Dini Güzel Yazılar - www.RasuleHasret.com
Dini Allah'a Has Kılmak
Kur’an neden dini Allah’a has kılmak gibi bir kavrama yer vermektedir? Din zaten Allah’ın değil midir? Bunu bir kez daha vurgulamanın mantığı ne olabilir? Bu soruları bu yazının ilerleyen satırlarında cevaplamaya çalışacağız. Hemen burada belirtelim ki, böyle bir vurgu, Kur’an’ın tamamında olduğu gibi bir kez daha şirk-tevhid ayrımına dayanmaktadır. Yani, zaten Allah’ın olan, Allah’a özgü olan dini ‘Allah’a has kılmak’ tevhidin tahakkuku demektir. Şirke karşı biz insanları uyarmaktadır.
Ha-le-sa kelimesi bir şeyi saf/safî kılmak, bir şeyden ayrılmak, bir şeye varmak/yetişmek, gösterişi bırakmak, arı, katışıksız gibi anlamlara gelmektedir. Halis kelimesi de saf, çok beyaz anlamındadır.Yusuf suresinde bu kelime şu şekilde geçmektedir: "felemma’stey’esuu minhü halesû": Yani başkalarından ayrılıp seçildiler (Rağıb), kendilerine özgü oldular, özgeleştiler...
Rağıb el-İsfehani’ye göre, ‘Halesa’ kelimesi ‘safî’ kelimesiyle aşağı yukarı aynı anlama gelmektedir. Aradaki fark şudur: ‘Halesa’, önce kiri vardı, arındı, temizlendi anlamına gelmektedir. Safi ise, baştan beri temizdi, kiri hiç olmadı demektir.
Kur’an dilinde ‘halis’ kelimesi en iyi ‘halis süt’ örneğiyle açıklığa kavuşmaktadır. İlkin, gökten indirilen su (yağmur) ile, ölü durumdaki toprağa can verildiği dikkatlere arz edildikten sonra, ona eş değer bir örnek olarak da, hayvanlardan, kan ile atılacak şeyler arasından çıkan, kolayca boğazdan kayıp giden halis süt örnek verilmektedir. ‘Halis süt’, gerçek süt, yüzde yüz süt demektir. Katkısı olmayan, aykırı madde içermeyen, su katılmamış, hatta kan ile fışkı arasından çıktığı halde ne kan karışmış, ne de fışkı bulaşmış, doğal, fıtrî, insan sağlığı için oldukça yararlı, içilmesi zevk veren bir içecek. Bu özellikteki süt ‘halis’ kelimesiyle nitelendiğine göre, ‘halis’ kelimesinden neyi anlayacağımız az çok tebellür etmiş demektir.
‘Halis’ kelimesi dişil formuyla ‘hâlisa’ şeklinde birkaç ayette kullanılmıştır. Bu yerlerde kelime, ‘özgü. ona ait, yalnızca ona has’ gibi anlamlara gelmektedir. Mesela müşrikler, kafirce hurafelerinden olarak şöyle demektedirler:
]"Dediler ki, şu hayvanların karınlarında olanlar, yalnız erkeklerimize aittir, kadınlarımıza ise haramdır..." (6/En’am, 139) Burada bir şeyi şu kimselere değil de, şu diğerlerine tahsis etme durumu söz konusudur. Bir başka İslam dışı iddia da, Yahudiler’in, ahiret yurdunun (cennetin) yalnızca kendilerine has/ait olduğunu iddia etmeleridir. (2/Bakara, 94)
]Allah’ın çıkardığı süsler ](güzellikler)] ve güzel/temiz/helal rızık dünyada ](kafirler yanında)] mü’minler içindir, ahirette ise yalnızca onlarındır. (7/A’raf, 32)
Hz. Peygamber’in evliliği ile kurallar çizilirken, kendisini peygamber’e hibe eden, yani onunla evlenmek isteyen kadınların da diğer mü’minlere değil, sadece Peygamber’e helal kılındığı belirtilir. (33/Ahzap, 50). Bu ayetlerin hepsinde ‘halisa’ kelimesi yalnızca felan kimseye ait olmak, başkasına ait olmamak anlamında kullanılmıştır.
İhlas kelimesi de aynı kökten türemiştir. ‘İhlas’ samimiyet, açık sözlülük, gösterişi terk etmek demektir. Terim olarak ihlas’ın özü, Allah’dan gayrı bütün her şeyden teberri etmek (uzaklaşmak, terk etmek)tir. İhlas suresi, içinde ihlas kelimesi hiç geçmediği halde bu isimle anılmıştır, çünkü tam bir tevhidi işlemektedir, kısa ama çok özlü kelimelerle Allah’ı birlediği için ihlas adını almıştır. Müslümanlar, Yahudilerin teşbih davalarından, Hıristiyanların teslis akidesinden beridirler.
‘Halis’ kelimesi ‘Din’ ile birlikte kullanıldığında ‘halis din’ (ed-Dînü’l-Halis)in yalnızca Allah’ın olduğu, Allah’a ait olduğu vurgulanmaktadır. Peki, din zaten Allah’ın değil midir? Dîn’i O’ndan başka vaz eden mi var ki? Din koymada, teşride O’nun ortakları mı var ki? Kısacası, ed-Dîn’in başka sahipleri mi var ki Allah, "Dikkat edin! Halis Din Allah’ındır!" buyuruyor? Bu sorunun cevabı, şirk kavramıyla doğrudan alakalıdır.
Öncelikle ‘halis din’in ne olduğu anlaşılmalıdır. ‘Halis din’ sözü, mefhum-u muhalifini, bir de ‘halis olmayan din’in var olduğunu çağrıştırmaktadır. Evet, kuşkusuz iki tane din vardır, biri Allah’ın dini, bütün Rasullere inzal buyurduğu İslam, diğeri de, İslam’ın dışında, ama İslam’a alternatif olarak uydurulmuş, kotarılmış, insanları heva ve heveslerine taptırmak için icad edilmiş her türlü yaşam biçimi, bütün doktrinler, ideolojiler ve hayat felsefeleridir.
Muharref (tahrif edilmiş) İlahî dinler de sonuç itibariyle bu ikinci kategoriye dahildir. İşte bu ikinciler ‘halis olmayan din’lerdir. Önceki ise Allah’ın dîni, halis dindir. Burada elbette ayetin hedef aldığı şöyle bir anlam da var ve bu anlam kesinlikle, uydurulmuş dinler cümlesindendir: Zümer suresinin takip eden ayetlerinden de açıkça anlaşıldığı gibi, şirk denilen hadise, aslında Allah’ın Dînini, halis dîni inkar etmemektir. Zaten müşrik din sistemleri asla Allah’ı ve Allah’ın dînini inkar etmemişlerdir. Sadece Allah’ın dînini değiştirip dönüştürmüşler, tebdil, tağyir ve tahrif etmişlerdir.
Dîni kabul ederek, ona inanarak değiştirmişler, Allah’ın Dînini İlahîlikten beşerilik seviyesine indirmişlerdir. Allah’ın yerine beşeri koşmuşlardır; birtakım azizlerini, efendilerini, şeyhlerini, üstadlarını, siyasi önderlerini, parti başkanlarını, kanaat önderlerini vb.. ikame etmişlerdir. Allah’a ait olan sıfatları bu insanlara yüklemişlerdir. Fakat asla Allah’ı ve Allah’ın dînini inkar ettiklerini, hatta Allah’a ortaklar koştuklarını söylememişlerdir. Yani hak suretinde batıl, tevhid suretinde şirk, İslam suretinde küfür ikame etmişlerdir.
Nitekim Kur’an müşriklerin bu iki yüzlülüklerini şöyle ortaya koymaktadır:
]"Allah’ı bırakıp da kendilerine birtakım veliler edinenler, ‘biz onlara sadece, bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz’ derler..." (39/Zümer, 3). Müşrikliğin bu dayanılmaz hafifliği tevbe suresinin 31. ayetinde de mevzuu bahs edilmiştir. O ayette de, hak suretinde olan Yahudi ve Hıristiyanların, yani bir İlahî dînin sözde mirasçıları olanların Allah’ın halis dînini nasıl da alternatif bir şirk dîni haline getirdikleri anlatılmaktadır.
Şu halde, din Allah’ındır. Fakat müşrikler, Dîni Allah’ın olmaktan çıkartıp, insana has kılmaktadırlar. İlahî olanı beşerileştirmekte, münzel (indirilmiş) olanı muhdes (uydurma) haline getirmektedirler.
Şimdi anlaşıldığı kadarıyla, problem şudur: Evet din (ed-Dînü’l-Halis) Allah’ındır; bunda hiçbir kuşku bulunmamaktadır. Fakat önemli olan, insanlar tarafından bunun böyle bilinmesi ve tanınması, kabul ve iman edilmesi; bu kabul ve imanın gereği olarak da amel edilmesidir. Biraz daha açımlarsak, ‘dîni Allah’a has kılmak’, sanki din Allah’ın değilmiş de, biz Allah’ın sekreteryası olarak, gasp etmiş olanların elinden dîni çekip alarak Allah’a teslim etmemiz isteniyor gibi anlaşılmamalıdır.
Ki bu durumda Allah, Kâdir-i Mutlak Allah değil, aciz, güç ve imkanları sınırlı yardıma muhtaç bir tanrı olarak algılanacaktır. Elbette Allah böyle eksik sıfatlardan münezzehtir. Allah’ı tenzih ekmek mü’min olmanın gereğidir. Öyleyse dîni Allah’a has kılmak ne anlama gelmektedir?
Dîni Allah’a has kılmak, biz insanlar açısından geçerli bir tutum, davranış ve iman biçimidir. Pratik sonuçları bulunan bir iman meselesidir. Dîni Allah’a has kılmak, öz olarak, Dîn’i Allah’ın dîni olarak kabul etmektir; dîni Allah’ın indirdiği gibi kabul etmek demektir; dîni tahrif, tağyir ve tebdil etmemek demektir. İlah ve Rab olarak Allah’ı tanımak, ibadeti yalnızca Allah’a yapmak, Allah’dan başkasından yardım talep etmemek, Allah’dan başkasının şefaat edeceğine inanmamak, yani din gününün sahibinin yalnızca ve yalnızca Allah olduğuna inanmaktır.
Dîni kendimize değil, kendimizi dîne uydurmaktır. Hayatımızı dîne göre düzenlemektir. Dîn’in sahibi Allah buyurmuyor mu ki:
]"Allah ve Rasûlü bir işe hükmettiği zaman, mü’min bir erkek ve mü’min bir kadının işlerinde tercih hakları yoktur. Kim Allah’a ve Rasulü’ne isyan ederse apaçık bir sapıklıkla sapıtmış olur." (33/Ahzap, 36).
Demek ki mü’minler, Allah’ın iradesine rağmen kendileri, birtakım sebeplerle, kendi heveslerine uyamazlar.
Dini Güzel Yazılar - www.RasuleHasret.com
Dini Allah'a Has Kılmak
Kur’an neden dini Allah’a has kılmak gibi bir kavrama yer vermektedir? Din zaten Allah’ın değil midir? Bunu bir kez daha vurgulamanın mantığı ne olabilir? Bu soruları bu yazının ilerleyen satırlarında cevaplamaya çalışacağız. Hemen burada belirtelim ki, böyle bir vurgu, Kur’an’ın tamamında olduğu gibi bir kez daha şirk-tevhid ayrımına dayanmaktadır. Yani, zaten Allah’ın olan, Allah’a özgü olan dini ‘Allah’a has kılmak’ tevhidin tahakkuku demektir. Şirke karşı biz insanları uyarmaktadır.
Ha-le-sa kelimesi bir şeyi saf/safî kılmak, bir şeyden ayrılmak, bir şeye varmak/yetişmek, gösterişi bırakmak, arı, katışıksız gibi anlamlara gelmektedir. Halis kelimesi de saf, çok beyaz anlamındadır.Yusuf suresinde bu kelime şu şekilde geçmektedir: "felemma’stey’esuu minhü halesû": Yani başkalarından ayrılıp seçildiler (Rağıb), kendilerine özgü oldular, özgeleştiler...
Rağıb el-İsfehani’ye göre, ‘Halesa’ kelimesi ‘safî’ kelimesiyle aşağı yukarı aynı anlama gelmektedir. Aradaki fark şudur: ‘Halesa’, önce kiri vardı, arındı, temizlendi anlamına gelmektedir. Safi ise, baştan beri temizdi, kiri hiç olmadı demektir.
Kur’an dilinde ‘halis’ kelimesi en iyi ‘halis süt’ örneğiyle açıklığa kavuşmaktadır. İlkin, gökten indirilen su (yağmur) ile, ölü durumdaki toprağa can verildiği dikkatlere arz edildikten sonra, ona eş değer bir örnek olarak da, hayvanlardan, kan ile atılacak şeyler arasından çıkan, kolayca boğazdan kayıp giden halis süt örnek verilmektedir. ‘Halis süt’, gerçek süt, yüzde yüz süt demektir. Katkısı olmayan, aykırı madde içermeyen, su katılmamış, hatta kan ile fışkı arasından çıktığı halde ne kan karışmış, ne de fışkı bulaşmış, doğal, fıtrî, insan sağlığı için oldukça yararlı, içilmesi zevk veren bir içecek. Bu özellikteki süt ‘halis’ kelimesiyle nitelendiğine göre, ‘halis’ kelimesinden neyi anlayacağımız az çok tebellür etmiş demektir.
‘Halis’ kelimesi dişil formuyla ‘hâlisa’ şeklinde birkaç ayette kullanılmıştır. Bu yerlerde kelime, ‘özgü. ona ait, yalnızca ona has’ gibi anlamlara gelmektedir. Mesela müşrikler, kafirce hurafelerinden olarak şöyle demektedirler:
]"Dediler ki, şu hayvanların karınlarında olanlar, yalnız erkeklerimize aittir, kadınlarımıza ise haramdır..." (6/En’am, 139) Burada bir şeyi şu kimselere değil de, şu diğerlerine tahsis etme durumu söz konusudur. Bir başka İslam dışı iddia da, Yahudiler’in, ahiret yurdunun (cennetin) yalnızca kendilerine has/ait olduğunu iddia etmeleridir. (2/Bakara, 94)
]Allah’ın çıkardığı süsler ](güzellikler)] ve güzel/temiz/helal rızık dünyada ](kafirler yanında)] mü’minler içindir, ahirette ise yalnızca onlarındır. (7/A’raf, 32)
Hz. Peygamber’in evliliği ile kurallar çizilirken, kendisini peygamber’e hibe eden, yani onunla evlenmek isteyen kadınların da diğer mü’minlere değil, sadece Peygamber’e helal kılındığı belirtilir. (33/Ahzap, 50). Bu ayetlerin hepsinde ‘halisa’ kelimesi yalnızca felan kimseye ait olmak, başkasına ait olmamak anlamında kullanılmıştır.
İhlas kelimesi de aynı kökten türemiştir. ‘İhlas’ samimiyet, açık sözlülük, gösterişi terk etmek demektir. Terim olarak ihlas’ın özü, Allah’dan gayrı bütün her şeyden teberri etmek (uzaklaşmak, terk etmek)tir. İhlas suresi, içinde ihlas kelimesi hiç geçmediği halde bu isimle anılmıştır, çünkü tam bir tevhidi işlemektedir, kısa ama çok özlü kelimelerle Allah’ı birlediği için ihlas adını almıştır. Müslümanlar, Yahudilerin teşbih davalarından, Hıristiyanların teslis akidesinden beridirler.
‘Halis’ kelimesi ‘Din’ ile birlikte kullanıldığında ‘halis din’ (ed-Dînü’l-Halis)in yalnızca Allah’ın olduğu, Allah’a ait olduğu vurgulanmaktadır. Peki, din zaten Allah’ın değil midir? Dîn’i O’ndan başka vaz eden mi var ki? Din koymada, teşride O’nun ortakları mı var ki? Kısacası, ed-Dîn’in başka sahipleri mi var ki Allah, "Dikkat edin! Halis Din Allah’ındır!" buyuruyor? Bu sorunun cevabı, şirk kavramıyla doğrudan alakalıdır.
Öncelikle ‘halis din’in ne olduğu anlaşılmalıdır. ‘Halis din’ sözü, mefhum-u muhalifini, bir de ‘halis olmayan din’in var olduğunu çağrıştırmaktadır. Evet, kuşkusuz iki tane din vardır, biri Allah’ın dini, bütün Rasullere inzal buyurduğu İslam, diğeri de, İslam’ın dışında, ama İslam’a alternatif olarak uydurulmuş, kotarılmış, insanları heva ve heveslerine taptırmak için icad edilmiş her türlü yaşam biçimi, bütün doktrinler, ideolojiler ve hayat felsefeleridir.
Muharref (tahrif edilmiş) İlahî dinler de sonuç itibariyle bu ikinci kategoriye dahildir. İşte bu ikinciler ‘halis olmayan din’lerdir. Önceki ise Allah’ın dîni, halis dindir. Burada elbette ayetin hedef aldığı şöyle bir anlam da var ve bu anlam kesinlikle, uydurulmuş dinler cümlesindendir: Zümer suresinin takip eden ayetlerinden de açıkça anlaşıldığı gibi, şirk denilen hadise, aslında Allah’ın Dînini, halis dîni inkar etmemektir. Zaten müşrik din sistemleri asla Allah’ı ve Allah’ın dînini inkar etmemişlerdir. Sadece Allah’ın dînini değiştirip dönüştürmüşler, tebdil, tağyir ve tahrif etmişlerdir.
Dîni kabul ederek, ona inanarak değiştirmişler, Allah’ın Dînini İlahîlikten beşerilik seviyesine indirmişlerdir. Allah’ın yerine beşeri koşmuşlardır; birtakım azizlerini, efendilerini, şeyhlerini, üstadlarını, siyasi önderlerini, parti başkanlarını, kanaat önderlerini vb.. ikame etmişlerdir. Allah’a ait olan sıfatları bu insanlara yüklemişlerdir. Fakat asla Allah’ı ve Allah’ın dînini inkar ettiklerini, hatta Allah’a ortaklar koştuklarını söylememişlerdir. Yani hak suretinde batıl, tevhid suretinde şirk, İslam suretinde küfür ikame etmişlerdir.
Nitekim Kur’an müşriklerin bu iki yüzlülüklerini şöyle ortaya koymaktadır:
]"Allah’ı bırakıp da kendilerine birtakım veliler edinenler, ‘biz onlara sadece, bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz’ derler..." (39/Zümer, 3). Müşrikliğin bu dayanılmaz hafifliği tevbe suresinin 31. ayetinde de mevzuu bahs edilmiştir. O ayette de, hak suretinde olan Yahudi ve Hıristiyanların, yani bir İlahî dînin sözde mirasçıları olanların Allah’ın halis dînini nasıl da alternatif bir şirk dîni haline getirdikleri anlatılmaktadır.
Şu halde, din Allah’ındır. Fakat müşrikler, Dîni Allah’ın olmaktan çıkartıp, insana has kılmaktadırlar. İlahî olanı beşerileştirmekte, münzel (indirilmiş) olanı muhdes (uydurma) haline getirmektedirler.
Şimdi anlaşıldığı kadarıyla, problem şudur: Evet din (ed-Dînü’l-Halis) Allah’ındır; bunda hiçbir kuşku bulunmamaktadır. Fakat önemli olan, insanlar tarafından bunun böyle bilinmesi ve tanınması, kabul ve iman edilmesi; bu kabul ve imanın gereği olarak da amel edilmesidir. Biraz daha açımlarsak, ‘dîni Allah’a has kılmak’, sanki din Allah’ın değilmiş de, biz Allah’ın sekreteryası olarak, gasp etmiş olanların elinden dîni çekip alarak Allah’a teslim etmemiz isteniyor gibi anlaşılmamalıdır.
Ki bu durumda Allah, Kâdir-i Mutlak Allah değil, aciz, güç ve imkanları sınırlı yardıma muhtaç bir tanrı olarak algılanacaktır. Elbette Allah böyle eksik sıfatlardan münezzehtir. Allah’ı tenzih ekmek mü’min olmanın gereğidir. Öyleyse dîni Allah’a has kılmak ne anlama gelmektedir?
Dîni Allah’a has kılmak, biz insanlar açısından geçerli bir tutum, davranış ve iman biçimidir. Pratik sonuçları bulunan bir iman meselesidir. Dîni Allah’a has kılmak, öz olarak, Dîn’i Allah’ın dîni olarak kabul etmektir; dîni Allah’ın indirdiği gibi kabul etmek demektir; dîni tahrif, tağyir ve tebdil etmemek demektir. İlah ve Rab olarak Allah’ı tanımak, ibadeti yalnızca Allah’a yapmak, Allah’dan başkasından yardım talep etmemek, Allah’dan başkasının şefaat edeceğine inanmamak, yani din gününün sahibinin yalnızca ve yalnızca Allah olduğuna inanmaktır.
Dîni kendimize değil, kendimizi dîne uydurmaktır. Hayatımızı dîne göre düzenlemektir. Dîn’in sahibi Allah buyurmuyor mu ki:
]"Allah ve Rasûlü bir işe hükmettiği zaman, mü’min bir erkek ve mü’min bir kadının işlerinde tercih hakları yoktur. Kim Allah’a ve Rasulü’ne isyan ederse apaçık bir sapıklıkla sapıtmış olur." (33/Ahzap, 36).
Demek ki mü’minler, Allah’ın iradesine rağmen kendileri, birtakım sebeplerle, kendi heveslerine uyamazlar.
Dini Güzel Yazılar - www.RasuleHasret.com