışların küsmüşçesineydi farkındayım, küsmüşçesine ve şikâyet edercesine. Ürpertti bakışların bir an, yarın mahşerin kalabalığında belki de yakamıza yapışacak, “Neden bir film seyreder gibi seyrettiniz bize yapılan zulümleri” diye haykıracaksın. Bizler kaçacak bir yer bulabilecek miyiz acaba?...
Senin imtihanın; zalimlerin yurduna ve canına saldırışı, bizim imtihanımız; zalimin, mazlum olanın canını acıtması karşısındaki halimiz ve tavrımız… Sen üzerindeki cana susamış bakışları bile bile, terk etmedin yurdunu. Yurdun kutsaldı senin için biliyorum, sen canına kastedenlere rağmen vazgeçmedin kutsal bildiklerinden. Dinine, vatanına dönmedin sırtını. Siper oldu minicik bedenin.
Sen kazandın.
Gülüşünden belli, içtiğin şahadet şerbetiydi belki de tatlı gelen. Ve hakkını er ya da geç alacağının müjdesiydi seni tebessüm ettiren. Peki ya bizler kazanabildik mi, ya da kazanabilecek miyiz cennet gülüşlü çocuk? Hakkını helal edebilecek misin, biz duyarsızlara?
Yoksun bu sabah.
Biz devam ediyoruz, kaldığımız yerden…
Yokluğunda sadece bir “ah” çektik, ölümünü seyrettik televizyonlardan umarsızca. Bir dakika sonra, her şey normalleşti yine dünyamızda. Ölüm haberinin ardından günlerdir beklediğimiz, pür dikkat seyre daldığımız dizilerimize döndük yine. Sanki sen hiç acı çekmedin, sanki sen hiç ölmedin, sanki sen hiç o masum gözlerle bakmadın. Ve çekip gitmedin sanki şikâyet edercesine…
Dünya, hiçbir zaman iyilerden ve masumlardan yana olmadı yazık ki. Dünya kendisini isteyenlere açtı hep kucağını. Belki de kendisi de fani olduğundandır. Belki de Yaratanın kendisine değer vermediğini bilmesindendir. Zira Nebiler Serveri, bir hadiste “Dünyanın Allah katında, sinek kanadı kadar değeri olsaydı, kâfire ondan bir yudum su içirmezdi.” Diyerek, dünyanın Allah katında ki değersizliğini bildirmiştir bizlere.
Baki olan Allah’tır ve bakiliği seçenler sırt çevirdi dünyaya. Dünya da zalimlerle bir olup “Alın size!” dercesine oyunlar geliştirip durdu, kendisini reddedenler karşısında.
… Ve aynı dünya, bir gün zalim olana da aynı oyunu oynayacak. Sırtını çevirip “sende mi ölümlüsün, sen de çek git o zaman diyecektir” merak etme, cennet gülüşlü çocuk.
Basit değil bu kadar. Dünyanın sonu vardır, lakin ahiretin sonu, ucu bucağı yoktur. Dünyadaki ateş yakar sen söndürürsün, ahiretteki ateş yakar, sen ey zalim olan, yanar yanar yeniden dirilir durursun!...
Burada istemediğin ölümü, orda yaşamak istersin ama ölüm bile basmaz seni bağrına o gün. Sen, yakıtı sen gibi olanların doluştuğu ateşe namzetsin. Çünkü sen, inanmadın ve inananın canını yakarak, kanını akıtarak, gönlünü küstürerek, Rab’bin, hışmını çektin üzerine. Dünya yanında olsa neye yarar, Rab yanında olmadıktan sonra…
Zalim olmak inanmayanın işidir. İnanmadın, zalimleştikçe zalimleştin. Virane ettin koca şehirleri, duman altında bıraktın ocakları, kırdın geçirdin bin bir yüreği.
Ahına girdin mazlumun, hele ki o mazlum bir bebekti, hele ki o mazlum suçsuz bir çocuktu, hele ki o mazlum, savunmasız bir ihtiyardı. Hele ki o mazlum inanandı. Ve senin niyetin, inancına kıymaktı. Kendine kıydın, ey zalim haberin var mı?...
Sen zalimsin, zalim olduğun için yüreksizsin, zalim olduğun için acımasızsın. İçini yarsalar, katılaşmış ve kararmış bir kalp çıkacaktır. Belki de kalp bile terk etmiş seni, farkında mısın ey zalim?
Al senin olsun dünya, bil ki izinde olacaktır aldığın her ah. Uykuların bölünecek, kan kırmızı göreceksin baktığın her yeri. Meleksiz şehirler geçeceksin, toprağa yaklaşınca, devleşecek günahların karşında. Adım adım, bir ahın, bin derdini taşıyacaksın. Al senin olsun dünya ey zalim!...
Masum gülüşlü, cennet gülüşlü çocuk! Aynı inanca sahibiz. Bizler de senin gibi Yaradan’a inananlardanız. İnancından dolayı sana kıydıklarını bile bile, acını, acımız olarak görmüyoruz!...
Ebu Cehiller, Ebu Lehebler giderek çoğalıyor, bizler bir Hz. Ömer, bir Hz. Mus’ab olabilecek miyiz acaba, cennet gülüşlü çocuk? İnancımız yaşayışımıza yansıyacak mı? Dostumuzu düşmanımızı ayırabilecek miyiz? Uyanışa geçip müslümanlara oynanan oyunlara çelme takabilecek miyiz?...
Duyar gibiyim dediklerini cennet gülüşlü çocuk; bizler kardeşimiz olanı düşman, olmayanı dost bildikçe ve Yaradan’la bağımızı sağlamlaştırmadıkça bir Hz. Ömer, bir Hz. Mus’ab olmamız imkânsız.
Ne desen haklısın cennet gülüşlü çocuk…
Zira bizler hala uykudayız. Dünyanın peşinde koşturup duruyoruz, daha çok işimiz var. Sen korkular yaşarken, biz yeni planlar peşindeyiz. İşimiz var besbelli, dünyalık şeyler lazım bize...
… Ve sen ölürken, bizler dünyalık hesaplar içindeyiz hala.
“Ah etme bize” demeye hakkımız var mı, cennet gülüşlü çocuk?
ZEYNEP YETER ÇELİK