Çok uzaklardan geldim..
Küçücük bir tohumdum önce.
Ama görebilene, anlamak isteyene koca bir gerçek, akıl almaz güzelliklere sahip olarak donatılmış bir nimet, bir lütuf…
Önceleri tanımazlardı, bilmezlerdi beni.
Bu da nesi diye baktılar çekinerek yüzüme..
Bu tohum mu aş olacak, iş olacak binlerce insana nesilden nesile.
Bu topraklarda hiç hükmüm yokken, daha sonra bütün evlere konuk olacak, hatta damaklarda yerimi alacaktım.
İnsanlar beni çok sevecekti, arayacaktı, yerim doldurulamayacaktı bir başka içecekle.
Evet, ben bir içecektim, ama sırf içmek değil ki söz konusu olan.
Arkasında daha nice anlamlar taşıyacaktım; nelere şifa olabilecek, ne müptelalıklar oluşturacaktım.
İşte böyle başladı benim hikâyem. Bir bilinmezlikten sonra umuda ve alışkanlığa yol alacaktım…
Sonra toprağa ekildim bin bir umutla, sevgiyle.
Ben de meraklı gözlerle incelemeye koyuldum çevremde olup biteni.
Anladım ki, buralara yabancıydım ama bundan böyle çok sevecektim yeni evimi..
İyi ki gelmişim bu güzel memlekete diyecektim.
İyi ki bu insanların ellerinden düşeceğim yeni toprağıma.
Bu eşsiz güzellikteki doğayı seyrederek serpilecek, boy vereceğim.
O güzelim namelerini türkülerini dinleyip nice nesiller sürgün vereceğim.
Çocukları neşeyle koşuşturacak bahçelerimde; umutla bakacaklar, yetiştirecekler, hasadımı alabilmek için her sene dünyadaki en güzel, en yeşil baharları bekleyecekler…
Çiçeklerim güzelim kokularını salacaklar uzaklara..
İnsanların hatıralarına bir de kokumla süzüleceğim..
Bu güzel büyüme macerasından sonra artık toplanma vaktim geldi çattı.
Engin yeşil okyanustan beni kimi zaman koparıp, kimi zaman kesip- kırpıp ayırdılar ve artık dönüşüm maceram başladı..
Önce arkadaşlarla buluştuk, halleştik.
Güneşten uzak odalarda aramızdan rüzgarlar geçti, biraz dinlendik..
Sonra gürültülü fabrikalara götürdüler.
Önce solduk, sonraki maceralar için kıvama geldik.
Evirdiler çevirdiler, kıvırdılar bizi.
Sonra o parlak mı parlak güzel rengim; yeşilim, giderek karaya döndü.
Sonra kocamaaann fırınlara girdim kurudum.
Evet artık kara ve kuruydum.
Ama öyle kara deyip geçmeyin sakın, bu yeni rengim aranan bir özelliğim olacaktı..
Hem renk maceram henüz bitmemişti ki..
Asıl sizler beni alıp sıcacık sulara bıraktığınızda ‘kan gibi’ dediğiniz o güzelim rengime kavuşacaktım. Güzel olduğumu, kaliteli olduğumu bu rengimden anlayacaklardı bazen de..
Evet benim adım ‘Çay’.
Önce umutla toprağına düştüğüm, dallanıp budaklandığım, sıkı sıkı tutunmuş halim ve endamım, o güzelim parlak yeşil rengimle yaprağımdan başlayıp, emekle pek çok aşamadan geçirilip bardağına geldiğim, ve artık damaklarda iz bıraktığım her halimle; çay..
İnsanlara göre farklı anlamlar taşıyabilirim.
Pek çoğuna göre eşsiz bir lezzet, beni araştırana, derinlerimde ne bilgiler gizli olan önemli bir bitki, ama güzelliğimi gören herkese bir lütuf…
Şimdi yeniden bakın bana..
Düşünün bir, ben aslında neyim, neler anlattım size..
Ve her zaman olduğundan daha anlamlı kılın beni, daha çok sahip çıkın, daha çok sevin…
Küçücük bir tohumdum önce.
Ama görebilene, anlamak isteyene koca bir gerçek, akıl almaz güzelliklere sahip olarak donatılmış bir nimet, bir lütuf…
Önceleri tanımazlardı, bilmezlerdi beni.
Bu da nesi diye baktılar çekinerek yüzüme..
Bu tohum mu aş olacak, iş olacak binlerce insana nesilden nesile.
Bu topraklarda hiç hükmüm yokken, daha sonra bütün evlere konuk olacak, hatta damaklarda yerimi alacaktım.
İnsanlar beni çok sevecekti, arayacaktı, yerim doldurulamayacaktı bir başka içecekle.
Evet, ben bir içecektim, ama sırf içmek değil ki söz konusu olan.
Arkasında daha nice anlamlar taşıyacaktım; nelere şifa olabilecek, ne müptelalıklar oluşturacaktım.
İşte böyle başladı benim hikâyem. Bir bilinmezlikten sonra umuda ve alışkanlığa yol alacaktım…
Sonra toprağa ekildim bin bir umutla, sevgiyle.
Ben de meraklı gözlerle incelemeye koyuldum çevremde olup biteni.
Anladım ki, buralara yabancıydım ama bundan böyle çok sevecektim yeni evimi..
İyi ki gelmişim bu güzel memlekete diyecektim.
İyi ki bu insanların ellerinden düşeceğim yeni toprağıma.
Bu eşsiz güzellikteki doğayı seyrederek serpilecek, boy vereceğim.
O güzelim namelerini türkülerini dinleyip nice nesiller sürgün vereceğim.
Çocukları neşeyle koşuşturacak bahçelerimde; umutla bakacaklar, yetiştirecekler, hasadımı alabilmek için her sene dünyadaki en güzel, en yeşil baharları bekleyecekler…
Çiçeklerim güzelim kokularını salacaklar uzaklara..
İnsanların hatıralarına bir de kokumla süzüleceğim..
Bu güzel büyüme macerasından sonra artık toplanma vaktim geldi çattı.
Engin yeşil okyanustan beni kimi zaman koparıp, kimi zaman kesip- kırpıp ayırdılar ve artık dönüşüm maceram başladı..
Önce arkadaşlarla buluştuk, halleştik.
Güneşten uzak odalarda aramızdan rüzgarlar geçti, biraz dinlendik..
Sonra gürültülü fabrikalara götürdüler.
Önce solduk, sonraki maceralar için kıvama geldik.
Evirdiler çevirdiler, kıvırdılar bizi.
Sonra o parlak mı parlak güzel rengim; yeşilim, giderek karaya döndü.
Sonra kocamaaann fırınlara girdim kurudum.
Evet artık kara ve kuruydum.
Ama öyle kara deyip geçmeyin sakın, bu yeni rengim aranan bir özelliğim olacaktı..
Hem renk maceram henüz bitmemişti ki..
Asıl sizler beni alıp sıcacık sulara bıraktığınızda ‘kan gibi’ dediğiniz o güzelim rengime kavuşacaktım. Güzel olduğumu, kaliteli olduğumu bu rengimden anlayacaklardı bazen de..
Evet benim adım ‘Çay’.
Önce umutla toprağına düştüğüm, dallanıp budaklandığım, sıkı sıkı tutunmuş halim ve endamım, o güzelim parlak yeşil rengimle yaprağımdan başlayıp, emekle pek çok aşamadan geçirilip bardağına geldiğim, ve artık damaklarda iz bıraktığım her halimle; çay..
İnsanlara göre farklı anlamlar taşıyabilirim.
Pek çoğuna göre eşsiz bir lezzet, beni araştırana, derinlerimde ne bilgiler gizli olan önemli bir bitki, ama güzelliğimi gören herkese bir lütuf…
Şimdi yeniden bakın bana..
Düşünün bir, ben aslında neyim, neler anlattım size..
Ve her zaman olduğundan daha anlamlı kılın beni, daha çok sahip çıkın, daha çok sevin…