Çerkes Hasan

TÜRKOĞLU

Aktif Üyemiz
Çerkez Hasan
Çerkez Hasan

Abdülazîz Han’ın katlinde mühim rol oynayan Hüseyin Avni Paşa’yı öldüren subay.

1850 senesinde Silivri’de doğdu. Babası İsmâil Bey, Rus mezâliminden dolayı Kuzey Kafkasya’dan Anadolu’ya yerleşmiş bir Çerkes beyi idi. Çerkes Hasan 1864’de kendisinden bir yaş küçük olan kardeşi Osman Beyle birlikte bahriye idadisine girdi ve okulun kara kısmına geçerek teğmen oldu. Subay çıktıktan sonra atıcılığı ve biniciliği sayesinde pâdişâhın takdirini kazandı. Aynı zamanda ablası Neşerek (Nesrin) kadınefendi sultan Abdülazîz’in zevcesi idi. Şehzâde Şevket Efendi ile Esma Sultan’ın dayısı olduğundan Şûrayı askeri yaveri iken sultan Abdülazîz Han’ın büyük oğlu Yûsuf İzzeddîn Efendi’nin yaverliğine getirildi. Böylesine mühim bir hizmeti başarı ile devam ettirdiği sıralarda, 30 Mayıs 1876 günü Abdülazîz Han bir kaç insafsız ve safdil devlet adamının şahsî çıkarları uğruna tahttan indirildi. Bunların başında; “Kinim dînimdir” diyen Hüseyin Avni Paşa bulunuyordu. Hasan Bey’in ablası Neşerek kadınefendi, sultan Abdülazîz Han’ın hal’edildiği gün, Dolmabahçe Sarayı’ndan Topkapı Sarayı’na nakledilirken mücevher sakladığı şüphesiyle omuzundaki şal, pâdişâhın gözleri önünde Hüseyin Avni Paşa tarafından çekilip alınarak hakarete uğramıştı. Kadınefendi, omuzları açık bir şekilde boğazdan getirilmiş ve hastalanmıştı. Sultan Abdülazîz Han’ın ölümü üzerine ise, şok geçirerek 11 Haziran günü vefât etmişti (Bkz. Abdülazîz Han).

Hüseyin Avni Paşa, hal’den sonra Çerkes Hasan’ın İstanbul’da birinci orduda bulunmasını tehlikeli görerek, kolağası (kıdemli yüzbaşı) rütbesiyle onu merkezi Bağdâd olan altıncı orduya tâyin etti. Ancak Hasan Bey gelişen olaylar üzerine Bağdâd’a gitmeyi reddetti. Bilhassa ablasına karşı yapılan muamele kendisini son derece sarstı ve Hüseyin Avni Paşa’ya haddini bildirmeye karar verdi. Bağdâd’a gitmeyi reddedince tutuklandı. Gideceğine söz verince serbest bırakıldı. Bekâr olan Hasan Bey, eniştesi Ateş Mehmed Paşa’nın Cibâli’deki evinde, dul halasının yanında oturuyordu. Bu konağa gidip baştan ayağa silâhlandı. Görevden alınmasına rağmen hâlâ hassa yaveri kordonlarını takıyordu.

Çerkes Hasan akşam olunca, önce Hüseyin Avni Paşa’nın Kuzguncuk’daki konağına gitti. Hizmetçilerinden onun Midhat Paşa’nın konağında olduğunu öğrenince geri döndü. Abdülazîz Han’ı şehîd ettiren paşalar, başarılarının zevki içinde bâzı devlet mes’elelerini görüşmek için 15 Haziran gecesi Midhat Paşa’nın Bâyezîd’deki konağında toplanmışlardı. Konakta, sadrâzam Rüşdü Paşa, serasker Hüseyin Avni Paşa, hâriciye nâzırı Reşid Paşa, bahriye nâzırı Kayserili Ahmed Paşa, Cevdet Paşa, Şerif Hüseyin Paşa, mâliye nâzırı Yûsuf Paşa, Halet Paşa ve Müşir Rızâ Paşa bulunuyordu.

Hasan Bey, Midhat Paşa’nın konağına rahatlıkla girdi. Üniformalı olduğu ve sarayla ilgisi bulunduğu için hizmetçiler haber getirdi zannettiler. Bu sebeble kolayca konağın üst katına çıktı. Elinde tabancalarından biri olduğu hâlde kabinenin toplantı yaptığı salona girdi. “Davranmayın!” diye bağıran Hasan Bey, aynı zamanda tabancasını ateşleyerek Hüseyin Avni Paşa’yı göğsünden ve karnından vurdu. Orada bulunan paşalar korku içinde bitişik odaya sığınırlarken, Hüseyin Avni Paşa can havliyle kendini sofaya attı. Lâkin Hasan Bey onu öldürmeye azmetmişti. Üzerine yürürken beline sarılan ve kendisini durdurmaya çalışan bahriye nâzırı Kayserili Ahmed Paşa’nın ellerini ve kulaklarını çerkes kaması ile kesti. Daha sonra Hüseyin Avni’nin üzerine çökerek kamasını bir kaç defa karnına sapladı. Ağzını kulaklarına kadar kesti. Avni Paşa’yı öldürdükten sonra salona dönen Hasan Bey, hâriciye nâzırı Râşid Paşa’yı da öldürdü. Kayserili Ahmed Paşa, yaralı hâlde salonun bitişiğindeki odaya sığındı. Çerkes Hasan, Midhat ve Ahmed paşaları da öldürmek için sığındıkları odanın kapısını omuzladı. Arkasına konan masanın üzerine şişman Hâlet Paşa oturtulduğu için kapıyı zorladığı hâlde açamadı. Bu sırada Hasan Bey, karakoldan gelen askerler tarafından yaralı olarak yakalandı. Merdivenlerden inerken, bahriye kolağası Şükrü Bey tarafından ağır şekilde tahkîr olunması üzerine, bir kaç manga asker arasında çizmesinde sakladığı küçük tabancasını çıkarıp onu da öldürdü. Çerkes Hasan bu vak’ada beş kişi öldürdü. Yaralananların sayısı çeşitli kaynaklarda 2 ilâ 10 kişi arasında olduğu söylenmektedir. Bunların hepsini Hasan Bey yaralamış olmayıp, bâzısı asker tarafından aşağıdan açılan ateş neticesinde yaralanmıştır.
Çerkes Hasan, yakalandıktan sonra şimdiki İstanbul Üniversitesi’nin merkez binasının yanındaki Süleymâniye Kışlasına götürüldü. Yaralarını tedavi ettirmeyen Hasan Bey, kısa süren duruşmadan sonra, askerlikten ihraç edilerek îdâma mahkûm edildi. Sorgusu sırasında; “Nefsim için bu işi yapmadım, millet için yaptım. Gayem; bundan sonra kimse pâdişâh hal’etmek falan gibi şeylere cesaret edemesin” demiştir. Ertesi gün Bâyezîd meydanında îdâm edildi. Hüseyin Avni Paşa’nın ölümü halk arasında sevinçle karşılandı. Çerkes Hasan’a ise o nisbetle acı duyuldu ve gönüllerde millî kahraman olarak yerleşti. Senâî, Nâim, Hilmi efendiler, Müşir Eşref Paşa gibi şâirler, Çerkes Hasan, Bey hakkında mersiyeler yazarak kahramanlık ve cesaretini terennüm ettiler. Eşref Paşa mersiyesinin bir bölümünde:

Rabb-i izzet Cennet etsin kabrini Çerkes Hasan
Kâmet-i Avnîye ol esnada biçmişdi kefen.

Edirnekapı’ya defnedilen Çerkes Hasan’ın mezar taşını bir rivayete göre Pertevniyâl Sultan, bir rivâyete göre de İkinci Abdülhamîd Han yaptırmıştır. Etrafı demir parmaklıkla çevrili mezarının büyük taşında; “Ümerâ ve guzât-ı çerâkiseden İsmâil Bey’in oğlu olup, harb okulunu bitirip, kıdemli yüzbaşı rütbesinde iken genç yaşında velînîmeti uğrunda fedâ-yı cân eden Çerkes Hasan Bey’in kabridir” yazısı yer almaktadır.
------------------------------------------------------------------------------------
1) Îzâhlı Osmanlı Târihi Kronolojisi: cild-4, sh. 280
2) Asırlar Hoyunca İstanbul (H.Y. Şehsuvaroğlu); sh. 223
3) Osmanlı İmparatorlunu Târihi; cild-12. sh. 280
4) Eshâb-ı Kiram; sh. 285
5) Pâdişâhların Kadınları ve Kızları; sh.163
6) Bir Darbenin Anatomisi; sh. 261
7) Büyük Türkiye Târihi; cild-7, sh. 121
8) Mir’ât-ı Hakikat; cild-1, sh. 115
9) Kayserili Ahmed Paşa hakkında İkinci Abdülhamîd’in bir hatt-ı hümâyûnu (Uzunçarşılı, Belleten, sene-1943, sayı-27)
10) Abdülhamîd-i sânî ve devr-i saltanatı; cild-1, sh. 39
 

TÜRKOĞLU

Aktif Üyemiz
J. Bell'in "Çerkesya'dan Savaş Mektupları" adlı eserinde Vordezoukue Dzepş adlı bir Ubıkh asilzadesinden bahsedilmekte ve onun işgalci Rus güçlerine karşı Çerkesler'in verdiği savaşta ne derece önemli bir yeri olduğu anlatılmaktadır.

Vordezoukue'nun oğlu Dzepş Barakay Ismail Bey'den ise Fonvıll'in "Çerkesya Bağımsızlık Savaşı" adlı eserinde bahsedilmektedir. Fonvıll'i İstanbul'dan Kafkasya'ya götüren, onu evinde misafir eden ve rehberlik yapan kişi Ismail Bey'dir. Kızı Neşerek Sultan Abdülaziz'in eşidir ve sarayda çok seçkin bir yeri vardır. Oğlu Hasan Bey ise Fonvill'in anlattığına göre Vardan Vadisi'nde bir Çerkes beyine Pur olarak verilmiştir. Kitabında onun baba ocağına dönüş törenleri anlatılır. Hasan Bey 1863'te yedi-sekiz yaşlarındadır ve Kafkasya'dadır. Osmanlı tarihçileri onun 1859'da Osmanlı topraklarında doğduğunu yazar.

1859'da Çerkes kurultayı tarafından Hasan Huşt önderliğinde bir heyet İstanbul'a gönderildi. Bu heyetten dört zat İstanbul'da kaldı. Bunlar Şapsığ temsilcisi Huşt Hasan, Nathuaç temsilcisi Güstanokue İsmail, Abzah temsilcisi Barasbiy Hacı Hajbek ve Ubıkhların temsilcisi Zevş Barakay İsmail Bey'di. Bu ziyaret sonrasında İsmail Bey'e Trakya'dan geniş araziler ihsan edilmiş ve muhtemelen bu sırada kızı Neşerek, Sultan Abdülaziz'in annesinin isteği üzerine sarayda kalmış ve padişahla evlendirilmiştir. Fakat İsmail Bey'in memleketiyle ilişkileri sürmektedir. Diplomatik girişimler içerisindedir. 1862'de Çerkesya sorununu anlatmak üzere Paris'i ziyaret eden heyetin başkanlığını yapar ve Vitold Czartorysky refakatinde Londra'ya geçer. Avrupa'da halkının verdiği ümitsiz savaş için destek arar ve bir çok çevreden bu konuda söz alır. 1864 sonrası yenilginin kesinleşmesi üzerine İstanbul'a gelir ve Istablı Amire (Saray Atları) bölümünde çalışır kısa bir süre Büyük Çekmece Kaymakamlığı yapar ve en sonunda ailesinin ve maiyetinin yerleştiği Silivri'ye döner. Oğlu Hasan Bey de eniştesi Abdülaziz tarafından yetiştirilir kendisine subaylık rütbesi verilir. Biniciliği ve zekiliğiyle dikkat çeken Hasan Bey yetişmesi konusunda verilen emeği boşa çıkarmaz ve tüm İstanbul'da tanınan namlı biri olur. 1876 yılında Jön Türkler hareketi tarafından Yıldız Sarayı basılır, padişah tahttan indirilir. Baskın esnasında padişah hanımları taciz edilir ve güzelliğiyle tanınan Neşerek Sultan'ın yüzü boynunda altın taşıdığı gerekçesiyle açılır ve yağmur altında Üsküdar'a geçmek üzere kayığa bindirilir. Bu hali gururuna yediremeyen Hanım Sultan birkaç gün içinde vefat eder. Sultan Abdülaziz'e olan garazıyla tanınan ve "kinim dinimdir" diyen Hüseyin Avni Paşa ve kumpanyası bu fırsatı değerlendirip padişahı intihar süsü vererek öldürür. Kahve ocağına cenazesini atarlar. Oğlunun cesedi üzerine kapanan annesi hakaretlere uğrar, hatta kulakları kesilerek küpeleri alınır.

Eniştesi ve ablasının ölümünü hazmedemeyen Çerkes Hasan Mithat Paşa'nın Beyazıt'taki konağını basar ve Hüseyin Avni Paşa ile Hariciye Nazırı Reşit Paşa'nın da aralarında olduğu devlet adamlarından altı kişiyi öldürür. Askeri mahkemede yargılanan Hasan Bey olaydan iki gün sonra Beyazıt Meydanı'ndaki bir dut ağacına asılarak cezası infaz edilir. (18 Haziran 1876)

Onun idamı tüm İstanbul'da geniş yankı uyandırır ve adına şarkılar söylenir, ağıtlar yakılır. Çünkü haksız bir kalkışmanın mağdurlarının intikamını almıştır Hasan Bey. Onun için söylenen bir şarkı halkın bu mert adama duyduğu sevgiyi ortaya koyması açısından kayda değerdir.

Aksaray'dan kar geliyor, Ben sandım ki yar geliyor. Çıktım baktım pencereye Çerkes Hasan can veriyor.

Beyazıt'tır meydan yeri, Hanımların seyran yeri Çerkes Hasan'ı astılar Sol yanında ferman yeri.

Babası İsmail Bey'in Silivri Piri Mehmet Paşa Camii haziresindeki mezar taşı kitabesi şu şekildedir:

"Müddet-i ömrünü gaza ve cihada vakfedip, Çerkezistan'ın düşman eline geçtiği zaman kabail-i Çerakesenin hicretleri esbabı istihsale sarf-ı mikdar eylemiş ve taallükati için Alipaşa kariyesini teşkile ve Büyük Çekmece kaymakamlığında hüsnü memuriyete muvaffak olmuş olan Istabl-i Amire payelülerinden Ubıkh kabilesi ümerasından Zevş Burakzade Gazi Ismail Bey'in ve civarında medfun harem ve evlad ü akrabaları ervahı için rızaen lillahil Fatiha... 1292"

Halkımızın verdiği ölüm kalım savaşının adı yad edilmeyen kahramanlarından olan İsmail Bey'in oğlu Hasan Bey Edirnekapı Şehitliği'nde yatıyor ve baş ucunda "Meşahir-i ümera ve guzat-ı Çerakese'den Zevş Barakayzade Ismail Bey'in mahdumu olup Mekteb-i fünun-u Harbiye'de ikmal-i tahsil eyleyerek kolağalık rütbesini ihraz eylemiş iken genç yaşında veliyyü nimeti uğruna feda-yı can eyleyen merhum ve mağfur Çerkes Hasan Beyin ruhu için Fatiha. 1293 " yazıyor.
_________________________
- "Tarihi bir yalanın romanı "Son Ubıh" "
 

TÜRKOĞLU

Aktif Üyemiz
Hüseyin Avni ve Çerkez Hasan Bey

Çerkez Hasan Bey`in ablası Neşerek Kadınefendi, Sultan Abdülaziz Han`ın hanımı idi. Padişah tahttan indirildiği gün Dolmabahçe Sarayı`ndan Topkapı Sarayı`na nakledilirken mücevher sakladığı şüphesiyle omuzundaki şal, Hüseyin Avni Paşa tarafından çekilip alınarak hakarete uğramıştı. Kadınefendi, omuzları açık bir şekilde Boğaz`dan getirilmiş ve hastalanmıştı. Sultan Abdülaziz Han`ın vefatı üzerine ise şok geçirerek 11 Haziran 1876 günü vefat etmiş idi... Ona haddini bildirecekti!

Çerkez Hasan Bey, Hüseyin Avni Paşa`ya haddini bildirmeye karar verdi! Abdülaziz Han`ı şehid ettiren paşalar, başarılarının zevki içinde bazı meseleleri görüşmek için 15 Haziran gecesi Midhat Paşa`nın Bayezıt`taki konağında toplanmışlardı. Hasan Bey, Midhat Paşa`nın konağına rahatlıkla girdi. Elinde tabancalarından biri olduğu halde kabinenin toplantı yaptığı salona daldı. Aynı zamanda tabancasını ateşleyerek Hüseyin Avni Paşa`yı vurdu. Orada bulunan diğer paşalar korku içinde bitişik odaya sığınırlarken, Avni Paşa`yı öldürdükten sonra salona dönen Hasan Bey, Hariciye Nazırı Raşid Paşa`yı da öldürdü. Midhat ve Ahmed Paşaları da öldürmek için sığındıkları odanın kapısını omuzladı. Bu sırada Hasan Bey, karakoldan gelen askerler tarafından yaralı olarak yakalandı. Bahriye Kolağası Şükrü Bey tarafından ağır şekilde tahkir olunması üzerine, çizmesinde sakladığı küçük tabancasını çıkarıp onu da öldürdü... Çerkez Hasan bu vakada beş kişiyi öldürdü. Yakalandıktan sonra Süleymaniye Kışlası`na götürüldü. Kısa süren duruşmadan sonra, idama mahkum edildi. Sorgusu sırasında; `Nefsim için bu işi yapmadım, millet için yaptım. Gayem; bundan sonra kimse Padişah hal etmek falan gibi şeylere cesaret edemesin` demiştir. Edirnekapı`ya defnedildi...

Çerkez Hasan Bey, ertesi gün Bayezıt Meydanında idam edildi. `Kinim dinimdir!` diyecek kadar kindar olan Hüseyin Avni Paşa`nın ölümü halk arasında sevinçle karşılanırken, Çerkez Hasan Bey`e o nisbetle acı duyuldu.

Edirnekapı`ya defnedilen Çerkez Hasan Bey`in mezar taşında şunlar yazıyor: `Ümera ve guzat-ı çerakiseden İsmail Beyin oğlu olup, Harb Okulunu bitirip, kıdemli yüzbaşı rütbesindeyken genç yaşında velinimeti uğrunda feda-yı can eden Çerkez Hasan Beyin kabridir.`
_____________
Türkiye, 03-08-2006
 

TÜRKOĞLU

Aktif Üyemiz
Abdülaziz Han'ın İntikamını Kim Aldı?

Çerkes Hasan, genç yaşında Abdülaziz Han'ın katlinde büyük rol oynayan Hüseyin Avni Paşa'yı öldüren ve bu uğurda canını feda eden subaydır. İşte Çerkes Hasan'ın hikayesi...


Hasan Bey'in ablası Neşerek kadınefendi, Sultan Abdülaziz Han'ın hal' edildiği gün Dolmabahçe Sarayı'ndan Topkapı Sarayı'na nakledilirken mücevher sakladığı şüphesiyle omuzundaki şal, padişahın gözleri önünde Hüseyin Avni Paşa tarafından çekilip alınarak hakârete uğramıştı. Kadınefendi, omuzları açık bir şekilde boğazdan getirilmiş ve hastalanmıştı. Sultan Abdülaziz Han'ın vefatı üzerine ise şok geçirerek 11 Haziran günü vefat etmiş idi.

Hüseyin Avni Paşa halden sonra Çerkes Hasan'ın İstanbul'da birinci orduda bulunmasını tehlikeli görerek, kolağası (kıdemli yüzbaşı) rütbesiyle onu merkezi Bağdat olan altıncı orduya tayin etti. Ancak Hasan Bey gelişen olaylar üzerine Bağdat'a gitmeyi reddetti. Bilhassa ablasına karşı yapılan muamele kendisini son derece sarstı ve Hüseyin Avni Paşa'ya haddini bildirmeye karar verdi. Bağdat'a gitmeyi reddedince tutuklandı. Gideceğine söz verince serbest bırakıldı. Bekar olan Hasan Bey, eniştesi Ateş Mehmed Paşa'nın Cibali'deki evinde, dul halasının yanında oturuyordu. Bu konağa gidip baştan ayağa silahlandı. Görevden alınmasına rağmen halâ hassa yaveri kordonlarını takıyordu. Çerkes Hasan akşam olunca, önce Hüseyin Avni Paşa'nın Kuzguncuk'daki konağına gitti. Hizmetçilerinden onun Midhat Paşa'nın konağında olduğunu öğrenince geri döndü. Abdülaziz Han'ı şehid ettiren paşalar, başarılarının zevki içinde bazı devlet mes'elelerini görüşmek için 15 Hazıran gecesi Midhat Paşa'nın Bayezıt'daki konağında toplanmışlardı. Konakta, sadrazam Rüştü Paşa, serasker Hüseyin Avni Paşa, hariciye nazırı Reşid Paşa, bahriye nazırı Kayserili Ahmed Paşa, Cevdet Paşa, Şerif Hüseyin Paşa, maıiye nazırı Yusuf Paşa, Halet Paşa ve Müşir Rıza Paşa bulunuyordu. Hasan Bey, Midhat Paşa'nın konağına rahatlıkla girdi. Üniformalı olduğu ve sarayla ilgisi bulunduğu için hizmetçiler haber getirdi zannettiler. Bu sebeble kolayca konağın üst katına çıktı Elinde tabancalarından biri olduğu halde kablnenin toplantı yaptığı salona girdi.

'Davranmayın!' diye bağıran Hasan Bey, aynı zamanda tabancasını ateşleyerek Hüseyin Avni Paşa'yı göğsünden ve karnından vurdu. Orada bulunan paşalar korku içinde bitişik odaya sığınırlarken, Hüseyin Avni Paşa can havliyle kendini sofaya attı. Lakin Hasan Bey onu öldürmeye azmetmişti. Üzerine yürürken beline sarılan ve kendisini durdurmaya çalışan bahriye nazırı Kayserili Ahmed Paşa'nın ellerini ve kulaklarını çerkes kaması ile kesti. Daha sonra Hüseyin Avni'nin üzerine çökerek kamasını bir kaç defa karnına sapladı. Ağzını kulaklarına kadar kesti. Avni Paşa'yı öldürdükten sonra salona dönen Hasan Bey, hariciye nazırı Raşid Paşa'yı da öldürdü. Kayserili Ahmed Paşa, yaralı halde salonun bitişiğindeki odaya sığındı. Çerkes Hasan, Midhat ve Ahmed paşaları da öldürmek için sığındıkları odanın kapısını omuzladı. Arkasına konan masanın üzerine şişman HaIet Paşa oturtulduğu için kapıyı zorladığı halde açamadı. Bu sırada Hasan Paşa, karakoldan gelen askerler tarafından yaralı olarak yakalandı. Merdivenlerden inerken, bahriye kolağası Şükrü Bey tarafından ağır şekilde tahkir olunması üzerine, bir kaç manga asker arasında çizmesinde sakladığı küçük tabancasını çıkarıp onu da öldürdü. Çerkes Hasan bu vak'ada beş kişi ôldürdü.

Yaralananların sayısı çeşitli kaynaklarda 2 ila 10 kişi arasında olduğu söylenmektedir. Bunların hepsini Hasan Bey yaralamış olmayıp, bazısı asker tarafından aşağıdan açılan ateş neticesinde yaralanmıştır.

Çerkes Hasan, yakalandıktan sonra şimdiki İstanbul Üniversitesi'nin merkez binasının yanındaki Süleymanıye Kışlası'na götürüldü. Yaralarını tedavi ettirmeyen Hasan Bey, kısa süren duruşmadan sonra, askerlikten ihraç edilerek idama mahkum edildi. Sorgusu sırasında; 'Nefsim için bu işi yapmadım, millet için yaptım. Gayem; bundan sonra kimse padışah hal' etmek falan gibi şeylere cesaret edemesin' demiştir. Ertesi gün Bayezıt meydanında idam edildi. Hüseyin Avni Paşa'nın ölümü halk arasında sevinçle karşılandı. Çerkes Hasan'a ise o nisbetle acı duyuldu ve gönüllerde milli kahraman olarak yerleşti. Senâi, Naim, Hilmi Efendiler, Müşir Eşref Paşa gibi şairler, Çerkes Hasan Bey hakkında mersiyeler yazarak kahramanlık ve cesaretini terennüm ettiler. Eşref Paşa mersiyesinden bir bölüm:

Rabb-i izzet Cennet etsin kabrini Çerkes Hasan
Kâmet-i Avni'ye ol esnada biçmişti kefen.
______________________________
Kaynak: Bir darbenin anatomisi
 

TÜRKOĞLU

Aktif Üyemiz
Başbakanlığa Baskın ve Cinayet...

122 yıl önce bu gece. 1876 senesi Haziran ayının 15'i Perşembe günü. İstanbul aylardır olaylar, söylentilerden doğan bir heyecan içindedir. Sultan Aziz tahttan indirilmiş, kapatıldığı sarayda intihar ederek veya öldürülerek tarih sahnesinden çekilmiş, özel serveti yağma edilmiş ve aklen malul olduğu bilinen Sultan V. Murad tahta çıkarılmıştır. Bilinmektedir ki, yeni padişahın bir fetva ile tahttan indirilmesi söz konusu edilmektedir. Arnavutluk ve Balkan isyanları henüz bastırılamamıştır.

Üstelik bir de Girit isyanı başımıza bela olmuştur. Bu nedenle hükümet her gece bir nazırın yani bakanın konağında toplanmakta ve durumu yakından izlemektedir. Bu geceki toplantı Sultan Aziz'in hal ve katledilmesinde birinci derece sorumlu sayılan Serasker Hüseyin Avni Pasa'nin da katıldığı Midhat Paşa'nın konağında yapılmaktadir. Oradadırlar.

***
Sağ Kolağası Hasan Bey ünlü bir Çerkez ailesinin çocuğudur. Çerkezlerin Zevş kabilesinden Gazi İsmail Bey'in oğludur. Ama bu kadar değil. Azledilen ve sonra hayatına son verilen veya veren Abdülaziz'in dördüncü hanımı Neş'erek Kadın Efendi'nin de kardeşidir. Yani padişah bu yakışıklı, cesur, atılgan ve korkusuz 26 yaşındaki delikanlının eniştesidir. Öyle kolay kolay dokunulacak kimse değildir. Nitekim daha sonra yola çıkacağına dair söz vermiştir. Ama o 15 Haziran gecesi önce enistesi padisahin olumunden sorumlu saydigi Serasker'in Pasalimani'ndaki yalisina gitmis, bulamayinca geri donmus, Sirkeci'de bir meyhanede kafayı çekmiş ve sonra uzerindeki dört tabanca ve bir av bıçağı ile Midhat Paşa'nın konağına gitmiştir.

***

Konağın kapısında on beş nöbetçi ve muhafız vardır. Kendisini yukarı bırakırlar. Bilmezler niyetini. Tarihlerin Çerkez Hasan Vak'ası diye andıkları olayın kahramanı toplantı odasına girer ve evvela Serasker'i göğsünden ve karnından vurur. Diğer bakanlar, sofaya ve yandaki odalara kaçarlar. Dışişleri Bakanı Raşid Paşa da bir koltukta bayılıp kalmıştır. Serasker Paşa henüz ölmemiştir. Çerkez Hasan, üzerindeki bıcakla kendisini delik deşik eder ve yetişen askerlere teslim olur. Son anda merdivende kendisine hakaret eden bir subayı çizmesinden cıkardığı tabanca ile vurur. Bu baskının bilançosu beş ölü ve dört yaralıdır.

Hasan Bey ordudan atılır ve Divan-ı Harp tarafından idama mahkum edilir. Olaydan bir gün sonra da Ayazi Meydanı'nın büyük kapısının yakınındaki dut ağacına asılır. İdamından önceki gece aldığı yaraları tedavi etmek icin gelen doktora "Beni yarın asacaklar. Şimdi tedavi zahmetine ne hacet?.." diyerek doktoru geri göndertmesi ile de ünlenir ölümden sonra.

***

Peki bu çılgınca baskın ve cinayetlerin sebebi ne idi:
Büyük tarihçimiz İsmail Hami Danişmend, Serasker Pasa'ya eniştesinin tahttan indirilip öldürtülmesinin mes'uliyeti dışında bir sebep daha anlatır ve aynen der ki:

- Sultan Aziz'in haremi ve Hasan Bey'in ablası olan Neş'erek Kadın Efendi, padişah ve halifenin tahttan indirilmesinden sonra Fer'iye Sarayı'na götürülmüştür. Bu esnada eski padişaha ve ailesine hırs ve kin besleyen bir görevli; hanım sultanın üzerinde ve başındaki şalı kaba ve terbiye dışı bir şekilde çekip almış ve kendisini oradaki askerler ve diğer erkekler önünde bir İslam halifesinin haremine asla yakışmayacak şekilde o zamanın anlayışına göre çıplak bırakmıştır. Neş'erek Hanım Sultan, dört gün sonra vefat etmiştir. Soydan gelen ahlaki anlayışa göre Çerkez Hasan Bey'in saltanata, eniştesine ve ablasına yapılan bu hareket ve hakaretleri affetmesi o zamanın ölçüleri içinde elbette imkansızdı.

***
Ya sonrası. Çerkez Hasan Bey'i, törensiz ve sessiz sedasız Edirnekapı Kabristanı'na defnederler.
Aradan zaman gecer. Tahta Sultan Hamid çıkar. Ben Türkiye'de iken görmüştüm. Yolunuz düşer de bir Fatiha okumak için ziyaret ediniz, padişah mezarını yaptırtmış ve kitabesinde su ibareyi yazdırtmıştır.
"Genç yaşında veliynimeti uğrunda canını feda etmiştir."

***

Yorum farki: Hasan Bey daha sonraları halk arasında efsanevi bir kahraman haline gelmis.. ve sonra unutulmustur.
Cinayetler elbette sebebi ne olursa olsun affa layik değildir ve suçlar cezasını bulacaktir. Ama biz adet haline getirmişizdir. Önce masum insanları da asar ve sonra adlarına caddeler, stadyumlar ve havaalanları yaparız.
İnsanlar ve toplumlar ne garip kavramlardır.
________________________
15.06.1998
 

TÜRKOĞLU

Aktif Üyemiz
Hüseyin Avni Paşa

Hüseyin Avni Paşa
Hüseyin Avni Paşa

Sultan Abdülazîz Han’ın tahttan indirilip şehîd edilmesine sebeb olan sadrâzam ve seraskerlerden. Aslen Isparta’nın Şarkikarağaç kazasına bağlı Gelendost’ta 1820 yılında doğmuştur. Babası, Odabaşızâde Ahmed Efendi’dir. 15 yaşında İstanbul’a geldi. Çorlulu Ali Paşa Medresesi’nde müderrislik yapan dayısının yanında kaldı ve medrese tahsiline başladı. 1837’de Harbiye’ye girdi. 1839’da girdiği liyâkat imtihanını kazanarak baş çavuş, 1842’de mülâzım (teğmen) oldu. 1847’de erkân-ı harbiye (kurmay) sınıfına ayrıldı. 1848’de erkân-ı harbiye yüzbaşılığı rütbesi verildi. 1849’da erkân-ı harbiye (kurmay) kolağası rütbesiyle şehâdetnâme (diploma) aldı. Harbiye mektebinin fenn-i harb muallim muavinliği ile seferî ve dâhiliye kânunları muallimliğine tâyin edildi. 1852’de binbaşı oldu. Aynı yıl içinde kaymakamlığa (yarbay) terfî ettirilerek Şumnu’ya gönderildi. Kırım harbine kadar Sofya cihetindeki Balkan geçitlerinin tahkîmine me’mur edildi. Burada gösterdiği başarı üzerine miralaylığa terfî etti. Kars muhârebesinden sonra mirlivalığa yükseltildi. Kırım, Tuna ve Kafkas cephelerinde harbe katıldıktan sonra 1862’de ferikliğe terfî etti. Fuâd Paşa tarafından himaye edildi. Harbiye kumandanı ve Şûrâ-yı askerî reisi, daha sonra 1863’de müşîr (mareşal) rütbesiyle birinci ordu kumandanı ve serasker kaymakamı oldu. Kaba, görgüsüz ve lâübâli bir kişiliğe sâhib olan Hüseyin Avni Paşa, bir selâmlık merasimi sırasında sultan Abdülazîz Han’ın zevcelerinden bir kadın efendiye sözle sarkıntılık yapınca, 1865’de vazifeden azledildi. Bir müddet açıkta kaldıktan sonra 1867’de Girid daha sonra da Teselya vâliliklerine tâyin edildi. Bu târihten îtibâren sultan Abdülazîz Han’a karşı aşırı kin duymaya başlayan Hüseyin Avni Paşa, 1868’de Fuâd Paşa’nın tavsiyesiyle Âlî Paşa tarafından tekrar seraskerliğe getirildi. Bu vazîfesi esnasında Pâdişâh’ı zehirleme teşebbüsünde bulundu. Londra’dan getirttiği kokusuz ve gayet te’sirli bir zehiri sultan Abdülazîz Han’ın içeceği şerbete koydurarak zehirleme teşebbüsünde bulundu. Pâdişâh’ın, içmeden önce şerbeti yakınlarına tattırmak âdeti olduğundan, câniyâne tasavvurunu gerçekleştiremedi. Bunun üzerine sultan Abdülazîz Han’ı tahttan indirerek öldürtmeye karar verdi. 1871’de Mahmûd Nedim Paşa’nın sadâreti esnasında seraskerlikten azledilerek Isparta’ya sürüldü. Bu beldede kumar ve tavla bilinmezken bunları buraya soktu. Isparta’da on bir ay ikâmet ettikten sonra affedildi. 1872’de Aydın (İzmir) vâliliğine tâyin olundu. 1873’de de bahriye nâzırlığına getirildi. Aynı sene içinde tekrar serasker oldu. Affedilmesine rağmen kininden vazgeçmeyen Hüseyin Avni Paşa, sultan Abdülazîz Han’a karşı darbe fırsatı kollamaya ve kendisine arkadaş aramaya başladı.
1874’de seraskerlik uhdesinde kalmak üzere binbir hîle ve desîse ile sadâret makamına gelen Hüseyin Avni Paşa, bu makamda ümid ettiği gibi uzun müddet kalamadı. Pâdişâh’a mâlî ve siyâsî konularda yanlış bilgiler vererek devletin durumunun daha kötüye gitmesine sebeb olduğu için, 1875’de sadrâzamlıktan ve seraskerlikten azledildi. Aydın (İzmir) vâliliğine gönderildi. Valilikten affını isteyen Hüseyin Avni Paşa, tedâvî olunmak bahanesiyle Fransa’ya gitti. Oradan Londra’ya da giderek İngiliz nâzırlarına Pâdişâh’ı tahttan indirme düşüncelerini açıkladı. Velîahd Murâd Efendi’nin tahta çıkmasına imkân sağlayacak olan bu fikri, İngilizler tarafından desteklendi. Bir müddet Avrupa’da seyahat ettikten sonra aynı sene yurda döndü ve Konya vâliliğine tâyin edildi. Ancak saraydaki tarafdârlarının gayreti ile Konya’ya gitmekten kurtulup, İstanbul’da kaldı. 1875 senesi içinde üçüncü defa seraskerliğe getirildi ise de kısa bir müddet sonra tekrar azledildi ve Hüdâvendigâr (Bursa) vâliliğine gönderildi. Midhat Paşa’nın medrese talebelerine gizlice para dağıttırması ve talebelerin ayaklanması üzerine vükelânın (bakanların) değiştirilmesine lüzum görüldüğünden, Hüseyin Avni Paşa da 13 Mayıs 1876’da son olarak seraskerlik makamına getirildi.
Ordunun idaresini fiilen eline afan Hüseyin Avni Paşa, şahsen kin duyduğu sultan Abdülazîz Han’ı, tasarladığı üzere, tahttan indirmeye karar verdi. Bu hususta meşrûtiyet tarafdârı görünen Şûrâ-yı devlet reîsi Midhat Paşa, adam yokluğu sebebiyle sadâret makamını işgal eden, hiç bir iş beceremeyen, dirayetsiz, basiretsiz ve koltuğunu kaybetmemek için Hüseyin Avni Paşa’nın dümen suyunda hareket eden sadrâzam Mütercim Rüşdî Paşa, Müfsîd İmâm lakabı ile tanınan Pâdişâh’ın istememesine rağmen Mütercim Rüşdî Paşa’nın zoru ile meşihat makamına getirilen şeyhülislâm Hayrullah Efendi de Hüseyin Avni Paşa ile beraber hareket ettiler. Ayrıca Kayserili Ahmed Paşa, askeri şûra reisi müşîr Redîf Paşa, askerî mektebler nâzırı Süleymân Paşa, donanma kumandanı mîrlivâ Ârif Paşa, kazasker Ahmed Hulûsî Efendi, “Abdülazîz’in hal’i için çarşaf kadar fetva veririm” diyen fetvâ emîni kazasker Filibeli Kara Halil Efendi de Hüseyin Avni Paşa’nın yanında yer aldılar.
30 Mayıs 1876’da Abdülazîz Han’a karşı hazırladığı darbe plânını Midhat ve sadrâzam Mütercim Rüşdî Paşa’ya açtı. Süleymân Paşa, Pâdişâh’ı bir sûikasdden korumak bahanesiyle 300 kadar Harbiye talebesi ile Suriye’den gelmiş olan ve Türkçe bilmeyen bâzı Arab bölüklerini peşine takarak Dolmabahçe sarayını kuşattı. Arif Paşa da donanmayı sarayın önüne getirdi. Sultan Abdülazîz Han tahttan indirilerek Velîahd Murâd Efendi, sultan beşinci Murâd Han ünvânıyla pâdişâh yapıldı. Abdülazîz Han, Hüseyin Avni Paşa’nın emri ile ezâ ve cefâ edilerek Topkapı Sarayı’na nakl edildi. 2 Haziran 1876 günü ise, “Sultan beşinci Murâd Han’ın iradesiyle, denilerek, Fer’iye Sarayı’na götürüldü. Hüseyin Avni Paşa ve Kayserili Ahmed Paşa’nın insiyatifine terk edilen sultan Abdülazîz Han, sıkıntılı günler geçirdi.
Hüseyin Avni Paşa uzun zaman sarayda casusu olan ikinci mâbeynci Fahri Bey’i kendi arzularını yerine getirme işinde kullandı. Cezâyirli Mustafa Pehlivan, Yozgatlı pehlivan Mustafa Çavuş ve Boyabatlı Hacı Mehmed Pehlivan’ı Fer’iye Sarayı’na bahçıvan yaptırdı. Fahri Bey’le bu pehlivanlar, Sultân’ın kaldığı odaya girip, uzun bir mücâdeleden sonra bileklerini keserek pencereden bahçeye kaçtılar. İntihar süsü verilmek istenen sûikasdden sonra, pencereden koparılan perdeye sarılan sultan Abdülazîz’in cesedi Fer’iye karakoluna taşınıp neferlerin yattığı ot minderler üzerine atıldı. Daha önce plânladığı hâdiseyi duyar duymaz Kuzguncuk’taki yalısından kayıkla hemen Fer’iye’ye gelen Hüseyin Avni Paşa, Abdülazîz Han’ın intihar ettiği şeklindeki ölüm raporunu imzalamayan iki doktordan birini hemen Trablusgarb’a sürdü. İkinci doktor Ömer Bey’in de apoletlerini (rütbelerini) söktürdü. Sonradan gelen doktorlar cesedi tamamen muayene etmek isteyince de; “Bu cenaze Ahmed Ağa, Mehmed Ağa değildir, bir pâdişâhındır. Onun her tarafını açıp size gösteremem” diyerek baştan ayağa kadar bir muayenenin yapılmasına mâni oldu. Bunun üzerine hazır bulunan beş doktor Hüseyin Avni Paşa’nın emriyle, cesedin sâdece kollarını muayene ederek ve kendilerine gösterilen kanlı bir makasa bakarak bir rapor verdiler. Bu raporun da tam istediği gibi olmadığını söyleyen Paşa, 19 imzalı başka bir rapor daha düzenletti. Bu rapor da isteğe uygun görülmediğinden üçüncü bir rapora ihtiyaç duyuldu. Nihayet Hüseyin Avni Paşa ve adamlarının istediği şekilde bir rapor verildi! Bu ısmarlama rapordan sonra, hiç bir soruşturmaya gerek görülmeden, Abdülazîz Han’ın cesedi, esef verici bir şekilde Topkapı Sarayı’na götürüldü. 5 Haziran günü cenazesi büyük merasimle kaldırılarak, babası sultan İkinci Mahmûd Han’ın Çemberlitaş’taki türbesine defnedildi.
Abdülazîz Han’ı şehîd ettiren paşalar, başarılarının zevkine ermek için Midhat Paşa’nın Bâyezîd’deki konağında 15 Haziran 1876 gecesi toplanmışlardı. Sultan Abdülazîz Han’ın kayınbiraderi, 26 yaşındaki Erkân-ı harb kolağası Hasan Bey (Bkz. Çerkez Hasan) Abdülazîz Han’ın intikamını almak üzere, silâhlandı; saat 22.00’yi biraz geçerken Midhat Paşa’nın konağına girdi. Resmî üniformalı olduğu için toplantı salonuna rahatça girdi. Serasker Hüseyin Avni Paşa’yı ve hâriciye nâzırı Râşid Paşa’yı vurarak öldürdü. Hüseyin Avni Paşa’nın cenazesi ertesi günü Süleymâniye Câmii hazîresinde Âlî Paşa’nın kabrinin ayakucuna defnolundu. Yaralı olarak yakalanan Çerkes Hasan Bey de ertesi gün Bâyezîd meydanında îdâm edildi.
Düşmanla devlete karşı birleşebilen ve kindar bir şahsiyete sâhib olan Hüseyin Avni Paşa, iki yüzlü, önü alınmaz ihtiras sahibi, vatan ve millet sevgisinden uzak, hânedân ve pâdişâha bağlılığı olmayan, kaba, görgüsüz, lâubâlî ve zâlim bir kişi idi. Bâzı askerî hareketlerde başarısı görülmüşse de Fuâd Paşa tarafından desteklenerek yükselmiştir. Tanzîmât ricalinden Âlî Paşa bu adamdan nefret etmekle beraber, Fuâd Paşa’yı kırmamak için yükselmesini engellememiştir.
Hüseyin Avni Paşa’nın bu menfî hal ve hareketleri sultan Abdülazîz Han’ın tahttan indirilip şehîd edilmesine ve devlet için 93 harbi başta olmak üzere, sonu gelmez bir sürü felâketlere sebeb oldu. Son yüzyıl Türk târihinin en karanlık ve menfî şahsiyetlerinden biri olarak târihe geçti. Memleketi olan Isparta’da bir iki çeşmenin dışında hiç bir hayratı yoktur.
----------------------------------------------------
1) Eshâb-ı Kiram; sh. 283
2) Son Sadrâzamlar; cild-1, sh. 483
3) Mir’ât-ı Hakikat Tercümesi; sh. 101
4) Bir Darbenin Anatomisi
5) Rehber Ansiklopedisi; cild-7, sh. 348
6) Midhat Paşa ve Yıldız Mahkemesi; sh. 22 v.d.
7) Mir’ât-ı Şu’ûnât; Sh. 47
8) Îzâhlı Osmanlı Târihi Kronolojisi; cild-4, sh. 256
 

TÜRKOĞLU

Aktif Üyemiz
Bir Darbecinin Feci Âkıbeti

Türkiye'de yaşanan ilk darbe, 1876 senesinde I. Meşrûtiyet'in ilânından yaklaşık altı ay evvel vuku buldu: 30 Mayıs günü.
Darbecilerin başında ise, zamanın Genelkurmay Başkanı (Serasker) Hüseyin Avni Paşa vardı. Paşa, bu yaptığını 15 Haziran günü canıyla ödedi.
30 Mayıs 1876'da Sultan Abdülaziz'i tahttan indiren askerler, ona çok kötü muamelede bulundu. Sonradan ortaya çıkan bilgi ve belgeler, aslında birer utanç vesikası hüviyetinde.Mazlûm padişahı bir odaya hapsettiren darbeciler, aynı zamanda ondan korktukları için, çok sinsice bir sûikast planını hazırladılar.
Günlerce aç bırakıp önce o pehlivan yapılı sultanı takattan düşürdüler. Sonra da odasına kuvvetli cellâtları sokup ellerini bileklerinden kestiler. Bu yaptıklarına ise, ne yazık ki "intihar" süsü verdiler: 4 Haziran 1876.
Abdülaziz Han tahttan indirildikten sonra...
Abdülaziz Han tahttan indirildikten sonra...

Halkın ekseriyeti, hadisenin intihar olmayıp, düpedüz bir cinayet olduğuna inandı. Sorumlu olarak da, Hüseyin Avni Paşa ile yakın adamlarını bildi.

Peşpeşe gelen ölümler

Sultan Abdülaziz'in vefatından 4 gün sonra, Osmanlı ordusunda genç bir subay olan Çerkes Hasan'ın ablası Neş'erek Hatun da hastalanarak vefat etti.
Aradan 3–4 günlük bir zaman geçmişti ki (15/16 Haziran gecesi), bu kez darbe lideri Hüseyin Avni Paşa ile aralarında Hariciye Nâzırının da bulunduğu beş kişi Çerkez Hasan tarafından vurularak öldürüldü.
Çerkes Hasan ise, 17/18 Haziran gecesi sabahın erken saatlerinde Genelkurmay Başkanlığının (şimdiki İstanbul Üniversitesi) Bayezid kapısında asılmak sûretiyle idam edildi.
Bütün hadiseleri korku ve dehşet içinde takip eden yeni padişah Sultan 5. Murad, elinde olmadan evham hastalığına yakalandı ve sonunda cinnet geçirecek bir noktaya geldi. 31 Ağustos'ta doktorların raporuyla tahttan indirildi ve onun yerine Sultan Abdülaziz'in yeğeni Sultan II. Abdülhamid tahta getirildi.
Yaşanan o dehşet döneminin tesiriyle Sultan II. Abdülhamid de evham hastalığından nasibini aldı ve bu hastalığı ömrünün sonuna kadar üzerinde taşımak bahtsızlığını yaşadı.

Çerkes Hasan Vak'ası

15/16 Haziran gecesi, darbecibaşı Hüseyin Avni Paşa ile yakın adamlarının bir baskın sonucu öldürülmesi hadisesi, Osmanlı tarihinde "Çerkes Hasan Vak'ası" şeklinde yer aldı.

Henüz 26 yaşında genç bir subay olan Çerkes Hasan, aynı zamanda katledilen Sultan Abdülaziz'in kayınbiraderi ve Şehzade İzzeddin Yusuf Efendinin de yaveriydi.

Çevik, cesur, silâhşör ve gözüpek bir subaydı. Bu sebeple, derbeci katiller ondan korkuyordu. Korktukları için de, uzak bir diyâra onu tayin ettiler. Ancak gitmedi, gitmek istemedi. İçeri atıldı. Sonra, tanıdıkların ricasıyla ve tayin yerine gideceği vaadiyle serbest bırakıldı.
İşte, tam da serbest bırakıldığı gece, yanına bir kama ve 4–5 adet tabancayı da alarak Hüseyin Avni Paşanın peşine düştü. Birkaç yerde izini sürdü ve nihayet o gece Beyazıt Soğanağa Mahallesindeki Sadrâzam Mithat Paşanın evinde olduğunu tesbit etti.

Meğerse, devletin bütün ileri gelenleri o gece konakta yapılacak olan toplantıya çağrılmış. Üzerindeki üniformasıyla gittiği için, konağın görevlileri tarafından her nasılsa engellenemeden içeri giriyor.

Toplantının yapıldığı salona giren Çerkes Hasan'ın karşısında asker ve hükümet erkânından tamı tamına 13 şahsiyet var.
Bir elinde tabanca, diğerinde kamasıyla salonun kapısında "Davranmayın!" diye bağırmasıyla, neye uğradığını şaşıran H. Avni Paşaya ateş etmesi bir oldu. Paşaya iki kurşun isabet etti. Yaralı halde kaçıp kurtulmaya çalıştıysa da başarılı olamadı. Paşaya yetişen Çerkes Hasan, elindeki kamasıyla vurup vücudunu delik deşik etti.

Konağın sahibi ve aynı zamanda Sadrâzam olan Mithat Paşanın harem odasına kaçması ve buradaki bir elbise gardrobuna girip saklanmasıyla kurtulduğu rivâyet edilir.

Dışarıdan askerlerin gelip Çerkes Hasanı teslim almalarıyla son bulan baskında toplam beş kişi ölürken, üç kişinin de ağır şekilde yaralandığı tesbit edildi.

Ertesi gün alelusûl şekilde mahkemeye çıkartılan Çerkes Hasan, Beyazıt Meydanındaki bir dut ağacının dalına asılmak sûretiyle idam edildi.

Çerkez Hasan, halkın nazarında bir kahraman oldu. Hüseyin Avni'nin ölümüne bir cihet sevinen halk, Sultan Abdülaziz'i ise hiç unutmadı. Onun için nice ağıtlar yakıldı, mersiyeler söylendi.

İşte, o mersiyelerden meşhûr olmuş birkaç mısra:

Seni tahttan indirdiler
Üç çifteye bindirdiler
Topkapı'ya gönderdiler
Uyan Sultan Aziz uyan
Kan ağlıyor bütün cihan
_____________________________________________

Yeni Asya Gazetesi, 15.06.2009
 

TÜRKOĞLU

Aktif Üyemiz
Çerkes Hasan'ın hâzin sonu

Çerkes Hasan Bey, Çerkeslerin Zevş kabilesi beylerinden, Gazi İsmail Bey'in oğludur. 1864 yılında Çerkesistan'dan İstanbul'a gelmiş ve Bahriye Mektebi'ne girmiş, askeri idadide okuyarak Harbiye Mektebi'ne geçmiştir. Harbiye'deki tahsilini de tamamlayarak, olaydan dört sene önce mülazım olarak mezun olmuştur. Sultan Abdülaziz zamanında Serasker Hüseyin Avni Paşa tarafından "Yüzbaşı" rütbesiyle, merkezi Bağdat'ta olan altıncı orduya tayin edilmişse de himaye gördüğünden gitmemiştir. "Dar-ı Şuray-ı Askeri Yaverliği" göreviyle İstanbul'da kalmış ve daha sonra Sultan Abdülaziz'in büyük oğlu Yusuf İzzeddin Efendi'nin yaverliğine tayin edilmiştir.
Sultan Abdülaziz'in tahttan indirildikten beş gün sonra, 1876 Haziran'ındaki feci ölümü özellikle kendi yakınlarını çok üzmüştü. Bunlardan biriside Sultan Abdülaziz'in eşlerinden Neş'erek Kadın Efendi'nin kardeşi ve padişahın kayınbiraderi olan Çerkes Hasan Beydi.

Hasan Bey, Sultan Abdülaziz'in bir darbeyle tahttan indirilmesi ve ölümünde birinci derecede rol oynayan Serasker Hüseyin Avni Paşa'ya karşı intikam hırsına kapılmıştır. Hüseyin Avni Paşa'nın, Hasan Bey'i kendisi için tehlikeli addedip, Bağdat'taki altıncı orduya gitmesini istemesi de amillerden biridir.

Bu konuda Serasker Hüseyin Avni Paşa, kesin emir vererek "Bağdat'a gideceksin, artık bir dayanacak yerin kaldı mı ?" demiş ve o da cevaben "siz büyük zatsınız; böyle tebeddülat-ı azime üzerine benim gibi küçük bir zabiti Bağdat'a göndermenize teessüf ederim" diye karşılık vermiştir. Ayrıca, hal' gecesi "soğuk algınlığı" sebebiyle hasta olan Neş'erek Hanım'ın, Sultan Abdülaziz'le birlikte Topkapı Sarayı'na yağmur atında götürülürken, darbeciler arasında bulunan Binbaşı İzzet Bey tarafından üzerindeki şalın alınarak yağmur altında bekletilmesi ve hakarete uğraması sebebiyle hastalığın daha da ağırlaşarak ölmesi de kardeşi Hasan Bey'in affedebileceği bir şey değildir. Bütün bu sebeplerle bir plan yapan Çerkes Hasan Bey ayak direyip Bağdat'a gitmemiştir. Bunun üzerine tutuklanmış fakat kardeşi Bahriye Mülazımı Osman Bey ve Hassa Müşiri Redif Paşa'nın himmetiyle serbest bırakılmıştır. Redif Paşa kendisini çağırıp Bağdat'a gitmediği için tekdir etmiş o da " yarın giderim, gitmezsem tard edin, ne yaparsanız yapın demiş ve Cibali'de bulunan eniştesinin konağına gelerek eşyalarının hazırlanmasını söylemiştir. Daha sonra Serasker Hüseyin Avni Paşa ile vedalaşmak ve özür dilemek bahanesiyle " Ben Serasker paşanın yalısına gidiyorum saat altıya kadar gelirim" demiş, orada bulunanların sabah gitsen demeleri üzerine " sabah kalabalık olur, onun için gece gidiyorum" diyerek bir kayıkla saat iki de konaktan ayrılmıştır.

Hüseyin Avni Paşa'nın, Paşa limanında bulunan yalısına giden Hasan Bey, seraskerin o gece Mithat Paşa'nın konağında kabine toplantısında bulunduğunu öğrenince aynı kayıkla Sirkeci'ye geçmiş, bir lokantada yemek yeyip kafayı tütsüledikten sonra bir at kiralayarak Mithat Paşa'nın Beyazıt'taki konağına gelmiştir. Üzerinde 4-5 revolverle bir kama olduğundan bahsedilmektedir. Bu sırada devletin iç ve dış sorunları ve taht değişikliği meselesi olduğundan bakanların her gece bir konakta toplandıkları cihetiyle olay gecesi 24 Cemaziye'l-evvel Perşembe günü, Mithat Paşa konağında içtima edilmiştir. Bu toplantıda Sadrazam Mütercim Rüştü Paşa, Serasker Hüseyin Avni Paşa, Hariciye Nazırı Raşid Paşa, Kaptan-ı Derya Kayserili Ahmet Paşa, Maarif Nazır-ı Cevdet Paşa, Defter-i Hakani Nazırı Yusuf Paşa, Şuaray-ı Devlet Reisi Mithat Paşa, Amedci Mahmud Celaleddin Paşa, Sadaret mektupçusu Memduh Bey, Şeyhülislam Hasan Hayrullah Efendi ve diğer bazı kimseler dâhil olmak üzere on üç kişi bulunuyordu. Davetli olanlar gelip "neşeler seşar ve simalarda asar-ı ibtisam bedidar" olduktan ve yemekten sonra meclis odasına geçilmiştir.

Çerkes Hasan da konağa gelerek ikinci kata çıkmış orada bulunan ağalar "Hasan Bey hayrola" diye gelişinin sebebini sormuşlar; oda "yarın Bağdat'a gidiyorum dedikten sonra Serasker Hüseyin Avni Paşa'yı sormuştur. Buradadır cevabını alınca "beni Tayyar Paşa gönderdi serasker paşayı göreceğim demiş ve seraskerin ağalarından Reşid Ağa da "meclis var içeriye giremem, abdeste çıktığı vakit söylerim diye cevap vermiştir. Çerkes Hasan salona çıkarak biraz dolaşmış, aşağıdaki ağaların içki haliyle kumar dalgınlığı ve uyuklamalarından istifade ederek ikinci kata çıkmış ve yavaşça meclis odasının kapısını aralayıp içreye bakmış; o sırada sadrazamın ağası "aman çekil, görürlerde bize tekdir gelir" diyerek kapıyı kapatmıştır. Hasan Bey kapı aralığından baktığı sırada paşaların nerelerde oturduklarını görmüş ve kapı önündeki hademeyi aşağıdan yaver çağırtmaya göndererek bir elinde kama bir elinde revolver olduğu halde birden bire içeri dalıvermiş ve kendi ifadesiyle:

" Davranmayın dediğimde, cümlesi ayağa kalkıp Hüseyin Avni Paşa gözüme ilişti; hemen yedimdeki revolveri ateş etim; Hüseyin Avni Paşayı vurdum ve zannıma göre evvelce Hariciyye Nazırı Raşid Paşayı vurdum gibi hatırıma geliyor, sonra Hüseyin Avni Paşa'yı vurdum" seraskerin göğsüne ve karnına isabet eden kurşunlarla kere düşmesinden sonra meclis karmakarışık olmuş vükelanın her biri bir tarafa dağılmış kaçacak yer ararken, Hariciyye Nazırı Raşid Paşa korkusundan bayılmıştır. Kaptan-ı Derya Kayserili Ahmet Paşa, arkasından yaklaşarak Hasan Bey'in kollarını yakalamış bu fırsat ile Sadaret mektupçusu Memduh Bey sofaya, Mithat Paşa ve Rıza Paşa harem tarafına kaçmışlar, Yusuf ve Cevdet Paşalar da Sadrazam Rüştü Paşa ile birlikte yanda bulunan küçük bir odaya savuşmuşlardır.
Herkes böylece bir tarafa kaçarken, odada Kayserili Ahmet Paşa mücadelesine devam etmiş, Hasan Bey elindeki kamasıyla Kayserilinin parmaklarını ve kulaklarını doğramaya başlayınca yorulan Kayserili Ahmet Paşa son bir hamle ile Hasan'ı sofaya çekip arkasından bir tekme atmış ve diğer vekillerin saklandığı odaya kaçmıştır. Bu sırada yaralı olan Hüseyin Avni Paşa'nın can acısıyla bulunduğu yerden kalkarak sofaya kadar gelip yere düştüğünü gören Çerkes Hasan, üzerine atlamış ve delik deşik ederek kama ile ağzını kulaklarına kadar açmıştır. İfadesinde " vurduğunu zannettiği" ve odada sandalye üzerinde baygın halde bulunan Raşid Paşa'yı da göğsünden vurarak, kama ile gırtlağını kesmiştir. Yine kendi ifadesine göre bunların ikisinin dahi öldüğünü anladıktan sonra, o sırada Mithat Paşa, Sadrazam Rüştü Paşa ve Kayserili Ahmet Paşa hazeratının bulundukları odanın kapısını açmak üzere oraya hücum etmiş, içerdekiler oda kapısının kilitleri olmadığından arkasına bir kanepe koyup şişman olan Halet Paşa'yı oturtmuşlar kendileri de kapıya bütün kuvvetleriyle dayanmışlardı. Çerkes Hasan kapıyı zorlarken sadrazama; " Sen millet babasısın, ayağını öpeceğim; Rıza Paşa'da velinimetimdir, size bir şey yapmam Kayseriliyi bana verin " dedikçe Rüştü Paşa: "Oğlum Hasan Bey hiddetin üstündedir, kapıyı açmam yarın görüşürüz; bana bir şey yapmayacağını bilsem de hiddet arasında belki bir fenalık olur" gibi sözlerle yatıştırmaya çalışırken, yine Hasan Beyin ifadesine göre, "Ağalardan birisi başıma kama mıdır, nedir bilmem, bir şey ile vurdu; onun üzerine ben dahi yedimde bulunan revolveri ağaya sıkıp" gözünden vurarak telef etmiştir. Daha sonra sandalye ile mumların yandığı avizeyi düşürerek odanın perdelerini tutuşturmuş, üçüncü katta bunlar olurken aşağıda paşaların yaverleri, çavuşları ve ağları 30-40 kişiyi bulduğu halde üçüncü katın merdiveni başında toplanıp, Çerkes Hasanın kurşununa hedef olmaktan korktukları için ileri gidememişlerdir. Nihayet yakındaki Hasanpaşa karakolundan askerler ve zaptiyeler gelip konağa ateş açmışlar ve yirmi kadarı, süngü ile yukarı çıkmıştır. Burada da süren kısa bir çatışmadan sonra Çerkes Hasan ben askere silah atmam diyerek silahlarını vermiş ve teslim olmuştur. Öldürülmemesi emredildiği için aşağı indirilirken Sadaret yaverlerinden Şükrü Bey, kendisini tahkir ettiği için Hasan çizmesinden çıkardığı revolverle onu da öldürmüştür. Yakalandıktan sonra başından ve arkasından yaralı olan Çerkes Hasan serasker kapısına getirilmiş( İstanbul Üniversitesi girişi) ve Süleymaniye'de ifadesi alınmıştır. Yarasına bakmak için gelen cerrahı: "Beni ya asacaklar yahut kurşuna dizeceklerdir; artık nafile yere yaralarıma baktırmak abestir." Diyerek göndermiştir. Yarasına rağmen ifadesini soğukkanlılıkla ve açıkça veren katilin, yarası ağırlaşınca bırakılmış, ertesi gün ikinci kez ifadesi alınmış ve bu işi Sultan Abdülaziz'in hal'inden müteessir olarak ve Hüseyin Avni Paşa'ya olan kininden dolayı yaptığını, kimsenin dahli olmadığı defalarca söylemiştir. Nihayet, Divan-ı harpte yargılanarak, rütbeleri geri alınmış ve idamına karar verilmiştir. 26 Cemaziye'l-evvel 1293 (Haziran 1876) Cumartesi sabaha karşı Beyazıt Meydanı'nda bir dut ağacına asılarak idam edilmiştir. Cesedi iki gün orada kaldıktan sonra Edirnekapı mezarlığına defnedilmiştir.
Kaynaklar:
DANİŞMEND, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c.4, s. 280-282, Türkiye Yayınevi, İstanbul, 1972.
UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı, "Çerkes Hasan Vakası", Belleten, c. IX, S. 33, s, 89-105. T.T.K, Ankara, 1945
 
Üst Alt