Dilbilim, Türkçe Öğretimi ve Ötesi
Dil çalışmaları çok eskilere dayanmakla birlikte, çağdaş anlamda dil incelemelerinin yaklaşık yüzyıllık bir geçmişi olduğu kabul edilmektedir. F. de Saussure'ün Genel dilbilim Dersleri'nin temel alındığı bu çalışmaların başlıca özelliği, dil incelemelerini kişisel değer yargılarından arındırıp bilimsel yöntemi egemen kılmasıdır. Bu yöntem nesnelliği, kanıtlara dayanmayı içerir.
Dilbilimcilerin bilim yasaları içinde öncelikle üzerinde durdukları konu dildeki bütünü görmek, dilin dizgeli niteliğini vurgulamaktır. Ne yazık ki günümüzde, birçok konuda olduğu gibi, dil konusunda da içine düştüğümüz yanılgılardan birisi, sözcükleri, sözceleri, tümce ve metinleri tek tek öğeler olarak değerlendirmektir. Yalın bir örnekten yola çıkarsak, Türkçeleşmede yapılan en temel yanlışlardan birisi, eski sözcüğe bir Türkçe karşılık bulduğumuzda, eski sözcüğü silip yerine yeni sözcüğü yerleştirmektir; oysa bu her zaman olanaklı değildir, çünkü sözcükler kendi dizgeleri içinde anlam taşırlar, bu dizgeyi de göz önüne almayan bir yapılanma dil kullanımına aykırı düşer; yeni sözcüğü kendi dizgesel ortamı içine yerleştirmek gerekir; örn. ‘İlgilenenlerin Mart sonuna kadar başkanlığımıza müracaat etmeleri gerekir;' yerine, * başvuru etmeleri, *başvuru yapmaları gerekir denmesi bir çeviri Türkçesi örneğidir; bunun yerine, yeni dizgeye uygun olarak başvurmaları gerekir denmesi daha uygun olacaktır.
Bunun gibi, şüphe etmek yerine kuşku etmek, kafi değil yerine yeter değil, negativitesi yok yerine olumsuzu yok vb ( bu tür örnekler için bkz Aksoy, Özel ve Hepçilingirler) kullanımlar Türkçe dizgeye aykırı kullanımlardır.
Dilbilimin çağdaş dil incelemelerine yaptığı en önemli katkılardan birisi de dilin çok katmanlı, çok boyutlu işleyişine dikkat çekmiş olmasıdır.Bu çerçevede tarihsel ve eşzamanlı dil incelemeleri birbirinden ayrılmış, bunların etkileşimlerinin doğal olduğu ancak her birinin bağımsız bir bakış açısı gerektirdiği vurgulanmıştır.Bu bakımdan, sözgelimi, 15 yüzyıl Türkçesini temel alıp bir sözcüğün günümüzdeki anlam ve kullanımını buna göre yargılamak bilimsel bir tutum sayılmaz.
Dilbilimin dil incelemelerine çok katmanlı yaklaşımının en önemli göstergesi ise, dilde yapı-anlam-işlev boyutlarının, özellikle son dönemde, en başta yabancı dil öğretimi bağlamında, özenle vurgulanmasında görülebilir. Dilde öncelikle bir yapı düzleminden söz edilmesi doğaldır. Seslerin biçimbirim ve sözcükleri oluşturması belli kurallara bağlıdır; Türkçede büyük-küçük ünlü uyumu, ya da sözcük başında iki ünsüz bulunmaması bu tür kurallardandır. Sözcüklerin de yapısal kuralları vardır; sözgelimi adlar durum ekleri ya da çoğul eki alabilirler, tümcedeki yerleri de bellidir; eylemler içinse zaman, kip ve kişi eki gereklidir. Bu tür kurallar elbette görmezlikten gelinemez. Dil incelemelerinde en az iki boyut daha vardır ancak, ne yazık ki, günümüz Türkçe öğretiminde çoğu zaman bu yapı boyutu ötesine geçilememektedir.
Sözcüklerin, sözce ve tümcelerin ikinci boyutu anlam boyutudur.Örn. 'Kardeşim okula gitti' ile 'Yaşam bir okuldur’ tümcelerinde 'okul' sözcüğünün tek bir anlamı olduğu söylenebilir mi? Bunun gibi, 'okumayı seviyorum' ile ‘Kardeşim İTÜ'de okuyor' tümcelerinde 'okuma' sözcüğünün kullanımı, anlamın da katmanları olduğunu gösteriyor. Sözgelimi, ekmek almak, çocuğu okuldan almak, ev almak, kitabı yanına almak, rüşvet almak, odanın ışık alması, soğuk almak, durup dururken arkadaşımı bir düşüncedir aldı vb örneklerde 'almak' sözcüğünün birçok anlamından birkaçı görülebilir. Bu bakımdan anlam konusundaki kitaplarda, anlamın değişik boyutları, yedi anlam türü ayırdetmeye değin uzanmıştır(bkz Leech 1974;ayrıca bkz Aksan 1998) Bunlar konu olarak Türkçe kitaplarında olsa bile yapı-anlam bağıntısının kurulmaması parçacı öğretime yol açmaktadır.
Bütün bunların da dışında, dilbilim son yıllarda, anlamın da ötesinde dil kullanımının üçüncü boyutundan, dil birimlerinin işlevinden söz etmeye başlamıştır. Özellikle 1970'lerden sonra gelişen söylem ve edimbilim incelemelerinde, dil kullanımının amacı, sözcük ve tümcelerin genel anlamları dışında, kişiye ve bağlama dayanan anlamları öne çıkmaya başlamıştır. Kısaca söylemek gerekirse, dille ne yaptığımız, bir sözce ya da tümceyi niye ürettiğimiz en az yapı ve anlam kadar önemli görülmektedir.
Yine başa dönelim.'Kardeşim okula gitti' tümcesi ne anlatıyor bize? Daha doğrusu niçin kullandık bu tümceyi? Bilgi verme amacını mı taşıyor yoksa kardeşim burada değil anlamında bir saptama ya da uyarı mıdır? Benzer biçimde 'Saat 10 oldu' sözcesi bilgi mi veriyor? Geç kaldık, kalkalım anlamında bir uyarı mıdır? Bunları anlayabilmemiz dil kullanım bağlamını, dil kullanımının amacını bilmemizi gerektiriyor. Kısacası, dili anlamlandırabilmemiz ancak bu üç boyutu bütünleştirmekle olanaklı; düz tümce yerine göre buyruk, rica, uyarı, öneri görevinde olabilir; soru görünüşlü bir sözce de dilek, rica, istek, uyarı vb anlatabilir.
Dilbilim ayrıca değişik metin türlerinde ve söylem biçimlerinde yeni anlam katmanları, yeni işlev türleri bulunduğunu, yapısal öğelerin yeni işlevleri olduğunu da belirler. Sözgelimi, bilim dilinde geniş zaman daha sıklıkla kullanılır, bunun amacı genelgeçer gerçeklikleri anlatmaktır; edilgen yapı da bilimde kişiden çok olguların önemli olduğunu göstermek içindir.Türkçe öğretiminde istenen sonucun alınamamasında, okuma sevgisinin yaratılamaması yanında, dilbilimde görülen bu gelişmelerin öğretime yansıtılamamasının payının bulunduğunu söylemek de yanlış olmaz.
Bir yandan derslerde nitelikli Türkçe kullanım örneklerini çoğaltırken, öte yandan salt yapısal/dilbilgisel düzlemle sınırlı kalmayan bir dil anlayışının öğretime yansıması gerekiyor.Bu tür bir anlayışın salt derslerle sınırlı kalmaması, gündelik dil kullanımında da dilin anlam ve işlev boyutlarının önemsenmesi, örn biçem düzleminde sen/siz kullanımı gibi basit ama önemli ayrımların vurgulanması, daha düzgün dil kullanımını ve dil-yaşam bağıntısı konusundaki duyarlığımızı da arttıracaktır. Genel çizgileriyle değindiğimiz bu ayrımların bilincinde olmak dilbilime biraz daha yakından bakmayı gerektiriyor. Öte yandan dilbilimcilerin de, Türkçe betimlemelerinde, yapısal boyutu önceleyen kuramsal sözdizim tartışmaları yanında, son yıllarda dilbilimde görülen yeni kavramlara daha çok yer vermeleri, Türkçenin varsıllığının daha çok açığa çıkmasına, dilin bütünlüğünün daha iyi anlaşılmasına katkıda bulunacaktır.
Dil çalışmaları çok eskilere dayanmakla birlikte, çağdaş anlamda dil incelemelerinin yaklaşık yüzyıllık bir geçmişi olduğu kabul edilmektedir. F. de Saussure'ün Genel dilbilim Dersleri'nin temel alındığı bu çalışmaların başlıca özelliği, dil incelemelerini kişisel değer yargılarından arındırıp bilimsel yöntemi egemen kılmasıdır. Bu yöntem nesnelliği, kanıtlara dayanmayı içerir.
Dilbilimcilerin bilim yasaları içinde öncelikle üzerinde durdukları konu dildeki bütünü görmek, dilin dizgeli niteliğini vurgulamaktır. Ne yazık ki günümüzde, birçok konuda olduğu gibi, dil konusunda da içine düştüğümüz yanılgılardan birisi, sözcükleri, sözceleri, tümce ve metinleri tek tek öğeler olarak değerlendirmektir. Yalın bir örnekten yola çıkarsak, Türkçeleşmede yapılan en temel yanlışlardan birisi, eski sözcüğe bir Türkçe karşılık bulduğumuzda, eski sözcüğü silip yerine yeni sözcüğü yerleştirmektir; oysa bu her zaman olanaklı değildir, çünkü sözcükler kendi dizgeleri içinde anlam taşırlar, bu dizgeyi de göz önüne almayan bir yapılanma dil kullanımına aykırı düşer; yeni sözcüğü kendi dizgesel ortamı içine yerleştirmek gerekir; örn. ‘İlgilenenlerin Mart sonuna kadar başkanlığımıza müracaat etmeleri gerekir;' yerine, * başvuru etmeleri, *başvuru yapmaları gerekir denmesi bir çeviri Türkçesi örneğidir; bunun yerine, yeni dizgeye uygun olarak başvurmaları gerekir denmesi daha uygun olacaktır.
Bunun gibi, şüphe etmek yerine kuşku etmek, kafi değil yerine yeter değil, negativitesi yok yerine olumsuzu yok vb ( bu tür örnekler için bkz Aksoy, Özel ve Hepçilingirler) kullanımlar Türkçe dizgeye aykırı kullanımlardır.
Dilbilimin çağdaş dil incelemelerine yaptığı en önemli katkılardan birisi de dilin çok katmanlı, çok boyutlu işleyişine dikkat çekmiş olmasıdır.Bu çerçevede tarihsel ve eşzamanlı dil incelemeleri birbirinden ayrılmış, bunların etkileşimlerinin doğal olduğu ancak her birinin bağımsız bir bakış açısı gerektirdiği vurgulanmıştır.Bu bakımdan, sözgelimi, 15 yüzyıl Türkçesini temel alıp bir sözcüğün günümüzdeki anlam ve kullanımını buna göre yargılamak bilimsel bir tutum sayılmaz.
Dilbilimin dil incelemelerine çok katmanlı yaklaşımının en önemli göstergesi ise, dilde yapı-anlam-işlev boyutlarının, özellikle son dönemde, en başta yabancı dil öğretimi bağlamında, özenle vurgulanmasında görülebilir. Dilde öncelikle bir yapı düzleminden söz edilmesi doğaldır. Seslerin biçimbirim ve sözcükleri oluşturması belli kurallara bağlıdır; Türkçede büyük-küçük ünlü uyumu, ya da sözcük başında iki ünsüz bulunmaması bu tür kurallardandır. Sözcüklerin de yapısal kuralları vardır; sözgelimi adlar durum ekleri ya da çoğul eki alabilirler, tümcedeki yerleri de bellidir; eylemler içinse zaman, kip ve kişi eki gereklidir. Bu tür kurallar elbette görmezlikten gelinemez. Dil incelemelerinde en az iki boyut daha vardır ancak, ne yazık ki, günümüz Türkçe öğretiminde çoğu zaman bu yapı boyutu ötesine geçilememektedir.
Sözcüklerin, sözce ve tümcelerin ikinci boyutu anlam boyutudur.Örn. 'Kardeşim okula gitti' ile 'Yaşam bir okuldur’ tümcelerinde 'okul' sözcüğünün tek bir anlamı olduğu söylenebilir mi? Bunun gibi, 'okumayı seviyorum' ile ‘Kardeşim İTÜ'de okuyor' tümcelerinde 'okuma' sözcüğünün kullanımı, anlamın da katmanları olduğunu gösteriyor. Sözgelimi, ekmek almak, çocuğu okuldan almak, ev almak, kitabı yanına almak, rüşvet almak, odanın ışık alması, soğuk almak, durup dururken arkadaşımı bir düşüncedir aldı vb örneklerde 'almak' sözcüğünün birçok anlamından birkaçı görülebilir. Bu bakımdan anlam konusundaki kitaplarda, anlamın değişik boyutları, yedi anlam türü ayırdetmeye değin uzanmıştır(bkz Leech 1974;ayrıca bkz Aksan 1998) Bunlar konu olarak Türkçe kitaplarında olsa bile yapı-anlam bağıntısının kurulmaması parçacı öğretime yol açmaktadır.
Bütün bunların da dışında, dilbilim son yıllarda, anlamın da ötesinde dil kullanımının üçüncü boyutundan, dil birimlerinin işlevinden söz etmeye başlamıştır. Özellikle 1970'lerden sonra gelişen söylem ve edimbilim incelemelerinde, dil kullanımının amacı, sözcük ve tümcelerin genel anlamları dışında, kişiye ve bağlama dayanan anlamları öne çıkmaya başlamıştır. Kısaca söylemek gerekirse, dille ne yaptığımız, bir sözce ya da tümceyi niye ürettiğimiz en az yapı ve anlam kadar önemli görülmektedir.
Yine başa dönelim.'Kardeşim okula gitti' tümcesi ne anlatıyor bize? Daha doğrusu niçin kullandık bu tümceyi? Bilgi verme amacını mı taşıyor yoksa kardeşim burada değil anlamında bir saptama ya da uyarı mıdır? Benzer biçimde 'Saat 10 oldu' sözcesi bilgi mi veriyor? Geç kaldık, kalkalım anlamında bir uyarı mıdır? Bunları anlayabilmemiz dil kullanım bağlamını, dil kullanımının amacını bilmemizi gerektiriyor. Kısacası, dili anlamlandırabilmemiz ancak bu üç boyutu bütünleştirmekle olanaklı; düz tümce yerine göre buyruk, rica, uyarı, öneri görevinde olabilir; soru görünüşlü bir sözce de dilek, rica, istek, uyarı vb anlatabilir.
Dilbilim ayrıca değişik metin türlerinde ve söylem biçimlerinde yeni anlam katmanları, yeni işlev türleri bulunduğunu, yapısal öğelerin yeni işlevleri olduğunu da belirler. Sözgelimi, bilim dilinde geniş zaman daha sıklıkla kullanılır, bunun amacı genelgeçer gerçeklikleri anlatmaktır; edilgen yapı da bilimde kişiden çok olguların önemli olduğunu göstermek içindir.Türkçe öğretiminde istenen sonucun alınamamasında, okuma sevgisinin yaratılamaması yanında, dilbilimde görülen bu gelişmelerin öğretime yansıtılamamasının payının bulunduğunu söylemek de yanlış olmaz.
Bir yandan derslerde nitelikli Türkçe kullanım örneklerini çoğaltırken, öte yandan salt yapısal/dilbilgisel düzlemle sınırlı kalmayan bir dil anlayışının öğretime yansıması gerekiyor.Bu tür bir anlayışın salt derslerle sınırlı kalmaması, gündelik dil kullanımında da dilin anlam ve işlev boyutlarının önemsenmesi, örn biçem düzleminde sen/siz kullanımı gibi basit ama önemli ayrımların vurgulanması, daha düzgün dil kullanımını ve dil-yaşam bağıntısı konusundaki duyarlığımızı da arttıracaktır. Genel çizgileriyle değindiğimiz bu ayrımların bilincinde olmak dilbilime biraz daha yakından bakmayı gerektiriyor. Öte yandan dilbilimcilerin de, Türkçe betimlemelerinde, yapısal boyutu önceleyen kuramsal sözdizim tartışmaları yanında, son yıllarda dilbilimde görülen yeni kavramlara daha çok yer vermeleri, Türkçenin varsıllığının daha çok açığa çıkmasına, dilin bütünlüğünün daha iyi anlaşılmasına katkıda bulunacaktır.